Yaşadığımız ekonomik yapıyı doğru analiz etmezsek, hem bireysel hem de ülke olarak büyük açmazların eşiğindeyiz. Öyle bir yer ki, ya ucundan dönülecek ya da çığ gibi büyüyecek sorunlarla baş başayız.
Sadece biz değil, dünya da ekonomik sorunlarla boğuşuyor ve bu sorunları gümrük duvarları, tehditler ve kaba önlemlerle daha da derinleştiren bir ortam var. Hal böyle olunca sorunları çözecek zaman kazanmak için bile sıcak para bulmanın daha zahmetli olduğu bir döneme giriyoruz. Bu da enflasyonla kendini günlük hayatımızın tüm alanlarında gösteriyor. Ekmek zamlanıyor, pazar el yakıyor, kasabın kapısına bile bakamaz hallere düşüyoruz toplum olarak.
Bu hanemizin yaşadıkları. Bir de bunun üretimdeki boyutu var ki, daha da korkutucu. Bugün özel bir alandaki duruma bakalım istedim. Yemek sanayi.
Evet, milyonlarca insan fabrikalarda, ofislerde yaşamın ihtiyaçlarını karşılarken, onların yemek ihtiyaçları da yemek sanayi tarafından, şirketlerin altı aylık anlaşmalarıyla karşılanıyor.
Örneğin yılbaşında X şirketiyle 500 kişi için günlük 9 liralık bir yemek anlaşması yaptınız. Anlaşmanızı 6. Ayda yenilemek için masaya oturdunuz. Kurumsal bir yemek şirketi olduğunu ve maliyet hesaplarını doğru yaptığını farz edelim. 9 liralık fiyatın içine, yemek yaptığınız ürünlerin maliyeti (et 40 liranın üstünde) enerji, işçilik, nakliye vs. koyup bir fiyat belirliyorsunuz ama geçen 12 ayda gıdada enflasyon yüzde 18’leri buluyor. Karşınızdaki muhatabınız ise size TEFE-ya da TÜFE’den sözleşme imzalatmak istiyor. Ama gıda TÜFE’nin en az 3 puan üstünde. Mazotu söylemiyoruz bile. Siz yüzde 3 ile 10 arasında karla çalışırken, geriye dönüp bir bakıyorsunuz borca gömülmüşsünüz. Büyük bir müşterinizle yeniden masaya oturup enflasyonu telafi edeceğim diye sevinirken, o daha uygun fiyat veren bir şirketle anlaşmaya varıp sizi sorunlarınızla baş başa bırakıyor. Böyle olunca ya batan firmalar sırasına giriyorsunuz ya da kaliteden ödün vermek zorunda kalıyorsunuz.
DEĞİŞEN ANLAŞMA TAKVİMİ...
Bu arada ciddi bir iki hatırlatma yapayım. Normalde yemek anlaşmaları 5-6 yıl öncesine kadar yıllık yapılırmış. Güvensizlik ortamı, şirketleri 6 aya döndürmüş. Hatta 3 aylık anlaşma yapmanın yollarını arıyorlar. Yemek şirketleri mercimek, nohut pirinç gibi ürünleri ithal kullanmaya, daha önce ürün depolamazken, durmayan fiyatlar karşısında yağ, salça gibi ürünleri toptan almaya başlamış bile.
Bunu kentin hızla büyümesinden de anlayabiliyoruz. Bursa’nın büyük bir değeri olan Uludağ, kentin güneyini kapladığı için trafik ve büyüme ancak batı-doğu ve kuzey yönlerinde olabiliyor. Kentin batısı herkesin malumu. En hızlı büyüyen yönü. Ancak şimdi kuzey ve kuzeybatı yönleri de atağa kalktı.
Adı birkaç yıl önce Yeni Yalova Yolu’ndan, İstanbul Caddesi’ne değiştirilen kentin kuzeyinde yoğun bir hareketlilik var. Yıllardır istenilen canlılığı yakalayamayan Yeni Yalova Yolu’nda harıl harıl inşaat faaliyetleri sürüyor. Tramvay hattı devam ederken, yeni adliye binasının istinaf mahkemeleri bölümü yükselmiş durumda. Hukukçular, ilk kademe mahkemelerinin bitmesinin ise plan değişikliklerinden dolayı-4-5 yılı bulabileceğini belirtiyor. Buradaki adliye binalarının tamamen bitmesiyle 10-15 bin kişiden az olmayacak bir yoğunluğun buraya kayacağı tahmin ediliyor.
