Umut Fırat Eroğlu

Aklımız fikrimiz yapay zekâda, robotlarda...

26 Mayıs 2024
Hollywood yıldızının sesini taklit eden sesli asistan, sensörleriyle merdiven inip çıkabilen robot ve dahası... Bilim ve teknoloji dünyasından son haberleri derledik.

SCARLETT JOHANSSON’I ÇİLEDEN ÇIKARDI

ChatGPT 4-o’nun sesli asistanı Sky’ın geçen haftaki tanıtımı sırasında ilgi çeken, ‘Her’ filmindeki yapay zekâyla ses benzerliği ayrıntısını dikkatli okuyucularımız hatırlayacaktır. Başlangıçta önemsiz bir detayken filmdeki yapay zekâ karakterini oynayan Scarlett Johansson’ın tepkisiyle mesele büyük bir hadiseye dönüştü. Ünlü oyuncu yaptığı açıklamada ‘Şoke olduğunu, sinirlendiğini ve Sam Altman’a çok kızgın olduğunu’ dile getirdi. Johansson’ın avukatlarına göre; OpenAI CEO’su Sam Altman 9 ay önce oyuncuya yeni teknoloji için sesini kullanmayı teklif etmiş ancak Johansson teklifi geri çevirmişti. Fakat Sky’ın konuşmaya başlamasıyla herkesin fark ettiği benzerlik, Scarlett Johansson’ın sesinin deepfake (manipüle edilmiş video ya da ses kaydı) yardımıyla klonlanmış olma ihtimalini ortaya çıkardı. Sam Altman her ne kadar iddiaları yalanlasa da Sky’ın görücüye çıktığı gün X hesabından tek kelimelik ‘Her’ şeklinde bir paylaşım yapmış olması soru işaretlerini büyütüyor.

 

ÇIPLAK GÖSTEREN KAMERA ARTIK ŞEHİR EFSANESİ DEĞİL

Tam olarak düşündüğünüz şey de değil ama... Alman çağdaş sanatçı Mathias Vef ile tasarımcı Benedikt Groß tarafından geliştirilen NUCA (nü kamera) isimli cihaz, fotoğrafı çekilen herkesi birkaç saniye içinde çıplak gösterebiliyor. Kişinin gerçek vücudu yerine deepfake marifetiyle kendisine uyumlu yaratılan çıplak bir beden imajını montajlayan kamera, içine gömülü bir akıllı telefon aracılığıyla stable diffusion (fotogerçekçi görüntüler oluşturan bir yapay zekâ modeli) teknolojisinden faydalanarak görüntüyü oluşturuyor. Son tüketici ürünü olmaktan ziyade spekülatif bir sanat projesi olarak ortaya çıkan kameranın internet sitesinde projenin “beden görüntüleri ve deepfake’ler üreten yapay zekânın gidişatını sorgulamak ve kışkırtıcı olmak amacı taşıdığı” ifade ediliyor. (İnternet sitesi: nuca.rocks)

 

Yazının Devamını Oku

Yapay zekânın fetih manifestosu!

19 Mayıs 2024
Yapay zekâlı dünyanın ve internetin iki büyük ismi Open AI ile Google, geçen hafta kendileri için dönüm noktası olan iki büyük sunumla meydana çıkarken, insanlık için yeni bir çağın habercisi olduklarını biliyorlardı.

Google’ın her yıl yeniliklerini duyurduğu Google I/O konferansına geçen yıl AI (artificial intelligence - yapay zekâ) konularının baskınlığı damga vurmuştu. Hatta birileri CEO Sundar Pichai’nin cümle içinde kaç kez AI dediğini saymış, hakkında mimler yapılmıştı. Bu yılsa tüm sunum başından sonuna AI hakkındaydı. Hint asıllı CEO “Biz, şimdi Gemini çağındayken...” sözleriyle açılışı yaptığında, o gün AI’dan başka şey konuşulmayacağı anlaşılıyordu. Ancak Pichai, Google’ın tarihindeki en önemli sunumlarından birini yaparken OpenAI açıktan sessizce yaklaşıp sahneyi birkaç saat önce kapmıştı. Aynı gazeteciler arasındaki ‘haber atlatmak’ gibi  teknoloji dünyasında da‘sunum atlatmak’ diyebileceğimiz hadiseye sık rastlanıyor. Google’ın bu yıl Gemini ile şov yapacağı kulislerde bilindiği için OpenAI, Chat GPT’nin büyük yenilikle gelen son versiyonu 4o’yu göstermek adına muhteşem bir gün seçmişti. Rakibinden önce oyuna başlayarak Google’a tek başına parlama fırsatı vermeyecekti.

