Uğur Meleke

Sumo güreşi manifestosu

29 Ağustos 2019
İki maç sonrası yaşananlar ders verici nitelikteydi.

GEÇTİĞİMİZ hafta sosyal medyada üst üste iki derslik hadise yaşandı bence: Önce Barcelona, sonra Crystal Palace resmi twitter hesapları, kazanılan maçlar sonrası rakipleriyle ilgili saygı dozajı düşük, neredeyse çocukça diye tanımlayabileceğimiz şakalar yapmaya kalktılar. Neyse ki dünyayı henüz tamamıyla 1319 yaş sosyal medya gençliği esir almadığı için çok haklı reaksiyonlar geldi bu çocukça şakalara. La Liga’nın ikinci haftasında Barcelona, Real Betis’i 5-2 yendi. Ve size (özellikle genç okuyucularımıza) bir sır vereyim, inanır mısınız, Barcelona Betis’i ilk kez farklı yenmedi! İspanya’da da, dünyanın her yerinde de 150 yıldır zaman zaman böyle sonuçlar olabiliyor. Ama belli ki Barcelona kulübü, sosyal medya hesaplarını bu bilinçteki insanlara teslim etmediği için twitter’dan yersiz bir şaka yayınlandı: Betis’ten yeni transferleri Junior Firpo’nun taraftara tek elle selam verdiği bir fotoğrafını yayınlayıp (muhteşem, inanılmaz, hiç kimsenin aklına gelmeyecek, müthiş zeka ürünü 5 parmak esprisiyle) 5-2’lik sonuca gönderme yaptılar.

BARCELONA VE FIRPO UTANDI

3-5 lİkE, 3-5 retweet almışlardır muhakkak! Ama elbette dünya henüz halen tamamen ‘like’ odaklı yaşayan kitleye temsil edilmediğinden utananlar oldu bu hareketten. Genç Firpo utandı, futbol tarihinin en köklü ve saygın kulüplerinden Barcelona utandı. Ve rakiplerinden özür dilediler bu saygısız hareketten dolayı.

Barcelona Kulübü’nün gafını Crystal Palace izledi sonra. Wilfried Zaha’nın hafta sonu Manchester United’lı Ashley Young’a peş peşe attığı 2 çalımın videosunu yayınlayarak, “Wilf dans ettiriyor” yazdılar twitter’dan. Bu kez utanan Crystal Palace’ın kendi oyuncusu, Zaha’nın takım arkadaşı Andros Townsend’di. Şu muhteşem yanıtı verdi Townsend: “Dünyanın en iyi kenar hücumcularından birisi, 34 yaşındaki bir eski hücumcuya karşı... Young, iki kez geçilmesine rağmen toparlanıp ortayı engellemeyi başarıyor. Bununla alay etmek yerine alkışlamalıydık bence.”

Townsend 28 yaşında. Yani o alay edenler ve o alayı beğenenlerle aynı jenerasyon muhtemelen. Ama belli ki hayatı telefon ekranını aşağı kaydırmaktan ibaret olmayan, düşünen-kafa yoran bir genç adam. Bugün yere düşen Young’ken, yarın düşenin de pekala Zaha olabileceğini biliyor. Ve bu genç adam, sokakların geleceğiyle ilgili az da olsa umut veriyor bize.

Daha önce de defalarca yazdım: Spor sahaları, aslında sokakların küçük bir demosu gibi... Dün sabah kaldırımda senin üstüne üstüne yürüyen o adam var ya, hatta trafikte de üstüne süren, spor sahasında meslektaşına saygı göstermeyen de o işte... Evet sokaklar düzelirse statlar düzelir. Ama statları düzeltip sokaklara tesir etmek de mümkün. Çünkü herkes, öyle veya böyle, göz ucuyla da olsa bakıyor o maçlara. Ve sonrasında yaşananlara.