Ayrıca BTSO’nun da finansman desteğiyle devam eden, Bursa Bilim ve Teknoloji Merkezi bünyesindeki 200 milyon liralık Gökmen Uzay Havacılık Eğitim Merkezi’nin (GUHEM) inşaatı da artık çok belirgin bir şekilde bölgenin havasını değiştirmiş durumda.
Bölgede 17 tane gökdelen için ruhsat alındığı konuşuluyor. Bazılarının inşaatı başlamış durumda. Bir de içime sinmeyen Orman Bölge Müdürlüğü’nün taşınması konusu var. Buradaki yeşil alanın Uluslararası Fuar Merkezi’ne dahil edilip fuar alanın yeniden inşası gündemde.
MUDANYA YOLU...
Gelelim kuzeybatıya, yani Mudanya Yolu’na. Burası Balat ve Bademli’de konutlar, Geçit ve Emek’te ise iş merkezleriyle yeni bir cazibe alanı. Yolu cazip kılan unsurları arka arkaya sıralarsak, İstanbul-İzmir Otobanı Mudanya çıkışının burada olması, organize sanayi bölgeleri, şehir hastanesinin yakınlığı, Korupark, Endülüspark ve Özdilek AVM gibi büyük alışveriş merkezleri, İDO ve BUDO ile İstanbul’a deniz ulaşımının Mudanya’dan sağlanması ve yakın gelecekte hızlı tren istasyonun bölgede faaliyete geçecek olması. Arda arda yükselen binalardan buradaki czibenin hayata geçtiğini görebiliyorsunuz, ancak şu an bile özellikle hafta sonu yoğunluğunu kaldıramayan yolun, gelecekteki halini düşününce afakanlar basıyor.
Ne diyelim. Bu cazibe merkezlerinin gelişimine öyle ya da böyle katkısı olanlar, umarım şehrin genel çıkarlarını da düşünmüşlerdir. Aksi halde Bursa yaşanır bir kent olmaktan iyiden iyiye çıkacak gibi.
Biri tüm sohbetlerin ayrılmaz parçası nitelikli iş gücü. Bunu zaman zaman gündeme getirmiştim. Diğeri ise tezat gibi görünse de Bursa’nın gelişiminin sürdürülebilir olması. Bursa’yı yeşil ve yaşanılır bir kent olarak tanıyan iş insanları, geldiğimiz noktadan kaygılı. Genç sırım gibi bir delikanlının obez olmasına tanıklık ediyorlar ve üzülüyorlar.
Buna da, son günlerde gündeme gelen Yunuseli Havaalanı’nın yapılaşmaya açılacağı, Paşa Çiftliği’ne TOKİ’nin gireceği dedikoduları ve Yalova Yolundaki Orman fidanlığının yapılaşacağı iddiaları neden oluyor.
Yunuseli konusu benim açımdan önemli o nedenle ona değinmek isterim. Yunuseli konusunda eski Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin büyük bir arzusu vardı. Yıllarca burayı tekrar hava ulaşımına açmak istedi ve başardı. Bazı dostlarım tepki gösterdi ama eminim son gelinen noktada keşke havaalanı olarak kalsaydı diyorlardır.
O süreci yakından takip ettim, yazılar yazdım. İstanbul’da meydan ücretleri çok pahalı olduğu için uçuş okulları burayı çok istiyor demiştim. Hatta bazı okulların yöneticileriyle görüşmüş ve çekincelerine rağmen açılışın onları heyecanlandırdığını yazmıştım.
GÖKMEN...
