Salı akşamı Kosova’ya 3-1 kaybeden ümit milli takım doğrusu bayağı umut verdi bana. Yarışmacı değil yetiştirici yönümüz daha güçlü; şu anda A milli takım kadrosunda olan U21 oyuncularımız Abdülkadir ve Merih gibilerin yanına Rapid’li Mert ve Hamburg’lu Berkay da her an eklenebilir. Yabancı sınırı döneminde 19-20 yaşında gurbetçi oyuncularımızın Almanya’da 100 bin alırken buraya 1 milyon maaşla transferi, onların da gelişimini mahvediyordu. Yabancı sınırının açılmasıyla ‘şişirilmiş gurbetçi bonservisi ve maaşı’ dönemi de son buldu; onlar da Avrupa’daki kulüplerinde ve ümit milli takımda doğal gelişimlerine devam ediyorlar artık. 2021 Avrupa Şampiyonası eleme grubundaki üçüncü maçını oynayan ümit milli takımımız, 1998-99 ve 2000 doğumlulardan oluşuyor.
Esasında A milli yıldızlarımız Ozan Kabak, Merih Demiral, Abdülkadir Ömür ve Güven Yalçın’ın da yaşları U21’e tutuyor ama onlar basamakları üçer-beşer atlayarak çıktılar üst tarafa. Peki sırada kimler var? Eylül-Ekim-Kasım’daki Euro 2020 elemelerimizde hangi ümit milli oyuncularımızı A milli takımda görebiliriz?
Berkay’ın bu listede en tepede olması aslında doğal. Zaten A milli takıma da daha önce çağırılmış önemli genç yıldızlarımızdan. Stuttgart’ta forma şansı bulamadığı için 2.Bundesliga’ya, Hamburg’a kiralık gitti. Ligin ikinci yarısının büyük bölümünde oynadı ve etkiliydi de. Aslında bir on numara, ama ümit milli takımda Muhayer’le orta sahayı paylaştığı için defansif vazifeler de yaptı. Her hareketinden daha ileriye gideceği hissediliyor.
BERKAY ÖZCAN (HAMBURG)
Berkay’ın bu listede en tepede olması aslında doğal. Zaten A milli takıma da daha önce çağırılmış önemli genç yıldızlarımızdan. Stuttgart’ta forma şansı bulamadığı için 2.Bundesliga’ya, Hamburg’a kiralık gitti. Ligin ikinci yarısının büyük bölümünde oynadı ve etkiliydi de. Aslında bir on numara, ama ümit milli takımda Muhayer’le orta sahayı paylaştığı için defansif vazifeler de yaptı. Her hareketinden daha ileriye gideceği hissediliyor.
MERT MÜLDÜR (RAPID WIEN)
Bu sezon Avusturya Ligi’nde 23, Avrupa Ligi’nde 10 maç oynadı. Rapid’de çoğunlukla sağ bekte görev yaptı, ümit milli takımınsa lider stoperi. Bence partneri Hüseyin Türkmen’in de önünde.
Geçenlerde bir tweet gördüm: “Girls with NO DM in their bios, what do you want? 4 attacking midfielders? (Profillerinde NO DM yazan kızlar, ne istiyorsunuz? Orta sahada 4 ofansif oyuncu mu?)”. Kızlar haklı!
Ulusal takımımızın Euro 2020 elemeleri ilk 4 maçını 9 puan9 golle geçmesi, grubun en az gol yiyen takımı olması umut verici. Fransa-İzlanda-Türkiye kendi aralarındaki üçlü mini lige üçer puanla başladılar ama bu 1 aydan benim aldığım izlenim, İzlanda’nın arnavutluk deplasmanını kolay geçemeyeceği yönünde. Yani bence Fransa-Türkiye, şu anda grupta favori pozisyonundalar. Mircea lucescu ile başlayan, Güneş’le devam eden bu taptaze süreçte 3 ana faktör var bence öne çıkan...
İZLANDA KRİZİ!