Gençler, kaldırımlarında sağdan yürünen, yaya geçidinde yayaya saygı gösterilen bir ülke istiyorsanız... Kırmızı ışıkta durulan, markette sıraya girmeyi becerebilen bir kent hayal ediyorsanız, deplase olunuz lütfen... Yani yer değiştiriniz... Şu anda hayatta bulunduğunuz yeri bir sorgulayınız: Gerçekten de şu fani hayatta en önemli şey, Beşiktaşlılık, Fenerbahçelilik, Galatasaraylılık, Barcelonalılık olabilir mi? 4 milyar yıllık dünya tarihinde şu saçma sapan 21’inci yüzyıla denk geldik diye bütün bir ömrü, bütün bir etik anlayışını, bütün insani melekeleri tek bir spor kulübü uğruna heba etmeye değer mi gerçekten? Hayattaki bütün meseleniz bir futbol takımının galibiyeti olacak kadar sığ mısınız sahi?

Arsene Wenger’den bizzat dinlediğim bir anekdotta şöyle demişti bilge adam: “Genç futbolcuları izliyorum. Attıkları her golden sonra dillerini çıkarıyorlar. Utanıyorum. Sonra onlara izin günlerinde sumo güreşi izlemeyi salık veriyorum. Çünkü eğer kurallarını bilmiyorsanız, bir sumo güreşi müsabakasının sonunda kimin kazandığını anlayamayabilirsiniz. O koca koca, yüz elli kiloluk dev adamlar, saniyeler önce yerlerde yuvarlanmış ya da yuvarlamış olsalar dahi, vakur biçimde ayağa kalkar ve bellerine kadar eğilerek birbirlerine selam verirler. Ne galip çılgınca sevinir, ne de mağlup bir üzüntü emaresi gösterir. Maç biter, birisi kazanır, birisi kaybeder. Kazanan bir gün kaybedeceğinin, kaybeden de bir gün kazanacağının farkında olarak çekilirler köşelerine. Hayat da öyle değil midir zaten?”

Yazının Devamını Oku

Maç kazandıkça oyuncu kazanıyor

25 Ağustos 2019
Fenerbahçe’nin dünkü ilk 11’inin sekizi bu yıl gelen oyuncular. Yeni transferlerin oynamadığı sadece 3 pozisyon var: Sol bek, stoper ve ön libero. Enteresandır, o bölgelerin her birine de transfer düşünülüyor.

Benim bu tablodan anladığım şu: 2018-19 öyle kötü geçmiş ki, Fenerbahçe teknik ekibinin elinde olsa, istenen transferler tamamlansa, 11 yeni futbolcuyla sahaya çıkacaklar. Geçen sezondan kalan hiç kimseyi (mecbur olmadıkça) kullanmayacaklar. Ancak enteresandır, dünkü maçı son çeyrekte çeviren adamlar, geçen sezon içinde gelen Tolga, Ferdi ve Zajc oldular. Tolga ilk golde uzun metrajlı muazzam bir pas attı. İkinci golde Zajc araya oynayandı, asisti Ferdi yaptı. Demek ki Fenerbahçe’nin kadrosu derinleştikçe, rekabet arttıkça, faydalanılan oyuncu sayısı da artacak.

Yeni bir oyuncu için kötü takımda parlamak çok zor. Ancak Fenerbahçe maç kazandıkça, oyuncu da kazanacak belli ki.

EMRE ORGANİZE EDİYOR

Dün de sadece maç değil, oyuncu kazanılan bir gündü yine. Deniz sahada kaldığı süre boyunca son derece etkiliydi. Sadece sakat Moses’ın değil, savruk Rodrigues’in de önünde gibi. Zanka güvenilirdi. İlk 45’te kumanda yine Emre’deydi. Ofansta her hücumu neredeyse o organize ediyor, defansif olarak da çok iyi bir devre oynadı, sadece Arda’dan 4 kritik top kazandı. Ancak 50-55’ten sonra oyundan düştü, belini tutmaya başladı. Baktım, geçen yıl sadece 13 maçın 90 dakikasını tamamlamış.