 

OpenAI Teknoloji Şefi Mira Murati ve Google CEO’su Sundar Pichai.

SİMULTANE ÇEVİRİ

İşin aslı her ikisinin sunumları da o kadar kendine has tarzdaydı ki, dışarıdan rekabet ettikleri anlaşılmayabilirdi! OpenAI cephesinde, konuşma kabiliyeti ve multimodal, ses, görüntü ve farklı kaynaklardan komut alabilme özelliği eklenen GPT-4o vardı. Önemli yeniliği sunan isim OpenAI’ın teknoloji şefi, İtalyan zarafetiyle Mira Murati’ydi. Talk show tadında bir stüdyoda sahneye çıkan Mira Murati sunumu sırasında Chat GPT-4o’yu kendi aksanıyla anlatırken heyecanlı, açık ve kararlı görünüyordu. Asıl yenilikse koltuğa geçince ortaya çıkmayı bekliyordu. Bir Asyalı genç ve bir Anglosakson Amerikalıyla kahve masasını paylaşıyorlardı. Asyalı genç, ChatGPT-4o’ya İtalyanca-İngilizce konuşurlarsa çeviri yapıp yapamayacağını sordu ve aldığı “Perfetto!” (Mükemmel!) yanıtı herkesi güldürdü. Simultane çeviri becerisiyle hayran bırakan GPT-4o’nun ‘Her’ filmindeki Joaquin Phoenix’in yapay zekâ  sevgilisi Samantha ile ses benzerliği, ilgi çeken ayrıntılardan. Konuşma özelliği şimdilik açık değil ancak GPT-4o sınırlı özelliklerle herkesin kullanımına ücretsiz sunuldu.

 

HER ŞEYİN İÇİNDE!

Yazının Devamını Oku

Balinalarla konuşmayı başardık

12 Mayıs 2024
Alaska’da bir balinaya ilk “Merhaba”mızı dedikten sonra prestijli bilim ve teknoloji okulu MIT’den araştırmacılar balinaların seslerinin içindeki örüntüleri, tekrarları ve melodik vurguları makine öğrenimiyle tespit etti. Bu, günün birinde onlarla iletişim kurabileceğimiz anlamına gelebilir.

Tek kelimelik dil tabirini hiç duymuş muydunuz? Hayvanların çıkardığı tek bir sesin, örneğin ‘hav’ veya ‘miyav’ kelimelerinin varyasyonlarını üreterek aralarında anlaşmalarını tabir etmek için yapılan bir tanımlama. Karşı kaldırımdan geçen adama onlarca defa çeşitli şekillerde ‘hav’ veya ‘wuff’ diyen bir köpeğin özetle ne anlatmak istediğini kestirebiliyoruz. Ancak biliminsanlarına göre hayvan dili de olsa bir iletişim dilini tek kelimeyle tanımlamak imkânsız. Hayvanlar basit sesleri, duruşları veya beden dilini birleştirerek nüanslar yaratabiliyor. Üstelik sesleri ve hareketleri, kokular ve salgılar gibi kimyasal iletişim araçlarıyla destekleyip gerektiğinde dünyanın manyetik alanını, doğal enerji yollarını ve kendi ürettikleri elektriksel akımları kullanabiliyorlar. Daha ötesi de olmalı!

‘İfade yetileri geniş’

Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması (Search for Extra-Terrestrial Intelligence/SETI) adlı kâr amacı gütmeyen kuruluş dünyada bir ilki gerçekleştirdi: Bir balinayla ilk kez sözlü iletişim kuruldu. Biliminsanı Josie Hubbard sualtı hoparlörüyle “Merhaba” anlamında bir ses çıkardı ve mucizevi olay gerçekleşti. Twain adını verdikleri 38 yaşındaki balina aynı sesi çıkararak yanıt verdi ve ardından grubundan ayrılıp araştırma teknesinin etrafında dönmeye başladı. Hubbard ve bilim ekibi samimi balina Twain ile 20 dakika boyunca hoparlörden sohbet etmişler, daha doğrusu aynı sesi farklı tınılarda 36 kez çıkarıp durmuşlar: “Başka bir dünyayı deneyimlemek gibiydi... Yüzeye geldiklerini duyuyorsun. Sonra büyük bir nefes ve görüyorsun onu...”

