Uğur Gürses

Syriza’nın ‘imkansız üçlüsü’ pazarlıkla değişebilir

26 Ocak 2015
Radikal sol Syriza Yunanistan’da iktidarın başına geçiyor.

Bu durumda nasıl bir program uygulayacak? Bunu çoktan ilan etti bile; borçların bir bölümünün silinmesi, kalan kısmının ise vadesinin uzatılması, ödenme kaynağı olarak da kemer sıkma ile değil büyüme performansına bağlı olarak ödenmesi, kamu yatırımlarının hızla artırılması ve buna Avrupa’dan kaynak sağlanması, merkez bankalarınca devlet tahvillerinin satın alınması.

Avrupa’daki korku, Yunanistan’ın eurodan çıkması ya da terk etmesi. Ama Syriza bunu istemiyor.

Syriza temel olarak, 2010’da çatısı kurulan ve sonrasında devam eden ‘kurtarma programının’ tarafları olan AB, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’den oluşan ‘Troika’ ile esaslı bir pazarlık yapacak, bu en başından belli. Amaç da, yeni bir ‘inşa planı’nı yaşama geçirmek.

Bu, dört parçalı bir plan; kemer sıkma politikaları sonucunda ortaya çıkan insani krizle mücadele, ekonomik toparlanma ve vergi adaleti, istihdamı yükseltmek ve siyasal reformlar.

Troika tarafından 2010 ve 2012’de sağlanan iki kurtarma paketi çerçevesinde 240 milyar dolarlık fon sağlarken, çok ağır kemer sıkma önlemlerine gitmek zorunda bırakılmıştı. İşaret edilen amaç, ‘Yunanistan bütçe dengesini sağlasın, borç çevrilebilir hale gelsin’ idi. Yunanistan 2012’de GSYH’sının yüzde 198’ine ulaşan borçlarının 197 milyar euroluk bölümünden, birazını silme ve kalanın da vadesini uzatma yoluna giderek 2020’de bunu yüzde 120’nin altına düşürme planı yapılmıştı. Ancak, analistlerin hesaplarına göre yüzde 145’in altında olması olası görülmüyor. Nedeni de basit, hedef milli gelir üzerine konulunca, buradaki küçülmeyle hedefin tutturulması olanağı kalmıyor. Çünkü bir taraftan da Yunanistan’ın milli geliri 2007-2014 arası dönemde yüzde 25 küçüldü.

Seçim ufukta göründüğünde; Syriza’nın kurtarma paketini yerle bir edeceği mesajlarına Almanya’dan gelen ‘Yunanistan eurodan çıkarsa felaket olmaz’ mesajları verilmişti. Aslında işaret edilen şuydu; bir felaket olacaksa bu Yunanistan’ın kendine olur.

Çözüm sıkı pazarlıkta

Yazının Devamını Oku

Draghi’den parasal genişleme bazukası

23 Ocak 2015
Avrupa Merkez Bankası (ECB) dün aldığı kararla, 1.1 trilyon euroluk dev tahvil alım programı açıkladı.

Yeni program hükümet tahvillerini içerirken, daha önce açıklanan varlığa dayalı tahvil ile teminatlı tahvil alımlarıyla beraber toplam alım aylık 60 milyar euro olacak.

ECB, yatırım sınıfı (en az BBB seviyesinde) kredi derecesine sahip tahvilleri alacak. Yunanistan ve Güney Kıbrıs bu kategoride yer almıyor. Bu program Mart 2015’de başlayıp Eylül 2016’da sona erecek. Amaç; yüzde 2 olan enflasyon hedefine yaklaşmak. Çünkü Euro Bölgesi’nde yıllık enflasyon yüzde -0.2’ye düşmüş durumda. Daha da düşmesi halinde deflasyon sarmalına girilmesinden korkuluyor.

Enflasyonda arzu edilen yükseliş sağlanırsa ECB programı sonlandıracak, ya da azaltacak. Hiç ara vermeden Eylül 2016’ya kadar tahvil alımı yaparsa toplam alım miktarı 1 trilyon 140 milyar euro artışla; bugünkü 2.2 trilyon euro olan bilançosu 3.35 trilyon euroya ulaşacak. Bugünkü bilanço büyüklüğü Euro Bölgesi’nin GSYH’nın kabaca yüzde 20’sinde iken, yüzde 30’una yaklaşacak demek.