Tabii ki kolay kolay geriye düşmeyen, ligin en az gol yiyen takımı Başakşehir’e Emre’nin 1 saati yetiyordu. Ancak geçen sezon 22 maça mağlup başlayan Fenerbahçe bu hastalığını çözene kadar daha uzun süre ihtiyaç duyacak Emre’ye. Başakşehir’deyse geçen sezonun ideal 11’inden sadece 4 adam başladı (Mert, Caiçara, Mossoro ve Elia). Doğal olarak da geçen sezona benzeyen sadece iki şey vardı sahada: Mert’in muhteşem oyun görüşü... Gol de onun çabuk düşünme ve emprovizasyon becerisiyle geldi zaten. îCaiçara-Visca sağ çizgi uyumu... Fenerbahçe’yi bölüm bölüm çok zorladılar, ama geçen sezonki alternatif planlar elde olmayınca sonuç alınamadı. Başakşehir, Visca’ya bağımlı görünüyor. Koca bir yılı sadece Visca’nın eline bakarak götüremezsiniz. Başakşehir’in bu yıl hücumda yaratıcılık konusunda çok zorlanacağı ortada.

MERT, SERKAN VE VOLKAN BABACAN

Şu anda Süper Lig’in en iyi kalecileri arasında sayılan ve son yıllarda A Milli takımın da sırayla bir numarası olan bu 3 kalecinin ortak özelliği, yollarının Fenerbahçe’den geçmiş olması. Ancak sadece yollarının Fenerbahçe’den geçmesi, hiçbirinin formayı Volkan Demirel’den alamaması ve ayrılmaları. Dünkü Mert’i izleyince aklıma geldiler bir kez daha.

Yazının Devamını Oku

Türkiye'de VAR 'yüzde 51'le çalışıyor

22 Ağustos 2019
Biz VAR statüsünü henüz tam olarak anlamadık.

VAR statüsü, masadaki hakeme sadece “net ve bariz bir hata” olduğunda devreye girmesini salık vermiş. Sadece yüzde yüz kesinliği olan bir hata. Siyah-beyaz kadar net olan, herkesin görebileceği kadar bariz bir hata. Ama maalesef Süper Lig’de VAR masası, “yüzde 100” değil “yüzde 51” kriteriyle hareket ediyor.

Geçtiğimiz çarşamba gecesi Vodafone Park’taki Süper Kupa finalinin 100’üncü dakikasında kaleci Adrian’la Abraham arasındaki mücadeleye hakem penaltı düdüğü çaldığında hepimiz gerilmiştik. Hakem Frappart’ın faul düdüğü doğru muydu? Adrian’ın Abraham’a penaltı gerektirecek net bir müdahalesi var mıydı? 30 saniye kadar VAR incelemesi olup olmayacağına kilitlendik (Daha fazla değil)... Sonuç: İnceleme yok. Penaltı atıldı. Ve gol geldi.

TARTIŞMA BiTMİYOR

Sebep şu: Frappart pozisyona yakındı. Pozisyonu net bir biçimde gördü ve bir karar verdi. Masa pozisyonu izledi, net ve bariz diye tanımlanabilecek bir hata görmedi. Bakınız, şu detay çok önemli: VAR, orta hakemin kararına katılmamış olabilir. Pozisyonun %51 oranla temiz olduğunu düşünmüş olabilir. “Ben vermezdim” diyebilir. Bunların hiçbir önemi yok. Net ve bariz bir hata yoksa VAR’a iş düşmüyor. VAR masası, tahkim masası değil. Maçın yönetimi hâlâ koşulsuz orta hakemde.

Bu maçtan birkaç gün sonra Süper Lig’i ve Premier Lig’i izledik. Her iki ligde UEFA Süper Kupa finalindekilere benzer pozisyonlar yaşadık. Galatasaray’ın Diagne ile kazandığı, City’nin Rodri ile kazanamadığı penaltıları hâlâ tartışıyoruz: Diagne’ye yapılan temasta
VAR’a gidilmeli miydi? Ya da Rodri’ye yapılanda? Size göre şöyle, bana göre böyle olan pozisyonlar.

NİYE DAVET ETTİ?