1) Milliyetçilik yükseliyor
‘Futbol ve Küreselleşme’nin yazarı Pascal Boniface’ın 2012’de yaptığı tespit önemli: Dünyada milliyetçiliği tetikleyen belki de en önemli unsur futbol... Karadağlılar, ancak bir futbol maçında Sırplar’ı yenebilecekleri hayalini kurduklarında kendi bayraklarının nasıl bir şey olduğunu fark ettiler. Avrupa’yı sanayide geçemezlerdi, ekonomide gerilerdi. Sanatta da henüz şansları yoktu. Ama futbolda Avrupa Şampiyonası’nın kıyısına kadar gelince Karadağlı kesildiler aniden. İzlanda ile yaşadığımız krizin temelinde de aslında bu duygu var. 21’inci yüzyılın ikinci çeyreği, dünyada milliyetçiliğin yükseldiği, sınırların keskinleştiği bir dönem olacak gibi. Şimdilerde spor vasıtasıyla bu global dönüşümün izlerini hissediyoruz. Bundan sonraki maçlarda da hissedeceğiz. Sakin kalmalıyız, hazırlıklı olmalıyız bu duygulara.
2) Altı numara, ateşten gömlek Geçenlerde muhteşem bir tweet gördüm, muhakkak siz de rastlamışsınızdır: “Girls with NO DM in their bios, what do you want? 4 attacking midfielders? (Profillerinde NO DM yazan kızlar, ne istiyorsunuz? Orta sahada 4 ofansif oyuncu mu?)” Kızlar haklı! En azından Euro 2020 elemeleri H Grubu’nu izleyen kızlar... Bu grupta kalan 6 maçımızdan (Fransa deplasmanı hariç) beşinde bizim defansif orta saha kullanmaya ihtiyacımız yok. Çünkü İzlanda deplasmanında da gördük ki, rakipler topu bize bırakacaklar, biz de bu topu iyi kullanmak, eveleyip gevelememek, kaliteye ve pozisyona dönüştürmek zorundayız. Mahmut, Ozan, Dorukhan ve İrfan’ın belki hiçbiri klasik 6 numara değiller. Ama bu 4 oyuncunun bu sezon ligde toplam sadece 7 golleri var. Aralarında da rakip kaleye inanarak giden tek adam Dorukhan. Ve kalan maçlarda bize daha fazla gol düşünen oyuncu lazım.
1. LİG ZAFERİ
3) Spor Toto 1. Lig’in zaferi Sadece bir yıl önce, 2017-18 sezonunda Dorukhan Toköz, Gökhan akkan ve Umut Meraş, Spor Toto 1.Lig’de forma giyiyorlardı. Yine çok yakın zamanda Zeki Çelik İstanbulspor’la, Çağlar Altınordu’yla, Efecan Alanyaspor’la, Uğurcan 1461 Trabzonspor’la 1. Lig’de mücadele ediyorlardı. 10-12 yıldır umutlarını Avrupa’dan yetişen gurbetçi futbolculara bağlayan ulusal takımımızın bugün Süper Lig’den, hatta 1.Lig’den iyi ürün alan konuma gelişi dikkat çekici. Milli takımın son aylardaki yükselişi sadece Süper Lig’in değil, 1. Lig’in de zaferi bence.
Futbolla ortalama düzeyde ilgili Avrupalı herhangi bir sporsever, İzlanda ile karşılaşmanın farklı bir deneyim olduğunu, başka türlü düşünmeniz ve hazırlanmanız gerektiğini bilecektir. Galiba biz bunu bilmiyorduk. Ya da maç içinde fark ettik. Dört gün önce Fransa’yı yenerken bir ton şeyi harika yaptık: İyi mücadele ettik, neredeyse bütün sahipsiz topları kazandık, ikili mücadelelerde ayakta kaldık. Presle toplar kazandık, havada üstündük. İlk golü bir kornerden, ikinciyi presle kazandığımız bir toptan ürettik. Ancak İzlanda, Fransa’dan farklı bir sınav. Adeta farklı bir spor! Presle top kazanmanız zor, çünkü hazırlık pasıyla çıkmıyorlar. İkili mücadelelerde üstünlük kurmanız zor, çünkü kuvvet odaklı bir takım. Hava üstünlüğü zor, çünkü karşınızdaki ulusun alametifarikası zaten bu. Topu yere indirmeniz gerek. Topu yere indirip pas serisi yapmanız için de daha yetenek odaklı bir 11’le çıkmalısınız sahaya. Maalesef biz Fransa’ya karşı uyguladığımız taktikle İzlanda’yı da alt edeceğimizi düşündük. Oysa dün roller değişecekti, belliydi: Dünkü maçın Fransa’sı biz, Türkiye’si onlar olacaktı. Dün ilk 1 saatte Fransa’nın bize karşı yaşadığı şaşkınlığı yaşadık maalesef. Geriden pasla çıkamadık, çünkü orta sahaya bir yetenekli sokmayı akıl edememiştik. Önde top tutamadık, Cengiz’siz bunu becermemiz zaten zor. Yıldızımızın yokluğunda Yusuf’la-Abdülkadir’le veya Deniz’le başlamamız gerekiyordu, maalesef sahada daha fazla becerikliye ihtiyacımız olduğunu son yarım saatte fark ettik. Ama iş işten geçmişti çoktan.