ABD’nin ve dünyanın önde gelen bilim-teknoloji okulu MIT araştırmacılarından geçen hafta yapay zekânın temel birimi olan makine öğrenimi sistemini kullanarak balinaların alfabesini çözmeye başladıkları haberi geldi. Reuters’ın yayımladığı haberin kaynağı Nature Communications bilim dergisi... Dilini öğrenmek istediğiniz hayvanın deniz altında yaşıyor olması aslında muazzam bir avantaj. Ses dalgalarının havadan çok daha hızlı ve net iletilmesi toplanan verinin çözünürlüğü için avantaj sağlıyor. Biliminsanları balinaların uzaktan kaydedilen seslerinin içindeki örüntüleri, tekrarları ve melodik vurguları makine öğrenimiyle tespit etmiş. Hatta bazı balinaların uzun ‘cümleler’ sonunda tek bir tıklama yaparak noktalama işareti kullandığını fark etmişler. Karayipli balinaların sanılandan çok daha sofistike bir iletişim sistemi kullandığını gösteren analizlerden balinaların kendilerine has bir ‘fonetik alfabe’ geliştirdiği anlaşılıyor. Araştırmayı yayımlayan MIT doktora öğrencisi Pratyusha Sharma “İspermeçet balinaların ifade yetilerinin çok daha geniş olduğu ortaya çıktı” diyor ve ekliyor: “Henüz ne dediklerini bilemiyoruz ancak seslerle davranışlarını kıyaslayarak konuştukları konuyu anlamaya çalışıyoruz.”

18 metreye kadar dalabilen ispermeçet balinaları yeryüzündeki en büyük beyne sahip olan sosyal hayvanlar. Aralarındaki dili aile ortamlarında koordinasyon kurabilmek, bebek bakımını düzenleyebilmek, yiyecek bulma ve korunma için kullandıkları anlatılıyor. Hayvanların dilleri, doğal çevreleri ve topluluklarıyla şekilleniyor. Makine öğrenimi sayesinde gelecekte hayvan dillerini ve farklı hayvanları anlama imkânımız artacak ve günün birinde belki yapay zekâ üzerinden onlarla iletişim kurmaya başlayacağız. Kanımca hayvanlardan öğrenebileceğimiz en hayırlı şey, doğayla iletişimi ve onu hissetmeyi sağlayan üst sezgilerimizi yeniden kullanabilmek olurdu.İspermeçet balinaları tıkırtılarla karmaşık mesajlar iletebiliyor.

Peki ama neden balina?

Dışarıda onca hayvan varken biliminsanları neden en cüsseli ve ulaşması zor hayvana yönelmeyi tercih ediyorlar? Kendimizden yola çıkarak anlaşılabileceğini düşünüyorum… İnsanlar yüz binlerce yıllık evrim sürecinde kendilerine has dil yapısını geliştirmiş. Bununla birlikte, dilin kapsayıcılığının ve ifade gücünün giderek artması insanların farklı duyular ve sezgilerle iletişim geliştirme kabiliyetini köreltmeye başlamış. Karşılığındaysa çok gelişmiş bir iletişim aracına, yaşayan dillere kavuşmuşuz. Balinalarla, tam bu noktada aramızda bir yakınlık var. Şarkılarıyla ünlü kambur balinaların seslerindeki ahenk ve vurgular farklı ifadeler geliştirmelerinin ipuçları sayılıyor. İspermeçet balinalarıysa tıklamalar ve tıkırtılarla birbirlerine daha karmaşık mesajlar iletebiliyorlar. Hatta yeni keşfedildiği üzere Mors alfabesi benzeri, bize yakın bir düzen kullanıyorlar.

Yazının Devamını Oku

‘Yapay zekâyla ilişki yaşıyormuş!’

5 Mayıs 2024
Replika, Candy.ai gibi yapay zekâ destekli arkadaşlık ve flört uygulamaları her geçen gün daha popüler hale gelirken işin bağımlılık yönü de tartışılmaya başladı. Hatta yapay zekâ kız arkadaş mağduru erkekler bile var.

Geçen hafta “Artık onsuz yapamayız” diyerek yapay zekânın hayatımıza vazgeçilmez biçimde nüfuz ettiğini gösteren güncel bir raporun ayrıntılarını paylaşmıştım. Bu haftaysa işler daha ilginç bir noktaya evriliyor; yapay zekâyla ilişki bağımlılığı. Akla hemen sosyal medya veya teknoloji bağımlılığı gelse de bu konu daha duygusal ve bir yönden daha eğlenceli bir bağlamda gelişiyor.

