Uğur Meleke

Lemina ile 166 dakika!

14 Eylül 2019
KASIMPAŞA, ligin finansal olarak en doğru yönetilen kulüplerinden biri. 2012’den bugüne Kalu Uche, Isaksson, Babel, Donk, Castro, Scarione, Eren, Mensah, Diagne, Trezeguet gibi doğru transfer yatırımlarıyla hem istikrarlı bir futbol takımı, hem de kârlı bir kulüp yarattılar.

 Araya bir de muhteşem tesis sıkıştırdılar. Ancak korkarım ki son iki transfer döneminde yapılan transferler aynı oranda başarılı değil. Ocak 2019’da transfer edilen Hajradinovic, Heintz, Azad ve Perica’dan bir verim elde edilemedi. Eduok-Diagne-Trezeguet kaybı süreci sonrası takım Quaresma’ya atılacak uzun toplara teslim olmuş, Mame Thiam da kuvvetli ama daha fazlası yok.

Kemal Özdeş, geride sıkı kapanan ve kontra atağa çıkan bir takım yaratma düşüncesinde değil. Geçen hafta Ankaragücü’ne yenilirken topa %63 sahip oldular. Trabzon’a karşı yüzde 50-50 topu paylaştılar. Alanya’dan 4 yedikleri maçta bile %54 topla oynadılar. Ortalama 11 faul yapan, kendilerine 17 faul yapılan bir ekip Kasımpaşa. Bu pozitif mantalitenin iyi futbolculara ihtiyacı var. Ve ellerinde bu yok.

KALİTELERİ YETMEDİ

Dün de Galatasaray’a karşı mümkün olduğunca top oynamaya gayret ettiler; Quaresma İlhan’ın ortasında biraz daha ciddi olsa belki bu iyi niyetlerini puana çevirebilirlerdi. Ama kaliteleri yetmedi. Galatasaray için de özellikle orta sahaları bu derece hazırlıksızken, Kasımpaşa çok uygun bir rakipti doğrusu.

Nzonzi adaptasyon sürecinde. Muhtemelen ilk 11 başladığına kendisi de şaşıran Lemina sahada 30 dakika kalabildi. Ki Lemina’nın 2019 yılında toplam oynadığı futbol 136 dakikaydı zaten. Milli takımla zaten bir yıldır maça çıkmadı. Southampton’da da hem karın kası sakatlığı, hem de Hasenhüttl’la yıldızının barışmaması sonucu 2019’da sadece 3 maça çıkmıştı Gabonlu. Lemina’nın yerine giren Ömer ve Belhanda’nın iyi futboluna Falcao’nun arzusu eklenince, 3 puana yetti dün.

Galatasaray’ın dün ileri altılısının 4’ü yeni transferlerdi. Nzonzi ikinci, Lemina ve Falcao ilk maçlarını oynadılar. Bir uyum sorunu olması doğal. Terim’in amacı şüphesiz ki bu uyum sorununu, 5 gün sonraki Brugge sınavına kadar çözmek. İşi hiç kolay değil doğrusu.

95 saniyede bir çizgi

Premier Lig, ortalama VAR inceleme süresi olarak 29 saniyeyi hedefledi. Bu süreyi bile fazla bulan sporseverlere hakem şefi Riley, “bir gol sevinci ortalama 62 saniye sürüyor, biraz sabredin” diye seslendi. Dün Thiam’ın bariz ofsayttan attığı golün incelemesi (61:10’dan 62:45’e) tam 95 saniye sürdü. Riley burada şef olsa, bu inceleme süresini savunamaz, istifa ederdi herhalde!

Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet tarihinde bir ilk!

12 Eylül 2019
Millilerin pırıl pırıl çocuklarla 2020 rotasına girmesi mutlu ediyor.

Andorra maçında, Avrupa’da doğmuş ama yolu Süper Lig’den geçmemiş bir oyuncu vardı. Moldova maçındaysa iki isim vardı. Yeni milli takımı, ligimiz üzerinden Avrupa’nın 5 büyük ligine giden oyuncular oluşturuyor. Bu bir ilktir...

