Acaba kimi yazabilirim diye düşünürken fırsat ayağıma geldi. “Hemzemin” isimli karma sergiyi gezerken, bir sanatçının bitmez tükenmez enerjiyle eserlerini sergiyi gezenlere tanıtması dikkatimi çekti. Tanıştığım kişi seramik sanatçısı Selvi İlhan’dı. Selvi İlhan aynı heyecanla bana da eserlerini anlattı. Sohbet sırasında en yalın haliyle kendisini tanıtan bir yazı yazmasını rica ettim. Sağolsun beni kırmadı, yazıyı gönderdi.
Bu köşeye sığabilmesi için yazıyı özetlemek durumundayım. Selvi İlhan ilk bölümde, kendisinin sanata yönelmesinde radyodan duyduğu bir sesin, ilk tanıştığı seramik sanatçısı Prof. Hamiye Çolakoğlu’nun, daha sonra eserleri dikkatini çeken ressam Zahit Büyükişliyen’in ve sonunda 1990 yılında girdiği Anadolu Üniversitesi Seramik Bölümü ile yaptığı yüksek lisansın önemini anlatmış. İlk sergisini 1996 yılında Ankara’da “Seramikte fantaziler” adı altında Friederich Naumann Vakfı’nda açmış. Selvi İlhan’ın sergi turu çoğunluğu Ankara olma üzere İstanbul, İzmir, Eskişehir, Niğde ve Bodrum’da devam etmiş. Bu kadar girişten sonra sanırım artık sözü sanatçıya bırakmanın zamanı geldi:
“Şarhöyük kazılarının seramik restoratörü olarak Mühibe Darga ile çalışma şansını da öğrencilik yıllarıma sıkıştırdım. Çok mutluydum çünkü birbirinden değerli hocalardan ders alıyordum. Zorluklarına rağmen su gibi geçiyordu yıllar. Artık para kazanmam gerekiyordu. Annem daha işin başında, ‘Toprakla uğraşmak zor, git bu topraktan kurtar kendini, bir masa başında memur ol’ demişti. Bazı hocalarımın referanslarıyla üniversitelerde asistanlık, fabrikalarda tasarımcı olmak için müracaat ediyordum ama sonuç alamıyordum. 1996’da Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) geçici olarak seramik öğretmenliğine, 1997’de bir akrabamın yardımı ile Keskin Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nda sınıf öğretmenliğine başladım. AKM’de tanıştığım Adalet Bakanlığı’nda çalışan Sosyal Hizmetler Uzmanı Tülay Eraslan ile Keçiören Çocuk Tutukevi’nde seramik atölyesinin kurulmasına yardım ettim. ‘Suçlu çocuk yoktur, suça iten nedenler vardır. Bu nedenleri ortadan kaldırırsan suçlu çocuk kalmaz’ düşüncesiyle Elmadağ Çocuk Tutukevi’nde de gönüllü olarak dersler verdim. Sınıf öğretmenliğimden kendi alanıma geçişimi ablamın yardımı ile gerçekleştirdim. Zihinsel engelli öğrencilere seramik öğretmenliği yapmaya başladım. Zor, bir o kadar da farklı deneyimler kazandım. Altı yıl bu görevi yaptım. Tülay Eraslan’ın tanıştırdığı Emine Kıraç Kız Teknik Lisesi Müdürü uzun bir hikayenin sonunda Ankara Olgunlaşma Enstitüsü’ne atanmamı sağladı. Halen burada görevimi sürdürüyorum. Tüm bu silsile sonucunda her şeyin bir nedeni olduğuna inandım. Bu yüzden hiçbir insan nedensiz hayatımıza girmez ya da biz onların hayatına. Bir de 2013 yılında yaklaşık 5 ay süren Yemen hikayem var...Sanatsal çalışmalarımı mütevazi atölyemde gerçekleştiriyorum. Seramik biçimlendirme tekniklerinden en çok çömlekçi çarkında şekillendirmeyi seviyorum. Çömlekçi çarkında dönüyor, orada yaşıyor, orada var oluyorum. Anadolu Üniversitesi’nde seramik ritonlar üzerine tez çalışması yaptığımdan, seramiklerimin çıkış kaynağı da ritonlar oluyor. Ritonlar inançlardan doğan hayvan, insan, boynuz, çarık biçimli kutsal kaplardır. Anadolu uygarlığının bu eski sanatını en soyut biçimde ele almaya çalışıyorum. Çömlekçi çarkında oluşturduğum vazo, çanak formlarını deforme ederek, eklemeler yaparak boş, dolu, büyük, küçük, yön ve renk estetik değerleriyle harmanlıyorum. Renklerimi mavi, yeşil ve kahverengi tonlarında tercih ediyorum. Bu renklerle gökyüzünü yeryüzüyle buluşturduğumu düşlüyorum. Toprağın üzerinde camı var ediyorum. Kimi zaman cama, kimi zaman toprağa, kimi zaman da her ikisine eşit sözler veriyorum. Sır pişirimlerimi bin derecede gerçekleştiriyorum. Sır pişiriminden sonra pentfire (ilkel) pişirimi yapıyorum. Sagar pişirimi de severek uyguluyorum. Kendi enstrümanlarımı kullanarak ürettiğim sanat ürünü ve bu sanat ürünlerinin söylediği sözle başkaları tarafından belirlenmiş sınırların dışına çıkabilme özgürlüğünü yaşamak istiyorum. İzleyiciyi, kendi sınırlarının ötesine sürükleyerek düşüncemin ilk yalın ve en soyut dışa vurumuyla buluşturmayı hedefliyorum. Annem, ‘Uğraşma bu vay vay çanağıyla, düşünce vah tüh olur’ dese de, ben sağlığım el verdiğince bu en yumuşak, en sert en kırılgan malzemeyle söz söylemeye devam edeceğim.”