Yapay zekâ arkadaşlık siteleri ve yapay zekâ kız arkadaş uygulamaları son aylarda hızla yükselişe geçti. Replika, Candy.ai, Myanima.ai, Mitsuku gibi popüler uygulamaların çoğu ilişki simülasyonu yapan sohbet programlarından ibaret. Bazılarında sadece beyaz ekranda sohbet ediliyor, daha gelişmiş olanlarında yapay zekâ arkadaşınızı ya da ‘sevgilinizi’ gözünüze, gönlünüze göre tasarlayabiliyorsunuz. Buraya kadar nispeten masum ama etik açıdan tartışmalı görünüyor.
Öte yandan geçen ay ABD’de yapay zekâ kız arkadaş mağduru genç erkeklerin ortaya çıkmasıyla konu yeni bir boyut kazandı. Kimliği paylaşılmayan 24 yaşındaki bir genç, yapay zekâ kız arkadaşlarına ayda 10 bin dolar harcadığını açıklayınca yer yerinden oynadı. Sadece arkadaşları için her ay 60-70 bin lira harcamaya gönüllü birinin gerçek dünyada ortam yaratmakta hiç zorlanmayacağı bir çağda yaşıyorken, yapay ilişkilere bu kadar para yatırmak hangi ruh haliyle mümkün olabilirdi?

Futurism’e konuşan girişimci ve teknoloji duayeni Greg Isenberg, bu gençle bir araya geldiğinde her ay harcadığı miktarı öğrendiği an küçük bir şok yaşamış. “Şaka yaptığını sanıyordum” diyen Isenberg, genç erkeğin bu işi çok sevdiğini fark ediyor ve onu cezbeden şeyi keşfetmesi de uzun sürmüyor. Meğer genç adam, -aslında yetişkin çocuk- olayı bir oyun gibi görüyormuş. Yani kız arkadaşlarıyla ilişkide olmanın yanı sıra onlarla video oyunu gibi oynuyor. Böylece ilişkide bulunduğu hayali, parayla iyileştirebildiği bir realiteye girmiş oluyor. Şimdi gerçekliğin kaymaya başladığı noktaya dikkat: İlişki kavrayışı yeni şekillenen, olgun bir ilişkinin ne demek olduğu hakkında henüz fikri olmayan bir insan. Bilincinin evrildiği ilişki kavramı kendisini gerçek hayatta büyük hüsranlara hazırlıyor ve en hassas duygusal yerinden illüzyona sevk ediyor. 24 yaşındaki Amerikalıyla sohbetleri sırasında Isenberg, adeta nutkunun tutulduğunu anlatıyor.
‘Her şey çok garip olacak’

Çoğunlukla Myanima.ai ve Candy.ai’da ‘takılan’ genç adam, bu uygulamaları müstehcenliğe izin verdiği için tercih ediyormuş. Şimdi işler daha da ilginçleşecek. Teknoloji duayeni Isenberg’e göre genç adamın para harcama iştahı, kapitalizmin bu konuya el atacağını gösteriyor. Futurism yazarı Noor Al-Sibai, başlıca arkadaşlık uygulamaları olan Tinder, Hinge, Match.com, OKCupid, Plenty of Fish’i çatısı altında toplayan Match Group’un 9 milyar dolarlık değerini hatırlatırken, ileride büyük bir yatırımcının arkadaşlık uygulamaları sektörünün yapay zekâ versiyonuyla kendi milyar dolarlık piyasasını yaratabileceğini anlatıyor.

Ünlü Dilbert karikatürünün çizeri “Kız arkadaş ‘singularitesi’ gelmiştir. İnsan kadınlar iyi bir yarış çıkardı” esprisiyle olaya tatlı bir yorum katmış. Yapay zekânın insan aklını geçeceği noktaya singularite deniyor. Kelime oyunundaki ‘single’ ise aynı zamanda bekâr demek. Bir başka yorumdaysa “Yakında bu tanıdığınız biri olacak ama öyle olduğunu kabul etmeyecekler” deniyor. Gizli yapay zekâ âşıklarının aramızda olması ilginç bir duygu. Düşünün, birisinden hoşlanıyorsunuz, “Onun yapay zekâyla ilişkisi var” diyorlar. Sadece yapay zekâyla ilişkiye giren insanlar olursa, onlara ‘digito sapien’ gibi bir şey mi diyeceğiz? Isenberg paylaşımında “Her şey çok garip olmak üzere” yazmış. Muhtemelen gariplikten de fazlası olacak...

Kızgın kız arkadaş uygulaması

Yazının Devamını Oku

Yapay zekâ ‘Artık senden ayrılamayız'

28 Nisan 2024
Stanford Üniversitesi’ne bağlı İnsan Merkezli Yapay Zekâ Enstitüsü (HAI) geçen haftalarda bir yapay zekâ raporu yayımladı. Rapordan özetle şu sonuç çıkıyor: “Artık ondan ayrılamayız."

