Önceki günkü Bayern Münih maçına göre bambaşka bir sınavdı Real Madrid oyunu. Bayern kısa-seri paslar ve önde baskıyla Fenerbahçe’yi yarı sahasına hapsetmiş, nefes aldırmamıştı. Real Madrid’se daha kopuk kopuk, daha bireyselliğe dayalı ve topu rakibiyle daha fazla paylaşan bir müsabaka oynadı. Fenerbahçe belki bu maçı da kaybetti ama İstanbul’a önemli kazanımlarla dönecekleri kesin. Yanal’ın Bayern maçı ikinci yarı verilerinden faydalanarak sahaya çıkardığı ilk 11 daha doğruydu bu kez. Sağ kanadın genç ikilisi Murat-Ferdi, 200 milyonluk Marcelo-Hazard’a karşı göz dolduran bir ilk yarı oynadılar. Dün başlayan Isla-Moses’ın istek ve fiziksel seviyelerine bakınca, Murat-Ferdi’nin 11’i daha fazla hak ettiklerini söylemek yanlış olmaz.
MADRİD’İN EN İYİSİ REYES!
Günün bir başka kazanımı da Altay Bayındır’dı. Karşıdan her topta işini yaptı, hatta 83’teki pozisyonda ikinci topa verdiği reaksiyon muazzamdı. Maçın son bölümünde Mariano’yla düelloya dönen oyunda da ayakta kalarak mental olarak güçlü olduğunu ispat etti Altay. Muhtemelen uluslararası kamuoyu bu maçta Ukraynalı genç şampiyon kaleci Lunin’i daha dikkatle izlemişlerdir ama Altay, Lunin’i gölgede bıraktı performansıyla. Bayern önünde Dirar ve Isla’nın bireysel hataları ön plana çıkmıştı, dün de Real Madrid’in en iyisi maalesef Diego Reyes oldu. Meksika Milli Takımı’ndaki Reyes’le bu Reyes’in aynı kişi olduğuna bazen inanamıyor insan. Dünkü dağınık savunma da gösterdi ki, Fenerbahçe’nin en az 1, belki de 2 stopere ihtiyacı var hâlâ. Son 360 dakikada 6 farklı partnerle (Tolga, Tolgay, Ekici, Jailson, Ferdi ve Alper’le) oynayan Ozan’ın da yeniden doğuşu takdire değer.
Dün gece Allianz Arena’da oynanan müsabakadan yaklaşık 1 saat önce, ilk 11’ler elimize geldiği anda orta saha seçimini garipsemiştim doğrusu. Bayern sahaya Thiago-Goretzka-Sanches orta üçlüsüyle çıkarken Fenerbahçe’nin Ekici-Ozan’lı 4-4-2’si acayipti. Fenerbahçe 3-4 dakika içinde zaten orta sahayı rakibine tamamen kaptırdı ve maç tek yönlü hâle evrildi. Yalnız ilerleyen dakikalarda aklımın almadığı iki gelişme daha oldu:
1-Ekici galiba bizim bilmediğimiz yıllarda Real Madrid’de-Barcelona’da filan oynadı! Zira bu denli kibirli oyunu ve vurdumduymazlığı başka türlü açıklayamıyorum.
2-Dirar’ın bireysel hatasıyla gelen üçüncü golden sonra takımın paralize olduğu çok açıktı. Yanal devrede yaptığı doğru değişiklikleri o dakikada ivedilikle hayata geçirmeliydi.
KRUSE KLASINI GÖSTERDİ
Bayern, Fenerbahçe’yi farklı yenebilir, buna ne biz, ne de dünya üzerinde herhangi bir sporsever şaşırır. Zira Kovac’ın bireysel hedefi var, hâlâ spor kamuoyuna kendini ispat etmek zorunda. Müller forma savaşında, Alaba yerinden emin değil, Goretzka’sı-Sanches’i rekabette öne çıkmaya çalışıyorlar. Bu motivasyon düzeyiyle ortaya çıkan sıklet farkı olağanüstü. Ancak mesele zaten tabela değil, ilk devredeki garip görüntü. O görüntü, Dirar’ın-Isla’nın-Ekici’nin halleri dikkat çekici. Fenerbahçe’de hemen her şeyin kötü gittiği günün ufak kazanımları olarak sanırım Muriqi’nin çabasını, Kruse’nin klasını, Murat’ın ve Ferdi’nin soğukkanlı oyunlarını sayabiliriz. Sağ bekten sonra dün de ön liberoda denenen Ferdi sanki daha fazla dakikayı hak ediyor.
