İkincisi düzenlenen Art Ankara Çağdaş Sanat Fuarı’nı geride bıraktık. Yerimiz elverdiğince fuarla ilgili izlenimlerimi burada aktarmaya çalışacağım. Geçen yılla karşılaştırıldığında bu yıl fuarın düzeni oldukça iyiydi. Bezle kaplı panolar ve insanların kösteklenerek düşmesine neden olan ucu kıvrılmış halılara ilişkin şikayetler dikkate alınmıştı. Ancak aydınlatma yeterli değildi. Fuarı düzenleyen Atis Fuarcılık sahibi Bilgin Aygül de bunun farkında. Önümüzdeki yıl aydınlatma işinin nasıl yapılması gerektiğine dair Almanya’dan özel küratörler getireceği sözünü verdi. Bir şikayet de, fuarın düzenlendiği ATO Congresium’la ilgili. Fuar alanının geç teslim edilmesi, galerileri zor durumda bırakıyor. Fuar, açılış gününe istenilen düzeyde yetiştirilemiyor.
GEÇEN YILDAN İYİ
300’dan fazla sanatçının yüzlerce eserinin sergilendiği fuara bu yıl Ankara’dan katılım geçen yıla göre daha yoğundu. İstanbul’dan da katılım vardı, ancak yeterli değildi. Aynı durumu uluslararası boyut için de söyleyebiliriz. Görebildiğim kadarıyla Almanya, Gürcistan ve Kırgızistan’dan az sayıda sanatçı ve galeri fuara katılmıştı. Bazı Rus ve Ukraynalı sanatçıların eserleri de sergi panolarını süslüyordu. Art Ankara’nın daha da ileriye götürülmesi için özellikle İstanbul ve yurtdışından katılımı yoğunlaştırmak şart. Bu, Art Ankara’nın İstanbullu ve yabancı sanatsever koleksiyonerlerin dikkatini çekmesi için gerekli. Geçen yılla kaşılaştırıldığında katılım açısından hava olumlu olsa da, gözlemleyebildiğim kadarıyla ekonomik açıdan pek iyimser bir hava hakim değildi. Bunun en önemli nedeni, ülkeyi yönetenler inkar etseler de ekonomik durgunluk ve sıkıntı. Dolayısıyla resimle ilgilenen “üst tabaka” diye tanımlayabileceğimiz diplomat, doktor, mimar, mühendis, avukat ve serbest meslek sahibi insanların resim satın almamaları. Bir koleksiyonerin, “Eskiden olsa buradan en az 500 bin liralık resim alırdım” sözleri dikkat çekiciydi. Resim sanatında haklı yer edinmiş hangi ressamla konuşsam, hepsinden aşağıda aktaracağım ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da kulak vermesi gerektiğini düşündüğüm şu sitemi duydum:
“Eskiden diplomatların resim almaları için bakanlıktan ödenekleri olurdu. Özelikle Ankaralı ressam ve galerilerin desteklenmesinde Dışişleri mensuplarının rolü büyüktür. Artık bakanlık mensuplarına destek verilmediği için devlet kurumlarının resim almasında Dışişleri Bakanlığı öncülük yapamıyor.”
Ben sadece Dışişleri Bakanlığı’nın değil, tüm bakanlıklarda özellikle de üst kademedekilerin hem makamlarına, hem de evlerine resim almaları için teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Eleştirim sadece iktidara yönelik değil. Fuarın açılış kokteylinde, “Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyen Atatürk’ün kurucusu olduğu CHP’den kimseyi görmedim. Çankaya Belediyesi’nin reyonu da olmasa fuarda CHP izine rastlanmayacak. Sonradan gelen oldu mu, bilmiyorum. Ama CHP’nin sanata ve sanatçıya yeterli destek ve ilgiyi göstermediği herkesin dilindeydi. Umarım parti yöneticileri kendilerine yönelik bu sitemi dikkate alırlar. Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Hüseyin Yayman’ın fuarın açılışına katılmasını ve açılış konuşması yapmasını önemsedim. Umarım sayın Yayman, resim sanatının desteklenmesi için birazını burada dile getirdiğim haklı talepleri, kendisi de resime meraklı Bakan Mahir Ünal’a iletir. Fuarda reyonları gezerken karşılaştığım eski bakanlar Beşir Atalay, Ertuğrul Günay, Kürşad Tüzmen, artık ciddi boyutta resimle uğraşan DSP eski Genel Başkanı Zeki Sezer ile birkaç diplomatın da konuyu kendi çevrelerine aktaracaklarını umuyorum.