KENTTE NE VAR?
Burhan Doğançay fotoğraf sergisi-13 Mart’a kadar (CeRModern/Sıhhiye), Antonio Saura-22 Ocak’ta açılacak (Galeri Nev/GOP), Ayşe Bilir-26 Ocak’ta açılacak (Atlas Sanat/Cinnah Cad.), Zehra Başaran-22 Ocak’ta açılacak (Galeri Akdeniz/Yıldızevler), Süleyman Karakul-30 Ocak’a kadar (Galeri Gözde-A.Ayrancı), Zeki Çetinkaya-28 Ocak’a kadar (Fırça Sanat/Hilal Mah.), Ekrem Kadak-Yarın açılacak (Arda Sanat/Yıldızevler), Malik Bulut (Heykel)-22 Ocak’ta açılacak (Armoni Sanat/Yıldızevler), Rıdvan Coşkun-27 Ocak’a kadar (Stillife/Yıldızevler), Arzu Karcı-20 Ocak’ta açılacak (Sepa Sanat/Ümitköy), Yunus Ensari Resim Yarışması sergisi-4 Şubat’a kadar (Platform A/Taurus AVM), Feyzi Çelikten-Didem Eğlenen-Hasan Akdaş-21 Ocak’ta açılacak (Peker Sanat/Yıldız), Desen Takvimi Sergisi-31 Ocak’a kadar (Krişna Sanat/Kennedy Cad.), Genç etki 20 sergisi-6 Şubat’a kadar (KAV Sanat/Yıldız), Turhan Ekici-23 Ocak’ta açılacak (Emin Antik/Kale), Hatice Keten-31 Ocak’a kadar (Galeri M/Armada AVM), Ustalardan karma-10 Şubat’a kadar (Sevgi Sanat/Çankaya), Karma sergi-23 Ocak’a kadar (Jan Sanat), Karma sergi-29 Ocak’a kadar (İsmail Altınok Sanat Merkezi/Kolej)- “Tutunmak” isimli seramik sergi-Bugün açılacak (Ziraat Kuğulu).
Güler Sanat kuruluşunun dördüncü yılı nedeniyle sezonu “Dört” isimli karma sergiyle açtı. Ulusal ve uluslararası başarılarıyla adlarından söz ettiren Türk sanatçılar Ahmet Güneştekin ve Bubi ile Macar sanatçılar Frigyes König ve István Orosz’un eserlerinden oluşan karma sergi 27 Ocak’a kadar görülebilir.
Mitoloji, arkeoloji, analoji ve geometri olarak dört ana tema üzerinde şekillenen sergide sanatçıların bu kavramlara olan farklı yaklaşımları, etkileşimleri ve sergi içerisinde aralarında kurulan iletişim ortaya konuyor. Ahmet Güneştekin’in Anadolu ve Mezopotamya efsanelerini konu edindiği, kendine özgü nakış tekniğiyle ince ince işlediği tuvalleri, István Orosz’un geometrik algılar üzerine kurguladığı çağdaş ahşap çalışmaları ile birlikte farklı bir kompozisyon ve bakış açısı meydana getiriyor. Optik ilüzyonları da içinde barındıran bu eserler aynı zamanda görsel algının mutlaklığını sorgulatıyor. König’in tarih ve antropoloji alanlarındaki bilgi ve hakimiyetini kendine özgü estetik unsurlarla birleştirdiği “Sütunlar” serisi arkeolojik kalıntılardan yola çıkarak geçmiş ile bugün arasında köprü kuruyor. Bubi’nin bez, karton, halat gibi günlük malzemeleri kullanarak yaptığı geometrik Kafes çalışmaları içerdiği sosyolojik ve kültürel unsurlarla toplumsal zevk hiyerarşisini sorguluyor. Dört farklı sanatçının kendine özgü üsluplarla mitoloji, arkeoloji, analoji ve geometri temelinde birleşen sanatsal yorumları, bu temaların farklı ve müşterek bileşenlerini gözler önüne seriyor.
“Dört” isimli sergiyi anlatımlı olarak gezmek de mümkün. Güler Sanat, sanat zevkinin daha yaygın olması için her yaş ve bölümden okul gezilerini de sıklıkla teşvik ediyor. Okulların bu önemli sergiyi gezebilmeleri için “www.gulersanat.com” internet sitesindeki iletişim bilgilerinden randevu alması gerekiyor.