Bazı hatırlatmalar yapayım. Bursa, Türkiye’nin ilk uzay insanı Gökmen’i yetiştirmek için projeler geliştiriyor. BTSO, Gökmen Uzay Havacılık Eğitim Merkezi’nin (GUHEM) inşaatına başladı hatta bitmek üzere. Yaklaşık 200 milyonluk yatırımla Bursa Bilim ve Teknoloji Merkezi bünyesinde faaliyete geçecek merkezin bir yerlere altyapı oluşturması gerekmiyor mu?
Uçmayı özendirecek çalışmalardan etkilenen çocuklar devamını İstanbul’da mı getirecek? Ya da göklere çıkan kişi olacak olan Gökmen sadece gökleri izleyen mi olacak? Yazık çok yazık. Oysa, İstanbul merkezli AFA (Atlantik Flight Academy) Genel Müdürü Sermed Temizkan, yine İstanbul merkezli Ayjet Uçuş Okulu Genel Müdürü Celal Cingöz ile yaptığım görüşmelerde, Bursa’da uçuş eğitimi vermeyi çok istediklerini Şubat 2017’de Yunuseli açılırken dile getirmişlerdi. Ayrıca Altepe’nin ısrarıyla Almanya’daki Aquila uçak fabrikasını satın alan Celal Gökçen de uçuş okulu açmayı planlıyordu.
Özellikle tarım ve sanayi üretiminin artırılması, hem sanayi de hem tarımda nitelikli ürün üretilmesinin öneminden bahsedip duruyoruz. Hollanda ve İsviçre gibi toprakları bizden küçük olmasına rağmen sadece sanayi ile değil tarımla da ismini duyuran ülkelere öykünüyoruz. Onların sağladığı başarıları görüyor ama bir türlü ders çıkaramıyoruz.
Bursa’da bunun için küçük ama örnek bir adım atılıyor. BEBKA’nın finansal desteği, Orman Su İşleri Bakanlığı II. Bölge Müdürlüğü’nün planlama ve finansal desteği ve Mustafakemalpaşa Belediyesi’nin de katkılarıyla Uluabat Gölü’nün güneyinde Mustafakemalpaşa’ya bağlı Karaoğlan Mahallesi’nde bir proje hayat buluyor.
“Bursa İli Tabiat Turizmi Uygulama Eylem Planı 2016-2019” kapsamında geliştirilen projeyle, bölgenin en büyük manda popülasyonuna sahip mahallesinde bu yönde bir kalkınma öngörülüyor. Göle nazır yemyeşil doğasıyla insanı kendine çeken Karaoğlan’da bu projenin uygulanmasıyla, olumlu bir değişimin yaşanması bekleniyor.
Büyükşehir yasasıyla, mahalle deme durumunda kaldığımız Karaoğlan Köyü’nün sıcak insanlarıyla yaptığımız sohbetlerde, en büyük sorunlarının köye ulaşımı ciddi anlamda kısaltacak olan yolun yapımının bir türlü bitirilememesi olduğunu öğreniyoruz. Bu projenin yolun da yapılmasını sağlayacağı umuluyor.
MANDA EVİ...
Peki projede neler var? Orman Su İşleri Bakanlığı Bursa İl Müdür Ekrem Terzioğlu ile Planlama ve Koordinasyon Şube Müdürü Erol Hançer’in büyük katkılarıyla gerçekleştirilecek olan projede, öncelikle, bir “Manda Evi” yapımı var. Burada, manda sütünden yapılan lezzetlerin tadılacağı ve satın alınabileceği bölümler inşa edilecek. Köy halkı örgütlenecek, eğitilecek. Yaklaşık 3 bin civarında olan mandalardan elde edilen ve kıymeti çokça bilinen sütten, yoğurt, kaymak ve süt ürünlerinin üretileceği ve markalaşacağı bir sürece girilecek. Ardından bir festivalle yapılan çalışmalar Bursa’ya duyurulacak.
Böylece köyde eko-agro turizmin de temelleri atılmış olacak. Eko turizm artık bilinir oldu. Ekolojiden geliyor. Çevreci doğal anlamında kullanılıyor. Agro ise tarımsal turizmi ifade ediyor ki, bu projede tam karşılığını buluyor. Artık köye gittiğinizde manda sütü lezzetlerini tadabileceksiniz.