Fenerbahçe Teknik Direktörü Ersun Yanal, farklı mağlubiyeti bu sözlerle değerlendirdi...
Geçtiğimiz günlerde Los Angeles’ta dostlarla sohbet ederken enteresan bir bilgi öğrendim: BeIN USA, Nisan’daki Fenerbahçe-Galatasaray derbisini Amerika’daki abonelerine canlı vermemiş. Onun yerine aynı saatte İspanya Ligi’nde oynanan sıradan bir maçı, Girona-Villarreal’i yayınlamışlar. Bu tablo için BeIN’i mi, yoksa kendimizi mi suçlamalıyız; karar veremedim doğrusu.
Türkiye’nin 2019-2020 Avrupa kupaları macerası bugün Yeni Malatyaspor’un sahaya çıkışıyla başlıyor. Sezona 10’uncu giriyoruz, daha önce de defalarca altını çizdiğimiz gibi bu pozisyon, kritik bir pozisyon. Zira 11’inciliğe düşersek, şampiyonumuzu Devler Ligi’ne direkt sokamıyoruz. Geçtiğimiz sezonu yalnızca 5,500 puanla 17’inci bitirdik. Son 2 yıla baktığımızda da ancak 12’ncilik yerimiz. Yani (Avrupa kupalarında format değişsin veya değişmesin) ilk 10’daki yerimizi korumak istiyorsak performansımızı artırmamız gerek.
Performansımızın düşüşünde elbette birden fazla faktör etkili. Ligin değerinin 3 yılda 1,2 milyar Euro’dan 500 milyonlara gerilemesi, yani finansal faktörü tepeye yazabiliriz. Ama başat faktörler içine “Avrupa Ligi’ne rotasyonlu kadroya çıkma” saçmalığını da koyarım ben. Altında hiçbir mantık, zeka veya vizyon barındırmayan bu saçmalığı kim başlattı bilmiyorum, ama artık buna bir son vermemiz gerek. Biz İngiltere ya da İspanya değiliz, Avrupa Ligi bizim için dev bir sahne. İhmal edilebilir bir yer değil. Bu saçmalığın gelenek halini almaması, Avrupa Ligi’ne giden takımlarımızın orayı önemsememeyi alışkanlık haline getirmemeleri için basit bir önerim var: Süper Lig’de puan eşitliği halinde, ikili averajdan önce Avrupa temsil puanına bakılsın. Eşit puanlı takımlardan hangisi son 2 yılda (ya da 3 yılda) Avrupa’da daha fazla puan topladıysa o üst sırayı alsın. Hatta buna bir alternatif ya da ek olarak... Yayın havuzu dağılımına (%2 ya da 3 gibi bir oranla) beşinci bir kriter olarak ‘Avrupa puanı’ da eklenebilir. Madem kulüplere Süper Lig’deki şampiyonluk sayılarına karşılık havuzdan pay veriyoruz, o zaman Avrupa’daki puanlarına karşılık da verelim. Avrupa kupalarında göstermelik performanslarımız arttıkça Türk futbolu geriliyor. Globaldeki imajımız zedeleniyor. Bunun direkt-endirekt onlarca zararı var: Global gelirlerin azalır, iyi futbolcu getiremezsin, sattığın sporcuya iyi fiyat koyamazsın. Bir sürü defekt sayabilirim size. Artık buna bir dur demek gerek.
Futboloji #1
FUTBOLOJİ, bu sezon başlattığım yeni minik bir bölüm... Bundan böyle haftada 1-2 kez bu köşede bir soru soracağım, sizden gelecek yanıtlardan da faydalanarak bir sonraki sütunda cevabı yayınlayacağım.