DAHA UZUN OLMALI
Genelde toparlarsak, Art Ankara’nın başkentin sanat dünyasına nefes aldırdığı bir gerçek. Bu etkinlik önümüzdeki yıllarda katılımcılar açısından daha profesyonel olmalı ve süre açısından en azından bir-iki gün daha uzun olmalı diye düşünüyorum. Fuarı düzenleyen Atis Fuarcılık’ın Art Ankara’yı devam etttirme kararlılığında görmek de sevindirici. Fuarı gezenlerin Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, Halil Paşa’nın, Nuri Abaç’ın, Ömer Uluç’un, Devrim Erbil’in, Ergin İnan’ın, Mustafa Ata’nın, Mustafa Ayaz’ın, Yalçın Gökçebağ’ın, Ahmet Güneştekin’in, Ahmet Umur Deniz’in, Haluk Özden’in, Orhan Umut’un, Efkan Beyaz’ın büyük boyutlardaki eserlerini görme ve birçok sanatçının canlı performanslarını izleyebilme fırsatı yakaladıklarını da belirtmek isterim.
KENTTE NE VAR?
“ArtAnkara-2.Çağdaş Sanat Fuarı” 9 Mart Çarşamba günü açılacak, 13 Mart Pazar günü geç saatlerde kapanacak. Ülke genelindeki ekonomik durgunluk sanat dünyasını da etkilemiş durumda. Ekonomide olumsuz sinyaller gelmeye başladığı zaman, ilk kısıntının yapıldığı alanlar kültür-sanattır. Kitap, gazete, CD, resim vs. alımı durdurulur. Bu nedenle ArtAnkara’nın, galerilerin, ressamların bütçelerine olumlu katkılar sağlamasını diliyorum.
Fuar bu yıl da geçen yıl olduğu gibi ATO Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlenecek. Geçen yıl yaşanan aksaklıkların bu yıl tekrarlanmamasını diliyorum. Fuarın önemini ve desteklenmesi gerektiğini biliyorum. Ancak bundan etkinliğin daha iyi olması, daha ileriye götürülmesi amacıyla eleştirisel bakış açısını devre dışı bırakacağımız anlamı çıkarılmamalı. Geçen yıl beyaz örtüyle kaplanan panolar, zemine döşenen halıların fuarı gezenler için barındırdığı tuzaklar, herkesin dilindeydi. Bu ve benzeri aksaklıkların ortadan kaldırılmış olduğunu umuyorum. Fuara Ankara’dan ve başka illerden galeriler katılıyor. Ziyaretçiler hem günümüz ressamlarından, hem de Türk resim tarihinde önemli yer edinmiş sanatçılardan eserleri fuarda görme imkanı bulabilecekler. Fuara katılacak galerileri ve eserleri sergilenecek ressamların hepsini buraya yazabilmek mümkün değil. Ama Ankara’da resimle ilgilenenlerin yakından bilip tanıdığı galerilerin neredeyse tamamı fuara, ünlü isimlerle katılıyor. Fuar girişinde temin edilebilecek, katılımcıların yer aldığı broşürlerden kimin hangi reyonda olduğunu rahatlıkla bulabilirsiniz. Fuar boyunca resim sanatıyla ilgili birçok etkinlik olacak, sanatçılar ve sanat eleştirmenlerinin katılımlarıyla sohbet tadında mini konferanslar düzenlenecek.
ÜNAL’IN RESİM SEVGİSİ
Fuar bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da desteğini almış durumda. Madem bakanlıktan laf açıldı size önemli bir bilgi vereyim. Malumunuz sanatla yakından ilgilenen siyasiler, her zaman ilgi çekmiştir. Şiir yazan, beste yapan, enstrüman çalan bakan ve milletvekilleri, kamuoyunda yaptıkları siyasi faaliyetlerden daha çok konuşulur ve merak uyandırır. Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal da seleflerinden farklı bir çizgi izleyeceğini gözler önüne serdi. Yıllardan beri içinde taşıdığı resim merakının, bakanlık görevinin ardından iyice depreştiği bilgisine ulaştım.
Siyasi hayatından önce amatörce yağlıboya resim çalışmaları yapan ancak bu konuda tekniği ilerletmek isteyen Ünal, göreve geldikten sonra bakanlığının çalışma konusu gereği, sanat ve sanatçılarla daha yakından ilgilenmeye başlamış. Ünal’ın ilk işi bakanlığa ait hizmet veren resim atölyesi olup olmadığını sormak olmuş. İsteyenlere resim kursu veren böyle bir atölyenin olmadığını öğrenen bakan, derhal bu hizmetin alt yapısının oluşturulması talimatı vermiş. Resim tekniğini geliştirmek için de Ankaralı bir ressamdan fırsat bulduğu zamanlarda ders almaya başlayan Ünal’ın, fuarın açılışına katılıp katılmayacağı ise merak konusu.