Yine günlük telaşlarımızın, ekmeğimizin, dertlerimizin, sevinçlerimizin ve tabi ki tatil planlarımızın peşine takıldık. Seçim sonrası geçen bir haftada bulunduğum ortamlarda (Ki bunlar sanayiciler ve iş insanları ortamıydı) hep istihdam konusu gündeme geldi. Türkiye’nin yakından tanıdığı işadamlarını, işgücünün kalitesinin çok düşük olduğundan, psikolojik olarak emekle çalışmak yerine, bir an önce köşe değilse bile bir kenarı dönüp daha rahat hayat sürme peşinde olan genç nesillerden bahseder buldum. Onlar tırnaklarıyla belli yerlere geldikleri için (Bütün işinsanları için geçerli olmasa da) emek harcamadan bir şeyler sahibi olmak isteyenleri anlayamıyorlar tabi.
Tarım ve sanayideki işgücünün düşmesini görüyorlar ve kaygılılar. Hizmet sektöründe bulunanların kaygısı da başka. Onlar da niteliksizlerin hizmet sektörünü tercih etmesinden yakınıyor. İşlerine bağlı olmayan, sebatsız, ellerinde bir meslek olmadığı halde sanki çok zenginmiş gibi yaşamak isteyen gençler onları korkutuyor.
Ne yapmak gerekli? Bu soru iş dünyası bir araya gelince en çok konuşulan konu oluveriyor. Eğitimin (Teknik bilgiler anlamında) yetersiz olduğunu sözlerine yansıtıyorlar. Önce değerler eğitimi vermek gerektiğini ise bu ifadelerle olmasa da dile getiriyorlar.
Çalışmaktan, öğrenmekten, kendisine ve ülkesine değer katan bir birey olmaktan mutlu olacak nesillere ihtiyaç olduğunu ısrarla vurguluyorlar.
“Eleman bulamıyoruz” diyorlar. “İşsizlik aslında yok” çalışmaya gönüllü ya da aranan nitelikte eleman bulamamaktan yakınıyorlar. Ücretleri de sanıldığı kadar dert etmediklerini, ülkenin gelir düzeyini artırdıkça ücretlerin de artmasının kendileri için sorun olmadığını, aslında kendilerinin değil tüketicinin patron olduğunu vurgulayarak, “Asgari ücret isterse 3 bin lira olsun. Bu parayı verecek olan tüketici. Eğer, toplumun geliri yükselirse biz zaten maliyet üzerine karımızı koyar satarız. Bizim için çok fark etmez. Mühim olan alım gücünün yükselmesi. O nedenle de üreten bir ülke olmalıyız” diyorlar.
TOPLUMSAL YAŞAM...
Duyduklarımı keşke herkes duyabilse. Gerçekten bu toplumun en üst tabakası bile sadece kendilerinin kurtuluşunun olmadığını ve toplumda birlikte yaşadıklarının bilincinde. Asıl zenginliğin insani değerler olduğu tanımlamasını da yapıyorlar. Ancak bu toplumda gelir dağılımı öylesine bozulmuş ki, İstanbul’da hem Danimarka, hem Bangladeş vatandaşları bir arada yaşayabiliyor (Gelirler açısından).
Seçim öncesi hükümetten hiç de beklemediğim bir şekilde imar barışı ismiyle bir düzenleme geldi. Ne deniyordu özetle düzenlemede, 31 Aralık 2017’ tarihinden önce yapılan kaçak yapılara “Yapı Kayıt Belgesi” verilecek. Peki bu belge ile ne olacak, sanki buraların elektriği, suyu yokmuş gibi, elektrik ve su bağlanabilecek, haklarında yıkım kararı varsa durdurulacak. Peki ne zamana kadar? Kentsel dönüşüm yapılana kadar.
İyi de kentsel dönüşümde aynı hak korunacak mı? Hayır. Oradaki imar izni ne ise o yapılacak. Örneğin, 200 metrekare taban alanlı 5 katlı bir bir inşaat yaptınız yasalara uymayan şekilde. Yapı Kayıt Belgesini de aldınız. Ama orada 125 metrekare ve 3 kat izni var. Binanız kentsel dönüşüme gitti. O halde 1000 metrekare kapalı alanlı binanız 375 metrekare olarak dönüşecek. Ama siz 1000 metrekare için Yapı Kayıt Belgesi ücreti ödemiş olacaksınız.
