Soğuk ve puslu bir cumartesi günü, 30 Ocak 1982... Havanın kasvetine rağmen genç Richard Skrenta, bilgisayarları nasıl hack’leyeceğini keşfetmiş olmanın neşesi içindeydi. Henüz 9’uncu sınıftaki Rich, Apple II bilgisayarının sistem yükleme kaynağına inmeyi başarmıştı. Bugünkü deneyimli programcıların bile ilk bakışta pek anlamayacağı ‘Assembly’ kodlama tekniğini kullanarak RAM hafızasına virüsü yerleştirdi. Sistemlere zarar vermek gibi bir amacı yoktu. Sadece bilgisayarların durağanlığından sıkılmış ve bir şaka tasarlamak istemişti. İnternet arşivlerini tararken Skrenta ile 15 yıl önce yapılan bir röportaja ulaştım. ‘Hack’lemenin coşkusu’ (The Joy of Hacking) başlığını verdiği hikâyeyi kendi sözleriyle anlatıyor: “O zamanlar hiçbir şeyin ağ erişimi yoktu. Laboratuvardaki bilgisayarlar ve floppy disketler vardı. Disketi takar, yazılımı çalıştırırdın. O kadar basitti.” Genç yaşın kıpırtısı ve keşfetme merakıyla Skrenta, bilgisayarları bu ataletten kurtarabileceğini düşünmüş. “Yazacağım programın etrafta kendi başına dolaşabileceğini fark ettiğimde ‘A ha!’ dediğim an gelmişti. Ona kendi hareket gücünü verebilirdim. RAM’in içine saklamam yeterliydi ve floppy disketler değişeceği sırada yeni diskete atlayıp yolculuğuna devam edebilirdi. Vay canına! İşte bu fena olurdu!” Bilgisayarların disketten açıldığı, kare zarf ebadındaki floppy disklerin elden ele dolaştığı zamanlar… Skrenta’nın Elk Cloner adını verdiği virüs, büyük bir süratle yayıldı ve 1 milyondan fazla bilgisayara bulaştı. Böylece dünyanın ilk yayılmacı virüsü olarak tarihe geçti. Bugün haberlerde Elk Cloner’ın dünyanın ilk bilgisayar virüsü olarak anıldığını görebilirsiniz.
Bu bilgiyi düzeltmek istiyorum. Bir konsept olarak virüs teorilerinin geçmişi 1949’a kadar uzanıyor. 1966’da John von Neumann kendi kendini kopyalayabilen sistemler üzerine ilk makalesini yayımlıyor. Nihayet 1971’de Bob Thomas, deneysel bir çalışma olarak ‘The Creeper Worm’ virüsünü yazıyor. 1974’te ise Wabbit isimli, bulaştığı sistemi çökerten tehlikeli bir virüs ortaya çıkıyor ancak bunlar kısıtlı sistemlerde çalıştığı için yayılma imkânı bulamıyor.
FİDYE YAZILIMLARI...
Son 10 yılda ‘siber suç’ kavramının ön plana çıkmasıyla virüslerin popülerliği azalmıştı. İnsanlar en çok hacker’lardan çekinmeye başladı. Bilgisayar korsanlarının motivasyonlarıysa kendi gücünü keşfetmek isteyen meraklı gençlerinkinden çok daha sofistike hale geldi. Verinin her şeyden değerli olduğu bilgi çağındayız. Virüsler eskisi gibi bilgisayarları çökertmek yerine artık içindeki bilgiyle ilgileniyorlar. Bilgisayarları kilitleyen ve fakat içeriğine zarar vermeyen fidye yazılımları revaçtaki korsanlık aracı… Virüsler, trojan’lar, solucanlar ve dahası hacker’ların savaş aletlerine dönüştü. Ancak insanlığı bekleyen gizli bir tehlike daha var... ‘Şeylerin interneti’ olarak bilinen IoT cihazları, önümüzdeki birkaç yıl içinde tüm evlerde yer almaya başlayacak. Akıllı termostatlar, enerji depolama sistemleri, akıllı beyaz eşyalar, akıllı kilitler, hoparlörler, asistanlar, ev robotları… Bu cihazların çoğu mekanik işler yapıyor ve basit programlar çalıştırıyor. Daha ilkel bir işlemci ve hafıza mimarisi çalışmalarına yeterli oluyor ve bu da hacker’ların işini kolaylaştırıyor. Evin enerji şebekesine veya kameralarına, sensörlerine sızmalarını hiç istemeyiz… Firma yazılımlarını sürekli güncellemek iyi bir çözüm olabilir. Bilhassa üçüncü parti -tabiri caizse ‘Çin malı’- ürünlere dikkat!