Şu duran top meselesi
Bir önceki sezon Liverpool’un çok duran top golü yemesiyle ilgili Klopp’un söyledikleri hâlâ aklımda: “Ben yetenekli bir futbolcu değildim. Ama duran top savunmasında iyiydim. Çünkü top hareketliyse binlerce ihtimal vardır, yeteneksizlerin işi zordur. Oysa top durduğunda seçenekler azalır, yeteneksizlere gün doğar” Dün 44’te Gunnarsson taç kullanıyor. Ön direkte Ragnar kafayla arkaya aşırıyor. Ama ne aşırma: 5 metre yakınında herhangi bir beyaz formalı yok. Herhalde Ragnar kariyerinde hiçbir topu bu kadar rahat aşırmamıştır arkaya! Biz galiba Fransa’ya öyle odaklanmışız ki, daha kritik bir maç olan İzlanda deplasmanına yeterince hazırlanamamışız. Korner ve taç savunmalarındaki şaşkın görüntümüz bana öyle hissettirdi doğrusu.
Maçın adamı: Sigurdsson
İzlanda, gruptaki ilk 3 maçının ikisinde özgün oyununu sürdürdü, Fransa önündeyse orijinal ayarlarının dışına çıktı. Fransa karşısındaki beşli savunma denemesi felaketti, oyunun içinde hiç kalamadılar ve hak edilmiş ağır bir yenilgi aldılar. Ama Andorra ve Arnavutluk maçlarında klasik 4-4-2 dizildiler. Oyunu domine etmeseler de topu paylaştılar. Arnavutluk karşısında topla oynama 48-52, şutlar 9-10... Ama 37 pas arası yapmışlar, 19 da faul. Yani takım yaşlansa da, menajer değişse de, İzlanda bildiğimiz İzlanda. Sertler, duruş konusunda takıntılılar, blok halinde savaşıyorlar ve öncelikleri kolay gol yememek. Bence bu maçı kazanmak için 3 alanda Konya’dan farklı davranmamız gerek:
1)Daha fazla yerden oynamalıyız
İzlanda’nın Arnavutluk karşısında göbeği Gunnarsson ve Bjarnason’du. Çok deneyimli, çok savaşçı ama aynı düzeyde kaliteli değil. Fransa karşısında biz orta sahayı mücadeleyle, kan-ter ve gözyaşı dökerek ele geçirmiştik. Bence burada sahaya biraz daha fazla kalite koymalı, topu biz daha fazla yere indirmeye çalışmalıyız. O yüzden de üç dinamik orta sahamızdan birinden feragat edip, bir yetenekli on numara ile başlayabiliriz bu kez. Sadece altı numara rolündeki oyuncularımızın Everton’lı Sigurdsson’a biraz daha fazla odaklanmalarında fayda var. Zira Sigurdsson kulüp takımından farklı olarak daha önde kalıyor, biraz daha ikinci santrfor gibi oynuyor ve daha fazla gol arıyor.
2)Hücumcu kenar oyuncusu kullanmalıyız
Euro 2016 ve Rusya 2018’de dikkatle izlediğimiz, elemelerde de eşleştiğimiz İzlanda’ya göre bir tık gerilediler. 3-0’lık hezimetimizde sağ kanadı otobana çeviren Saevarsson bugün yok. Arnavutluk maçında stoper kökenli Hermansson sağ bekte oynadı, o pozisyonda kim çıkarsa çıksın Saevarsson gibi tehditkar olmayacak. Fransa karşısında sol açığımız Kenan defansif olarak mükemmel oynadı, Pavard’a göz açtırmadı. Ama burada inisiyatif bizde olmalı. Abdülkadir Ömür kartını kullanmak için uygun ortam sanki burası.