SERBEST’İN MAVİ TUTKUSU
Fuarla birlikte galerilerdeki sergiler devam ediyor. Sergisi devam eden ressamlardan birisi de Gültekin Serbest. Serbest’in “Mavi’ye takıldı renklerim” adını verdiği sergisi 20 Mart’a kadar Bilkent’teki RC Artgallery’de görülebilir. Sergiyle ilgili düşüncelerini anlatan sanat eleştirmeni Ümit Yaşar Gözüm, “Balkanlardan Anadolu’ya göçlerin kültür, sanat ve edebiyatımıza, yeni renkler, tınılar ve desenler taşıdığı gerçeğine Serbest’in resimlerinde yeniden tanıklık ediyoruz” diyerek, sanatçının bize Kosovalı olduğunu hatırlatıyor. Serbest’in sergilenen eserlerinde tavus kuşu-İstanbul birlikteliğinin yanısıra mitolojik figürleri de görüyorsunuz. Serbest’in resimlerinde özellikle neden İstanbul’u işlediğini, eleştirmen Gözüm’ün şu değerlendirmesi ortaya koyuyor:
Sevgili Müzeyyen’den çağdaş resim ve genç bir sanatçıyla ilgili yazı yazmasını rica ettiğimde sağolsun beni kırmadı, aşağıdaki yazıyı gönderdi. Neler yazmış, birlikte okuyalım:
“Geriye dönüp baktığım zaman 2007 yılından beri yüzün üzerinde sanatçıyla çalıştığımı ve sergi açmış olduğumu fark ettim. Bu sanatçıların bir kısmı yetişkin ve deneyimli sanatçılarken, bir kısmı da genç kuşak sanatçılardır. 2010 yılından bu yana genç kuşak sanatçılarla çalışmayı sürdürüyorum. Tercih nedenim ise her şeyin soluk soluğa yaşandığı bu çağda, daha çok dinamizm, daha çok üretkenlik vaat eden gençlik kavramının enerjisidir. Benim de parçası olduğum dönemin sanatını ağırlıklı olarak izliyorum. Dönemsel olayların kuşak farklılığı nedeniyle farklı algılanması ve yorumlanması, kullanılan enstrümanların çeşitliliği, benim de bakış açımı değiştiriyor ve beni eğitiyor. Genç sanatçıların erken dönemi-deneysel deneme sürecini takip etmek, laboratuvar ortamında sonucun ne olacağını merakla beklemek gibidir. Bu merakım kimyager olmamın getirdiği sonuç olsa gerek. Bu süreci azimle devam ettirebilen olduğu gibi, dönemsel koşullar nedeniyle, farklı iş alanlarında çalışmak zorunda kalan sanatçılar olabiliyor ve bu gibi durumlarda hayal kırıklıkları yaşanabiliyor. Bir dönem sonra tekrar sanat alanında üretime dönen genç sanatçılar, farklı alanlardan beslenmeleri ile yeni işler üretebiliyorlar. Üretilen her yeni iş, bir önceki dönemi ile ilişkili olabileceği gibi, tamamen bağımsız da olabiliyor. İşte bu süreci yaşamak, farklı dönemlerine şahit olmak ve sonucunda bir sergiyle buluşmak, iki taraf için de heyecan verici oluyor. Ülkemizde neredeyse her ilde Güzel Sanatlar Fakültesi (GSF) mevcuttur. Her mezun olan sanatçı olacak diye bir koşul yok. Ama yine de bu gençlere kendilerini gösterebilecekleri alanlar yaratmak, üretim sürecinde yaratıcılığını ve merakını diri tutarak çalışma koşullarını iyileştirmek gerektiğini düşünüyorum. Üniversitelerin bünyesindeki öğrenci değişim programlarına katılabilen GSF öğrencilerinin, Avrupa’da ve dünyada sanatı yakından inceleme şansına sahip olabilmeleri öğrencilerin gelişim süreçleri için çok faydalıdır. Ayrıca öğrenci değişim programı ile Türkiye’ye gelen yabancı GSF öğrencilerinin de katkısı büyüktür. Yapmış olduğum mezuniyet karma sergilerinde yabancı uyruklu sanatçıların işlerinin farklılık gösterdiğini ve gerek hocalarına, gerekse dönem arkadaşlarına katkı sağladığını gözlemledim. Eğitiminin bir kısmını yurt dışında yapabilen, kendisini yurt dışında gösterebilen ve kabul ettirebilme şansını kendisine yaratabilmiş genç kuşak sanatçılarımız mevcuttur. Genç kuşak sanatçılarımıza örnek olabileceğini düşündüğüm, Nisan ayında Galeri Foyart’da sergisini gerçekleştireceğimiz sanatçılarımızdan biri de Filiz Azak. 2008 yılından beri farklı dönemlerini içeren, birkaç defa sergilerini düzenleme şansına sahip oldum. Filiz Azak 9 Eylül Üniversitesi GSF Resim bölümünden mezun olduktan sonra 2004 yılında girdiği Berlin Güzel Sanatlar Üniversitesi resim bölümünde önce Prof. George Baselitz ve sonra Prof. Leiko Ikemura atölyelerinde çalışmalarını devam ettirdi ve yüksek lisansını 2007’de tamamladı. Bükreş, Paris, Lüksemburg ve Berlin’de Martin-Gropius Bau’da grup sergilerine katıldı. 