Siber güvenlikten bahsederken akla hemen popüler konu metaverse geliyor... Metaverse’ün virüslerle doğrudan ilgisi yok ancak daha riskli bir ortamı var: Veri hırsızlığı ve dolandırıcılık... Metaverse’ü özellikle kripto paralar çekip çevirdiği için bilhassa cüzdanı kabarık profiller korsanların iştahını kabartıyor. Aklınızda bulunsun, bire bir insan ilişkilerinin hâkim olacağı metaverse’ü deneyimlerken, tıpkı arka sokaklardan geçer gibi fazladan ‘uyanık’ olmakta fayda var…
VİRÜSTEN KORUNMANIN EN ETKİLİ YÖNTEMİ: TIKLAMAYIN!
Homo sapiens, Türkçesiyle ‘zeki insan’ sahip olduğu zekâyı çevresiyle ileri düzeyde etkileşime girebilmesine yani sosyal bir varlık olmasına borçlu. Temel hayatta kalma koşulları sağlandığı andan itibaren sosyal zekâ, bilinç düzeyinin çok katmanlı işlemesini sağlayarak düşünen insanı sofistike bir varlık haline getiriyor... Yapay zekânın günün birinde insan zekâsıyla boy ölçüşür hale geleceğinden her zaman söz edilir. Bir bakıma doğru… Ancak Montreal Üniversitesi’nden iki araştırmacının ay başında yayımladığı makaleye bakıldığındaysa bu pek kolay bir mesele değil; evvela sosyal etkileşim bariyerinin aşılması gerekiyor. Araştırmacılar buna yapay zekânın ‘kara maddesi’ diyorlar.
Sosyal öğrenimin zekâ gelişimi için neden önemli olduğunu açıklarsak yapay zekânın insanla rekabetinin aslında ne derece zor olduğunu anlamamız kolaylaşır. Bilgisayar bilimi, yapay zekâ ve psikiyatri alanlarında uzman Samuele Bolotta ve Guillaume Dumas imzalı makaleye göre insanın zihinsel işlevleri genetik aktarımla şekillenmekten ziyade, sosyal etkileşimle gelişen ‘bilişsel araçlardan’ oluşuyor. Sosyal canlılar, doğumlarından itibaren kendi türlerini çevreleri hakkında bilgi toplamaya yarayan araçlar olarak kullanıyorlar.
Yani ilk etkileşime girdiğimiz ebeveynlerimiz ve diğerleri çevrenin zorlayıcı koşullarına etkili karşılık verebilmemize yardım ediyorlar. Aynı zamanda kendi başına deneme, yanılma gibi vakit ve enerji harcayan süreçlerin azalmasına imkân sağlıyorlar.
AVERAJ ZEKÂNIN GERİSİNDE
Güncel araştırmalara göre sosyal öğrenme dört ana kategoride gerçekleşiyor. Kopyalama: Gözlemci olan diğerlerinin eylemlerini veya davranış sonuçlarını bire bir kopyalıyor. Olanak sağlayıcı öğrenme: Sosyal bir canlı, çevre koşullarının veya nesnelerin nasıl kullanılacağını diğer canlıları gözlemleyerek öğreniyor. Gözleme dayalı koşullama: Bir başka canlının davranış biçimi, öğrenen canlının uyarıcı bir etkenle daha önce bilinmeyen bir ilişkiyi fark etmesini ve kendi davranışını biçimlendirmesini sağlıyor. Arttırma: Öğrenen canlı belirli nesnelere veya konumlara odaklanmayı diğerlerinden görüyor ve aynı odağı kendi yaşamında uygulamaya başlıyor. Genelgeçer bir kavramı da eklemekte yarar var; çevre sürekli olarak bireyin davranışlarıyla değişir ve bireyin davranışları çevredeki değişimlerle şekillenir. Bu kusursuz alma-verme dengesi, durmaksızın her ‘an’ gerçekleşmeye devam eder.