3) Duran toplarda strateji değiştirebiliriz
Fransa karşısında korner-frikik organizasyonlarında harikaydık. Ön direkte vurduk, arka direkte vurduk, savunmada vurduk, hücumda vurduk. Ancak bu kez karşımızda tüm planını topu havaya kaldırma üzerine kuran bir ulus var. Korneri arka direğe atacaklar, taçlarda bile yay üzerine koşarak kafa vurmaya gelen oyuncuları olacak. Sanki bu kez duran topları yerde kullanmamız daha akılcı olacak. Çünkü biz yetenekli bir takımız, havaya mecbur değiliz.
Fransa maçı bir mücadele oyunuydu, bu bir kalite oyunu. Onlar savaşacak, biz üreteceğiz bu kez. O yüzden bu maçta Abdülkadir Ömür, Deniz Türüç ve Yusuf Yazıcı’dan sanki biraz daha fazla faydalanmalıyız gibi hissediyorum ben.
2010 Dünya Kupası’na gidemedik. Euro 2012’ye gidemedik. 2014’e gidemedik. Gitmeyeni dövdükleri Euro 2016’ya gittik, son 16’ya kalamadık. 2018’e gidemedik. Bizim seviyemizde bir futbol ülkesi 10 yıl kesintisiz “top 16”nın dışında kalıyorsa neşter gerekir, sürekli kaybeden ve bahane üreten nesle veda gerekir. Bu nesil değişikliğini 2018 elemelerinde “mış gibi” yaptık. Ama 2020 elemeleriyle beraber nihayet vurduk neşteri. Dün ilk 11’imizin 7’si 25 yaş altıydı. Kalan 4’ün üçü de (Mert, Hasan, Mahmut) sürekli yenilen ve adamlık edebiyatı parçalayan o milli çetenin parçası değillerdi. Bu yepyeni, tertemiz milli takım maç kazanabilir-kaybedebilir.
Dün iyi bir gündü sevindik. Yarın kötü bir gün olabilir, üzülebiliriz. Hayatta bunlar var. Ancak bu medeni çocukların bizi utandırmayacaklarına, başımızı öne eğdirmeyeceklerine emindim. Eğdirmediler. Çok da gururlandırdılar bizi dün. Dün Şenol Güneş sahaya teknik olarak çok güçlü bir 11’le çıkmadı, tercihi mücadeleydi. Ben saat 20:45’te ilk 11’i gördüğümde biraz endişe etmiştim; ama Güneş beni yanılttı, tercihlerinde yüzde yüz haklı çıktı. Üç temel fark yarattık dün Fransa’ya karşı:
1- Duran toplarda harikaydık. Güneş, aynen Beşiktaş’ta yaptığı gibi kornerlerde topu kalabalığın dövüştüğü penaltı noktası üzerine değil, ön ya da arka direğe çalıştırmış. Merih ve Kaan’la da fark yarattık duran toplarda.
2- Fransa, UEFA’nın esame listesinde verdiği gibi 4-3-3 değil; 4-2-3-1 oynadı. Göbekte Pogba-Sissoko, sağda Mbappe, solda Matuidi, santrfor arkasında Griezmann’la... Bizse sahaya 4-3-3 dizildik ve orta alanda 3’e 2 üstünlüğün tadını çıkardık. Mahmut-Dorukhan-İrfan presle kaç top kazandılar sayamadım ben.
3- Özellikle ilk devrede az faul yaptık. Dorukhan’ın rakibinin yakınına girip rahatsız etmesine rağmen faul yapmamasına bayılıyorum. İlk 30 dakikada biz tek bir faul yapmışken, Fransa’ya tam 9 faul çalınması ilk devrenin sırrı. Fransızlar, formalarını kirletmeden basit faullerle kazanmak istediler maçı. Çok geç anladılar gerçekten savaşmak zorunda olduklarını. Anladıklarında da iş işten çoktan geçmişti zaten.
YABANCI SINIRI İLKELLİĞİNİ ARTIK UNUTMALI
Ama mutsuz bir azınlık da vardır aslında, farkında olmadığımız. Baharda vitesi yükseltmiş, formasını yeni garantilemiş ya da ulusal takımın kapısına henüz gelmiş olanlar. İşini çok seven ve “Keşke sezon 1 ay daha sürseydi de bu form durumumla daha iyi noktalar görseydim” diye iç geçirenler...