Her iki pozisyonda hakemler doğru ya da yanlış, düdük çaldılar, kararlar verdiler. Farklılıksa VAR uygulamasında. Şimdi size soruyorum: Denizlispor-Galatasaray maçının VAR’ı, orta hakemi neden monitöre davet etti? Eğer onun daveti doğruysa, City-Tottenham maçının VAR’ı neden davet etmedi? Zira iki pozisyon birbirine benziyor: Hakemler görüp birer karar vermişler. Aynen Süper Kupa finalinde Frappart’ın yaptığı gibi. Ortada yüzde yüz, net, bariz diyebileceğin türden bir tablo var mı? Yoksa “sana göre, bana göre” pozisyonlar mı her ikisi de? Bakınız, pozisyon maçın VAR’ı Palabıyık’a göre %51 penaltı olabilir. Yüzde 80 de olabilir. Yüzde 99 da olabilir (Ki bana göre de öyle). Ancak VAR statüsü, VAR’a “sen pozisyonun %99 penaltı olduğunu düşünüyorsan hakemi davet et” demiyor. Yüzde yüz, bariz, net bir hata (kural kitabındaki ifadeyle clear and obvious mistake) varsa davet et diyor.

Yazının Devamını Oku

Bir Emre resitali

20 Ağustos 2019
Duran topların başına geçmesi bile standardı değiştiriyor.

GEÇEN yıl Fulham böyleydi. Bu yıla Aston Villa benzer bir start verdi. Dün bu tarz bir başlangıcı Gazişehir’den gördük. Geçen sezonki tüm ayarları bozulmuş, format atılmış bir takım. 17 yeni oyuncu gelmiş, kaleci dışında ilk 11’inin tümü bu yenilerden. Üstelik sezona da (muhtemelen bazı oyuncularının kariyerinde hiç oynamadığı) 3-5-2 ile girdiler. Gelecekte bazı ayarları oturtabilirler elbette. Ama şu anki resimleri, Temmuz’da sezonun ilk hazırlık maçını oynuyormuşçasına dağınıktı. Yeniden yapılanma sancıları yaşayan Fenerbahçe için uygun bir fikstürdü elbette bu. Sarı-lacivertlilerin de ilk 11’inde tam 7 yeni adam var. Üstelik yeni savunma lideri Zanka’nın ilk maçı. Yeni bir ülkedeki ilk maçının 35’inci dakikasına lehte üç penaltı, 3-0 ve yüzde 86’lık topla oynama oranıyla girmek, şanslı bir başlangıç Zanka için.

MANCHESTER CITY GiBi

TABii ki maçın tüm hikayesi Gazişehir’in yeniden yapılanma sancılarından ibaret değil. Süper bir Emre vardı sahada her şeyden önce. Emre yeni sezonun ilk yarım saatinde 1 gol, 1 asist yaptı, 2 penaltı üretti. Onun bölgesinde oynayan bir oyuncu tüm bir sezonda bu istatistiği yakalayınca “iyi iş yapmış” diyoruz bazen. Emre yarım saatte yaptı bu katkıyı! istatistikle de yetinmedi, her hücum onunla başladı, onunla olgunlaştı. Manchester City’nin bir tarafta pas-pas-pas sonra diğer kenara ani dönüş taktiğini Emre uyguladı dün sahada. Duran topların başına onun geçmesi bile bir takımın standardını değiştiriyor. iki duran topu dışarıdaki Moses ve Rodrigues’e volelik servisler olarak kullandı. O toplar kendi kalibresinde bir oyuncuya atılsa, Emre’nin hanesinde 2 asist daha yazıyor olabilirdi. Emre’yle birlikte Fenerbahçe ön tarafında oynayan hemen herkesin sınıfı geçtiği bir gündü dün: Ozan, Yanal’ın vazgeçilmezi. Moses, sanırım Chelsea’ye dönme ihtimali (8 Ağustos’ta) teknik olarak bittiğinden beri kafaca daha iyi. Dün daha fazla maçın içindeydi. Kruse hep ciddi, son 2 golde araya tescilli paslarını attı. Muriqi hep çalışkan, süper bir gol vuruşu yaptı. Fenerbahçe kalan 11 günde Zanka’ya bir partner, Hasan’a da bir alternatif bulursa savunmada da daha güvenli hissedebilir.