Cumartesi gecesi Andorra karşısına 4 Süper Lig oyuncusu, 7 lejyonerle çıktık. Ancak o 7 lejyonerin 6’sı, Zeki, Çağlar, Merih, Umut, Yusuf ve Cenk (Evet, Cenk Almanya’dan geldi ama Süper Lig’de yıldızlaştı), burada filizlenip, Avrupa’nın 5 büyük liginin yolunu tutmuş oyunculardı. Daha önce gurbetçi ağırlıklı kadrolar kurduk, ancak bu farklı. Bu kadro gurbetçi değil, Süper Lig üretimi Avrupalı sayısı bakımından bir rekor. Süper Lig üretimi 6 Avrupalı bulunan bu kadro, 96 yıllık Cumhuriyet tarihimizde bir ilk. Bundan tam üç yıl önce, Eylül 2016’da Hırvatistan’la deplasmanda 1-1 berabere kalan 11’imizde Süper Lig’de forma giymeyen 3 futbolcu varmış (Kaan, Hakan ve Emre Mor). Üçü de Avrupa’da yetişmiş, yolu hiç Süper Lig’den geçmemiş, ‘gurbetçi’ diye tabir ettiğimiz oyuncular.

Yusuf Yazıcı'nın hikayesini izliyoruz;

<script src="https://embed.dugout.com/v3.1/sporarena.js" data-dugout-video="eyJrZXkiOiJlS3NRcWE2dyIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiIsImFkcyI6InBvc3Qtcm9sbCJ9"></script>

İkinci ligden Avrupa’ya gittiler

2 yıl önce, Eylül 2017’de Hırvatistan’ı 1-0 yenen ilk 11’imizde yine 3 gurbetçi görev yapmış (Kaan, nuri ve Hakan). Ancak onlara o gün iki de yerli üretim lejyoner eklenmiş: Çağlar ve Arda. 1 yıl önce, Eylül 2018’de İsveç’i 3-2 yenen ilk 11’imizde gurbetçi sayısı yine 3’müş (Sinan, Kaan ve Hakan). Ancak o maçta lig üretimi lejyoner sayımız 5’e çıkmış (Zeki, Çağlar, Okay, Cengiz ve Cenk). Yine bir Eylül akşamı, geçen cumartesi Andorra önündeki 11’imizdeki (ikinci ligden yetişmiş Çağlar ve Zeki’yi de katarak) bir Süper Lig gururu yaşanmış. İlk 11’imizin 4’ü aktif Süper Lig oyuncusu, 6’sı da buradan yetişip veya gelişip Avrupa’nın devlerinin yolunu tutan futbolcular. İlk 11’imizde Hakan dışındaki 10 futbolcu, bu ligin üretimi. 96 yıllık Cumhuriyet tarihimizde daha önce elbette onlarca defa tamamı Süper Lig oyuncusu olan 11’lerle milli maçlara çıktık. Ya da Kasım 2018’deki İsveç maçı gibi birkaç müsabakada tam 9 lejyonerli 11’ler yaptık.

Bu tabloyu doğru okuyalım

Yazının Devamını Oku

2020’ye ilk rezervasyonu yaptık

11 Eylül 2019
Biz Eylül’deki bu iki riskli sınavı, ortak bir paketmişçesine bir arada ele aldık; ama Andorra ile Moldova taban tabana zıt iki müsabaka oldu doğrusu: Andorra’nın çok kötü kadrosu var ama iyi bir takım. Moldova’nın Andorra’ya göre çok daha kaliteli bir kadrosu var ama daha kötü bir takım görüntüsündeydiler.

Andorra’nın en iyi oyuncusu Norveç 2.Ligi’nde oynarken, ekip bir amatörler karmasıyken, grup halinde hareket etmeyi iyi beceren, sahayı iyi parselleyen bir takım yaratmışlar. Dünkü Moldova’daysa takımın lideri Cagliari’li Ionita’ydı, kalede Fortuna’da direkt oynayan Koselev görev yaptı. Hatta iki Rus, bir de Portekiz Ligi oyuncusu daha vardı ekipte.