Bu haftanın sorusu şu: “Fenerbahçe’nin yeni sezon transferlerinden Allahyar 18 yıl 26 günlük bir oyuncu. Emre Belözoğlu ise 38 yıl 10 ay ve 18 günlük. Yani Emre, Allahyar’dan tam 20 yıl 9 ay ve 22 gün büyük. Öyleyse, ‘Futboloji’nin ilk gününde şu yanıtı arıyoruz: Süper Lig tarihinde bir kulübün aynı mevsim yaptığı iki transfer arasındaki en büyük yaş farkı neydi? (Tabii ki altyapıdan üstyapıya geçirilen oyuncular bu kapsamda değil. Transferler başka kulüplerden yapılmış olmalı)” Yanıtlarınızı e-mail, twitter veya instagram yoluyla ulaştırabilirsiniz bana.
Futboloji #2
BU arada bu formatı (futboloji formatını) İngiliz The Guardian gazetesi ‘Knowledge’ başlığıyla uzun yıllardır yapıyor. Ben de son 5 yıldır zaman zaman oraya sorular hazırlıyor, yanıtlar gönderiyordum. Geçtiğimiz hafta ‘Knowledge’ şöyle bir soru paylaştı: “Arsenal’in yıldızı Mesut Özil’in Türkiye’de yaptığı düğüne ülkenin Cumhurbaşkanı Erdoğan katıldı. Daha önce dünyada herhangi bir futbolcu, düğününde bir devlet başkanı ya da o seviyede bir konuk ağırlamış mıydı?” İlk haftanın ikinci sorusu da bu olsun. Dünyanın herhangi bir yerinden herhangi bir futbolcu (hatta başka dalda bir sporcu) olabilir yanıtınız.
Süper Lig 2019-2020 sezonu fikstürü çarşamba günü çekildi. “Fikstür çekildi” lakırdısını esasında alışkanlık icabı kullanıyoruz; çünkü bu ülkede neredeyse çeyrek yüzyıldır fikstür çekilmiyor. Fikstür önceden belli ve kulüp temsilcileri sadece ilk hafta tablosundaki yerlerini kurayla tespit ediyorlar. İspanya’da, İtalya’da veya Türkiye’de birinci hafta fikstürü belirlendiği anda zaten 34 haftalık (ya da 38 haftalık) fikstür de belirlenmiş oluyor. Yani fikstür çekimi dediğimiz şey esasında yalnızca bir kâsenin içine 1’den 18’e kadar topların konulması ve 18 kulüp temsilcisinin sırayla gelip birer top çekmesinden ibaret...
Fikstür, otomatik takip esasıyla yapılandırıldığı için, bir sporseverin elinde ilk hafta fikstürü varsa, bütün bir sezonun fikstürüne de sahip demektir. Bu sezon Beşiktaş Sivas’ı, Fenerbahçe Malatya’yı, Trabzon Başakşehir’i, Galatasaray da Ankaragücü’nü takip edecek mesela... 18 takımın 17’si ligde aynı sırayı izliyorlar, sadece serbest fikstürü çeken Göztepe’nin programı o düzende gitmiyor (Nedeni tamamen matematiksel). Bu yüzden her takım Göztepe ile içeride karşılaştığı haftadan bir sonraki maçını da iç sahada oynuyor, yalnızca dizinin başındaki ve sonundaki iki ekip hariç...
Esasında buraya kadar büyük bir anomali yok. Fikstürün takip esasına dayanıp dayanmaması, yerel bir tercih. NBA bunu tercih etmiyor; Noel, Halloween, Avrupa saati gibi detayları göz önüne alarak fikstürü elle atıyor. İngiltere Premier Lig veya Almanya Bundesliga da bu yolu seçmemişler. Premier Lig yönetimi, bayramda- tatilde-Noel’de derbi maçları ekrana koyuyor. Bir takıma 3 maç üst üste deplasman gelmemesi, iki ekibin peş peşe birbiriyle oynamaması gibi kriterleri koyup, karışık fikstür kullanıyor. Almanya da benzer şekilde bazı kriterler belirlemiş, kalan kurayı bir bilgisayar yazılımına çektiriyor.