RODRIGUES’iN iNCE AYARI

DÜN Fenerbahçe farklı kazandığı için göze batmadı ama Rodrigues gole gidebileceği iki kritik topu stop edemeyerek öldürdü fırsatları. Biri, ilk devrede Emre’nin akıl dolu frikiğiydi. Diğeri de ikinci devrenin başında Moses’ın ince pası. Rodrigues eğer ilk 11’de kalıcı olmak ve rolünü Deniz Türüç’e kaptırmak istemiyorsa, bu sorunları yaşamamalı.

Yazının Devamını Oku

30 milyonluk bir adam Sörloth

19 Ağustos 2019
Trabzonspor'un yeni transferi her geçen gün üzerine koyuyor.

BU maçın neticesi, goller, kartlar, puanlar üstü bir durum var öncelikle dile getirmemiz gereken. O da, geçtiğimiz perşembe akşamı Sparta Prag’la 90+7’nin son saniyesine kadar muhteşem bir mücadele veren Trabzonspor’un öncelikli hedefinin, yine bu perşembe gideceği Atina deplasmanı olması. Ünal Karaman’ın Kasımpaşa karşısında Hüseyin, Hosseini, Abdülkadir Parmak ve Ekuban gibi aslarını dinlendirip Campi, Ivanildo, Yusuf Sarı gibi alternatif oyuncularına forma vermesi. Ben bu konuyu yazdıkça, mevzunun sadece ülke puanıyla ilgili olduğunu zanneden bir kesim var. Evet, Karabük karşısında aslarını oynatıp Hoffenheim önüne yedeklerle çıkan Başakşehir gibiler ülke puanına ağır darbe vurdular. Ama mesele sadece bu değil. Mesele, biraz da vizyonla ilgili. Östersunds gibi sıradan bir takımla Galatasaray’a kafa tutan idealist teknik adam Graham Potter, bugün İngiltere Premier Lig’de Sheffield United’la tepeyi zorluyor. Geçen sezon Eintracht Frankfurt’la Avrupa Ligi’nde harika bir performans gösteren Luka Jovic, şimdi Real Madrid forması giyiyor. Çünkü Avrupa Ligi uluslararası bir arena. Yerel liglerin en iyi futbolcuları, en iyi hocaları o sahneye çıkarak (eğer varsa) bireysel hedeflerine ulaşmak için çabalıyorlar. Tabii böyle bir hedefleri varsa... Global hedefler peşindeki vizyoner teknik adam Ünal Karaman’ı ve Trabzonlu futbolcuları canı gönülden tebrik ederim bu sezonki istekli çizgilerinden dolayı.

ÜNAL KARAMAN’IN ELi DAHA RAHAT

Dün Beyoğlu’nda oynanan müsabakayı ise, Süper Lig’in birinci haftasının genel görüntüsüyle birlikte değerlendirmek gerek sanırım. Göztepe-Antalya da, Konya-Ankaragücü de böyleydi; sanki herkes sezonu olması gerekenden erken açmış. Sanki herkes yorgun ve bitkin. Sanki herkesin kafası, transfer sezonu bitene kadar çok rahat değil gibi.

Ünal Karaman’ın eli, esasında geçen sezona göre daha rahat. Artık kulübeye baktığında sadece 18-19 yaşında çocuklar değil, oyuna sokup etki edeceğine inandığı büyük adamlar görebiliyor. Ama hâlâ kadro derinliği tam anlamıyla yeterli değil. Parmak’ı dinlendirmek için sahaya sürdüğü Mikel eksik oynattı takımı mesela. Nwakaeme de sanki perşembe gecesi uzatmalardaki 7 dakikalık resitalinin ardından biraz daha alkış bekliyor gibiydi!

Sörloth’sa farklıydı diğerlerinden. Londra’da geçirdiği talihsiz 1-1.5 yılda oynamayı özlemiş. Sürekli sağa-sola deplase oluyor, sürekli alıyor-veriyor, arıyor. Bana öyle geliyor ki, Trabzonspor Sörloth’un 2021’in sonundaki 6 milyon Euro’luk opsiyonunu kullanıp, onu markette 30-35 milyona değerlendirmek zorunda kalacak. 1,93’lük dev bir adam bu. Doğaldır ki fundamental olarak yavaş gelişiyor. Koordinasyonu yeni oturuyor. Ama her geçen gün üzerine koyuyor genç adam. Dün Crystal Palace’ı da 90 dakika izledim, bence formayı alamadığı Benteke’den daha iyi durumda Sörloth.