Euro Bölgesi içindeki ülkelerin ulusal merkez bankaları, ECB içindeki sermaye payları ile orantılı olarak kendi ülkelerinin hükümet tahvillerini satın alacak. Örneğin, Euro Bölgesi kapsamında ECB’de yüzde 25 gibi en yüksek paya sahip Alman Merkez Bankası 60 milyar euroluk alımın 15 milyar euroluk kısmını yapacak. Fransız Merkez Bankası yüzde 20’lik sermaye ile 12 milyar euroluk alım yapacak. Diğerleri de paylarıyla orantılı alım yapacak.

ECB ayrıca, reel kesime kredi olarak gitmesi amacıyla yaptığı repo faizlerinde de indirim yaptı.

Tahvil alımlarında ortaya çıkacak zarar ki merkez bankalarının satın alacakları tahvillerin negatif faizli olması da söz konusu; bu durumda, program çerçevesinde bir ulusal merkez bankasınca satın alınan ilave tahvillerin yüzde 20’sinde zarar paylaşımı yapılacak. Negatif faizli tahvillerde bugünkü fiyat, vadede geri ödenecek anaparanın çok üzerinde olduğundan, bugün satın alındığında zarar oluşturuyor.

Dünkü toplantı sonrasında faiz oranlarında değişiklik yapmayan Avrupa Merkez Bankası, piyasaya borç verme oranını yüzde 0.05’te, bankalarca kendisinde tutulan mevduat faizlerine ise yüzde -0.20 faiz uygulamaya devam edecek. Bu faiz yapısıyla, tahvilleri ECB’ye satan yatırımcıların paralarını faize yatırmaları da engelleniyor, fonların kredi kanalına akması isteniyor.

ECB’nin bu kararı, aylar öncesinden tartışılıyor ve tahmin ediliyordu. Bu yüzden özellikle birkaç yıllık vadeli Alman hükümet tahvillerinde faizler negatif oranlarda idi. Bu kararın, özellikle euronun diğer paralara karşı değer kaybını hızlandırması bekleniyor. Kararın açıklanmasıyla, euro dolar kuru 1.16 seviyesinden 1.14’e geriledi.

Yazının Devamını Oku

Ankara için sembolik, piyasa için temkinli

21 Ocak 2015
Merkez Bankası dün, merakla beklenen kararı verdi ve yüzde 8.25’de olan haftalık repo faizlerini yarım puan düşürerek yüzde 7.75’e çekti. Politik baskı ve erken yaptığı yönündeki potansiyel eleştirilere de verdiği mesajla zımnen şunu söyledi; ‘temkinli gideceğim’.

Banka, yüzde 7.50 olan gecelik borç alma ile yüzde 11.25 olan gecelik borç verme faizini değiştirmedi. Merkez Bankası tahvil piyasasında piyasa yapıcısı olan bankalara da yüzde 10.75’le para verebiliyor, bu faiz oranı da değiştirilmedi.

Merkez Bankası açıklamasında, para politikasındaki sıkı duruşun ve alınan makro ihtiyati önlemlerin enflasyonu, özellikle enerji ve gıda dışı (çekirdek) enflasyon göstergelerini ve enflasyon beklentilerini olumlu yönde etkilediğini, ayrıca petrol ve emtia fiyatlarındaki düşüşün de enflasyondaki düşüş sürecini desteklediğini vurgulayarak, ‘ölçülü bir indirim yapılmasına’ karar verildiğine yer verildi.

Devamı için temkin ve ‘bekle gör’

Merkez Bankası, enflasyonun 2015 yılının ortalarında hedefle uyumlu seviyelere geleceğini öngördüğünü söyleyerek, ‘enflasyondaki düşüşün kalıcı olması için para politikasında temkinli bir yaklaşım gerekmektedir’ vurgusu yapıyor. Bu, Temmuz ayından bu yana sürdürdüğü sıkılığın devam edeceğini düşündürüyor. Nitekim ‘temkinli yaklaşım’ vurgusundan sonra, akla gelen ‘faiz indirimi devam edecek mi?’ sorusunun yanıtını da şöyle veriyor; “Bu çerçevede, önümüzdeki dönemde para politikası kararları enflasyon görünümündeki iyileşmenin hızına bağlı olacaktır.” Yani, ‘faiz indirimini erken yaptım, temkinli biçimde sıkılığı devam ettireceğim, enflasyon da beklendiği gibi düşmeye devam ederse faiz indirimlerine devam edebiliriz’ diyor.