2008 yılında Polonya Poznan’da Devlet Modern Sanatlar Müzesinde kişisel bir sergi açtı. Berlin Galeri Lacke-Farben daimi sanatçısı oldu ve düzenli kişisel sergilerini gerçekleştirdi. 2009 yılında Bayer-Schering koleksiyonuna girdi. 2010 yılında Almanya’nın Osthaus Müzesi ile Monchehaus Müzesi’nde ve Macaristan’da Uluslararası Peş Koleksiyonu ve Modern Macar Galerisi’ndeki grup sergilerinde işleri sergilendi. Filiz Azak’ı yurt dışında özel kılan şey işlerinde, Türkiye’nin görsel ve kültürel mirasından, köklerinden beslenmesidir diyebiliriz. Filiz Azak resimlerini yaparken, bazen bilinçli bazen de sezgisel olarak minyatürlerden esinlenip kendi hikayelerini oluşturuyor. Filiz Azak’ı tarihsel veya dönemsel kesinlik ve doğruluk ilgilendirmiyor. Kahramanları çoğunlukla gezginler ve onların bitmek bilmeyen uzun yolculuklarıdır. Bu hareketlilik içerisinde sanki bir tiyatro sahnesinde gibiler, doğadan ve hayvanlardan esinlenerek hazırladıkları kostümleri taşıyorlar. Bu figürler ise bazen insan biçiminde yaprak ve ağaç olurken, bazen de cin şeklinde doğaüstü varlıklar olabiliyorlar. Resimleri gerçek ile soyut arasındaki eşikte balans ile hareket etmektedir. Dikkat kesilip bakıldığında tuval üzerindeki üst üste boyamaları ve katmanları, ya da tıpkı bir kitabın devam eden sayfaları gibi bu durumun bir sonraki resminin bir parçası olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz.
Bütün bunlardan yola çıkarak resimlerinin bir hikayeyi anlatmasının yani sıra, aslında tuvalin oluşum sürecinin de bir hikayesinin olduğunu anlayabilirsiniz.”
KENTTE NE VAR?
İBRAHİM Balaban-22 Mart’a kadar (Peker Sanat/Yıldız), Ramazan Tilki (Heykel)-Şule Özbahar (Resim)-2 Mart’ta açılacak (Gözde Sanat/A.Ayrancı), Mustafa Albayrak-19 Mart’a kadar (Armoni Sanat/Yıldızevler), Numan Seven-Yarın açılacak (İsmail Altınok Sanat Merkezi/Kolej), Ekrem Kahraman-12 Mart’a kadar (KAV Sanat-Yıldız), Gültekin Serbest -20 Mart’a kadar (RC Sanat/Bilkent AVM), Burhan Özer-16 Mart’a kadar (Medya Sanat/Çankaya), Kuo Hsin-i (Tayvan’dan suluboya)-Yarın açılacak (Nurol Sanat/Çankaya), Ece Afacan (Seramik)-18 Mart’a kadar (Zirat Kuğulu).
Galerinin önünde park yeri bulmak zor olacağı için aracımı yakınlardaki Rusya Büyükelçiliği’nin bulunduğu bölgede park etmeye karar verdim.
Bu arada gazeteci arkadaşım Murat Çelik’le telefonda konuşuyordum. Sergiye gelip gelmeyeceğini sordum. Başka bir işi olduğunu, yoğun tarafikte boğuştuğunu söyledi. Telefonu kapattım. Aracımı park ettim tam kapıyı kapattım ki, Ankara semalarının turuncu renkle kaplandığını gördüm ve şiddetli bir patlama sesiyle irkildim.
Rusya Büyükelçiliği yakınına park ettiğim için, bir an büyükelçiliğe saldırı olduğunu düşündüm ve olay yerinden uzaklaştım. Mesnevi Sokak’ta herkes dışarıya çıkmıştı. İnsanlar telefona sarılmış yakınlarını arıyorlar, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Sergiye gelenler de sokağı doldurmuşlardı. Gazeteci olduğum için herkes bana yöneliyordu, ben de telefonla büroya ulaşmaya çalışıyordum. Olay çok sıcak olduğu için ne olduğunu tam anlayamamıştık. Her kafadan bir ses çıkıyordu. “Güven Park’ta patlama oldu....Patlama Dikmen’de... Kuğulu Park’ta olmuş...vs”. Herkesin kanaati şiddetli bir patlama olduğu yönündeydi. Fazla sürmeden ne olduğu sonunda anlaşıldı. Başkent 4 ay aradan sonra ikinci canlı bomba saldırısıyla sarsılmıştı. Bu alçakca terör eylemi sonucu 28 canı yitirdik, 61 insanımız yaralandı. Ölenlerin yakınlarına başsağlığı ve sabır, yaralılara acil şifalar diliyorum.