OBI MIKEL’İN ADI KALMIŞ

TRANSFER haberini duyduğum anda zaten zihnimde büyük soru işaretleri oluşmuştu. Obi Mikel, fiziksel kuvvete dayalı bir oyun oynuyor. Fiziksel olarak iyi durumda olmadığında da doğal olarak sıradanlaşıyor. Onun Trabzon’a düşük fiziksel seviyeyle geleceğini tahmin ediyorduk, öyle de oldu. Prag’da olduğu gibi Beyoğlu’nda da çok kötü bir devre oynadı Obi Mikel.

 

Yazının Devamını Oku

Unutulmaz finaller bu kentte oynanır

15 Ağustos 2019
İstanbul yine muhteşem bir karşılaşmaya ev sahipliği yaptı.

Belki Liverpool’la Chelsea arasında geçen yıl oluşan 25 puan farkına, Klopp’un takımına düzülen övgülere ya da Londra ekibinin transfer yasağına odaklananlar, maçın tek taraflı geçeceğini düşünüyorlardı. Ama hafta sonu Chelsea’nin Manchester United’a 4-0 kaybettiği maçı izleyenler muhtemelen aynı görüşü paylaşmıyorlardı. Lampard, kısıtlı imkanlarla çok dinamik bir takım yaratmıştı. Ve üstünün erken çizilmesine hiç razı değildi. Lampard’ın Chelsea’si, United’a karşı topa daha fazla sahip olmuş, daha fazla şut atmış, pas yapmış ve daha çok isabet bulmuştu. Ama kontra ataklardaki kırılganlık farkı doğurmuştu. Liverpool’a karşı da benzer bir dinamizmle oynadılar. Frank Lampard, İstanbul’daki kritik taktik sınavı da bence başarıyla verdi: United 4-2-3-1’inden 4-3-3’e dönerek Liverpool’a orta sahada çoğunluk şansı tanımadı. Hafta sonu acemi gözüken Mount-Abraham ikilisini kulübede başlattı. Onların yerini alan Pulisic-Giroud, oyunda kaldıkları sürece çok etkililerdi. Chelsea sol çizgiye bir kamp kurdu; sol bek Emerson, sol iç Kovacic, sol açık Pulisic ve santrfor Giroud orada kalabalıklaşarak Gomez’i olağanüstü zorladılar. Yine hafta sonu hafif sakatlığı nedeniyle 11’de başlayamayan Kante de, kazandığı toplar ve öne oyunuyla ileri taşıdı takımını.

Maçta uzatmaya kadar giden dengeyi ilk bozan Firmino oldu. Kendisi de bir orta saha oyuncusu olan Don Hutchison, Firmino için “her orta sahanın rüyası” demiş. Doğru söylemiş. Firmino’nun ardından Lampard’ın bebeleri, Mount ve Abraham çıktılar sahneye. Ve İstanbul’da bir kez daha unutulmaz bir final yaşadık bu sayede: Şu ana kadar üç büyük final, toplam 13 gol. Üç final de kıran kıranaydı, üçü de uzatmaya gitti, oynayan altı ekip de gol attı burada. İstanbul demek, iyi final demek artık galiba.

Maçın hakemi Stephanie Frappart beni yanıltmadı, birkaç yardımcı hatası dışında hiç fena olmayan bir yönetim gösterdi. Bütün ilgi onun üzerinde olmasına rağmen ön plana çıkmak için çabalamayan, az düdük çalan, olgun bir performans. İngiliz futbolseverler, Premier Lig’deki hakemlerin çok fazla rol çalma derdinde olduğunu söylerler hep. Muhtemelen Frappart’ı izleyince, onu kendi liglerinde istemişlerdir.

GARİP BİR AN

TELEVİZYONDAN aktarılmamış olabilir, hemen hemen tüm finallerde olduğu gibi dün de 14’te sahaya bir taraftar girdi. Görevliler kondisyonu iyi durumdaki taraftarı iyi yakaladılar ve çıkardılar. Ancak garip olan şuydu: O sırada sahaya giren turuncu yelekli bir görevli bir türlü çıkmak bilmedi! Köşe gönderine kadar koştu, koştu ve maçı 30 saniye yavaşlattı! Garipti gerçekten.