BÜYÜK MÜZAYEDE
Ankara, bu yıl müzayede konusunda atağa geçeceğe benziyor. “Müzayede” denilince Ankara’da akla gelen ilk isimlerden birisi olan Rahmi Çöğendez, çoğunlukla Bilkent Center’da yaptığı müzayedeyi artık başka yerlere de taşımaya başladı. Çöğendez, beli aralıklarla Panora AVM’de de eserleri sanatseverlerle buluşturacak. Önümüzdeki pazar günü (17 Ocak) Panaro AVM’de saat 16.00’da başlayacak olan müzayede hem eserleri, hem de eserlerin altındaki imzalar niteliğiyle “Büyük Müzayede” diye tanımlanabilecek nitelikte. Deniz resimlerinin büyük ustası olarak bilinen ünlü Rus ressamlardan Sergey Koval’ın bu müzayede için özel olarak yaptığı Ortaköy eseri, Yakup Cem’in Fatih Sultan Mehmet portresi müzayedede satışa çıkacak. Müzayedede ayrıca, Nuri İyem, Burhan Doğançay, Fikret Otyam, Kayıhan Keskinok, Adnan Turani, Edip Hakkı Köseoğlu, İbrahim Safi, Faruk Cimok, Diyarbakırlı Tahsin, Mustafa Ayaz, Ayhan Türker, Zahit Büyükişliyen, Nevzat Akoral gibi Türk çağdaş resminin önemli isimlerinden eserler de satışa sunulacak.
YUNUS ENSARİ RESİM YARIŞMASI SONUÇLANDI
İşadamı Erhan Peker artık Peker Sanat’ın sorumluluğunu kızı Hande Peker Kuyumcu’ya bıraktı. Peker Sanat’ın yönetimindeki bu değişiklik nedeniyle Hande’den en çok etkilendiği ressamlardan birisi hakkında yazı yazmasını rica ettim. Sağolsun beni kırmadı, “Fikret Otyam’ın ardından” başlıklı bir yazı gönderdi. İşte Hande’nin kaleminden geçen yıl kaybettiğimiz Otyam için dökülenler:
“Uğur Ergan benden kendi köşesinde sevdiğim bir ressamla ilgili yazmamı istediğinde hayatıma giren ressamları düşündüm. Çocukluğumdan beri hep hayatımın içinde olanları, Turan Erol’u, Adnan Turani’yi, Nevzat Akoral’ı, Yalçın Gökçebağ’ı ve daha başkalarını. Onları düşünürken fark ettim; çocukluğumdan beri resimlerle ve ressamlarla o kadar iç içe oldum ki hepsinin hayatımda ayrı bir yeri var. Kullandıkları renkler, motifler, o resimlerin beni alıp götürdüğü diyarlar, hep büyürken beni ben yapan değerlerdendi. Hayal gücümü alabildiğine genişletti hepsi.
Ama aralarında bir ressam var ki, benim için son dönemlerde daha da özel oldu. Hayatını sanata adamış, Anadolu’yu, Anadolu insanını çok sevmiş ve bu sevgiyi herkese aşılamaya çalışmış, 89 yıllık uzun bir ömrü bu uğurda harcamış biri. İçinde bulunduğumuz dönemde yaşadıklarımızdan sonra olanları düşündüğümde hep bu isim aklıma geliyor. Gazeteci, yazar, fotoğrafçı, ressam; değerli sanatçı Fikret Otyam.
Fikret Otyam bizim ailemizde 3 neslin de kalbine dokunmuş bir ressam. Babamın, benim ve kızımın. Hatta kızım Mevce’nin resimlerini en sevdiği sanatçı diyebilirim. Anadolu’yu ilk defa ve en güzel şekilde resimlerinde tanıdığı, eserlerinde kendi kültürünü merak edip öğrenmeye başladığı...
İçinde bulunduğumuz dönem dedim ya hani. Ben de birçokları gibi güzel ülkemin içinde bulunduğu kargaşaya bir türlü anlam veremeyenlerdenim. ‘Neden birbirimizi anlayamıyor, sevemiyoruz ki? Üstelik bütün farklılıklarımıza rağmen aynı toprak mirasını, aynı kültürü paylaşmıyor muyuz?’ sorularıyla geçen bu günlerimde Fikret Otyam’ın eserleriyle başardığı şeyi daha iyi görüyorum sanırım. Birbirimizi sevebilmek için önce insan olmanın değerini anlamamız gerekiyorsa, o zaman bu değeri insanların kültüründen daha iyi anlatabilecek bir şey yoktur. Hal böyleyken, bir ülkeye kültürünü besleyip yeşertmekten daha değerli ne hediye verilir ki? İşte Fikret Otyam’ı bu derece özel yapan da bence buydu. Sanata adadığı koca bir ömür boyunca, gözümüzün önündeki güzellikleri tatlı bir dokunuşla yine bize gösterebilmesiydi.
Resim insanı değiştirir. O anda duyguları neyse, bir sonra yapacağı ne ise, mekânı neresi ise bunları alır götürür, yerine bambaşka bir gerçeklik getirip koyar. Bu yüzden bu kadar etkileyicidir zaten. Fikret Otyam’ın Anadolu’su ise bu gerçekliklerin en güzellerindendir; resimlerinde Anadolu insanını, yaşamını, doğasını anlatır. Anadolu’nun tüm renkleri onun hayat kokan resimlerinde soluk alıp verir; ekin taşan tarlalar, boylu boyunca uzanan keçi sürüleri, deve dikenli bahçeleriyle eski köy evleri, birbirinden güzel renklerle bezeli kilimler, davul zurnalı eğlenceler ve sürme çekilmiş kara gözleriyle bakan Anadolu kadınları.