Gelelim konunun yapay zekâyla ilişkisine… Yapay zekâ, daha gerçekçi tabiriyle ‘makine öğrenimi’ şöyle gerçekleşiyor: Yapay zekâ mevcut koşulları kaydediyor ve kıyaslama yöntemiyle yeni koşullara nasıl yanıt vereceğini öğreniyor. Yapay zekânın ilerleyebilmesi için kendisine sürekli yeni girdiler, yeni koşullar sunulması gerekiyor. Yani depolama ve işlemci kapasitesine bağlı olarak yapay zekâ ne kadar aktif olursa o kadar öğreniyor.
Şimdi bir insanı düşünün; uykudan uyandığı andan gözünü kapatana dek doğrudan ve dolaylı olarak onlarca insanla etkileşime girer. Sosyal medya, mesajlaşmalar, izledikleri, dinledikleri ve okudukları da cabası… Gözlemlediği deneyimleri kendi hafızasındaki anılarla eşleştirip çoğaltarak her yeni olaya farklı bir davranış biçimi geliştirebilir. Bunun ne kadar çok katmanlı bir bilinç faaliyeti yarattığını sezebilirsiniz. Bilinç, bildiğini bilmek, bildikleriyle yeni kavramlar yaratabilmek demektir. Yapay zekânınsa insandan en büyük eksiği bilinç; belki de asla sahip olamayacağı bir yeti… Yapay zekânın sürekli girdilere ihtiyaç duyduğunu söylemiştik... İnsanın sahip olduğu kesintisiz girdi akışı ve çok katmanlı ilişkilendirebilme kabiliyetiyle kıyaslandığında, averaj zekânın bile ne kadar gerisinde kalacağı anlaşılabilir.
Toplam 204 günle en uzun süre uzayda kalan Avrupalı astronotlardan biri olan Hollandalı André Kuipers, NASA sergisinin açılışı ve bir dizi etkinlik için İstanbul’daydı. Buluştuk, birbirimize hemen ısındık ve sohbetimiz çok verimli oldu.
Uzayda 6 ay geçirdiniz... Dünya’dan soyutlanmak nasıldı?
Aslında tamamen izole hissetmiyorsun... Yerle sürekli bağlantı halindeyiz. Astronot bir takım oyuncusudur, yerdekilerin gözleri ve elleri oluruz. Sürekli birbirimizle ve yerdeki mühendislerle konuşuruz. Ailemizle ve bazen de kendimizle konuşuruz. Astronotlar yaptıkları işe çok motivedir, o yüzden dert etmeyiz. İkinci görevimde 5 aylığına gitmiştim. Sonra yerde bir şey oldu ve 6 hafta daha uzattılar. Hiç umursamadım. Havada süzülmek çok hoş, manzara fantastik, önünde bir şeylerin uçuşması, suyun havada durması, hepsi çok güzel. Bir yıl çok rahat kalırdım. Uzayda bir tek doğayı çok özlüyorsun, bitkiler, kuşlar; onları özlememek elde değil.
Mars’a gitmekse çok daha uzun, belki hiç dönmeyecekler...
Teknik olarak gidip dönebiliriz. Dünya’dan gitmek ağır bir iş ama Ay’dan gitmek daha kolay olacak. Gelecekte küçük bir araştırma kolonisi kurulduğunda orada uzun süre kalanlar olabilir. Aslında geçmişte eski insanların yaptığı gibi... Amerika’yı keşfedenlerin çoğu da bir daha geri dönmediler.
Yazarımız Umut Fırat Eroğlu André Kuipers’le buluşmasında sergideki NASA tulumlarından birini giydi. Sergi Ataşehir’de Metropol İstanbul AVM’nin zemin katındaki HupaLupa Expo’da devam ediyor.
‘MARS’TA İNSAN BULUNMALI’
Mars’a insan götürmek gerçekten gerekli mi? Robotlar, rover’lar yeterli değil mi?
Uzaktan çalışma, artık iş düzeninin vazgeçilmez bir parçası. Pandemi sürecinde vizyoner IT şirketleri uzaktan çalışma modeline kalıcı biçimde geçerek işlerini hasarsız sürdürmeyi ve dönüştürmeyi başardılar. Üstelik kâra bile geçtiler. Ofise geri dönmeyi bekleyen şirketlerse ertelemeler ve beklemeler dolayısıyla süreci istikrarlı geçiremedi ve birtakım kayıplara uğradı.