Ama Andorra’ya göre daha kırılgan ve daha dağınık bir rakip bulduk karşımızda. Tabii ki cumartesi gecesine göre daha iyi izlenim vermemizde bizim takımdaki değişimin de önemli rolü var. Cumartesi gecesi gereksiz bir panikle oynadık. Daha ilk 15-20 dakikada, golü hemen atamazsak elimizden Dünya Kupası gidiyormuşçasına telaşlıydık.

Biz telaşlı oynadıkça, topu sürekli çizgiye taşıyıp kenar ortası yaptıkça Andorra’nın direnci artmış, sporcularımız da ölüp ölüp dirilmişlerdi 3 puanı alana kadar. Vodafone Park’ta ne kadar telaşlıysak, Kişinev’de o kadar sakindik enteresan bir şekilde. Güneş, cesur bir 4-4-2 ile başladı maça. Sağ açıkta Deniz, sol açıkta İrfan topu çizgiye taşımak yerine sıkça içeri kat ettiler. Santrforlarımız Kenan-Cenk’le beraber daha güçlü bir yetenek dörtlüsü kurduk orada.

Andorra maçında (ve aslında bundan önceki belki 5 maçta da) hayalet bir performans gösteren Hakan’ın, Yusuf’la ya da Güven’le cumartesi akşamı hiç kuramadığı iletişimi; dün Dorukhan’la Cenk rahatlıkla, telepatik bir biçimde kurdular. Onların telepatisine Deniz’in yeteneği de eklenince, kırılmaya müsait Moldova ekibini alt ettiler rahatlıkla. Kalan 4 maçımızın ikisi içeride, biri de Andorra’da... Eğer Ekim-Kasım’da ekstra bir hata yapmaz, zaten doğal olarak almamız gereken 7 ya da 9 puanı toplarsak, 2020 vizesini rahatlıkla alacağız umarım.

Çocuk korosu asaleti

Sanırım son zamanlarda dinlediğim en iyi ulusal marş performansıydı bu. Dün gece Kişinev’de pırıl pırıl bir grup Moldovalı çocuk, iki ülkenin milli marşını kusursuz bir şekilde okudular. Dillerini bilmedikleri bir ulusun, muhtemelen anlamına da hakim olmadıkları marşını mükemmel bir şekilde okuyan Moldovalı çocukları görünce Dünya için umutlandım doğrusu.

Yazının Devamını Oku

'VAR'A VAR gerek

10 Eylül 2019
Premier Lig’de VAR’ın ilk ayının sonunda gelinen nokta ilginç: Ortalama 120 dakikada bir karar incelendi, 600 dakikada bir karar değişti. Bu süre İtalya’da 450, Almanya’da 347, İspanya’da da 300 dakika. Süper Lig’deyse ilk 3 hafta itibariyle her 162 dakikada bir karar değişiyor.

Yani VAR müdahalesi anlamında Premier Lig’in yaklaşık 4 katı ortalama tutturduk. Ortaya iki ihtimal çıkıyor: Ya Türkiye’de hakemler öyle kötü ki, maçları VAR adeta yeniden yönetmek zorunda kalıyor! Ya da biz hâlâ VAR’ın temel prensibi olan ‘net ve bariz hata’ kavramını oturtamadık. Yani VAR’a da bir VAR gerek. İngiltere Premier Lig, devler içinde VAR’a son geçen turnuva. Sebebi de basit: Uygulamanın problemli başlangıç sürecini minimum krizle atlatmak, arızalarını başka liglerde ve yerel kupalarda görmek. Premier Lig’de uygulamayı en az hata ile başlatmak. Başlattılar da aslında... İlk 4 hafta itibariyle 30 pozisyon dev ekranlara yansıdı ve incelendi. Yani 120 dakikada bir inceleme yapıldı, bu pozisyonların da sadece 6 tanesinde karar değişti. Toplam 5 gol iptal edildi, bir de penaltı verildi.

TÜRKİYE’DE 4 KAT!