Faiz indirimi ne getirecek?

Banka, piyasanın ihtiyacı olan ana likiditeyi, dün faizi yüzde 8.25’den yüzde 7.75’e çekilen haftalık repo kanalından veriyor. Merkez Bankası bu likiditeyi kısma yoluna giderek gecelik faizleri yükseltebiliyor. Buna da ‘ilave sıkılaşma’ adını veriyor. Bugüne kadar repo kanalından yüzde 8.25’le piyasanın ihtiyacı olan parayı sağlayan Merkez Bankası, Aralık ayı başından beri gecelik faiz oranlarının ortalama yüzde 10.8 civarında seyretmesini sağlıyor. İşte bu yüzden, Merkez Bankası’nın piyasaya verdiği paranın faizi yanında, gecelik piyasada faiz oranlarının nasıl seyrettiğine de bakılıyor.

Dün repo faizlerinin 0.50 puan indirilmesine karşılık, bankanın gecelik faiz koridorunu yüzde 7.50-11.25 arasında bırakması, bankanın likidite politikasının nasıl seyredeceğine dair soru işaretlerini doğurdu. Repo faizini yüzde 7.75’e çekmesine karşın, taban faizi sadece 0.25’lik bir marjla yüzde 7.50’de tutması bu açından dikkat çekici.

Hem açıklamasındaki temkinlilik ve sıkı duruşun sürdürülmesi vurgusu, hem de faiz koridorunun alt ve üstünde değişiklik yapmaması; politik baskı ile birkaç ay sonra yapabileceği faiz indirimini öne aldığı görülen Merkez Bankası’nın, gecelik faizlerin yine aynı şekilde yüzde 10.8 civarında seyretmesini sağlaması olasılığı hiç de az değil.

Yazının Devamını Oku

Bir çuval incir nasıl berbat edilir?

19 Ocak 2015

Küresel mali piyasalar karma karışık bir dalgalanma içindeyken, Türkiye’de uzun vadeli faizlerin son 20 ayın en düşük seviyesine düştüğü gün, Beştepe’den yükselen Merkez Bankası’na yönelik ‘faizleri indirmek için neyi bekliyorsun?’ sözleri ve ardından gelen açıklamalar pişmiş aşa su kattı. Bakın neden?

İsviçre Merkez Bankası’nın kur çapasını kaldırmasıyla, frank borçlusu Orta Avrupa ülkeleri çalkalanmaya başladı. Rusya’da ve Yunanistan’da bankalardan mevduat çekilişi hızlandı; Avrupa diken üzerinde. İşte bu atmosferde, içeride uzun vadeli faizlerin görece oldukça düşük olduğu bir ortamda en son ‘dövülecek’ kurum Merkez Bankası iken, ‘faiz indir’ çıkışı kısa vadeli sermayeyi rahatsız etti. Kur yükseldi. Uzun vadeli faizler de 20 baz puan yükseldi. Böylece ‘faiz insin’ derken, faizde yükselişe neden oldu.

Oysaki düşen petrol fiyatları nedeniyle enflasyonun gerilemesi ve Merkez Bankası’nın Şubat’tan itibaren faiz indirmesi bekleniyordu zaten. Enflasyonda düşüşle beraber olması Merkez Bankası’nın inandırıcılığı açısından da kredi sağlayacaktı. Merkez Bankası’nın faizleri yaklaşık 1 puan indirebileceğini tahmin eden Londra’daki bir yatırım bankası analisti, durumu ‘bir çuval incir berbat oldu’ diye yorumluyordu.

Bir ülkeye uzun vadeli yatırım gelmesi önündeki engellerden biri, uzun vadeli faizlerin yüksek olmasıdır. Sabit sermaye yatırımları uzun vadeli yapılan yatırımlardır. Fabrika kuran, işyeri açan hiçbir yatırımcı 3-5 yıllık bir pencereden bakmaz, 15-20 yıllık uzun vadeli bakar. Bu yüzden, enflasyon ve uzun vadeli faizlerin düşük olması çok önemlidir.