2022, çalışma hayatında teknolojik dönüşümü adeta mecbur kılan bir sene olacak. Yeni uygulamaların oturmasını ve yaygınlaşmasını fazla beklemeden adaptasyonu kabul eden organizasyonlar rakiplerini geride bırakacak. Yeni çalışma düzeninde teknolojiyi her alana entegre edebilmek, gerekliliğin ötesinde ‘yeni normal’ haline geliyor. Bunun bir örneği, özellikle Batı’daki büyük şirketlerde bilişim kurulu başkanlarının (CIO) giderek icra kurulu başkanlarına (CEO) yaklaşması. Teknolojiyi aktif kullanan şirketlerde 2022 itibariyle yeni CEO adaylarının teknolojiye hâkim CIO’lardan çıkması bekleniyor.
Tüm çalışanları ilgilendiren önemli dönüşümlerden biri de otomasyon. Yapay zekâ ortaya çıktığından beri gelecekte belli mesleklerin yerine geçeceği biliniyordu. Bu doğru, ancak nitelikli çalışanlar için yapay zekâ tam aksine kolaylaştırıcı rol üstlenecek. Yapay zekâyla işbirliği yapan personel, geçmişe oranla hem kendi iş yükünü azaltacak hem de daha verimli ve güvenilir performans sergileyecek. Yapay zekânın şimdiden işine göz diktiği sahaysa maalesef işçiler ve vasıfsız elemanlar. Yine nitelikli olanlar pozisyonlarını korurken özellikle depolama, götür-getir, kayıt tutma, ürün bulma, envanter gibi işleri bu yıl itibariyle yapay zekâ ve mobil robotlar devralmaya başlayacak.
Kapıya teslim market alışverişi ve çevrimiçi yani internet üzerinden mağazacılık 2022’de yaşam standardı haline gelecek. Türkiye, bu alanda öncü ülkelerden biri. İngiliz The Guardian’ın haberine göre bir süre önce dünyaya açılan Getir markasının motokuryeleri, alışıldık renkleriyle Londra sokaklarında sıkça görülmeye başlamış. Hayatımızın kaçınılmaz gerçekleri olan pandemi ve iklim değişikliği, tüketicilerin bilinçlenmesine sebep oldu. Çevreci çözümler üreten inovatif teknoloji şirketleri ve belirli bir misyona sahip kurumlar bu yıl da değer kazanacak. Zeno Group’un araştırmasına göre tüketiciler güçlü bir amaca sahip markalardan alışveriş yapmaya 6 kat fazla meyilli...
2022’yle birlikte iş yaşamını etkilemeye başlayacak yeniliklerden biri de metaverse... Networking buluşmaları, eğitimler ve toplantıların şirketlerin metaverseofislerine taşındığına şahit olacağız.
VR gözlükler (solda), Metaverse’e giriş için kullanılan ekipmandan biri. Yapay zekâ destekli üretime en iyi örnekler ‘Cloudpainter’ın çizdiği sanat eserleri (sağda)...
BU YILA DAMGA VURACAK TRENDLER
10 TEKNOLOJİK GELİŞME
METAVERSE EVRENİ AÇILDI
Yıla damgasını vuran en önemli gelişme metaverse oldu. Facebook’un şirket ismini Meta olarak değiştirmesiyle anaakıma giren ve arazi satışlarıyla ünlenen metaverse, sınırsız olasılık ve fırsat barındıran yeni dünyamız...
İŞE, OFİSE, MESLEKLERE BAKIŞIMIZ DEĞİŞTİ
Uzaktan çalışmanın artık vazgeçilmez olacağı 2021’de kesinleşti. Oyun oynamak artık bir meslek olarak kabul görmeye başladı.
APPLE’DA DEĞİŞİM
Apple, yeni mikroişlemcisi M1 ile tüm PC’lerini hızlandırdı, MacBook Air’ler bile güçlü bilgisayarlarla yarışır oldu. Macbook’lara eski portları yeniden geldi, sorunlu ‘touchbar’ kalktı.