Cep telefonsuz bir dünyayı düşünemeyecek hale gelmemiz 10-15 yılımızı almıştı. Akıllı telefonlara vazgeçemeyecek derecede alışmamız 3-5 yıl kadar sürdü. ChatGPT ile başlayan yapay zekâ (AI) furyasıysa başlayalı 1,5 sene bile olmadı fakat şimdiden onsuz bir geleceği hayal edemiyoruz. Yapay zekâ insanlığın geliştirdiği en hızlı teknoloji. Kendi kendisini ilerletebiliyor olması onu her şeyin önüne geçiriyor. Geçen haftaki yazımda ‘Tanrı’yı oynamak’ temasına yer vermiştim. Konu, soyu tükenen canlıları korumak için evrime müdahale fikrini ele alıyordu. Şayet evrimi, yani doğadaki kendi başına çevreye uyumlanarak varlığını sürdürme yetisini ilahi bir güç yarattıysa, insan da yapay zekâyla Tanrısal bir marifeti sayısal çerçevede kısmen yakalamış olabilir.

ABD merkezli yapay zekâ araştırma şirketi OpenAI’ın CEO’su Sam Altman geçen ay “2024 insanlık tarihinin en heyecan verici yılı, gelecek tüm yıllar hariç” demişti. Yapay zekânın bizi durmadan şaşırtacağı yıllar önümüzde uzanırken, kendisini sürekli geliştiren yapay zekâ modellerinin performansını ve toplum üzerine etkilerini değerlendiren dünya üzerinde birçok akademi ve özel kurum var. En saygın olanıysa Stanford Üniversitesi’nin İnsan Merkezli Yapay Zekâ Enstitüsü (HAI). Enstitünün farklı disiplinlerden kalabalık bir komisyonun yanı sıra Google, OpenAI, NSFA gibi ortakların katkılarıyla her yıl hazırladığı Yapay Zekâ Endeks Raporu, yapay zekânın endüstrilere, toplumlara, ekonomilere ve bilime etkisini değerlendiriyor. Geçen haftalarda yayımlanan 500 sayfalık raporun özet bölümündeki önemli başlıkları derledim.

Bazı işlerde insan performansını aştı

Yapay zekâ görüntü sınıflandırma, görsel muhakeme ve İngilizce anlama da dahil birçok kriterde insan performansını aşmış vaziyette. 2021’de matematik problemlerinin yüzde 8.6’sını çözebilen ChatGPT, 2023’te yüzde 87 seviyesine ulaştı. Ancak ileri düzey matematik, gördüklerinden anlam çıkarma ve planlama gibi daha karmaşık görevlerde halen insanlardan geride kalıyor.

Eğitim maliyeti giderek pahalı hale geliyor

2023’te endüstriler 51 kayda değer yapay zekâ modeli üretirken, akademiler sadece 15 modelle katkıda bulunmuş. Yapay zekâ endeks tahminlerine göre son teknoloji yapay zekâ modellerinin eğitim maliyetleri daha önce görülmemiş seviyelere ulaştı. Örneğin OpenAI şirketi GPT-4’ü eğitmek için tahmini 78 milyon dolar değerinde bilgisayar gücü kullanırken Google’ın Gemini Ultra’sı 191 milyon dolarlık hesaplama gücüne mal oldu.

Uluslararası yarışta ABD önde

Soğuk Savaş döneminden sonraki en hızlı teknoloji yarışını ABD bir kez daha önde götürüyor. En iyi yapay zekâ modellerinin kaynağı olarak ABD; ChatGPT, Gemini, Midjourney gibi örneklerle Çin, Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık’ın önünde. Öte yandan Çin, en fazla yapay zekâ patentiyle dünya birincisi. Avrupa’daysa İngiltere ve Almanya yapay zekâ sahnesinin başrol oyuncuları.

Yazının Devamını Oku

Tek çare kaldı: Tanrı’yı oynamak!

21 Nisan 2024
Neden olduğumuz doğa tahribatının ardından gezegeni ve canlıları korumak için Tanrı’yı oynamak son çare gibi... Avustralya’da ve dünyanın farklı bölgelerinde biliminsanları soyu tükenmek üzere olan canlıları kurtarmak için ‘evrime müdahale’ seçeneğine yönelmeye başladı.