RİSKLİ BİNALAR...
Durum böyle olunca binanız riskli bile olsa kimse sesini çıkarmayacak. Çünkü bina yıkılırsa birileri açıkta kalacak. Hele binanız fay hatları üzerindeyse hepten durum vahim. Anlayacağınız 15 milyon olduğu iddia edilen imara uygun olmayan bağımsız alandan toplanması beklenen 40-50 milyar lira devletin kasasına gidecek ama siz bundan ne elde edeceksiniz ben anlamadım. En fazla evinize kredi çıkmıyorsa bankalar nezdinde burası yasallaşacağı için bir başkasına satma şansınız olacak. Bu da bir şey diyorsanız siz şanslısınız. Ama bina yıkılırsa altında kalan sadece molozlar olmayacak gibi.
Bu işe keşke daha kalıcı bir çözüm üretilebilse. Keşke, kentler gerçekten ihtiyaca uygun dönüşebilse, bırakın bina dönüşümünü, hatta ada dönüşümünü, mahalle bazlı dönüşümler yapılabilse. İnsanlar, 5 katlı binada otururken, dönüşümle 10 katlı yerlerde oturmak zorunda kalmasa. Parkları, sosyal donatıları, altyapısı güçlü dönüşümlere tanık olabilsek. Ve bunu 5-10 yılda yaptıktan sonra, 100-200 yıl geri dönüp bakmasak.
2009 yılında Danimarka’nın Başkenti Kopenhag Nyhavn’da bir binanın üstünde 1756 tarihini görünce çok hayıflanmıştım. Ve bu binada halen yaşayan insanlar var. Sadece Danimarka mı? Hayır Avrupa’nın pek çok yerinde durum aynı. Yüzlerce yıldır ayakta olan binalar. Hiç de öyle dönüşüm ihtiyacı hissetmiyorlar. Kurallar katı. Birileri rant elde edecek diye geçmişlerine ihanet etmiyorlar. Biz de ise 30 yıllık binalar dönüşüme gidiyor.
FAY HATLARI...
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şubesi Başkanı Engin Er, geçen ay yaptığı bir açıklamada uyarıyor: “Bursa’nın planlamalarda fay durumu, tehlike kuşağı ve sakınım bantlarının belirlenmesi gerekiyor. Buna göre yapılaşmaya gidilmelidir. İmar barışı bu iş için fırsat olmalı. İlimizdeki binaların yaklaşık yüzde 60’ı kaçak ve mühendislik hizmeti almamış binalar olduğu, merkezden aktif 3 fay hattı geçtiği ve bunun bakanlıklarca kabul edilen haritalarda yayınlandığı bir kent olan Bursa’mızın bu konudaki hassasiyeti göz önüne alınmalıdır. Aksi takdirde oluşacak bir depremde can ve mal kaybının suçluları sorumsuz davranan idareciler olacaktır. ”
Uluabat Gölü içine kurulu Gölyazı Mahallesi, hem göl üzerindeki toprak parçasını, hem de o toprak parçasında yaşayanların kaderinin göl olduğunu vurgulayan çok anlamlı bir isme sahip.
Kaderini göle bağlayan insanların yaşadığı, bu dünyaca ünlü mahallenin sıkıntısı bir kaç yıldır çok büyük. Ünü ta Japonyalara kadar uzanan, dizilerin doğal set alanı olmasıyla da Türkiye’de çok insanın artık yakından bildiği Gölyazı’nın son durumu içler acısı.
Yaklaşık iki yıldır süren altyapı çalışmaları nedeniyle Gölyazıya ulaşmak neredeyse bir Çin işkencesi. Ulaştınız diyelim, her türlü zorluğu göze alarak, adanın etrafında gezmek başka bir dert.