***
Kriterler fikstürü kilitliyor
Bana sorarsanız, Türkiye veya İngiltere’nin yöntemlerinin birinin doğru, birinin yanlış olduğunu söylemek çok mantıklı olmaz. Önünde-sonunda herkes herkesle ikişer kez oynayacak. Yani takip esaslı fikstür kullanıp-kullanmamak bir tercih. Ancak Süper Lig fikstüründeki sorun, 20 yıllık ezberlerden bir türlü kurtulamamamız. 2000’li yıllarla beraber hayata geçen “üç büyükleri ayırma politikası”nın mânâsız bir biçimde korunması.
Süper Lig 20192020 sezonu fikstürü çarşamba günü çekildi. “Fikstür çekildi” lakırdısını esasında alışkanlık icabı kullanıyoruz; çünkü bu ülkede neredeyse çeyrek yüzyıldır fikstür çekilmiyor. Fikstür önceden belli ve kulüp temsilcileri sadece ilk hafta tablosundaki yerlerini kurayla tespit ediyorlar. İspanya’da, İtalya’da veya Türkiye’de birinci hafta fikstürü belirlendiği anda zaten 34 haftalık (ya da 38 haftalık) fikstür de belirlenmiş oluyor. Yani fikstür çekimi dediğimiz şey esasında yalnızca bir kâsenin içine 1’den 18’e kadar topların konulması ve 18 kulüp temsilcisinin sırayla gelip birer top çekmesinden ibaret...
LİGDEKİ 18 TAKIMIN 17’Sİ AYNI SIRAYI İZLİYOR
Fikstür, otomatik takip esasıyla yapılandırıldığı için, bir sporseverin elinde ilk hafta fikstürü varsa, bütün bir sezonun fikstürüne de sahip demektir. Bu sezon Beşiktaş Sivas’ı, Fenerbahçe Malatya’yı, Trabzon Başakşehir’i, Galatasaray da Ankaragücü’nü takip edecek mesela... 18 takımın 17’si ligde aynı sırayı izliyorlar, sadece serbest fikstürü çeken Göztepe’nin programı o düzende gitmiyor (Nedeni tamamen matematiksel). Bu yüzden her takım Göztepe ile içeride karşılaştığı haftadan bir sonraki maçını da iç sahada oynuyor, yalnızca dizinin başındaki ve sonundaki iki ekip hariç...
PREMİER LİG VE BUNDESLİGA’DA FİKSTÜR ELLE BELİRLENİYOR
Esasında buraya kadar büyük bir anomali yok. Fikstürün takip esasına dayanıp dayanmaması, yerel bir tercih. NBA bunu tercih etmiyor; Noel, Halloween, Avrupa saati gibi detayları göz önüne alarak fikstürü elle atıyor. İngiltere Premier Lig veya Almanya Bundesliga da bu yolu seçmemişler. Premier Lig yönetimi, bayramda-tatilde-Noel’de derbi maçları ekrana koyuyor. Bir takıma 3 maç üst üste deplasman gelmemesi, iki ekibin peş peşe birbiriyle oynamaması gibi kriterleri koyup, karışık fikstür kullanıyor. Almanya da benzer şekilde bazı kriterler belirlemiş, kalan kurayı bir bilgisayar yazılımına çektiriyor.
İLK 5 HAFTA SEZONUN KADERİNİ BELİRLİYOR
Eğer TFF, 18 takımı eşit şartlarda kuraya soksaydı herhangi bir handikap olmayacaktı elbette. Ama siz her yıl birbirine benzer fikstürler çektiğinizde, kamuoyunun de fikstüre olan inancı azalıyor.
A) NUMARALAR KARIŞMIYOR, BENZER NUMARALAR ÇEKİLİYOR
FIFA’ya göre kol, omzun üstündeyken topa temas ettiyse düdük çalınıyor. Bu yıl VAR’a geçecek olan İngiltere’de ise bu tür pozisyonlarda ‘devam’ denilecek.