Yıl 2027... Yer: İstaverse... Lokasyon Dünya gezegeni, koordinatlar Kuzeybatı Anadolu’yu gösteriyor. Siber kürede açılan bir portaldan geçerek, Galaktik Havayollarının servisiyle şehrin popüler merkezine iniyorsunuz. Havalı ve cafcaflı kıyafetleriyle mahşeri bir kalabalık... Dev reklam panoları ve sonsuz etkinlik davetlerinin arasından süzülerek ilerliyorsunuz. Gezici Robo-kafe’den aldığınız kahvenin aroması, sanal maskenizin havalandırmasına yayılıyor. Son ziyaretinizden bu yana şehrin renkleri değişmiş. Yeni fosforik atmosfere uygun bir kıyafet seçmeli... Göğe fazlaca baktığınızı fark eden bir yapay zekâ, sizi gerçek hayatta sevdiğiniz butiğin metaverse şubesine davet ediyor. Hoşgeldin bonusunu kullanmak için iyi fırsat... Kendinizi yenilenmiş hissettiyseniz, şimdi işleri düşünme vakti geldi... Peki, hangisi daha ilham verici? Şirketin yeni siber plazada açtığı, NFT’leriyle ünlü ofiste uluslararası takım toplantısı yapmak mı? Yoksa şehrin sentetik keşmekeşinden uzaklaşıp ormanın derinliklerindeki stüdyonuza ışınlanmak mı? Her halükârda yolculuk uzun... Başlamadan VR kaskını çıkarıp biraz balkona uğramak iyi bir fikir olabilir...
Sanal dünyadaki en yeni akım metaverse evreni içinde arsa satın alarak kendi yaşam alanını yaratmak. Metaverse’te yer satın almak isteyenler, bunun için sadece aralık ayının başından bugüne, yaklaşık 100 milyon dolardan fazla harcadı.
METAFASHION ETKİSİ
Biz okul çağındayken bilgisayarda fazlaca oynamak haytalık sayılırdı. Atari salonları muhteşem yerlerdi; oradayken hayal dünyamızda bir metaverse’e girerdik. Video oyunlarının karakterleri içimizde yaşardı. Şimdiyse Atari, NFT ayakkabılarını metaverse’te ayağımıza giydirecek. Evet, bildiğimiz Atari, metaverse’ün kült moda markalarından biri olma yolunda. Sanal ortamın modasına ‘Metafashion’ deniyor. Gerçek modayı da etkileyeceğini düşünüyorum. Meta kıyafet tasarımları insanların Instagram selfie’lerinde görülmeye başlamış bile. Haydi içeri geri dönelim, dışarısı soğuk... Metaverse’te sıcak bir yerlere seyahat etmek mümkün ama hemen Maldivler havası esmeyebilir. Şimdilik kültür turizmi daha cazip... Dünyadaki büyük müzelerin metaverse şubeleri açması, galerilerini kopyalaması için birkaç yıl yeterli. Konserler, festivaller, büyük buluşmalar metaverse’ten faydalanmaya başladı bile... Henüz ismi ortaya çıkmamışken, ilk metaverse haberini geçen yıl mayısta duyurmuştum. Fortnite oyun evreninde Travis Scott konseri düzenleniyordu... İtiraf edeyim, o günden sonra her şey beklediğimden çok daha hızlı gelişti.
Facebook, WhatsApp ve Instagram gibi uygulamaları bünyesinde barındıran Facebook Inc.’nin CEO’su Mark Zuckerberg, ekimde yaptığı açıklamada Facebook’un yeni adının ‘Meta’ olduğunu duyurarak “Facebook artık bir metaverse şirketi” dedi.
Facebook’un bir süre önce ismini Meta olarak değiştirmesi bir dönüm noktasıydı. Geçen günlerde Oculus platformunda Horizon Worlds adlı meta evreninin açılmasıyla işler hızlandı. Sandbox gibi bağımsız platformlar şimdiden yüz binlerce dolara arazi satıyor, hatta toprak sahiplerini billboard reklam gelirlerine ortak ediyorlar. Metaverse’te iki hafta önce 650 bin dolara satılan sanal yatı duymuşsunuzdur.
Metaverse evreninde satılan ilk yat olan The Metaflower isimli süper mega yat NFT’si 149 ETH yani 650 bin dolara alıcı buldu. Republic Realm şirketi tarafından OpenSea platformunda piyasaya sürülen NFT, The Fantasy Collection serisinin bir parçası...