Geçen yılın Mart Ayı’nda Gölyazı’nın bağlı olduğu Nilüfer’in Belediye Başkanı Bozbey, medyaya yansıyan ifadeleriyle isyan ediyor. Bakın 2017 Mart Ayı Belediye Meclis Toplantısı’nda ne demiş Bozbey:
“Ben Gölyazı’ya gittiğimde utanıyorum. Hafta sonları binlerce insanın ziyaret ettiği bölgede insanlar böyle mi karşılanmalı? Her yer kazılmış, yollar perişan. Gölyazılılar en az iki yıl daha bu sıkıntıları çekecek gibi görünüyor. Sazlıkların temizlenmesi konusunda ise kurul yıllardır kimseye dokundurtmadı biz de ellemedik, elletmedik. Şimdi ise fikir değişti temizlettiriyorlar. Biz Gölyazı’nın tanıtımını çok yaptık ama konuklara gereken hizmet verilmiyor. Birçok proje ürettik ama altyapı çalışmaları yüzünden hayata geçiremedik.”
ALT YAPI KURUMLARI...
“Mesela ben TEOG olayını istemiyorum ve bunu da artık yanlış buluyorum. TEOG’un kaldırılması lazım. Biz TEOG’la mı geldik? Ne TEOG vardı, ne bir şey vardı. Okursun, sene içinde notların bellidir, bu notlarınla beraber yürürsün. Gelirsin üniversite sırasına, orada da girersin üniversite imtihanlarına. Bir de ister istemez anneler babalar ne yapıyor? ‘TEOG sınavı, çocuğumu kursa göndereceğim.’ Bunlardan artık bizim sıyrılmamız lazım. “
Sayın Cumhurbaşkanı bunu dediği sıralarda TEOG çalışmaları da başlamıştı okullarda. Öğrenciler iki gözü iki çeşme, “ne yapacağız şimdi” diye ağlamıştı. Aradan aylar geçti yeni sistem ortaya çıktı. Belirsizlikler hala duruyor. Meslek liselerinde adrese dayalı sistemin nasıl işleyeceği belirsiz. Ama daha önemlisi, bu sınav kaldırılırken çocukların ve velilerin sınav stresinde uzaklaştırılması amacı gerçekleşti mi? Yani yeni sistem eleştirilere rağmen en azından hedeflenen amaca ulaştı mı?
YÜZDE 85’İ SINAVA GİRİYOR...
Yanıt çok net sanırım. Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın ağzından öğreniyoruz bunu. Nasıl mı? Bakan Yılmaz, 1 milyon 175 bin civarında olan 8. sınıf öğrencilerinden kaçının sınav başvurusu yaptığını açıklayınca anlaşılıyor durum. Son gün mesai bitmeden ulaşılan rakam 996 bin. Ama sonradan tanınan ek süre ile bunun bir milyon olduğunu hesap edelim. Yani sadece 175 bin öğrenci sınava girmeyi tercih etmemiş. Sınavla öğrenci alacak okulların kontenjanı ise 126 bin 150. Yani her 8 öğrenciden biri “nitelikli” okula yerleşecek. “Nitelikli” olarak açıklanan 1366 okuldan 747’si Mesleki Okul ve Anadolu İmam Hatip Lisesi. 126 bin kontenjanın 48 bini buralara. İyi de bizim nitelikli olduğunu düşündüğümüz 350 bine yakın kontenjanı olan Anadolu liselerinden ise sadece 34 binlik kontenjan “nitelikli” tanımlamasına girmiş. Geriye kalanlar da Fen ve Sosyal Bilimler Liseleri’nin.
Hoş sınava gireceklerin en az yüzde 10’u da zaten özel okullara kayıtlarını yaptırdı bile (Bu yıl bu rakamın çok fazla olacağını kişisel gözlemlerimle iddia edebilirim). Ama onlarda bile sınav stresi son ana kadar sürdü. Çocuklar sene başında da sene sonunda da isyanda. Erken form tutan futbolcular gibi çoğunun pili bahar başında bitti.
Artık sınav bitti (mi?) Size öyle mi geliyor? Asıl sınav şimdi veliler açısından başlıyor. Çocuğunu nereye yerleştireceğini düşünecek. İstediği lise olmaz ise belki de adresini değiştirecek. Veliler için daha pahalı ve meşakkatli bir yaz başlıyor.