Bir canlının doğasına müdahale etmek, yaradılış düzenini değiştirmeye yeltenmek Tanrı’yı oynamak’ demek. Simyacılardan, antik zaman büyücülerinden bu yana bilinen bir kavram. Üstelik teknoloji geliştikçe, Tanrı’nın marifetlerini keşfetme iştahımızın kabardığını, bugün yapay zekânın her fırsatta ‘insan aklını geçecek’ iddiasıyla sunulmasından görebiliyoruz. Doğmadan genetiği geliştirilmeye çalışılan tasarım bebekler, insan biyolojisiyle teknolojiyi buluşturmayı amaçlayan ‘transhümanizm’ gibi konseptler, modern dünyada ‘Tanrı’yı oynama’ fiilinin en tartışmalı hallerini yansıtıyor. Fakat öyle bir zamanda yaşıyoruz ki bazı özel koşullarda gezegeni ve canlıları korumak adına Tanrı’yı oynamak son çare gibi görünüyor. Avustralya’da ve dünyanın farklı bölgelerinde biliminsanları soyu tükenmek üzere olan canlıları kurtarmak için ‘evrime müdahale’ seçeneğine yönelmeye başlamışlar.
Milyonlarca yıllık zengin biyolojik çeşitliliğiyle ‘evrimin oyun bahçesi’ olarak anılan Avustralya tüm dünyada soyu tükenen canlıların sayısındaki korkutucu artıştan ve küresel biyolojik çeşitlilik krizinden en fazla nasibini alan kıta. Vaziyet öyle seviyeye gelmiş ki canlıları korumaya yönelik alışılmış yöntemler işe yaramaz olmuş. Biliminsanlarının bulduğu çareyse hayvanların biyolojik yapısını değiştirmek, yani evrime müdahale etmek.
Victoria Hayvanat Bahçeleri’nde görevli kıdemli ekolojist Dan Harley “Düzeni bozulan bir dünyada yeni çözümler araştırıyoruz. Risk almamız ve daha cesur olmamız gerekiyor” diyor. Klasik yöntemlerin işe yaramaz hale gelmesinin bir sebebi hayvanlar arasındaki genetik çeşitliliğin azalması. Soyu tükenmekte olan canlıları bir araya getirip hayatta tutma çabası da her zaman verimli sonuç vermez olmuş. Çünkü yaşamın sağlıklı biçimde evrilmesi için gen çeşitliliğine ihtiyaç var. Hayvanları bir araya kapatıp çoğaltmaya çalışmak sürekli akraba evliliğine zorlamak gibi bir şey. Türün devamlılığını sağlayacak sağlıklı ve güçlü genlerin seçilmesi zorlaşıyor. Belirli kuş türleriyse bu konuda iyice hassaslar. Kuşların eş seçiminde ne kadar özenli olduğunu ünlü belgesellerden, eşini tavlamak için nice zahmete katlanan erkek kuşların hikâyelerinden hatırlayabilirsiniz. Yani 50 tane kuşu bir araya koymak da hemen eşleşip çoğalabilecekleri anlamına gelmiyor.
Peki, ormanda o kuş türünden yalnızca 50 tane kalmışsa ne yapabilirsiniz? Avustralya’nın kıymetli kuşlarından miğferli balyiyeni (Helmeted honeyeater) kurtarmak için biliminsanları çareyi kıtanın uzak bir bölgesinde yaşayan başka bir balyiyen türüyle genlerini karıştırmakta bulmuş. Uygulanan tekniğe ‘genetik kurtarma’ deniyor. Ancak bir garantisi yok. Ortaya çıkacak yeni türün her iki ortamda da barınamama olasılığı var ve türlerin eşsiz özelliklerini bulandırma riski taşıyor. Türleri karıştırmanın hastalık bulaştırma, yeni istilacı popülasyonlar yaratma veya ekosistemleri öngörülemez biçimde dengesizleştirme riskleri de cabası. Yine de biliminsanları türü toptan yitirmek yerine eldeki imkânları kontrollü biçimde değerlendirmeyi seçebiliyor. Neyse ki balyiyenler açısından çalışmalar olumlu sonuç vermiş ve kardeş türün güçlü evrimsel özelliklerini taşıyan onlarca yeni miğferli balyiyen doğaya salınmış.
Doğa izin vermeyebilir

Başka denemelerde doğanın takdirinin farklı olabileceğini düşündüren ilginç durumlar da yaşanmış. Avustralya’da bir adada, istilacı zehirli kurbağaların bir sansar türünün soyunu tehlikeye sokmasına müdahale ederek, kurbağaya karşı dayanıklı bir sansar türüyle genetik kurtarma yapılmak istenmiş. İlk başlarda sansarlar doğal seçilimle dayanıklı hale gelir gibi görünmüş ancak henüz adapte olamayan bazı sansarlar zehirli kurbağaları yiyip telef olmuş. Üzerine adada büyük bir doğal orman yangını çıkmış. Bir de tayfun gelince yeni tür tamamen yeryüzünden silinmiş. İlahi takdir mi yoksa tesadüf mü bilinmez ancak neticede doğal büstün bilincin duruma müsaade etmediği açık.

Yazının Devamını Oku

‘Tanrı parçacığı’na şimdi daha yakın

14 Nisan 2024
Evren ve fizik anlayışımızı değiştiren, Higgs bozonunun teorisyeni biliminsanı Peter Higgs geçen pazartesi sonsuzluğa uğurlandı. Mütevazı, kibar bir biliminsanı, usta öğretmen Higgs sevilen, saygı duyulan biriydi.