İnsanın eli böyle durumlarda yazı yazmaya gitmiyor. Ancak direnmemiz gerektiğini düşünüyorum. Herşeyden önce elimizden almak istedikleri yaşamı, yaşam sevincimizi koruyup, daha da ileriye götürmek için direnmeliyiz. Bu direncin en önemli ayaklarından birisinin de sanatsal etkinlikler olduğunu düşünüyorum. Yazıyı, lanetlediğimiz terör saldırısından sonra sosyal medyada her kesimden insanın paylaştığı “AnKARA” ile noktalıyorum. Buna ilave olarak “Kentte ne var?” bölümünde tüm sergileri yayınlıyorum. Teröre inat, bağnazlığa inat, onların yaymak istediği korkuya inat, şehir yaşamından kopmayın, yaşam sevincinizi artırarak sürdürün diye...
KENTTE NE VAR?
İbrahim Balaban-25 Şubat’ta açılacak (Peker Sanat/Yıldız), Mustafa Albayrak- Bugün açılacak (Armoni Sanat/Yıldızevler), Alp Yavuz-Yarın açılacak (Arda Sanat/Yıldızevler), Ekrem Kahraman-12 Mart’a kadar (KAV Sanat/Yıldız), Nuri Abaç-Duran Karaca-27 Şubat’a kadar (Nurol Sanat/Güvenevler), Figür yorum- 9 Mart’a kadar (Galeri Soyut/Yıldızevler), Ahmet Kolburan- 1 Mart’a kadar (Kursart/Dikmen), Aykut Öz (Heykel)-12 Mart’a kadar (Galeri Akdeniz/Yıldızevler), Erhan Hökelek-28 Şubat’a kadar (Galeri Gözde/A. Ayrancı), Kerim Laçinbay-28 Şubat’a kadar (Alev Sanat/Çayyolu), Ayşe Bilir-4 Mart’a kadar (Atlas Sanat/Çankaya), Hüsnü Dokak-29 Şubat’a kadar (Aysel Gözübüyük Sanat Galerisi/Alacaatlı), Mineke Reinders-Zeki Fındıkoğlu-29 Şubat’a kadar (Bilkent Üniversitesi Sanat Galerisi), Basri Erdem-25 Mart’a kadar (Kentsanat/Yıldız), Raif Gökkuş-3 Mart’a kadar (Emin Antik/Kale), Ayten Timuroğlu-26 Şubat’a kadar (İsmail Altınok Sanat Merkezi/Kolej), Burhan Özer-16 Mart’a kadar (Medya Sanat/Çankaya), Zafer Malkoç-29 Şubat’a kadar (Stillife/Yıldızevler), Ece Afacan (Seramik)-29 Şubat’ta açılacak (Ziraat Kuğulu).
Doğru bir tanımlama yapmış. Çünkü Binzet’in resimlerinde doğanın deniz teması ağır basar. Sanatçının kullandığı mavi, adeta dinginliğin sembolüdür onun resimlerinde, insanı dinlendirir, huzura kavuşturur. Sıcaktır Binzet’in kullandığı mavi. Okyanusun insani ürperten siyaha çalan mavisi gibi değildir. Tuvale adım atsanız, denizin en fazla dizinizin seviyesinde olduğunu hissedersiniz sanki. Hiç kendisine sormadım ama, artık maviye kendi adını vermiş, hocalarından birisi olan Turan Erol’un etkisi vardır diye düşünüyorum.
Binzet’in resimleri sizi nasıl bir dünyaya götürecek, bunu tespit edebilmeniz için en iyisi gidip sergiyi izlemeniz. Binzet, ressamlığının yanısıra sanatçı olması nedeniyle toplumsal sorunlarla yakından ilginen ve sorunları farklı algılayan bir isim. Binzet’in, sergisine ev sahipliği yaptığı Fırça Sanat’ın sahibi Semra Sancak’la yaptığı söyleşisinden aldığım bölümler, sanırım onun bu özelliğini ortaya koyacak nitelikte:
“Madem ki sanatla uğraşıyorum, o halde bizde olduğu kadar dışarıda da neler olup bittiğini merak ediyorum. Dahası geçmişte nasıl bir sanat olduğunu araştırmak doğru olmaz mı? Sanatın toplumsal bir olgu olduğunu unutmayalım hiç. İçinde büyüdüğü toplumun her kurumundan ister istemez etkilenir ve onları etkiler de. Çevremizde sanat adına olan bitenlere biraz eleştirel bir gözle baktığımızda bunları görmemek olası değil. Sanatla ilgilenen kişiler olarak bir araya geldiğimizde tartıştığımız ve hepimizin çok yakından bildiği sorunlar değil mi düşündüklerimiz? Öyleyse hepimize düşen görev olabildiğince düşünmek ve sorgulamaktır. Çünkü sanatın işlevi budur. Eğer öncülük gibi bir rolü varsa salt bu yüzdendir. Özellikle bizdeki topluma yön vermeye çalışanların baskıladığı bir ortamda sanata düşen görev her zamankinden fazladır kanımca. Aydınlatma görevini hiç birimizin aksatmaması gerekiyor.