Grafiklerine bakıldığında oyun platformu gibi görünen metaverse ortamları, kısa sürede iş ve çalışma alışkanlıklarımızı da değiştirmeye başlayacak. Meta evren yaratma hazırlığındaki Microsoft’un kurucusu Bill Gates, 2-3 yıl içinde iş görüşmelerinin ve toplantılarının tamamen metaverse’e taşınacağını söylüyor. Halen zihninizde somutlaşmadıysa metaverse’ün tek bir yer olmadığını belirteyim.
Küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaya yönelik teknolojik girişimlere ‘iklim teknolojileri’ deniyor. Bloomberg Green’de yayımlanan yeni bir makaleye göre iklim teknolojileri, son yılların en hızlı büyüyen yatırım alanlarından biri. ‘Etki yatırımı’ (impact investment) adı verilen bu yatırımlar risk sermayesiyle yönetiliyor. Söz konusu etki, karbon emisyonlarının çevreye etkisini ifade ediyor. İlginç olansa herhangi bir endüstrinin çevreye ve iklime olumsuz etkisi ne kadar büyükse, bunu telafi etmeye yönelik girişimlerin bir o kadar kârlı hale gelmesi. En belirgin örneği taşımacılık ve ulaşım. Elektrikli scooter, elektrikli bisiklet gibi mikro mobilite araçları, tüm iklim teknolojisi yatırımlarının yüzde 63 kadar büyük bir oranını kapsıyor.
Küresel Sürdürülebilir Yatırım Birliği’nin son raporuna göre tüm dünyada sürdürülebilirlik üzerine yatırımların hacmiyse 35.5 trilyon dolara ulaşmış. Bunların içinde söz konusu iklim teknolojilerini kapsayan pazar 2013-2019 arasında muazzam bir büyüme sergileyerek
5 katına erişmiş. Yapay zekâ gibi popüler bir alanı bile 3’e katlayan iklim teknolojisi girişimlerine yönelik riskli sermaye yatırımlarında, geçen yılın verilerine göre 60 milyar dolarla başta gelen ABD’yi Kanada, Çin ve Avrupa izliyor. ABD ve Çin’de yapılan yatırımların en büyük bölümü mobilite ve taşımacılık faaliyetleri...
İklim teknolojileri çoğunlukla insanlığın yararına olsa da bazı çözümler uzun vadede daha büyük sorunlara yol açma riski taşıyor. Geçen aylarda yer verdiğimiz jeolojik mühendislik çözümleri bunlardan biri.
ÇİN HAVAYI MODİFİYE EDİYOR
Jeo-mühendislik, yeryüzündeki karbon emisyonlarını azaltmaktan ziyade doğrudan iklimin kendisini ve doğal koşulları modifiye etmeye yöneliyor. Bu hafta Futurism blog’undaki bir habere göre Çin, kendi menfaatine iklimi değiştirmeyi başaran ilk ülke oldu. Güney Çin Sabah Postası gazetesinin haberine göre araştırmacılar, Çin’in geçen yaz yapılan ulusal kutlamalar esnasında havayı başarılı biçimde değiştirdiğini doğruladılar. Biliminsanlarına göre Çin, tartışmalı bir yöntem olan ‘bulut tohumlama’ teknolojisini kullanmış. Gümüş iyodür parçacıklarının bulutlara ateşlenmesiyle su damlacıkları bir araya toplanıyor ve hava durumunu kontrol etmek mümkün oluyor. Çin, hava modifikasyon programını 2025’e kadar yaklaşık 9 milyon kilometrekarelik bir alana genişletmeyi planlıyormuş. Hindistan’ın yüzölçümüne denk gelen devasa büyüklükteki alanın iklimine yapılacak müdahale, Çin’in havasını dengelerken komşu ülkeler için tam tersi yönde, büyük fırtınalara ve sel felaketlerine yol açabilir.
KISA KISA
Bildiğim kadarıyla, 3.400 yıllık kayıtlı insanlık tarihinde yalnızca 268 yıl savaşsız geçmiş. Bu oran, maalesef medeniyetimizin savaşsız yapamadığını gösteriyor. Hani bazı bilimkurgu filmlerinde savaşçı uzaylı ırkları vardır... Güya barışçıl insan ırkının huzuruna kastetmek için uzak galaksilerden gelip ortalığı karıştırırlar. İşte o savaşçı uzaylılar aslında biziz. Şimdiyse teknoloji marifetiyle yeni bir cephe daha icat ettik; siber savaşlar.