Tanrı parçacığının kâşifi Higgs, dünyadan ayrıldı. Yaşarken isminin bilim tarihine altın harflerle yazıldığını bilen insanlardan biriydi Profesör Peter Higgs. 2013 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü alan, evrende her şeyin birbirine nasıl bağlı olduğunu, bilinen adıyla ‘Tanrı parçacığı’nı bulan ve Higgs bozonunun teorisyeni. Günümüz fizik anlayışının en önemli anahtarlarından birini keşfeden İskoçyalı biliminsanı geçen pazartesi sonsuz yolculuğuna uğurlandı. Edinburgh Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdüren Peter Higgs, 1960’larda bir grup fizikçiyle beraber evreni bir arada tutan bir yapı bağı olabileceği teorisini ortaya atmıştı. Kütleden parçacığa, parçacıktan elektronlara kadar atomaltı her şeyi kapsayan bir alan (Higgs field) öne sürüyordu ve bu alanın varlığını ispatlamak, klasik fizikte açıkta kalan her şeyi tamamlamak anlamına geliyordu. Alanı ispatlayacak olansa teoride varlığı düşünülen Higgs parçacığıydı (bozon). Higgs’in teorisini ispatlamak, kuantum fiziğinin temelini oluşturan Standart Model’i doğrulamak anlamına geliyordu. Bu amaçla inşa edilen CERN Laboratuvarı’nda 2012 yılında yapılan bir atom çarpışmasında Higgs mekaniği deneyle ispatlandı ve bulunan parçacığa Higgs bozonu adı verildi.

 

‘HAKLI OLMAK ÇOK HOŞ BİR ŞEY’

Ertesi yıl Peter Higgs fiziğe ve evren anlayışımıza katkısı dolayısıyla Nobel Fizik Ödülü’ne layık görüldü. Kibar ve mütevazı karakteriyle bilinen profesör, teorisinin yıllar sonra ispatlanmasıyla ilgili ne düşündüğü sorulduğunda “Bazen haklı olmak çok hoş bir şeydir” yanıtıyla hatırlanıyor. 94 yaşında dünyadan ayrılan Peter Higgs’in tevazusu, centilmenliği ve usta öğretmenliğiyle herkes tarafından sevilen ve takdir edilen bir isim olduğunu paylaşan CERN Başkanı Fabiola Gianotti üzüntüsünü dile getirirken onu çok özleyeceğini ifade ediyor. Vizyonerliği sayesinde tüm bilim dünyasına ilham veren ve evrenin yapıtaşlarının daha iyi anlaşılmasını sağlayan Higgs hakkında Oxford Üniversitesi’nden Profesör Alan Barr “Her zaman başkalarının hakkını veren ve geleceğin biliminsanlarını nazik bir şekilde yüreklendiren gerçek bir beyefendiydi” şeklinde övgüyle söz ederken, önceki hafta İskoçya’nın ilk Müslüman başbakanı seçilen Hamza Yusuf ise ünlü İskoç biliminsanı hakkında “Fikirleri ve keşifleriyle 48 yıl sonra evren anlayışımızı dönüştüren bir vizyoner” ifadesini kullandı. 

Profesör Higgs BBC’de yayımlanan biyografisinde okul yıllarındayken klasik fizikten heyecan duymadığını, bu nedenle ilerleyen yıllarda teorik fiziğe yöneldiğini ve kendisini burada yetkin ve yararlı hissettiğini anlatıyor. Kings College’da yetişen Higgs’in hikâyesi, ortaokulda derslere ilgisizliğiyle bilinen Albert Einstein’ın bilim yolculuğuyla benzerlikler taşıyor. Higgs için Einstein’ın ardından gelen ‘yüzyılın en vizyoner biliminsanlarından biri’ ifadesini kullanmak abartılı olmaz. Ben de iyi kalpli Profesör Peter Higgs’in, belki de şimdi Tanrı parçacığını daha derinlemesine kavrayabileceği, sonsuz bir boyuta uzanışını hayal ediyorum.

Yazının Devamını Oku

Küresel ısınma, zamanı bile yavaşlatıyor!

7 Nisan 2024
Kutuplarda eriyen ve okyanusa karışan su kütleleri öylesine bir ağırlık yapıyor ki Dünya yavaşlıyor. Normalde zamanda geri kayma tespit edildiğinde Evrensel Koordine Zaman (UTC)sistemine 1 saniye ekleniyor ama bu durumda, eksi yönde saniye atlamak gerek. Bunun teknolojik açıdan çok sorun yaratacağı düşünülüyor.