DİNGİNLİK KARGAŞAYA KARŞI
Resimlerimdeki dinginlikler, sanıyorum toplumsal kargaşaya karşı bir karşı-duruş olmalı. Zaten yeterince karanlığın egemenliğindeki toz duman arasında bir kaçış sayılabilir benim yaklaşımım. Ayrıca söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama sanatta anlatım yolu daha önemlidir kanımca. Doğa yorumlamasında biçimin içerikle örtüşmesi bu açıdan bir anlam kazanır. Böyle bakınca çalışmalarım, doğadan benim seçtiğim görsel notlar olarak da yorumlanabilir. Yaşadığımız beton çirkinliklerin arasından doğaya duyulan özlem neden olmasın bu notlarda?
SANATIN EZBERİ BOZMA GÜCÜ
Sanatın, insanlardaki ezber kalıplarını bozma gücü bellidir. Böyle bir sürece giren insan için artık şablon bilgiler, dogmalar değer taşımaz. Ama öyle olmak da belli bir çaba gerektirir. Geri kalmış ülkelerde, yönetimler bu tür insanlar istemez. Onlar için en ideal model, uysal ve kalıplarla düşünen, soru sormayan, sorgulamayan insan tipidir. Biraz politik gibi olacak ama, çevreye bir bakın. Karmaşa çıkan ve baskıcı yönetimlere geçen ülkelerde gözden çıkarılan ilk insanlar soru soran ve toplumu aydınlatmaya çalışanlardır. Böyle bir uygulamadan sanatçının payını almaması düşünülemez. Doğaldır ki sanat yapıtı da bu bağlamda yok edilmekten/yasaklanmaktan kurtulamaz. Çözüm önerisi geliştirmek benim boyumu çok aşar. Kendi kendime söylediğim bir şey var. Bir sorunun nelerden kaynaklandığını, varlık nedenini bilirsem çözümüne o ölçüde yaklaşmış sayılırım. Bu durumu bizim sanat ortamında her bireye uyarladığımızda bugün var olan sorunların çözümüne bir adım yaklaşılacağına inanıyorum. Çünkü, bilgi toplumda geometrik artış gösterir ve yaygınlaşmasıyla gücünü artırır. Böyle bakınca işimizin zor olduğu açıktır. Ezberciler için böyle bir sorun yok ortalarda. Bir kişi çıkıp bazı söz kalıplarıyla beyin yıkama işini gerçekleştiriyor, geri kalan kalabalıklar onaylamaktan başka bir şey yapmıyor. Bu anlamda sorumluluk hepimizde. Her birimiz kendi alanımızla ilgili tam donanımlı olarak toplum içine çıkmalıyız.”
KENTTE NE VAR?