Peki Süper Lig’de ilk 3 haftada VAR nasıl kullanıldı? Sadece 27 maçta tam 15 karar değişti. Yani VAR müdahalesi anlamında, Premier Lig’in yaklaşık 4 katı ortalama tutturduk. Murat Tanırlı’nın raporuna göre ilk 3 haftada VAR müdahalesiyle 7 penaltı verildi, biri iptal edildi; bir gol verildi, 5’i iptal edildi, bir de kırmızı kart var.

Yine bu veriler kadar enteresan olan bir başka detay da, Premier Lig’de VAR uygulamasına geçildikten sonra penaltı+kırmızı kart sayısının dramatik biçimde azalması. İngiltere’de bu sezon ilk 40 maçta 9 penaltı, 5 kırmızı kart kararı var. OPTA’dan Duncan Alexander’ın araştırmasına göre bu sayı, son 5 sezonun en düşüğü. Süper Lig’deyse ilk 27 maçta 11 penaltı-11 kırmızı kart söz konusu. Bu da kırmızı kartlarda son 5 sezonun en yüksek ortalamasına ulaştığımızı gösteriyor.

Bu veriler ışığında sanırım iki farklı sonuca ulaşılabilir: Ya Türkiye’de VAR oyuna gereğinden fazla müdahale ediyor. Yani “net ve bariz hata” kavramı, tam anlamıyla kavranamamış. Ya da Süper Lig’de hakemler öyle kötü ki, VAR’lar maçı adeta monitörden yeniden yönetiyor. Ben bu iki fikrin ikisinin de kısmen geçerli olduğuna inananlardanım. Milli maç arası sonrası hem VAR’lar ‘yüzde yüz, bariz, net, herkesin hemfikir olabileceği türden bir hata’ görmedikleri sürece hakemi çağırmamalılar. Hem de sahadaki hakem, nasılsa kulaklıkta VAR var diye, daha rahat davranmamalı. Maçları eskiden nasıl yönetiyorsa, o cesaretle, dikkatle ve kararlılıkla yönetmeli yine.

Yazının Devamını Oku

On numaralar ölmedi Süper Lig’de yaşıyor!

8 Eylül 2019
Premier Lig’de sadece üç adet on numaraya yer verilirken Türkiye’de bu sayı 13...

2013’te dünyanın en iyi 500 futbolcusunun 59’u klasik 10 numaralarmış. Bu sayı 2014’te 51, bir yıl sonra 41, ardından 37 ve nihayet 2019’da 30’a düşmüş. Premier Lig’de bu hafta 20 takımın sadece üçü klasik on numaralı 4-2-3-1 oynadılar. Peki nereye gidiyor bu on numaralar sahi?

Hayat çok hızlı değişiyor. Tarih ivmelendi. Dünyanın 100 yılda yaşadığı gelişim önce 10 yıla sıkıştı. Sonra her sene, bir öncekini demode göstermeye başladı. Öyle baş döndürücü bir sürat var hayatımızda. Hayatın küçük bir demonstrasyonu olan futbolun da bu hızdan nasibini almaması mümkün değil. Mesela sağlık sorunları nedeniyle 5 yıl komada kalan bir futbol fanatiği, bugün uyansa ve televizyonda bir maç izlese peş peşe şu sorular dökülürdü ağzından herhalde: Hakem neden ikide bir kenara gidiyor ki? Ne izliyor orada? Aut atışında ceza alanı içinde mi dokunuluyor artık? Böyle elle oynama olur mu yahu? Sahi o yaratıcı, ayakları kadife, zeki on numaralar nereye kayboldu?

59’DAN 30’A DÜŞTÜ

Futbol analisti Omar Chaudhury’nin araştırmasına göre 2013’te dünyanın en iyi 500 futbolcusunun tam 59’u klasik on numaralarmış. Ama o günden beri bu listedeki klasik oyun kurucuların sayısı 59, 51, 41, 37, 30 şeklinde dramatik biçimde azalmış. Geçtiğimiz hafta Premier Lig’deki 10 maçı izledim. 20 takımın sadece üçü (Norwich, Everton ve Tottenham) sahaya 4-2-3-1 dizilerek başladılar. Onların dışında Liverpool, Arsenal, Chelsea, Villa ve Palace 4-3-3, M.City, United, Leicester ve West Ham 4-1-4-1, Burnley ve Bournemouth 4-4-2, Wolves ve Sheffield 3-5-2, Southampton 4-2-2-2, Brighton 3-4-3, Newcastle 5-4-1, Watford da 3-4-2-1 dizildi sahaya.