Fikret Otyam, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencilerinden. 70 yıl önce İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne, ‘hocaların hocası’ İbrahim Çallı’nın atölyesine girmiş. Eğitimini 8 yıl sonra 1953’te Bedri Rahmi Eyüpoğlu atölyesinde tamamlamış. Ancak Otyam’ın resim sanatı, gazetecilik yıllarında başlayan Anadolu ve Güneydoğu Anadolu ile ilgili röportajları için yaptığı seyahatler sırasındaki gözlemleri çerçevesinde şekillenmiş aslında. Genç yaşta fotoğraf makinesini eline almış Otyam; fotoğrafı Nedim ağabeyinden öğrenmiş. Ve daha okul yıllarındayken sanat-edebiyat yazılarıyla Babıali’ye adım atmış. Mezun olduğunda ise Falih Rıfkı Atay’ın Dünya Gazetesi’nde yazarlık yapıyormuş. Gazetecilikten emekli olmasına kadar, Ahmed Arif’in deyişiyle ‘objektifi yüreğine takan adam’, adeta Doğu ve Güneydoğu Anadolu’lu olmuş. Urfa, Ceylanpınar, Viranşehir, Siverek yollarında yüzlerce yazı yazmış, geniş Harran Ovası’nda haberler hazırlamış, tüm Anadolu’da fotoğraflar çekmiş, sayısız resimler yapmış. Halkıyla yaptığı röportajları ile Anadolu insanının yaşamını belgelemiş, elliye yakın kitap yazmış. 89 yıllık dopdolu bir ömre bütün bir ülkenin kültürel zenginliklerini sığdırmış.
Bu sezon yazılara başlarken, kimi zaman bu köşeye bazı sanat eleştirmenlerinin konuk olabileceğini yazmıştım. Bu sergiyle ilgili değerlendirmeyi de Büyükişliyen çiftinin eserlerini yakından takip eden Nazlı Pektaş’a bırakmayı uygun buldum. Pektaş’ın önce Nilay Kan ardından Zahit Büyükişliyen’in eserleriyle ilgili görüşleri şöyle:
“Nilay Kan Büyükişliyen’in figürlerindeki çizgi, kararlı, kesintisiz beden boyunca ilerliyor. Bu çizgi heykelin boşluk içinde kapladığı hacmin de çerçevesi aynı zamanda. Ellere ulaşamayan kesik kollar, kimliksiz suretler ama çoğunlukla dimdik duran bedenler. Yan yana kadın erkek bedenleri, kimi zaman bir aile bazen yalnız bir kadın, bazen de müziğin ritmiyle kıvrılan bir dansçı. Sanatçının eserleri, bronz heykel olmalarını unutturan bir öykü ile boşlukta iz bırakıyor. Kadın ve erkeğin bazen sırt sırta, bazen yan yana kimi zamansa birbirlerine yaslanmış halleri, dinginliğe kavuşma isteğini çağırır. İkili ya da tek heykellerdeki oran-orantı ve denge, öykünün hatırlattığı dinginliğin biçimsel ifadesidir. Bir arada olmanın verdiği güce inanan kararlı bedenler, neredeyse soyuta yönelen formlarıyla yüzey hareket birlikteliğinde bedenden heykele evrilerek bronzun içinden dünyaya dokunuyorlar. Gördüklerimiz, malzemenin ağırlığından kurtulmuş, hareketi ve hareketsizliği çizginin formla olan dansında ortaya seren heykellerdir.”
ZAHİT BÜYÜKİŞLİYEN
“Zahit Büyükişliyen’in resimleri rastlantıya yer bırakmayan bir kararlılığın ve duyumsamanın yaratım sürecindeki yalın kesişmesidir. Renk, çizgi ve boşluk birbirlerine attıkları ilmekler vasıtasıyla her defasında gökyüzünden yeryüzüne uzanan mekan ve zamanda o anın görüntüsü olurlar. Resim artık sanatçının gözünde olan bitenin dokusudur. Zahit Büyükişliyen’in tiyatro tutkusu ve bu alanda gerçekleştirdikleri bilinir. Zahit bey, bu sergi için de ‘Benim resimlerinde boşluk çok önemli bir yer kaplar, tiyatro yönettiğim zamanlarda da sahneyi resim gibi düşünürdüm. Resimde de tıpkı tiyatro sahnesinde olduğu gibi boşluk çok önemlidir. Çünkü tuvale yerleştirdikleriniz bu boşluk sayesinde hareket edebilir’ diyor. Resimlere baktığımızda renkler, çizgiler, lekeler ve boşluk kararlı bir dengenin eşliğinde tuval sahnede yerlerini alır. Zahit Büyükişliyen, resmini oluşturan ögelerin repliğini, resimde yer alma düzenini, ışığı ve gölgeyi boşluğun içine kararlı bir yönetmen refleksiyle kurar. Ayrıntılar, küçük lekeler, kırık ve devingen çizgiler, sağlam bir kurgunun içinde sanatçının birikim ve kazanımının koşulu olarak oradadır. Bu kurgunun içinde figürle karşılaşmazsınız ama ufuk hattından başlayarak resme kapılan bakışlarınız o resmin figürü oluverir. Gökyüzünün altında yayılan duygu bütüne ulaşmayı çabalar. Bu yönüyle Zahit Büyükişliyen’in resimlerinde doğu felsefesinin ve hatta doğu resminin izlerini bulmak olasıdır. Renk ise kurulan bu dengede Zahit Büyükişliyen için nefes alan bir dildir. Büyükişliyen, bu dilin ortaya çıkardığı duyguları iyi bilen usta bir sanatçıdır. Bunu çok iyi bilir çünkü sanatının ilk yıllarından beri türlü coğrafyaların belleğinde kalan izlerini, renkleri vasıtasıyla hatırlar ve izleyiciyle paylaşır ve her defasında dünya tuvaline açtığı pencereden içeri girer. Çizgi onun resminde kimi zaman yazı olarak belirir, kimi zaman lekeye dönüşür, kimi zamansa tıpkı son resimlerinde olduğu gibi okunmaz bir şiirin kılavuzu olur. Yazı ile çizgi arasındaki halleri sizi tuvale saplar. Çizgiler; kırık, kalın, ince ve en yalın halleriyle Büyükişliyen resminde renkle karşılaştıklarında soyut lirik bir anlatımın türlü hallerine bürünürler.”