Kısaca hatırlatmakta fayda. İstanbul’da polis, Picasso’nun ABD’de bir koleksiyondan çalınan “Saçını Tarayan Çıplak Kadın” adlı tablosunu satmaya çalışan iki kaçakçıyı yakalamış. Bu kişiler Picasso’nun tablosu için artık ne tutturdularsa istemişler. Sanki pazarlığa açık kurbanlık satıyorlar. Sahte resmin fiyatı 7 milyon dolardan, 20 milyon dolara kadar uzanmış. Cumhuriyet’te duayen abimiz Özgen Acar Türkiye’nin nasıl bir sahte Picasso cenneti olduğunu, son operasyonda ele geçirilen tablonun da sahte olduğunu, esprili bir şekilde çok güzel kaleme almıştı. Yazının “Picasso verelim abi!” başlığı beni çok güldürmüştü.(http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/473923/_Picasso_verelim_abi__.html)
YERLİ SAHTE DE BOL
Türkiye ne yazık ki, sadece dünyaca ünlü yabancı ressamların değil, aynı zamanda yerli ünlü ressamların da sahte eserlerinin piyasaya sunulduğu bir ülke. Sahte resimde özellikle figür kullanmayan satıh resim yapan sanatçıların eserlerinin tercih edildiğini belirtmekte fayda var. Sahte resim yapanlar figürü bol olan eserleri pek tercih etmiyorlar. Ama bundan sakın figürlü resimlerin de sahtelerinin olmadığını anlamayın. Bol figürlü resimleriyle tanınan birçok ünlü sanatçımızın resimlerinin bile sahtesini gördü bu gözler. Özellikle büyük boyut figürlü resimler sahtekarların tercihleri arasında yer alıyor. Bu konuda Fikret Mualla, Burhan Uygur resimlerini örnek verebiliriz. Desenler de rahatlıkla sahtesi yapılabilen eserler. Bu nedenle eğer aldığınız desen, mat cam çerçeve içindeyse dikkatli olun. Gerektiğinde çerçeveyi açtırın ve resmi güvendiğiniz bir uzmana gösterin. Aynı şekilde suluboya eserlerde de bu tehlike mevcut. Üç yıl önce büyük ustalardan Turan Erol’un sahte resimle mücadelede neler yaşadığını bu köşede anlatmıştım. (http://www.hurriyet.com.tr/sahte-resimle-mucadele-22458737). Sahte resimleri kim yapıyor derseniz, çoğunlukla Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Türk cumhuriyetlerinde iyi sanat eğitiminden geçmiş restoratörler. Size tavsiyem beğendiğiniz bir resmin sahte olduğundan şüpheleniyorsanız, resmi tanıdığınız, güvendiğiniz bir galericiye, ressama göstermeniz. Mümkünse ve hayattaysa resmi yapan ressama götürmeniz. Ressam hayatta değilse aile yakınlarına veya ressamı tanıyan bir başka sanatçıya danışmanız. Gerçi sahtekarlar eskitmeyi başarıyorlar ama siz yine de eski tarihli eserlerin tuvallerine ve çerçevesine bakınız. Yanınızda bir toplu iğne de bulundurun. Eğer toplu iğnenin ucu, örneğin 1928 yılında yapıldığı belirtilen tablodaki boya katmanına rahatlıkla giriyorsa, bu durum, boyanın tuvale yeni atıldığını gösterir. 1928 tarihli boyası yeni olan bir resim de şüphesiz ki sahtedir.
MÜZAYEDE SATIŞLARI
Diğer bir sıkıntılı konuda müzayedelerle ilgili. İlgi duyduğum için müzayedeleri yakından takip ediyorum. Müzayede bittikten sonra eserlerin kaça satıldığı bilgilerine de sahip oluyorum. Son yıllarda müzayedelerde şöyle bir durumla karşılaşıyoruz: Satıştaki resmin fiyatını yükseltmek için ‘tavşan’ diye tabir ettiğimiz kişiler tarafından bayrak kaldırılıyor ve resim mümkün olan en yüksek fiyata alındı gösteriliyor. Sahtece bir tutumla resmin değeri olduğundan fazla gösteriliyor. Oysa gerçekte satış falan yok. Resim satış yapılmış gibi gösteriliyor hepsi bu. Ondan sonra bir bakıyorsunuz, filanca şirketin düzenlediği müzayedede satılmış görülen resim birkaç hafta sonra yine aynı şirketin düzenlediği sergide yine bu şirket tarafından satışa çıkarılmış. Verilmek istenen mesaj şu: “Hanımefendi, beyefendi resim müzayedede şu fiyata satılmıştı. Sahibi bu fiyatın altına inmez...” Resmi ederinden daha fazla fiyata satın alırsanız, geçmiş olsun. O resmi ileride satmak isterseniz, aldığınız fiyata dahi satamazsınız. Bu nedenle resim satın alırken de güvendiğiniz galerilere veya ressamlara danışmanız da fayda var.
KENTTE NE VAR?
Nuri Abaç-Duran Karaca-27 Şubat’a kadar (Nurol Sanat/Güvenevler), Mehmet Pesen-16 Şubat’a kadar (Valör Sanat/Yıldızevler), Ardan Özmenoğlu-17 Şubat’a kadar (Siyah Beyaz Sanat Galerisi/Kavaklıdere), Celal Binzet- 25 Şubat’a kadar (Fırça Sanat/ Hilal Mah.), Aykut Öz (Heykel)-19 Şubat’ta açılacak (Galeri Akdeniz/Yıldızevler), Ekrem Kadak-15 Şubat’a kadar (Arda Sanat/Yıldızevler), Erhan Hökelek-28 Şubat’a kadar (Galeri Gözde/A. Ayrancı), Feyzi Çelikten-Didem Eğlenen-Hasan Akdaş-18 Şubat’a kadar (Peker Sanat/Yıldız), Serdar Leblebici-17 Şubat’a kadar (Galeri Soyut/Yıldızevler), Kerim Laçinbay-12 Şubat’ta açılacak (Alev Sanat/Çayyolu), Ayşe Bilir-4 Mart’a kadar (Atlas Sanat/Çankaya), Hüsnü Dokak-10 Şubat’ta açılacak (Aysel Gözübüyük Sanat Galerisi/Alacaatlı), Mineke Reinders-Zeki Fındıkoğlu-29 Şubat’a kadar (Bilkent Üniversitesi Sanat Galerisi), Raif Gökkuş-13 Şubat’ta açılacak (Emin Antik/Kale), Ayten Timuroğlu-26 Şubat’a kadar (İsmail Altınok Sanat Merkezi/Kolej), Burhan Özer-11 Şubat’ta açılacak (Medya Sanat/Çankaya), Zafer Malkoç-12 Şubat’ta açılacak (Stillife/Yıldızevler), Ayşegül Algan-20 Şubat’a kadar (Torun Galeri/Küçükesat), Fulya Ergürbüz Uzer-26 Şubat’a kadar (Ziraat Kuğulu).