TAKTiKSEL OLARAK iKiNCi KÜME TURNUVAYIZ

Süper Lig’deki 9 maçta durum bu kadar karmaşık değildi tabii! 18 takımın 13’ü 4-2-3-1, dördü (G.Saray, Beşiktaş, Başakşehir ve Antalya) 4-1-4-1, biri de (Trabzon) 4-4-2 oynadılar. Yani Premier Lig’de sadece üç adet on numaraya yer verilirken, Süper Lig’de bu sayı 13’tü.

DEViR DEĞiŞTi

Yazının Devamını Oku

Abdullah Avcı, itfaiyeci değil

5 Eylül 2019
Boyd, Douglas ve Elneny'nin etrafında yeni bir Beşiktaş yaratılabilir.

ALMAN futbolunda çok güzel bir terim var. Bir takıma gelip çok kısa sürede etki edebilen hocalara ‘Feuerwehr’, yani itfaiye kurumu diyorlar. Biz de yıllanmış alışkanlıkları itibariyle itfaiyeci bir futbol ulusu olduğumuz için, Abdullah Avcı’nın uzun vadeli yangın söndürme metotlarına çok alışık değiliz.

Elbette futbolda itfaiyeci hocalara da ihtiyaç var. Almanya’da Felix Magath, İngiltere’de Roy Hodgson, farklı yöntemlerle kısa sürede birçok yangını söndürdüler son çeyrek yüzyılda. Türkiye’de Hikmet Karaman ve Rıza Çalımbay, zor durumdaki birçok takıma kısa süreli ilaç oldular. Ama kabul edelim ki, orta ve uzun vadede başarı için itfaiyeye değil, bilgiye, akla, zamana, sabra, matematiğe ihtiyaç var. Şu anda Abdullah Avcı’nın da ihtiyacı olan hemen hemen bunlar.

Elbette akla şöyle bir soru geliyor: Şenol Güneş de asla itfaiyeci bir hoca değil. O da Beşiktaş’a geldiğinde kulüp bir yeniden yapılanma içindeydi. Onun yok muydu bu ihtiyaçları? Vardı elbette. Ama iki sebepten dolayı Şenol Güneş, daha kısa bir sürede aştı problemleri:

O BİR KOD YAZICIDIR

1- Güneş, yetiştiriciden ziyade geliştirici bir teknik adam. “Bir futbolcuyu genç yaşta alayım, sıfırdan kodlayayım, tepeden tırnağa bir Şenol Güneş oyuncusu yaratayım” değil mottosu. Kendini olmuş sanan adamı da yeniden oldurabilen bir hoca. Quaresma, Cenk ya da Babel, hepsi Beşiktaş’a geldiklerinde milli takımlarının tekrar kritik parçaları olabileceklerini zannetmiyorlardı. Ama oldular. Biri 32, biri 30, biri 24 yaşındalardı. Biri Portekizli, biri Türk, biri Hollandalı. Güneş için fark etmiyor. Bir sporcunun iyi yönlerini parlatıp, kötü özelliklerini törpüleyebilen bir simyacı o.

Abdullah Avcı ise bir kod yazıcı. Sıfırdan yaratıcı. Olmuş adamı bir heykeltıraş edasıyla yeniden şekillendirmektense, öğrenmeye aç sporcuyu kodlamada daha başarılı. Visca’yı sıfırdan kodlayan, kendisiyle çalışmadan önce çok fazla insanın tanımadığı Mahmut’u, Cengiz’i uluslararası oyunculara dönüştüren o.