FIFA kural kitabında birçok yeni rötuş, yeni sezonla birlikte hayatımıza giriyor: Artık aut atışlarında topun ceza alanını terk etme zorunluluğu yok. Hücum oyuncuları barajın 1 metreden daha yakınına giremeyecekler. Penaltılarda kalecilerin bir ayağı kısmen çizgi üzerinde olursa yeterli. Bunlar hem çabuk adaptasyon sağlanabilecek, hem de oyunu güzelleştirebilecek değişimler. Ancak futbolun kanayan yarası ‘elle oynama kuralı’ hâlâ büyük bir muamma. FIFA’nın Kadınlar Dünya Kupası’ndaki Hollanda-Japonya maçında ‘doğru karar’ dediği penaltıya, Premier Lig hakem şefi Mike Riley ‘yanlış karar’ diyor. Yani bu yıl futbolda FIFA VAR’ı ile İngiliz VAR”ı ayrımı yaşanacak gibi...
Avrupa’nın top 5 liginin dördü çoktan VAR uygulamasına geçti. Hollanda onlardan da önce başlamıştı, Süper Lig de VAR’lı bir yılı iyisiyle kötüsüyle tamamladı. İngiltere Premier Lig’se uygulamaya 9 Ağustos itibariyle başlıyor. Yalnız İngilizler temkinli. Hakem Şefi Mike Riley’nin ifadesiyle VAR, İngiltere’de maçları ‘tekrar yönetmeyecek.” Yalnızca yüzde yüz hatalarda devreye girecek.
“Bunlar sürekli duyduğumuz laflar” diye içinizden geçirdiğinizi hissedebiliyorum. Ancak Mike Riley daha spesifik bir kelam da etti VAR hakkında: “Elle oynama kuralındaki değişimden memnun değiliz. Savunmacıların kollarını arkada bağladığı ya da hücumcuların topu kasten rakibinin eline vurdurduğu bir futbol istemiyoruz. Premier Lig’de kolay elle oynama düdüğü çalınmayacak.
Dünya Kupası’ndaki Hollanda-Japonya maçında yaşanan türden bir penaltı izleyemeyeceksiniz bizde”
FIFA ‘HATA YOK’ DEDi
İşte bu nokta kritik. Zira 1 Haziran itibariyle FIFA Kural Kitabı’ndaki elle oynama maddesinde revizyon olmuş, hayatımıza yeni kriterler girmişti:
1-Elle oynama için ‘kasıt’ şartı yok. Bir hücum oyuncusu bilmeden de olsa elle gol atarsa ya da elle gole dönüşen bir avantaj sağlarsa, sayı iptal edilecek.
Temmuz 2019 itibarıyla değeri 488 milyon Euro'ya inen ligimize genç ve yüksek potansiyelli genç isimler geliyor. Bu isimlerden beşini mercek altına alalım...
Süper Lig tarihi bir dönüşüm içinde... Toplam değeri 2016’da 1,2 milyar Euro olan lig, geçen sezon sonunda 600 milyon barajının altına inmişti. Temmuz 2019 itibariyle ligimizin değeri 488 milyonlara kadar geriledi. Yani bir sezonluk yayın bedeli, ligin toplam değerine eşit neredeyse! Henüz Temmuz ortasındayız ama 18 Süper Lig kulübünün 12’si şu ana kadar transferde hiç bonservis ödemedi. Hatta satın alma opsiyonları kullanılan Luyindama, Mensah, Ekuban ve Ljajic’i saymazsak tüm Süper Lig’in ödediği bonservis toplamı sadece 9 milyon 700 bin Euro. Bu rakam geçen yaz 47 buçuk, önceki yazsa tam 112 milyon Euro idi. Ekonomi daralınca ligde süper yıldız diyebileceğimiz türden çok fazla oyuncu kalmadı. 15 milyon Euro barajının üstünde market değeri olan oyuncu barındırma açısından Avrupa’da 13’üncü basamağa düştük. Market değeri 15 milyon Euro'nun üzerinde olan oyuncu sayısı Portekiz Ligi’nde 17, Hollanda’da 13, Rusya’da 10, Ukrayna’da 3, Belçika’da 2, Türkiye’deyse artık yalnızca 1 (Abdülkadir Ömür). Ancak her kriz, içinde bir fırsat barındırıyor. Kulüplerimizin yaşadığı ekonomik travma, onların arama-tarama kabiliyetini güçlendirdi. Bu yıl lige daha genç ve yüksek potansiyelli oyuncular geliyor sanki. Flaş transferleri zaten bolca konuşacağız, bu hafta Süper Lig’e nispeten düşük beklentilerle giriş yapan en iyi çaylakları bulmaya çalıştım.