1- Darjo Melnjak
Tarih 27 Ocak 2019’du. Ligin son sırasındaki Rize, hemen üstündeki Akhisar’la evinde hayati bir maça çıktı. Daha 14’üncü dakikada da golü gördü kalesinde. Eğer maç o dakikadaki skorla bitse en dipteki Rize 15, Akhisar 20 puanla 20’nci haftaya girecek ve belki de Karadeniz temsilcisinin isyan ateşi hiç yakılamayacaktı. Okan Buruk, devre arası takıma katılan savunmacılarından Abarhoun, Awaziem ve Morozyuk’u henüz kullanmamıştı; ilk hayati hamlesini yeni sol bek Melnjak’a o maçta 45 dakika vererek yaptı. Hırvat sol bek, o kader maçını 1-1’e getirmekle kalmadı, Rize’yi yukarıya taşıyan 4 aylık sürecin de kahramanı oldu. Rize’nin devre arasında Sloven Ligi’nden 60 bin Euro bonservisle takıma kattığı Melnjak, bugün Hırvatistan formasıyla ilk milli maçında Galler’e karşı forma giymeye hazırlanıyor. Adeta bir peri masalı bu. Ama bana sorarsanız bu oyuncunun tepe noktası burası değil. Gidecek çok daha fazla yolu var. Denizli’den Slovak Milli Takımı’na yükselen Kratochvil’den daha büyük bir patlama bekliyorum ben ondan. Gelecek sezonun bir numaralı yıldız adayı benim için.
2- Mustafa Kaplan
Bulunduğu noktalara tırnaklarıyla kazıyarak gelmiş bir isim. Okan, Sergen ya da Bülent gibi efsanevi bir futbolculuk kariyeri yoktu, hiçbir görevi otomatik kazanmadı. İkinci ve üçüncü ligdeki emekçi futbolculuk kariyerinin ardından, Yılmaz Vural, hikmet Karaman, Ünal Karaman, Fuat Çapa gibi sayısız teknik direktörün yardımcılığını yaptı. Süper Lig’de bir tam devre ilk teknik patronluk fırsatını ancak 50’sinde bulabildi. Ama çok hazırmış, mükemmel değerlendirdi bu fırsatı. Sadece devre arasında yapılan Tyler Boyd, Orgill, Kitsiou gibi isabetli transferler sebebiyle değil, oynattığı cesur ve çağdaş futbol nedeniyle de olağanüstü umut veriyor. Nisan-Mayıs döneminde A.Gücü’nün o akıcı futbolunu izlerken aklımdan hep şu geçiyordu: Eğer bu takım bu omurgayı koruyup 2-3 doğru takviye yapabilirse, yeni sezonda çok konuşuruz bu Ankaragücü’nü. Ve Mustafa Kaplan’ı da elbette.
3- Altay Bayındır
Ankaragücü’nün dikey çizgisinde elbette Mustafa Kaplan ve muhteşem performansıyla Boyd’u ayrı bir yere yazmak lazım. Ama Altay’ın Türk spor medyasının manşetlerini çalışı da gerçekten güzel bir öykü. Mustafa Kaplan, ligin ikinci yarısının ilk haftasında ona kaleyi verdiğinde son maçında Sivas’tan 4 gol yemiş bir eldiven vardı önümüzde. Ve ikinci devreye de maalesef şanslı başlayamadı, Galatasaray’dan da 6 gol yedi Altay. Ardından Alanya’ya ve Trabzon’a kaybedilirken de oradaydı. Yani 11 Şubat’ta Ankaragücü, Kasımpaşa karşısına çıkarken Mustafa Kaplan, kaleyi son 4 maçta 13 gol yemiş, dördünde de yenilmiş, bu arada kendi takımının da tek bir golüne bile şahit olamamış, 20 yaşında üzgün bir kaleciye teslim ediyordu. Üstelik kulübede de tecrübeli Korcan varken... İşte o kaleci, o günden itibaren çıktığı 11 maçta, sadece 2 yenilgiye şahit oldu. 11 maçın 5’inde kaleyi kapadı. Üçünde de sahanın yıldızı oldu. Türk futbolunun kaleciler açısında çok şanslı olduğu bir dönem yaşıyoruz. Mert, Sinan, uğurcan, Gökhan hepsi harika. Ama ulusal takımın yeni sezondaki kadrolarında Altay da olabilir gibi geliyor bana.