KENTTE NE VAR?
Burhan Doğançay-Abidin Elderoğlu-Kayıhan Keskinok-Mustafa Ayaz ve daha birçok usta sanatçıdan hediyelik küçük eserler- 15 Ocak 2016’ya kadar (Valör Sanat/Yıldızevler), Adnan Turani-16 Ocak 2016’ya kadar (KAV Sanat/Yıldız), Canan Atalay-15 Ocak 2016’ya kadar (Atlas Sanat-Çankaya), Nurtaç Özler-10 Ocak 2016’ya kadar (Krişna Sanat/Çankaya), Alper Gündüz-Anatolian Girls-Asaf Erdemli-Babik Design-Damla Sarı-Doğu Gündoğdu- Dragut Collage-Gamze Güleç-Gamze Tosun-Kemal İçden-Mo Design-Mustafa Kural-Pelin Yıldız-Sinan Dağ-Sinan Eronat-Sultan Burcu Demir-Studio Zigzag-Taha Baydar-Ufuk Akbey-Yalda Yaghin-Zeynep Merve Çiçek-31 Aralık’a kadar (Galeri Foyart/Çankaya), Süleyman Karakul-5 Ocak 2016’da açılacak (Gözde Sanat/A.Ayrancı), Şevket Cem Onat-16 Ocak’a kadar (Galeri Akdeniz/Yıydızevler), Hemzemin Sergisi-14 Ocak 2016’ya kadar (Peker Sanat/Yıldız), Yılbaşı karması-30 Aralık’a kadar (Stillife/Yıldızevler), Suluboyanın 100 yıllık serüveni-20 Ocak 2016’ya kadar (Emin antik/Kale), Mediha Bezgin 3’ümüz grubu-Bugün açılacak (Ziraat Kuğulu).
Şuna emin olun ki, yılın bu en karanlık gününde Gökçebağ’ın eserleri geçmiş yıllarda olduğu gibi yine içinizi aydınlatıp, ısıtacak nitelikte. Daha öncekiler gibi bu sergide yer alan resimlerin bazılarının başlangıç ve bitişlerine şahit oldum. Yalçın hocanın deyişiyle “demlenmeye” bıraktığı resimlerde kendisinin usta bakışıyla bulduğu eksiklikleri tamamlayışını ve resim bittikten sonra keyifle imza atışını izledim. İmza denilince, aklıma geldi. Hocanın bir resmine imza atarken bile, eserde denge unsuruna ne kadar önem verdiğine şahit oluyorsunuz. Şövale başından kalkıp geriye doğru yaslanarak imzayı resimdeki denge unsurunu bozmadan nereye atacağını belirlemek Gökçebağ için son derece önemli.
Bu sergide de artık Gökçebağ ile özdeşleşmiş, çay bahçesi, tepeden bakış hasat, bağ bozumu, Bodrum Kalesi ve Güvercinlik pazarı gibi kompozisyonlar Armoni’nin duvarlarını süsleyecek. Aslında Yalçın hoca bu sergi için geçmiş dönemde yaptığı, bazı ünlü koleksiyonerlerde bulunan yufka açan, domates salçası yapan kadınlar kompozisyonlarını da düşünüyordu. “Çok ince detaylar üzerinde çalışmam ve eserler arasında 60X80 santimetre ebatların çoğunlukta olması, zaman darlığını beraberinde getirdi” diyerek, bu kompozisyonları neden sergiye yetiştiremediğini açıklıyor Gökçebağ. Ama ben sergiden sonra da olsa Gökçebağ’dan farklı kompozisyon sürprizi beklediğimi söylemeliyim.
50 yılı aşkın sanat yaşamını geride bırakmasına rağmen her sergi öncesi yeni bir heyecan duyduğunu ve her yeni sergi için yaptığı çalışmaların kendisine yeni bir şeyler öğrettiğini vurgulayan Gökçebağ, bu sergideki yenilikleri şöyle açıklıyor:
“Tepeden bakışlı hasat, yani buğday tarlalarını daha geniş açı bakışıyla çalıştım. Tuval üzerinde sadece bir tarlayı değil, tarlanın etrafını, birbirleriyle bağlantılı tarlaları daha ayrıntılı olarak görecek sanatseverler. Keza çay bahçeleri veya bağ bozumu...Bunlarda da doğanın kendi içindeki kıvrımlarına daha fazla özen gösterdim. Tevazu göstermeyeceğim bir şey varsa, o da resimde ışık konusunda iddialı olmamdır. Bu ustalığımı konuşturarak, gün batımında çay bahçelerini adeta bir nehir gibi akıttım.”