1- Mats Seuntjens (Gençlerbirliği)
26 yaşında. İlk kez Hollanda’nın dışına çıkan bir genç adam. Ama potansiyeli yüksek. Kariyerinde kale dışında her mevkide forma giymiş. Lafın gelişi değil, gerçekten her pozisyonda oynamış bir tür Ümit Davala. Hollanda 1. Ligi’nde defansif orta saha olarak 47, sol-sağ açık olarak 69, santrfor rolünde 62 müsabakaya çıkmış. Geçen yıl AZ Alkmaar’da en uçta rol almış, 38 maçta 8 gol-7 asist yapmış. Gençlerbirliği’nin Polomat ile birlikte akılcı transferlerinden.
2- Anastasios Bakasetas (Alanyaspor)
Alanya, Yunan futbolcuların uğrak noktalarından. Belli ki Tzavellas ve Maniatis gibilerin ülkelerine verdikleri olumlu görüntü, farklı iki Yunan’ı, Siopis ve Bakasetas’ı buraya yönlendirdi. Siopis 25, Bakasetas 26 yaşında. İkisi de A milli futbolcu. Haziran’da Yunanistan’ın İtalya’yla oynadığı grup eleme maçında her ikisi de dakika almış. Siopis sert bir ön libero. Bakasetas’sa çok yönlü bir hücumcu. Hücumun her bölgesinde oynayabiliyor ama çalışkanlığı öne çıkıyor. Geçen sezon AEK ile Şampiyonlar Ligi’nde Bayern ve Benfica maçlarında 90 dakika forma giymiş. İki oyuncunun toplam maliyeti 1,2 milyon Euro. Bence Tzavellas-Maniatis’ten daha fazla iz bırakabilecek bir ikili.
3- Jorge Fernandes (Kasımpaşa)
Kasımpaşa, ligin en iyi arama-tarama kabiliyeti olan kulüplerinden. Zaten ligin en değerli 25 futbolcusu içine Galatasaray, Başakşehir, Beşiktaş, Trabzon, Fenerbahçe dışında girebilen tek adama, Trezeguet’ye sahipler. Diagne, Castro ve Mensah gibileri de lige Kasımpaşa üzerinden giriş yapmışlardı. Bu kez de rotayı Portekiz’e çevirmişler, Porto’nun 22 yaşındaki stoperi Jorge Fernandes’i kiralamışlar. Geçen sezonun ortasında bir sakatlık sonucu formayı kapıyor, son 11 hafta direkt oynuyor Tondela’da. Ümit milli takımda da Euro 2019 elemelerinde düzenli mücadele etmiş, bir maça da kaptan çıkmış. Marcao potansiyeli hissediliyor Fernandes’te.
Süper Lig’de öyle korkunç bir antrenör katliamı var ve bu rezalete karşı kamuoyu öyle sessiz ki, bir ‘Omerta’ hissiyatı veriyor bu bana. Mesela Kemal Özdeş, Tamer Tuna, Mustafa Kaplan’ın yaşadıkları nedir?