4- Murat Cem Akpınar
232 üyeli Avrupa Kulüpler Birliği, ‘Avrupa Süper Ligi’ni konuşmak üzere Malta’da bugün toplanıyor. Bu lig kuralamasa bile Avrupa’nın devleri Şampiyonlar Ligi için UEFA’dan yeni ve büyük tavizler kopartacaklardır.
Bugün Malta’da, Avrupa futbolunun kaderini derinden etkileyebilecek bir toplantı var: 232 üyeli Avrupa Kulüpler Birliği’nin 48 saat sürecek oturumlar silsilesinin bir numaralı gündem maddesi, ‘Avrupa Süper Ligi’...
Avrupa Süper Ligi projesi, esasında yeni bir fikir değil. Hatta en kuvvetli seslendirildiği zamanlar da bugünler değil, 2000’lerin başıydı. Yeni milenyumun ilk yıllarında Juventus, Real Madrid, Lyon ve Manchester united gibilerinin başını çektiği G14 (ve sonra G18) isimli elitler paktının da ülküsü hemen hemen aynıydı: “Avrupa futbolunun lokomotifi bizleriz. Şampiyonlar Ligi tarihinde oynanan tüm finallerin biri dışında hepsinde biz varız. 2006 Dünya Kupası’na giden tüm futbolcuların yüzde 22’si bizden. Seyirci bizim için statlara geliyor, futbolsever bizim için dekoder alıyor. Eğer Avrupa futbol pastasının esas aşçıları olan bu 15-20 kulübe hak ettiğini vermezseniz, pastamızı alıp gitme niyetindeyiz”
KENDİNİ FESHETTİ
G14’ün ömrü 8 yıl sürdü. Jean-Michel Aulas’dan başkanlığı devralan son lider David Dein’in uEFA ve FIFA ile yaptığı görüşmeler sonucu bu pakt, 2008’de kendini fesih kararı aldı. Ama fesih öncesi alınan tavizler de önemliydi: Dev kulüpler, yeni bir başarı modeli aracılığıyla Şampiyonlar Ligi gelir havuzundan aldıkları payı artırdılar. Ayrıca FIFA’yı milli takımlara verdikleri oyuncu başına günlük 40 bin Euro tazminat ödemeye ikna ettiler. Yaklaşık 20 yıl sonra bugünkü tablo da benzer. Devler
yine masada, pastadan yine daha fazla pay almak istiyorlar. Doğrusu ben de bir ara Avrupa Süper Ligi fikrinde ciddi olduklarını zannetmiştim. Ama artık düşüncem farklı: Avrupa Süper Ligi, ete-kemiğe büründürülmek istenen gerçek bir proje değil. Sadece bir tehdit aracı. Büyükler, uEFA ve FIFA’yı ‘pastamızı alır gideriz’ tehdidiyle köşeye sıkıştırıp, aldıkları payı artıracaklar sadece.
YERELE YENİ MODEL
2000’lerde Juventus ve FIAT’ın sahibi Agnelli ailesinin avukatı Franzo Stevens’ın kanaat önderleri içinde olduğu Avrupa Süper Ligi fikrini, son 1 yıldır da oğul Agnelli canlı tutuyor. 44 yaşındaki Andrea Agnelli, 9 yıldır Juventus’un, 2 senedir de ECA’nın (Avrupa Kulüpler Birliği’nin) başkanı. Ve birkaç ay önce guardian’a bir röportaj vererek tehditlerini sıralıyor: “Avrupa’nın devleri, kendi liglerinde daha az maç oynamalılar. Yerel ligler yeniden dizayn edilmeli, takım ve küme sayısı azaltılmalı. Avrupa Süper Ligi katılımcısı takımları, kendi liglerinde 6 tane U23 oyuncuyla oynamaya mecbur olmalı.”
Klopp ve Pochettino gibi iki yaratıcı teknik adamın oyun planları ile Trent Arnold, kaleci Alisson ve Lucas Moura’nın performansları 2020’lerin futbolunun nasıl olacağı konusunda bize kılavuz oldu.