Hocanın kendi ürettiği fırçalarla yaptığı tarlalarına yerleştirdiği buğdayları orakla biçen erkekler, çay bahçelerinde çay toplayan kadınlar, üzüm bağının içinde iki tarafına küfe yerleştirilmiş atla dolaşanlar, dere kenarında çamaşır yıkayan kadınlar, tepelerde uçurtma uçuran çocuklar vs...Tüm bunlar Gökçebağ’ın en önemli özelliğini, yani resimlerinin figüratifliğini de ortaya koyar.
Yalçın hoca resime figür yerleştirirken, diğer birçok nesnede olduğu gibi dengeyi gözetir. Figürlerin renklendirilmesinde de denge unsuru onun için önemlidir. “Resme baktığında gözün rahatsız olmayacak, resim seni içine çekecek. Öyle ki, sen de tuvaldeki figürlerden birisi olarak hissedeceksin kendini. Resme sahip olmanın mutluluğunu yaşayacaksın, karşısına geçip ayaklarını uzatıp, kadehten içkini yudumlamanın keyfini yaşayacaksın” diyor Gökçebağ.
İnternet üzerinden Hürriyet’in Ankara ilavesini okuyan İstanbullu okurlarım, Gökçebağ’ın sergisini çoğunlukla yılın sonuna doğru açtığını bildiklerinden, “Acaba bu yıl sergi İstanbul’da mı?” diye bana soru gönderirler. Ben de Gökçebağ’a sordum, “Hocam yeni yılda İstanbul’da sergi var mı?” diye. Verdiği yanıt şu oldu:
Ona göre plastik sanatların oluşum temelinde doğa ile barışık bir birliktelik var ve her sanatçı bunun farkında olmalı. Günlük yaşamda yer alan herhangi bir nesnenin estetik objeye dönüşebileceğini düşünen Gümrah, özgün kompozisyonlarında soğan köklü çiçekler, çakır diken gibi bitkileri kullanıyor. Bitkiler bir anlamda Gümrah’ın kompozisyonlarının temel elemanı. Gümrah’ın İsmail Altınok Sanat Merkezi’nde (Kolej) açılan ve 30 Aralık’a kadar sürecek olan 18. kişisel sergisinde “Çakır diken” objesinden hareketle oluşturduğu farklı kompozisyonları görebiliyoruz. Resimlerin bir kısmı denge-dengeleme edinimini anlatmaya çalışırken bazı resimler ise yaşam döngüsünü, barışı, birlikteliği, birlikte yaşamayı ve yükselişi anlatan kompozisyonlardan oluşuyor. Sanatçı bu sergisinde de üçgen tuval formunu resim altyapısında kullanmış. Dörtgen ve üçgen yüzeyleri farklı geometrik şekillerle bölümleyerek noktasal boyama ile oluşturulan zemin dokuları üzerine yine doğadan aldığı bildik kendisine ait olan formları tuvale işlemiş.
Eserlerde öne çıkan küresel yabani dikensi formlar, insan yaşamında önemli yer tutmayan ama aslında var olan organik doğa güzelliği sezilerek estetik boyuta taşınmış. Doğadaki oluşumundan ayrıştırılan yabani bitki formları, tuval üzerinde estetik boyuta ulaştırılmış.
Resim objesine dönüşen yabani çiçek formlarının farklı renklerde, farklı dokusal zeminler üzerinde sıralanması, kümelenmesi bir araya getirilmesi bireysel iç düzen ve sükunetin bir aracı niteliğinde. Işık ve renk oyunlarıyla yüzey, kütle ve derinlik farklı bir anlam kazanmış. Her form kendisine hareket özelliği katan ayrıntılarla ve bütünle olan ilişkilerinde aritmetik-geometrik bir çoğalış göstermiş. Bu çoğalış Gümrah’ın resimlerinde kompozisyon bütünlüğünün ve armonik yapının sağlamlığı ve dinamiği haline dönüşmüş. Eserlerdeki küresel imgeler, kendi başlarına ve kompozisyon kurgusu içinde bir bütün olarak sanatçının yüklediği daha toplumsal bir simgesel anlamı da oluşturmuş. Halen Atılım Üniversitesi, Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak Grafik Tasarımı Bölümü’nde temel sanat dersleri vererek meslek yaşantısına devam eden Gümrah, bu sergisiyle de düşüncesinde, özünde, renk kurgusunda, tekniğinde ve diğer unsurlarda ifadesini bulan bireysel farklılaşma ile mevcutların dışına çıkmayı hedeflemiş gibi görünüyor.
BLIS’TE ARA GÜLER SERGİSİ
Çalışmaları dünyanın pek çok yerinde birçok yayın, katalog ve sergide yer alan fotoğraf üstadı Ara Güler’in Türk edebiyatından yazar portreleri, Bilkent Laboratuvar ve Uluslararası Okulu’nda (BLIS) sergileniyor. 18 Aralık’a kadar sürecek sergide Halide Edip Adıvar, Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmed Arif, Ümit Yaşar Oğuzcan, Orhan Veli Kanık, Sait Faik ve daha çok birçok ünlü Türk edebiyatçıların portre fotoğrafları yer alıyor. Sergideki fotoğraflar izleyiciyi, yazarların yazma serüvenlerine, çalışma odaları ve hallerine, sıradan yalın durumlarına götürüyor. Sergiyi gezerken Ara Güler’in edebiyatımızın yetkin kalemleriyle sürdürdüğü dostluğun doğal bir sonucu olan portrelerdeki sıcaklık ve canlılığı da hissedebiliyorsunuz. Eserleri gördüğünüzde, sanatçının edebiyatçı dostlarını bir stüdyo ortamında yapay bir aktarımla değil en samimi ve yalın hallerinde, abartıdan uzak, kendi halinde ve oldukları gibi fotoğrafladığını görüyorsunuz. Sanatçı olarak nitelendirilmekten ve anılmaktan hoşlanmayan Ara Güler’in BLIS’teki bu sergisi, Güler’in kendisini bir gazeteci olarak tanımlamasının da ne kadar haklı olduğunu ortaya koyuyor.