Geçen sezon başında Kasımpaşa bir şeyler inşa ediyordu, Kemal Özdeş’i gönderdiler. Göztepe bir proje görüntüsündeydi, Tamer Tuna’yı görevden aldılar... Sezonu Alanya heyecan veren bir futbolla tamamladı, Ankaragücü modern bir top oynuyordu; hocaları ayrıldı. Sahi neler oluyor bu ligde? Hiç kimse bir şey inşa edilsin istemiyor mu? Uzun vadeli ufacık da olsa bir projeniz yok mu? Yoksa bu zengin holigan başkanların kendi aralarında Omerta benzeri gizli bir anlaşması mı var, Türk futbolundan tek bir tane daha istikrarlı kulüp, tek bir tane daha hoca çıksın istemiyorlar mı?
20 YILLIK TUR!
30 yaşın altındaki sporseverler, Türk futbolunda bir Terim-Denizli-Güneş devri izlediler; bu meşhur üçlünün yanına çeyrek asır boyunca (biraz Yanal, biraz da Avcı dışında) pek kimsenin eklenememesinin iki temel nedeni var bence: Birincisi, Dünya çok hızlı değişti, internetin ve mobil iletişimin hayatımıza girmesiyle bilginin baş döndürücü hızına bir jenerasyon antrenörlerimiz yetişemedi. İngilizce bilmiyorlar, bir anda paylaşıma açılan olağanüstü bilgi havuzundan faydalanamıyorlar. Eski okul diyebileceğimiz bu antrenör nesli, 20 yıldır Anadolu turundalar malum. Ancak bir sonraki nesil farklı. Sergen Yalçın, Okan Buruk ve arkadaşları, kazanan bir jenerasyon. Rıza Çalımbay, Samet Aybaba, Aykut Kocaman’ların futbolculuk kariyeri şerefli yenilgilerle geçti; ulusal takım ve Avrupa kupalarında galibiyet alışkanlıkları yok. Hatta hücum etme alışkanlıkları yok. Uluslararası bütün maçlara ‘ilk 30 dakika gol yemeyelim’ zihniyetiyle çıkmak zorunda kalmış bir futbolcu grubu onlar. Ancak Sergenler Okanlar farklılar. Kazanan nesiller, hücum eden nesiller. Antrenörlüklerine de bu özgüven yansıdı. Ancak onların şanssızlığı da şu: Antrenör zihniyeti değişirken, yönetici zihniyeti aynı kaldı memlekette. İkinci ve esas sorun da bu zaten.
GODFATHER’DAN
Mario Puzo okuyanlar veya Godfather izleyenler İtalyan mafyasının sessizlik yeminini, yani ‘Omerta’ tabirini anımsayacaklardır. Babaların kendi aralarında bir sessizlik yemini vardır, birbirlerinin suçlarını bilirler ama asla bunu otoriteyle paylaşmazlar. Süper Lig’de öyle korkunç bir antrenör katliamı var ve bu rezalete karşı kamuoyu öyle sessiz ki, bir ‘Omerta’ hissiyatı veriyor bu bana. Kasımpaşa başkanının yaptığı nedir Allah aşkına, 7 maçta 12 puanlı Kemal Özdeş’i gönderip-itibarsızlaştırıp, sonra geri almak? Ya da Göztepe’nin Tamer Tuna’yı kaybedişi? Geçtiğimiz günlerde Alanya ve Malatya’nın antrenör takası? Sezonu çok olumlu bir futbolla kapatan, ekonomik olarak zorda olmasına rağmen Mustafa Kaplan’la lige renk katan Ankaragücü’nün gerekçesi nedir sahi? Neden hiçbir kulüp bırakın 5-10 yıllığı, 3 senelik bir projeyi bile sürdüremiyor? Neden antrenörler ikna edilemiyor, neden kontratlara sadık kalınmıyor? Yeni TFF’nin en öncelikle meselelerinden biri bu olmalı bence...
1- Kulüplerin 1 Haziran’dan 1 Haziran’a, 365 günlük takvimde yalnızca 1 antrenör değiştirme hakkı olmalı. Teknik adamlara getirilen kontrat limiti, kulüplere de getirilmeli.
2- Kulüp başkanlarına 3 dönem şartı getirilmeli. Ya da daha sağlıklı ve çözümcü olanı, kulüp başkanları dönemlerindeki ekstra borçlanmadan direkt sorumlu olmalı.