Risk primini siyasetçi belirliyor

Uzun vadeli faizleri belirleyen merkez bankaları değil; enflasyon görünümü, kamu dengesi, politik risk, ödemeler dengesi görünümü, sermaye hareketleri gibi temel akım ve verilerdir. Tüm bunlar, ekonomi politikasının bir sonucudur. Merkez bankalarının kısa vadeli faizlere ilişkin kararları çok kısa bir süre için uzun vadeli faizleri oynatabilir, ama seviye belirlemede ana omurga değildir. Merkez bankaları kısa vadeli faizi düşük tuttukları için uzun vadeli faizler de düşük seyretmez.

Yazının Devamını Oku

Kur savaşında ilk havlu atan İsviçre

16 Ocak 2015
İsviçre Merkez Bankası kur savaşında ilk yenilgi alan merkez bankası oldu.

Dün aldığı kararla, parasındaki değerlenmenin önüne geçmek için koyduğu 1 euro=1.20 franklık kur sınırını kaldırdı, faizleri daha da düşürerek negatif bölgeye doğru oturttu. İsviçre Merkez Bankası, mevduatlara uyguladığı faizi yüzde -0.75’e çekerken, libor faizinin de yüzde -1.25 ile yüzde -0.25 arasında negatif bölgede seyretmesini sağlayacak.

Bu karar sonrasında ise piyasalar karıştı. İsviçre frangı hızla değerlendi; euro kurunun bir ara 1.20’den yüzde 25 gerilediği görülse de, sonra 1 civarında seyretti. Bir ülkenin parasının hızla değerlenmesi demek, diğer ülkelerin parasının devalüe olması demek. Bu yüzden, İsviçre bir günde yüzde 15-20’lik kur hareketi ile diğer ülkeler için bir anda pahalı ülke oluverdi; burada kalırsa artık İsviçre saatleri de, İsviçre çikolatası da pahalı. Bu yüzden, Zurich borsası sert biçimde düştü. Altın yükseldi.

Türkiye’ye etkisi sınırlı

Bunun ilk elde hemen Türkiye’ye etkisi, dalgalanma dışında olmayacak. Ancak, İsviçre’den yapılan ithalatın pahalılaşacağını, ihracatın da cazip hale geleceği açık. Ayrıca, Orta Avrupa’da Polonya ve Macaristan gibi ülkelere etkisinin olacağı görülüyor.

İsviçre’nin mevcut ‘güvenli liman’ özelliği, küresel krizle birlikte katmerlenmişti. Diğer ülke paralarından İsviçre Frangı’na olan akım artmıştı; bu da değerlenme yarattı. 2011 Eylül ayında, parasındaki değerlenmeyi önlemek için İsviçre Merkez Bankası (SNB), 1 Euro= 1.20 İsviçre Frangı seviyesinden bir limit koydu ve sınırsız döviz alacağını açıkladı, sonrasında ise yüklü döviz alarak bu sınırı savundu.

2011’de 1.20’lik parite açıklamasında, belki de deflasyonist risk gelişmelerinden ilk bahseden merkez bankası da İsviçre Merkez Bankası oldu.

İsviçre Merkez Bankası’nın 2011 sonrasında parasını savunmak için satın aldığı döviz miktarının kabaca 200 milyar euro olduğu ve toplam rezervlerinin 400 milyar euroya ulaştığı görülüyor. Merkez bankalarının en son bakacağı yer kar zarar hesabıdır. Ancak, dün limiti kaldırarak bir günde yaklaşık 60 milyar euro zarar yazdığını da not etmek gerekir.

İsviçreliler neden böyle bir karar aldı?

Yazının Devamını Oku

Dış dengede United etkisi

14 Ocak 2015
Cari açık Kasım 2014’te 5.6 milyar dolara yükseldi. Cari açığıın finansman kalemlerinden olan ve çoğunlukla net giriş olan doğrudan yatırımlar 1 milyar dolar azaldı. Doğrudan yatırım kalemindeki çıkışın ana nedeni de United Biscuits'i satın alan Yıldız Holding'in ödeme yapmasıydı.

Kasım ayı ödemeler dengesinde ilginç bir tablo sergileniyor; yurttaşlar altına meylederken, bankalar sıcak para toplamış, özel sektör ise yatırımlarını yurtdışına kaydırmaya başlamış. Bu tablo pek de arzu edilen bir fotoğraf çizmiyor.