KENTTE NE VAR?
Abidin Dino-17 Aralık’ta açılacak (Galeri Nev/GOP), Adnan Turani-16 Aralık’ta açılacak (KAV Sanat/Yıldız), Yakup Cem-30 Aralık’a kadar (RC Art Galeri/Bilkent AVM), Metin Yurdanur-Nihat Kahraman-2 Ocak’a kadar (Nurol Sanat/Güevenevler), Nevzat Akoral-Bilgehan Uzuner-Hayati Misman-Sema Boyancı-30 Aralık’a kadar (Galeri Sanat Yapım-Şenyuva), Nilay Kan Büyükişliyen-Zahit Büyükişliyen-14 Ocak’a kadar (Platform A/Taurus AVM), Nadide Gürcüoğlu-30 Aralık’a kadar (Nesibe Aydın Sanat/Or-an), Halil Coşkun-22 Aralık’a kadar (Sepa Sanat/Ümitköy), İbrahim Al Hassoun-Yarın açılacak (Jan Sanat/Yıldız), Gafur Uzuner-27 Aralık’a kadar (Alev Sanat/Çayyolu), Saadet Metin-Gülendam Özcan-30 Aralık’a kadar (Bursa Evi Resim Galerisi/Kale), Zeki Şahin-18 Aralık’ta açılacak (Çağdaş Sanatlar Merkezi/Çankaya), Emin Güler-Kadir Şişginoğlu- 24 Aralık’a kadar (Emin Antik/Kale), Nermin Bayraktar-Yarın açılacak (Galeri Kara/Kızılay), Figen Rutkay-25 Aralık’a kadar (Galeri M/Armada AVM), Fikriye Atik Güney-25 Aralık’a kadar (Ziraat Kuğulu), Valör Sanat, Peker Sanat, Çankaya Sanat, Stillife, Sevgi Sanat, Medya Sanat ve daha birçok galeride karma ve yılbaşı için hediyelik “küçük işler” sergileri açılmış durumda.
Gazetedeki asli görevimiz bu değil. Asıl işimiz ağırlıklı olarak dış politika, savunma ve askeri konularda Hürriyet okurlarını elimizden geldiğince bilgilendirmek. Çevremizdeki gelişmelere baktığımızda benim açımdan yoğun bir gündemin olduğunu fark edebilirsiniz. Rusya ile yaşanan kriz, PKK ve IŞİD terörü, Suriye ve Irak’taki gelişmeler, AB ile başlayan yeni süreç, vs.
Geçen hafta, üç günü AB Bakanı Volkan Bozkır’la Brüksel’de geçirdim. Eğer olağanüstü bir gelişme olmaz, AB bildik çifte standart anlayışına yeniden dönmez ve Ankara da “küstüm oynamıyorum” kartını kullanmaz ise AB ile yakalanan olumlu havayı yeni yılın bahar ve yaz aylarında daha güçlü hissedebiliriz diye düşünüyorum. Ancak AB ile kısa süre öncesine kadar yaşadığımız durgunluk dönemini hatırladığımızdan, insan ister istemez yine de temkinli oluyor. Bu nedenle bekleyip görmekte fayda var. Ama sevgili okurlar şuna emin olun ki, Türkiye’nin hemen her alanda çağdaşlık yolunda ilerleyebilmesi için AB çıpasına sarılması şart. Bu, sanatın her alanında daha ileriye gidebilmemiz için de gerekli.
Geçen haftayı Belçika’da geçirip, Türkiye’ye iner inmez de Türk komando taburunun Musul yakınındaki Başika kampına intikaliyle ilgili kritik gelişme içinde kendimizi bulunca, boş vaktimizde biraz olsun farklı bir dünyaya girmek için hobi olarak ugraştığımız resim dünyasından ister istemez ayrı kaldık. Dün kimi yazalım, neden bahsedelim diye düşünürken, elektronik posta kutumuza gelmiş duyurular bir anlamda kurtarıcımız oldu. Gelen duyuruların hepsi çok önemli, her etkinliği bir şekilde duyurmaya çalışıyorum. Duyurular arasında, sadece Ankara’nın değil, Türkiye’nin en önemli galerilerinden Nev’de (Gezegen Sokak/GOP) çağdaş Türk sanatının önemli isimlerinden, 1999 yılında kaybettiğimiz Erol Akyavaş’ın fotoğraf çalışmalarından oluşan, 16 Ocak’a kadar sürecek “Fotoğrafçı” isimli sergisinin açıldığını görünce çok mutlu oldum. Ne yalan söyleyeyim Galeri Nev’in sergiyle ilgili değerlendirme yazısı zaman sorunu yaşadığım bugünlerde kurtarıcım oldu:
“Erol Akyavaş fotoğraflarını arşivlemeye ve sergilemeye karar verdiğimizde, önümüze 5-6 bin karelik bir külliyat çıkacağından habersizdik. Daha da çarpıcı olan, bu fotoğrafların dizildiği olağanüstü düzenli tamburlar, negatiflerin üzerine alınmış notlar, dünyanın dört bir yanından sipariş edilmiş kameralar, mercekler ve onları özgün kılmak üzere yaptırılmış mühürlerdi: ‘Akyavas Photography’, ‘Erol Akyavas Photography’, ‘Photo by Erol Akyavas’, ‘All Rights Reserved’...