<script src="https://embed.dugout.com/v3.1/sporarena.js" data-dugout-video="eyJrZXkiOiJLeFNwcHlQaCIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiIsImFkcyI6InBvc3Qtcm9sbCJ9"></script>

2- Şenol Güneş’in 2015 yazında teslim aldığı kadro, tam da onun eğip bükebileceği türden, yetişmiş ama aç futbolculardan kuruluydu. Gomez, 30 yaşındaydı ama 20’sindeki kadar açtı. Almanya’ya kendini yeniden ispat etmek ve Euro 2016’ya gitmek istiyordu. Gitti de... Atiba, Quaresma, Tosic, Rhodolfo (ve sonra Marcelo), Sosa, hepsi 28 yaş üstü, hepsi temel futbol bilgisine sahip. Ve hepsi dünya futboluna kendilerini yeniden göstermek istiyorlar. Güneş için çok uygun bir kadroydu o.

Yazının Devamını Oku

Tek devrelik “Max de Souza”

2 Eylül 2019
Uğur Meleke yazdı.

10’uncu saniyede ilk ara pasını attı, Muriqi karşı karşıya değerlendiremedi. 9’da araya harika bir pas daha attı, Deniz yetişemedi. 16’da Rodrigues’e golü attırdı, aynı Rodrigues 32’de bir benzerini değerlendiremedi. Yine Rodrigues’e 44’te verdiği pası, Yeşilburun’lu oyuncu direğe nişanladı. 47’de bu kez Muriqi’i kaçırdı, Uğurcan başarılıydı o dakikada da...

Yukarıda birkaçına değindiğim ve birçoğuna da değinemediğim sayısız pozisyonun yaratıcısı Max Kruse’ydi dün gece. Ya da ilk 45’teki haliyle: Max de Souza... Maçın ilk yarısında Fenerbahçe’nin baskın bir oyun oynamasında başroldeydi. Eğer Muriqi ve Rodrigues biraz daha becerikli olsalar ya da Uğurcan mükemmel bir maç çıkarmasa, sarı-lacivertlilerin fişi ilk devrede çekmesi işten değildi.

Maçın ikinci yarısındaki dengeli görüntünün sebebi de, hem Alman oyuncunun yorulması, hem de Karaman’ın Kruse’nin özgürlük alanını daraltması oldu zaten. Trabzonspor genelde 4-4-2 diziliyor bu sene sahaya. Bu diziliş orta sahada şu ana kadar büyük bir handikap yaratmamıştı ama Kruse tam bir on numara gibi oynayınca, orta sahayı büyük bir enerjiyle üçleyince, dün ilk 45’te asimetri oluştu merkezde. Ünal Karaman’ın, Fenerbahçeliler’in merkezi 3-2 ele geçirmesine engel olmasının tek yolu da Doğan’ı sokmaktı. Doğan girdi, Ekuban sağa gitti, Trabzon ikinci yarıda 4-3-3 dizilerek orta sahada dengeyi sağladı. Kruse’ye (ve onun sürekli oynattığı Rodrigues’e) daha az alan bıraktılar böylece. İlk 60’ı kasırga gibi oynanan maçın son 30’u rölantide tamamlandı böylece.Son bir parantezi, Uğurcan için açmalıyım. Trabzonsporlu genç futbolcular farkındalar mı bilmiyorum, bu yıl tüm Türkiye’de taraflı-tarafsız hemen herkesin sempati duyduğu, takdir ettiği, genç-dinamik bir ekip oldular. Ünal Karaman önderliğinde hedefleri hep olumlu işler, hep pozitif futbol. Sparta Prag ve AEK eşleşmelerini tüm Türkiye izledi. Büyük takım soğukkanlılığıyla geçtiler iki turu da. Büyük takım, büyük futbolculardan oluşur. Büyük futbolcu, her koşulda galibiyeti düşünür, 30’uncu dakikada vakit öldürmeyi değil. Uğurcan, benim nazarımda büyük futbolcu. Her davranışı da büyük futbolcu gibi olmalı öyleyse. Harika futbolunu, anlamsız vakit öldürmelerle gölgelememeli genç adam.