Konuyu gündeme taşıyansa, İsrail ile İran arasında giderek büyüyen ve sonunda sivillerin hayatını da ciddi biçimde etkilemeye başlayan siber çatışma. İran’ın nükleer silah çalışmalarının ezelden beri İsrail’i rahatsız ettiği biliniyor. İran hükümetine gözdağı vermek isteyen İsrail, vaktiyle İran’ın nükleer tesislerine siber saldırıda bulunmuştu. 26 Ekim’deyse ülkenin akaryakıt dağıtım şebekesini bloke ederek bu kez sivil halkı etkileyen bir atak gerçekleştirdi. The New York Times’ın haberine göre saat 11.00 itibariyle tüm ülkede 4 bin 300 gaz istasyonunda pompalar kilitlendi, halk hiçbir şekilde akaryakıta ulaşamadı. Yakıt bekleyen müşterilere İran lideri Humeyni’yi şikâyet etmeleri için dijital mesajlar iletildi ve devlet dairesinin telefon numarası verildi. Ülkenin dijital reklam panolarını da kontrol altına alan İsrailli hacker’lar, meydanlarda “Humeyni, benzinim nerede” şeklinde mesajlar yayımladılar.
Akaryakıt kesintisiyle beraber yükselen hükümet karşıtı protestolara yönetimin cevabı ağır oldu ve 300’e yakın vatandaş hayatını kaybetti. Siber saldırıdan 4 gün sonra Kara Gölge isimli İranlı hacker grubu, Tel Avivli sivil vatandaşları hedef alan bir siber saldırı gerçekleştirdi. LGBTQI+ içerikli arkadaşlık sitelerine sızan hacker’lar yaklaşık 1.5 milyon İsrail vatandaşının mahrem bilgilerini Telegram aracılığıyla ifşa ettiler. İnsanların mahrem fotoğrafları, cinsel yönelimlerini içeren bilgiler ve daha fazlası açığa çıktı. İran’ın gaz istasyonlarına yönelik saldırının yarattığı hasarı gidermesi 12 gün sürmüştü. İsrailli vatandaşların yaşadığı duygusal hasarın sonuçlarını öngörmekse pek mümkün değil... Uzmanlar, İran’ın doğrudan sivil halkı hedef almasının sebebini bir bakıma çaresizlik olarak yorumluyor. Sıkı güvenlik önlemleriyle korunan hükümet ağlarına sızmak zor olduğu için hacker’lar, çareyi çok daha savunmasız olan sosyal medya platformlarını hedef almakta bulmuştu. Neticede iki hükümet arasındaki gerginliğin bedelini ödeyenler, iki taraftaki masum vatandaşlar oldu.
İran ve İsrail arasındaki çatışma, sivilleri etkileyen yönüyle bir milat sayılabilir. Bu şekilde gelişen siber atakların artması halinde
-ki öyle olacağı düşünülüyor- sonunda aleni savaş sebebi sayılması en büyük endişelerden biri. Görünüşe göre siber savaş terimini gelecekte daha sık duyacağız... Öyleyse savaşçı gezegenin bu yeni ‘marifetini’ daha yakından tanımakta fayda var...
CAN KAYBINA NEDEN OLUYOR
Siber savaş, tanım itibariyle iki hükümet arasında gerçekleşen sistematik siber atakları ifade ediyor. Siber ataklar, hükümetlerin veritabanlarına ve ağ şebekelerine hasar vermeyi, gizli bilgileri çalmayı ve ifşa etmeyi hedef aldığı gibi elektrik, su, sağlık ve iletişim şebekelerine zarar vermeyi amaçlayabiliyor. Saldırıların etkisi fiziki yapılara hasar vermeye, hatta insanların hayatını kaybetmesine kadar varabiliyor ve fiziki savaşları tetikleme potansiyeli barındırıyor. Öte yandan ‘siber savaş’ teriminin dünyamızda henüz bir karşılık bulmadığını savunan kimi uzmanlar, gerçekleşen saldırıların yalnızca ‘siber atak’ kapsamında değerlendirilebileceğini öne sürüyorlar.