Bunlar, fotoğrafın Akyavaş için ne denli hayati olduğunun göstergeleriydi. New York’taki ilk ve en küçük evlerinde dahi bir karanlık oda kurmuştu; izleyen yıllar içinde biriktirdiği binlerce kare, düşünme ve üretme sisteminin ana hatlarını oluşturdu. Fotoğrafların resimlerini, resimlerin fotoğraflarını beslediği apaçıktı.
Akyavaş’ın Nisan 2012’de yine Galeri Nev’de açılan son sergisinde erotik yağlıboyalarının günyüzüne çıkmış olması, fotoğrafları sergilemeye de erotiklerle başlamak için ilham verici oldu. Böylece iki serginin birbirini tamamlayacağını düşünüyor ve izleyicileri bize büyük heyecan veren bu sürekliliklere ait sayısız anahtarı keşfetmeye davet ediyoruz.
Başlarken, İlona Akyavaş, Mirgün Akyavaş, Yiğit Ekmekçi, Bahattin Öztuncay, Sevim Sancaktar, Seymen Altınyeleklioğlu ve Pulat Tacar’a teşekkür ediyoruz. Onların cömert katkıları sayesinde, mührünü ilk kez kullanmaya hazırız: Akyavas Photography!”
AYAZ VE AKÇA SERGİLERİ
Ankara’da kurduğu ve sahibi olduğu şirket; inşaat, otomotiv, elektronik, tıp, turizm, sigortacılık, endüstriyel mühendislik ve dış ticaret sektörlerinde yatırımlara sahip. Bizim ülkede iş insanı denilince nedense insanlar hep ‘Burnu büyük, havalarda’ bir tip hayal ederler. Bozkurt’u tanıdığınızda ise bu düşüncenizden uzaklaşacağınızı temin ederim. Sanırım bunda varlıklı olmasına rağmen, ailesinden tek bir kuruş destek almadan, kendi çabalarıyla gençliğini Norveç’de geçirip, kendi ayakları üzerinde durmayı başarmasının etkisi büyük.
Ayhan bey, kendisiyle barışık, fıkra anlatmayı ve espri yapmayı seven bir kişiliktir. Sohbetlerinde, insanın yaşamında hobi sahibi olması gerektiğinin önemine vurgu yapar. Yelken, kayak ve golf onun hobilerinden bazıları. Geçmişte Türkiye Kayak Federasyonu Başkanlığı yaptığını da hatırlatayım.
MUHTEŞEM ÜÇLÜ
Daha sayamadığım birçok meziyetinin yanı sıra Bozkurt, sanata olan düşkünlüğü ile de biliniyor. Yıllara dayanan dostlukları ve birbirlerinden hiç kopmamalarıyla bilinen Erhan Peker, Ayhan Bozkurt ve Serdar Kaya, “Ankara sanat dünyasının efsane üçlüsü” olarak anılır. Fırsat buldukça ben de bu “muhteşem üçlüyle” birarada olmaktan gerçekten çok keyif alıyorum. Özellikle birlikte çıkılan yemeklerde masadan yükselen kahkahalar kim bilir belki çevremize bile rahatsızlık veriyordur. Konuyu fazla dağıtmadan asıl meseleye dönersek. Ayhan beyin sanata olan düşkünlüğü sonunda onu da koleksiyoner yapmış. Sahip olduğu resimleri sanatseverlerle buluşturmak istediğinde teklif Serdar Kaya’dan gelmiş: “Bizim galeri ne güne duruyor. Birlikte sergileyeceğimiz resimleri seçelim. Daha sonra da tarihi belirleriz.”
ÜNLÜ RESSAMLAR
Serdar bey geçen hafta resim seçme işinin tamamlandığını ve sergi tarihi olarak 4 Aralık’ı kararlaştırdıklarını söyledi. Serdar Kaya’nın dediğine göre, “Sergi için galeri Serdar beyden, serginin açılışında yiyecek ve içecek Ayhan beyden” olacakmış. Anlayacağınız bu sergi satış amaçlı olmayacak. Tamamen Ayhan Bozkurt’un koleksiyonunda bulunan usta ressamların fırçalarından çıkmış resimleri sanatseverlerle buluşturmak amacıyla düzenlenen bir sergi. Nuri İyem, Fikret Mualla, Abidin Dino, Turan Erol, Fethi Arda, Nuri Abaç, Ercüment Kalmık, Mustafa Ata, Mustafa Ayaz, Şeref Bigalı, Yalçın Gökçebağ, Komet, Burhan Doğançay ve daha bir çok ünlü ressamın eserleri bu sergide yer alacak. Serdar Kaya bu sergiyi açmada, toplumda karamsarlığın arttığı bir dönemde insanların sanata olan heveslerini diri tutma anlayışının önemli rol oynadığını söylüyor. Özellikle, Ankara’daki Güzel Sanatlar Fakülteleri öğrencilerinin görgü ve deneyimlerini artırmaları için 4 Aralık Cuma günü Valör Sanat’ta (Yıldızevler) açılacak bu özel koleksiyon sergisini gezmelerini öneririm.
KENTTE NE VAR?