Kasım’da cari açık 5.6 milyar dolar olurken, buna en büyük katkıyı yaklaşık 2 milyar dolarlık altın ithalatı vermiş. Altın Borsası kayıtlarına göre, Kasım ayında 46.9 ton altın ithal edilmiş. Darphane kayıtlarına göre ise bu altınların da dörtte biri (10.6 ton) Cumhuriyet altını olarak sikke basımıyla yurttaşlara gitmiş. Buradan çıkan özet şu; vatandaş altın yatırımı yapmış. Aralık ayında benzer bir eğilim olmasa da, ödemeler dengesindeki açığı büyüten her neden ciddiye alınmalı. Aralık ayında yükselen hem ons fiyatı, hem de dolar kuru, potansiyel dolarizasyon kapılarından biri olan bu altın yatırımına prim yaptırdı.

Ödemeler dengesinde Kasım ayında 5.6 milyar cari açığa karşılık 9.9 milyar dolar döviz girişi olmuş. Bankalar 4.4 milyar dolar, özel kesim ise 3 milyar dolar giriş sağlamış. Portföy yatırımlarından 3.2 milyar dolar giriş var. Devletin yaptığı birincil piyasa borçlanmalar da bu kalem içinde toplulaştırılıyor. Portföy yatırımı olarak 2.2 milyar doları buradan geliyor. Portföy yatırımlarının özeti ise kısa vadeli sermaye oyununun konjonktürel olarak devam ettiğini söylüyor. Malum, Kasım’da ‘petrol düştü, enflasyon iyileşecek, Merkez faizi düşürür, bugünden tahvil al’ senaryosu çalışıyordu.

Peki, kısa vadeli sermayenin giriş ve çıkışları mali piyasalarda dalgalanma yaratıyor, finansal istikrarsızlık riskine yakıt oluyor diye şikâyetçiyiz; uzun vadeli yatırımlar olan doğrudan yatırımlarda durum ne olmuş? Çıkış olmuş. Evet; Kasım ayında 1 milyar dolarlık net doğrudan yatırım çıkışı var. Neti 1 milyar dolar olan bu ana kalemin daha ayrıntısında; yurtdışında doğrudan yatırım alt kaleminde 1 milyar 685 milyon dolarlık çıkış olduğu, bunun da ana nedeninin, Yıldız Holding’in United Biscuits’i satın alması olduğu söylenebilir. Ağustos ayındaki 1 milyar dolarlık net çıkıştan sonra, 2014’te ikinci defa bu kadar yüksek bir çıkış gerçekleşti. Son 1 yıllık toplam ise gayrimenkul dahil 5.5 milyar dolara geriledi. Bu büyüklük 2009 küresel krizi sonrasında 2010 yılında görülmüştü. Kriz dönemini dışarıda bırakırsanız, son 10 yılın en düşük doğrudan yatırım miktarına gerilemiş durumdayız.

İşte tam burada, bir taraftan yurtdışında yatırım yapan şirketlerimizle gurur duyarken, ödemeler dengesinde ülkeye gelen doğrudan yatırımların netini sadece 5 milyar dolara gerileten bu gelişmeye de mercek tutmak gerekmez mi?

Tasarruf fazlası olan bir ülke olsaydık; ‘ne mutlu bize, şirketlerimiz yurtdışında yatırımlar yapıp ‘bayrak gösteriyor’ diye gururlanabilirdik. Ancak gelişen ülkeler içinde en çok tasarruf açığı olan, aynı şekilde en çok uzun vadeli, doğrudan yatırımlara ihtiyacı olan bir ülkeyiz; yerleşik yatırımcılarımızın gözü dışarıda, yerleşik olmayan yatırımcıların da gözü bizde değil. Türkiye, yerleşik olmayanların yurtiçinde doğrudan yatırımlarını çekecek siyasal ve hukuksal ortamdan ne yazık ki giderek uzaklaşıyor, koşullar kötüleşiyor.

Ödemeler dengesinde yine dikkat çeken başka bir unsur da, ‘Net Hata ve Noksan’ kaleminin 3.4 milyar dolarlık ‘çıkış’ göstermesi. Anlamı şu; 5.6 milyar dolarlık cari açığa karşılık 9.9 milyar dolar döviz gelmişse 4.2 milyar dolar rezerv artışı yapmış olmamız gerekirdi. Oysa sadece 803 milyon dolarlık rezerv artışı olmuş. Bu, bilmediğimiz bir çıkış, ya da girmeyen bir döviz olduğu anlamına geliyor.

ugurses@hurriyet.com.tr

Yazının Devamını Oku

Ekonomide sığınmacı etkisi

12 Ocak 2015
2011’den bu yana Suriyeli sığınmacılara ev sahipliği yapan Türkiye’nin ekonomisi, bu göç dalgası ile nasıl etkilendi?