Tolga’nın kararları

Cruyff, Zidane’la ilgili söylemişti sanırım: “Zidane’ın topla yaptıklarını, Brezilyalı genç bir çocuk portakalla yapabilir. Ama futbol bununla ilgili değil. Futbol, doğru zamanda doğru kararları vermekle ilgili” Dün Tolga Ciğerci, 7’te Rodrigues’e vermeme, 15’te araya basit bir pası zamanında atmama kararlarıyla takımını belki de iki golden etti.

 

Yazının Devamını Oku

Adebayor Diagne'den daha genç

31 Ağustos 2019
AĞUSTOS maçları biraz böyledir, teknik adamlar transfer ihtiyaçlarını yönetime kadro seçimleriyle iletirler.

Dün herkes kartlara, verilen-verilmeyen gollere odaklanacak ama bence antrenörlerin ajandaları farklı: Dün Kayseri’de tam 4 kaleci kadrodaydı. Bir resmi maçta dünya rekoru olabilir bu! Galatasaray’da da göbekte göbekli Ömer, hücumda da Adebayor’dan kafaca yaşlı Diagne seçimleri, birer mesaj içeriyor. Terim, acil transfer istiyor.

Diagne’li 45 dakikada paralize bir Galatasaray izledik dün. İkinci-üçüncü bölge geçişi sadece Feghouli’ye bağımlı bir Galatasaray. İkinci devrede de belki mükemmel oynamadılar ama Babel’in ileri uçta olduğu bölümün bilançosu şu: Bir gol attı, bir penaltı yaptırdı, iki golü sayılmadı, Abdennour’a iki kartı da o göstertti. Ama Terim’in son oyuncu değişiklik hakkını Jimmy-Yunus değil Linnes’ten yana kullanmasından anlaşılan şu: Terim, kadrosunu yetersiz buluyor. Sadece Falcao da değil, daha fazlasını istiyor.

Bu arada sonuçtan bağımsız iki detaya parantez açmak lazım: Birincisi, Nzonzi... Bunca kötünün içinde yine ayakta kaldı. Oyunu biliyor, Galatasaray’ın kaybettiği toplarda doğru yerde olmayı başarıyor. Muhtemelen en az Fernando kadar katkı yapacaktır sarı kırmızılılara. 30 yaşında ama Galatasaray’ın 500 bin Euro opsiyonla ikinci bir yıl daha kiralayabildiği kontrat makul. Halen milli takım oyuncusu. Üstelik Fransa’nın merkezde Pogba, Kante, Ndombele, Matuidi, Tolisso, Rabiot, Capoue, Doucoure ve daha fazlasından oluşan süper bir havuzu varken.

İkinci detaysa, daha can sıkıcı: 1’inci dakikada Ömer, 5’te Rienstra, 6’da Henrique, 7’de Feghouli, 8’de Adebayor, 9’da Henrique, 10’da Ömer... Bunlar keşke maçtaki şut dakikaları olsaydı! Ama maalesef faul dakikaları bunlar. Ben bir yerden sonra not almayı bıraktım, ama mesela Henrique faul yapmayı bırakmadı! 48’de Feghouli hızlı hücuma çıkarken çekip indirdiği hareket, tam 6’ncı faulüydü. Türkiye’de ilk 1 saatte kart çıkarılması yasak olduğu için(!), tek başınıza rahatlıkla 48 dakikada 6 faul yapabiliyorsunuz bu ligde. Sonra “gençler neden Süper Lig izlemek istemiyor” diye hayıflanıyoruz. Bu oyuna olağanüstü gönül bağı olmayan bir gencin para verip “faul arası futbol” izlemek istememesi çok doğal bence.

Maç çığırından nasıl çıktı?

“FAUL arası futbol”u biraz daha detaylandırayım: Dünkü ilk bir saatte (yani 11’e 11’ken) Kayserispor toplam 16 faul yaptı. Bunların 13’ünü ikinci ve üçüncü bölgede yaptılar. İlk bir saati Henrique 6, Adebayor ve Mensah 3’er, Rienstrea 2 faulle geçtiler. Bunların hepsi orta saha ve hücum oyuncuları. (Henrique kırmızı kartı, sekizinci faulünde gördü)

Yazının Devamını Oku