Zamanın her geçen gün daha da hızlandığını hissediyoruz. Evet, zamanın hızlandığı fiziksel açıdan da bir gerçek; 2022 yılında Dünya’nın şimdiye kadar ölçülen en kısa günü kaydedilmişti. Günlük hayatın içinde algıladığımız sürate kıyasla çok küçük olsa bile 1 saniyeden az olan bu hızlanma, bilgisayar sistemleri açısından kritik bir rol oynayabiliyor. Sistemlerin şaşmaması için hassas zaman ayarlamaları gerekebiliyor.

Buna bağlı olarak 2026’da küresel bir zaman düzenlemesi öngörülüyordu. Şimdiyse işleri tersine çeviren yani dünyanın dönüşünü yavaşlatan yeni bir fenomen keşfedildi. Hiç sevinmeyin; çünkü sebebi küresel ısınma. Uluslararası bilimsel makalelerin yayımlandığı Nature’da mart sonu yayımlanan güncel bir analize göre son yıllarda eriyen buzullar sebebiyle yer değiştiren su kütlelerinin, Dünya’yı yavaşlatacak kadar fazla olduğu gözlendi. Üstelik zaman düzenlemesini 2026’dan 2029’a kaydıracak kadar! Çalışmayı kaleme alan Duncan Agnew, Kaliforniya Scripps Oşinografi Enstitüsü’nden bir biliminsanı. Oşinografi okyanus ve deniz hareketlerini inceleyen bilim dalı. Makalesinde “Eğer kutuplardaki buzulların erimesi bu kadar hızlanmasaydı, dünya çapındaki saatleri etkileyen problemle 3 yıl daha erken karşılaşacaktık” açıklamasına yer veren Agnew “Küresel ısınma halihazırda küresel zaman ölçümümüze etki ediyor” diyor. Suların hareketiyle zaman arasındaki ilişkiyi anlamak için denklemin iki tarafına bakmakta fayda var.

 

ASLA GERİ KALMIYOR

Küresel ölçekte zaman standardını belirleyen yani dünyanın ortak saati olarak düşünebileceğimiz UTC, Evrensel Koordine Zaman anlamına geliyor. UTC yüzlerce atomik saatin oluşturduğu kusursuz zaman ölçümünü baz alan bir sistem. Sistemin saati asla geri kalmıyor veya ileri gitmiyor. Ancak Dünya’nın rotasyon hızı değişken olduğu için yeryüzünde tuttuğumuz zamanla atomik saat merkezi arasında küçük farklar oluşabiliyor. Saniyeden az bile olsa 1 saniyelik bir sapma, hassas zaman ölçümüyle çalışan GPS sistemleri, bilgisayar ağları ve finansal sistemler için kritik önemde. Dolayısıyla zamanda geri kayma olacağı tespit edildiğinde, UTC’ye 1 saniye ekleniyor ve sistemler güncellenebiliyor. 2022’de gezegenin dönüş hızının arttığı tespit edildiğindeyse bu kez tam tersine, eksi saniye uygulaması gündeme gelmişti. Hesaplamalara göre tarihte bir ilk olarak 2026’da evrensel saati 1 saniye geri almak gerekecekti. İşte bu, dünya çapındaki sistemler için zorlayıcı bir durum. Agnew olayı “Birçok sistemin artı 1 saniyeyi kabul edecek uygulamaları var ancak çok azının eksi 1 saniye için hazırlığı var. Dolayısıyla eksi yönde saniye atlamanın teknolojik açıdan pek çok zorluk yaratacağı tahmin ediliyor” şeklinde açıklıyor. Gezegenin yavaşlamasıysa durumu tersine etkileyip zamanı uzatarak, söz konusu düzenlemenin 2026 yerine 2029’da yapılmasına sebep olmuş.

Felaket tellallığı değil, mühim bir hatırlatma; gezegenin ayarlarıyla oynamak adeta mahşere davetiye çıkarıyor.

Kutuplarda donarak yoğunlaşan ve bir arada durduğu için ağır gelen su kütleleri (su donduğunda hafifler ancak burada yüzölçümüne düşen birim ağırlığı söz konusu) çözülerek okyanuslara karıştığında milyonlarca tonluk ağırlık ekvatora doğru kayıyor. Dünya’yı bir topaç olarak düşündüğünüzde, yukarıdan aşağıya doğru bir genişlemenin ivmeyi yavaşlatacağını tahayyül edebilirsiniz. Sular buzullardan okyanuslara kaydığında gezegenin ekvatoru genişlemiş oluyor ve dönüşü çok az da olsa yavaşlıyor.

Yazının Devamını Oku