ORANTISIZ GÜÇ SERBEST Mİ?

BİRÇOK yeni kural hayatımıza girdi bu yazla beraber. Hemen hepsi zekice. Oyunu daha hızlı hale getirme adına önemli adımlar. Oyundan çıkan futbolcunun sahayı en yakın çizgiden terk etme zorunluluğu mesela. Herhalde 20 yıl sonra tarihi maçları izlerken inanamayacağız, oyuncuların taç çizgisine ağır ağır gelme merasimine hakemlerin nasıl tahammül edebildiğine. Ancak hâlâ çözülmeyen birkaç sorun var. En önemlisi de, aut çizgisi kenarında orantısız güç kullanımına karşı hakemlerin adeta paralize olmaları ve hiçbir şey yapmamaları. Dün de 30’da ağır ağır auta çıkan bir topa Pulisic hamle yapmak istiyor, Matip (topla tamamen ilgisiz, son derece orantısız güç kullanarak) omuz atıyor Amerikalı’ya. Hakem Frappart, aynen onlarca meslektaşı gibi, hiçbir şey çalmıyor pozisyona. Anlamadığım şey şu: Orta saha ile aut çizgisi kenarında farklı kural kitapları mı uygulanıyor? Neden hakemler, aut çizgisi kenarında orantısız güç kullanımına düdük çalmıyorlar?

 

Yazının Devamını Oku

İstanbul’da ‘Süper’ bir maç...

10 Ağustos 2019
UEFA Süper Kupası, 14 Ağustos Çarşamba gecesi İstanbul’da sahibini buluyor. Vodafone Park’ta oynanacak maçta Şampiyonlar Ligi şampiyonu Liverpool’la Avrupa Ligi’ni kazanan Chelsea karşı karşıya gelecek. Premier Lig buluşması niteliğindeki mücadeleyi Fransız kadın hakem Stephanie Frappart yönetecek. Karşılaşmanın bir başka önemli yanı Chelsea efsanesi Frank Lampard’ın artık bir teknik direktör olarak yıllarca formasını giydiği takımının başında sahaya çıkması...

Frank James Lampard; 20 Haziran 1978, Londra doğumlu eski futbolcu, yeni teknik adam... Futbola babasının efsane olduğu kulüpte West Ham’da başladı ama kendi efsanevi statüsünü 8 mil ötede, Stamford Bridge’de yarattı. Chelsea’yle üç Premier Lig, dört FA Cup, bir Avrupa Ligi, bir de Şampiyonlar Ligi kupası kaldırdı. Bir orta saha oyuncusu olmasına rağmen kulübün tüm zamanlar gol kralı. Ama belki de hayatında ilk kez Chelsea’de kendini bu kadar yalnız ve güvensiz hissediyor. Zira Chelsea’yle bir finale ilk kez formasız çıkacak.Jürgen Klopp

Liverpool yedi kupa kazanabilirdi

Bu çarşamba İstanbul’da oynanacak ‘Süper Kupa’ maçında Chelsea, neredeyse tüm kriterlerde Liverpool’un gerisinde görünüyor. İki dönemlik bir transfer yasakları var, dolayısıyla ligi üçüncü sırada bitiren ekibi güçlendirme şansları olmadı. Hazard, Higuain ve David Luiz gibi tecrübeliler artık yoklar. Onların yerini Pulisic, Mason Mount, Tammy Abraham, Tomori gibi gençlerle doldurmaya çalışacaklar. Chelsea’nin bu yılki umutları, Lampard’ın Derby’de iyi sinyaller verdiği ‘geliştiricilik’ yönüne bağımlı. Christensen’in onun yönetiminde bir savunma lideri olacağına inanılıyor. Loftus-Cheek ve iyileştiğinde Hudson-Odoi’ye ‘süperstar’ olma kapılarını daha önce o yoldan geçmiş Lampard açacak. Pulisic, Abraham ve Mount onun elinde Premier Lig oyuncusu olacaklar. Bütün yük Lampard’ın omuzlarında bu sene. Ve Liverpool karşısına da adeta “Siz hepiniz, ben tek” duygusuyla çıkıyor genç adam.