Türkiye’nin toplam nüfusuna resmi rakamlara göre 1.6 milyon Suriyeli sığınmacı, resmi olmayan rakamlara göre 2 milyon sığınmacı eklenmiş durumda. Bunun anlamı, nüfusunun yüzde 2.1 ile yüzde 2.5 artmış olması demek. Sığınmacıların belli kentlerde yoğunlaşmasının getirdiği sonuçlar da var.


Bu sonuçlar üzerine çalışmalar ortaya çıkmaya başladı. Cuma günü AFAD’ın düzenlediği toplantıda, ORSAM danışmanı Kırıkkale Üniversitesi’nden Dr. Harun Öztürkler ve Ankara Üniversitesi’nden Dr. Türkmen Göksel’in hazırladığı ‘Suriyeli Mültecilerin Türkiye’ye Ekonomik Etkileri; Sentetik Modelleme’ başlıklı bir çalışma tanıtıldı.


Ekonomik etkileri ölçen çalışmayla; Suriyeli sığınmacıların net göç ve nedenleri, dış ticaret, işsizlik oranı, ücret düzeyi, enflasyon (gıda fiyatları ve kira enflasyonu), konut satışları, eğitim hizmetleri ve maliyeti ve sağlık hizmetleri ve maliyeti gibi ekonomik değişkenler üzerindeki etkilerine bakılmış.


Raporun bulguları şöyle;


Yazının Devamını Oku

Kadınlara ‘evde kariyer’ planı

9 Ocak 2015
Başbakan Davutoğlu tarafından dün küçük bir seçim paketinin ambalajı açıldı.

“Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı” ile doğurganlık yaşındaki kadınlara dönük bir teşvik planı ortaya çıktı. Kamu ve özel kesimdeki kadınlara kısa vadede yarar, ama orta vadede de çalışma koşullarında ve istihdamlarında zımni handikaplara kapı açabilecek bir ‘doğurganlık teşviki’ bu.
Açıklanan eylem planına bakılırsa aslında doğurganlık primi açıklamaya hedefli ama bunu da bir dönüşüm programı paketi içinde ambalajlama çabasının olduğu görülüyor. Neden mi? Çünkü eylem planında açıklanan eylemlere bakıldığında, bir iki eylem dışında, öncekilerde görüldüğü gibi ‘bazı alanlarda iyileştirme niyetimiz var, ama henüz bulmadık; şu tarihe kadar bulmayı arzu ediyoruz’ mealinden bir ‘niyet paketi’ niteliği sürdürülüyor; somuta ulaşan konu da doğurganlık teşvikleri.


Ya çalışmayan kadınlara?


İki temel soru ve sorun var; biri, çalışan kadınlara somut çerçevesi olan doğurma teşviki sağlanıp ‘evlerine’ yolcu etme çabası gösterilirken, evde olup çalışmak isteyen kadınlara yakın bir ufukta elle tutulur somut planlar getirmiyor bu paket. Adı “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı” olan bir programla zaten ‘kadınların kariyer yerinin evleri olduğunu, çocuk bakmak olduğunu’ düşünen bir iktidar bundan farklı mı davranacaktı denilebilir. Çocuk bakımı ve yaşlı bakımı ile uğraşan, bu bağlılıkları nedeniyle işgücüne katılamayan kadınlara bu eylem planının yakın vadede vaat ettiği somut bir şey yok.
İkincisi de, çalışan kadınlara doğum teşvikleri getirilirken belli ki önü arkası, sağı soluna bakılmamış, kadın istihdamına olumsuz etkisi olup olmayacağı düşünülmemiş. Bu teşvikle, işgücüne katılım oranı zaten düşük olan kadınlarda, istihdam oranının orta vadede dalgalanması olasılığı hiç de az değil. Doğum sonrası günün yarısında çalışacak kadın çalışanların, ücretleri devlet tarafından ödense bile istihdam edenlerce daha az tercih edilmeleri söz konusu olabilir.


Yazının Devamını Oku