MADRİD’deki final beklentileri belki tam olarak karşılamadı ama birçok otorite, 2018-19’un tarihin en iyi Şampiyonlar Ligi sezonu olduğu konusunda hemfikir. Peki Klopp ve Pochettino gibi iki yaratıcı teknik adamla Trent, Alisson, Moura gibi yıldızlardan ne öğrendik o gece? 2020’lerin oyununa da kılavuz olacak bu ‘Futbol 4.0’ ne anlatıyor bize sahi? · 186: Trent’in pas hatası sayısı Liverpool-Barcelona eşleşmesinde en önemli ekstrayı yaratan oyuncu sağ bek Trent Arnold’dı. Liverpool’un iki beki Trent’le Robertson, Premier Lig’in asist rekorunu da tarihe gömdüler. Bunları zaten biliyordunuz, ben size muhtemelen bilmediğiniz başka bir şey söyleyeyim: Trent, bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde en fazla pas hatası yapan oyuncu! Genç İngiliz’in 11 maçta tam 186 pas hatası var. Sanırım buradan çıkarılacak ders şu: Eğer 21 yaşında bir bekin peş peşe iki Devler Ligi finali oynamasını ve bu seviyelerde inisiyatif almasını istiyorsanız, ona hata yapma lüksü tanıyacaksınız.
iSABETiN ÖNEMi
· %76.7: Alisson’un pas isabet oranı Manchester United 1999’da tarihi üçlemeyi yaparken efsanevi kalecisi Schmeichel’ın pas isabet yüzdesi yalnızca %48’di. Bu sezon EPL şampiyonu City’nin kalecisi Ederson’sa tam %71 pas isabetiyle oynadı. Alisson, Devler Ligi’nde bu çıtayı biraz daha yukarı taşıdı, yüzde 77’ye varan bir pas isabeti sağladı. Türk futbolu son dönemde çok iyi kaleciler yetiştiriyor, ulusal takıma 4 iyi kaleci girdi, belki 4 tane de dışarıda kaldı. Elleri harika çalışan bu genç yerli file bekçilerimizin ayaklarını geliştirebilirsek, çok yakında Premier Lig’e-La Liga’ya kaleci ihraç etmemiz hiç sürpriz olmaz.
%64: Liverpool’un finaldeki pas yüzdesi İşte bu enteresan! Kalecisi sezon boyunca yüzde 77 pas isabeti sağlamış bir takımın finalde yüzde 64’te kalıp kazanmasını nasıl açıklamalı? Siz o ezber konuşmalara bakmayın, Liverpool hiç öyle pragmatik/kontratakçı bir anlayışla geçirmedi sezonu. Topu rakibe filan bırakmadı. Topa sahip olma oranı da Tottenham’ın asla altında değil. Ortalama %59 topla oynadılar, ligde yüzde 84,4 pas isabeti sağladılar. Devler Ligi’nde de sezon ortalamaları yüzde 80. Ancak finalde bir B planları olduğunu da gösterdiler. 1’inci dakikada golü bulunca inisiyatif futbolu oynamak anlamsızdı. Topu hiç gevelemeden öne aktarmayı seçtiler. O yüzden de sadece %64 pas isabet oranında kaldılar. Buradan çıkarılacak ders sanırım şu: Evet, bu yılın trendi inisiyatif futbolu. Hemen hemen tüm başarılı takımlar inisiyatif alarak kupa kazandılar. Ancak gerektiğinde de pragmatik bir B planınız olmalı. Liverpool’un finalde yaptığı gibi.
FAUL ARASI FUTBOL
· 10: Finaldeki toplam faul sayısı Şampiyonlar Ligi finalinde toplam sadece 10 faul oldu. İki takım 5’er faul yaptılar. Göztepeli Jerome’un Fenerbahçe, Alanyalı Ceyhun’un Galatasaray maçında tek başlarına ulaştıkları sayı bu! Geçtiğimiz günlerde oynanan bir başka finalde, Gazişehir-Hatay maçında 39 faul yapıldı mesela. Türkiye’de yıllardır ‘faul arası futbol’ izlemeye çalışıyoruz. Üstüne para vererek. Devler Ligi finalinin tansiyonunu sanırım herhangi bir yerel müsabakayla kıyaslayamayız. Ama finalde yapılan toplam faul 10, çıkan kart 0. MHK’nın bu yaz eğitimlerinde bir numaralı gündem maddesi bu olmalı. Önleyici hakemlik yapılmalı artık. Erken kart çıkarmaktan korkmamalı. Niyeti oynatmamak olanı, stratejik faulcüyü erken cezalandırmalı.
HAFTANIN RAKAMI