Liverpool’sa çok daha oturmuş bir mekanizma. Klopp’un ‘Şampiyonlar Ligi şampiyonu’ ekibi, geçen hafta sonu ‘Community Shield’ randevusunda ‘Premier Lig şampiyonu’ Manchester City’ye Wembley’de ikinci yarıda sahayı dar ederek ne kadar güçlü olduklarını bir kez daha gösterdi. Belki yazın büyük paralar harcayarak sükse yapmadılar ama uzun süreli sakatlıklardan dönen Chamberlain, Joe Gomez ve Brewster’la içeriden transfer yapmış gibiler. Community Shield’da ‘topa sahip olma takıntılı’ Guardiola’ya topun sadece yüzde 46’sını bıraktılar. Chelsea’ye muhtemelen daha azını bırakacaklar. Salah’ın Wembley’deki gol şanssızlığı, Chelsea’nin tek şansı gibi. Klopp fişi 90 dakikada çekmeye, Lampard da uzatmaya ve mümkünse penaltılara götürmeye çalışacak.


Frank Lampard

Son Şampiyonlar Ligi şampiyonu Liverpool, bu ağustosa tam yedi kupa ihtimaliyle girmişti.

Yazının Devamını Oku

Savunmaya takviye şart

8 Ağustos 2019
Fenerbahçe’nin en temel sorunu kadro mühendisliği...

Tezimi çok basit bir örnekle destekleyeyim: Ozan’ın Wolfsburg maçındaki partneri Tolga, Hertha’da Tolgay, Bayern’de Ekici (sonra Jailson), Real’de Alper, Cagliari önünde de Emre’ydi. Yani kadroda Ozan’a partner olabilecek 6 farklı adam bulunuyor. Oysa takımda sadece 2 orijinal stoper, 1 sol bek var! Dünkü tabelayı belirleyen detay da zaten savunma dengesizliğiydi. Aslında Fenerbahçe aynen Hertha ve Wolfsburg maçlarındaki gibi iştahlıydı. Önde bastılar. Topa daha fazla sahip olup, daha fazla pozisyon ürettiler. Muriqi, Ozan, Emre, Ekici hepsi vasatın üstündelerdi. Ferdi yine heyecan verdi. Deniz’in kulübedeki varlığı bile Moses’ı canlandırdı. Ama bir gol Sadık’ın han-Kwan’a refakati, bir gol de Reyes’in geleneksel zamanlama hatasıyla yenince galibiyet korunamadı.

BiRKAÇ OLUMSUZLUK VAR

Fenerbahçe’nin inişli-çıkışlı oyununun ötesinde birkaç olumsuz sinyalin daha altını çizmekte fayda var:

1- Real Madrid maçının yıldızı Altay’ın aşırı heyecanı, peş peşe hatalara neden oldu. Altay’ın ne yapıp edip top kullanma becerisini geliştirmesi lazım. Bence hâlâ sıralamada Harun’un önünde.

2- Fenerbahçe iki maçtır oyuncu değişikliğinin hemen ardından gol yiyor. Dirar, Bayern önünde girer girmez gol yedirmişti. Dün de Reyes girer girmez yaptı penaltıyı. bir tür hazırlık sıkıntısı mı bu?

3- Maç öncesi Fenerbahçe’nin genç yedeklerini ısınırken izledim ve üzüldüm doğrusu. O ısınma sizin işinizin bir parçası. Onu maksimum ciddiyetle yapmazsanız, ısınmaktan öteye geçemezsiniz futbol hayatınızda.

4- İlk yarının bitiş düdüğünün hemen sonrası, Emre’nin Ozan’a uzun süreli, el-kollu aşırı tepkisi de garipti. bir uyarı yapacaksanız, bunu 30 saniye sonra soyunma odasında, seyircinin önünde şova dönüştürmeden de yapabilirsiniz. Ozan da çok iyi bir ilk yarı oynadı üstelik.

Yazının Devamını Oku