Nedeni ise merhum Pesen’in Haydarpaşa Lisesi’nde okurken, benim de bulunduğum 6 Fen E sınıfına resim hocası olarak gelmeseydi. Türkiye’yi 12 Eylül darbesine götüren yıllardı. Haydarpaşa Lisesi o dönem “devrimci” söylemle “boykot koyan” öncü liselerden birisiydi. Pesen hocanın aynı zamanda müdür yardımcılığı görevi var mıydı, yok muydu şimdi tam hatırlayamıyorum. Haydarpaşa’nın diğer sınıfları gibi devasa kapısı ve gözleme deliğine sahip 6 Fen E, öğretmenler odasının sırasındaydı. Bir boykot kararı alınınca, Pesen, öğretmenler odasının kapısından çıkan ilk hocalardan olurdu. Her boykotta şimdi Marmara Üniversitesi Rektörlüğü olan binanın önüne çıkılır, yol kesilir ve çoğunlukla da Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne doğru sloganlar atılırdı ki, hastane önünde bekleyen kalabalık sesimizi duysun, bilinçlensin diye! Hemen her boykota da polis müdahale ederdi. Pesen, öğrencilere zarar gelmesinden endişe duyar, sakin olmamızı, taşkınlık yapılmamasını rica ederdi. Kısa boylu bu küçük adamı sevmeyen yoktu okulda. Üzerindeki kareli kahverengi ceketi şu an yazıyı yazarken bile gözümün önüne geliyor. Ne yazık ki, birçok öğrenci gibi ben de resim derlerini pek önemsemezdim o zamanlar. Pesen hocanın desenleriyle süslediği resim defterimi yıl sonunda büyük ihtimalle çöpe attığımı düşündükçe hala utanırım. Ne yazık ki Türkiye’de sanat kültürü güçlü şekilde verilmiyor ilk ve orta öğretimde. Hala da öyle. Mehmet Pesen’i sıradan bir resim öğretmeni olarak görüyordu birçoğumuz. Resime ilgi duymaya başladıkça hemen aklım Pesen’in gelmesi belki de, geçmişle ilgili bu pişmanlığımdan biran önce arınma duygusu olabilir.
İstanbul’da galeri sahibi olan Alp Gürbüz, iyi bir Pesen koleksiyonuna sahip olduğunu Valör Sanat’ta (Yıldızevler) açılan sergiyle ortaya koydu. 2012 yılında kaybetiğimiz Pesen’in 16 Şubat’a kadar sürecek olan sergisini gezip görmenizi tavsiye ederken, yazıyı onun kendi eserlerini tanıttığı kitapçığından bir alıntıyla bitirmek istiyorum. Çünkü bu alıntı Valör’de sergilenen resimlerin konularını da içeriyor:
“Baştan beri yerel sanatlara olan tutkum bu kez minyatürde bir çıkış buldu. Çağdaş ve ulusal bir kaygıyla, evrensel boyutlar içinde, içtenlikle, öyküsel, şiirsel bir yoruma yer vermekteyim. Konu olarak, Anadolu’nun geleneksel halk oyunlarını, gelin törenlerini, Karadeniz balıkçıları ile çay toplayanlarını, Bodrum, Kaş, Kapadokya yörelerini işledim. Birkaç yıldır ise bunların yanısıra tarih, doğa ve insanıyla butmez tükenmez zenginlikler içeren İstanbul’a yöneldim.”
DON KİŞOT BAŞKENTTE
Modern Avrupa’nın ilk romanı olarak kabul edilen Don Kişot’un yazarı Miguel De Cervantes, ölümünün 400. yılında İspanya başta olmak üzere dünyanın hemen her yerinde değişik etkinliklerle anılacak. Bu anmalar kapsamında 50 ayrı dilde ve ülkede, 2 binden fazla etkinlik yapılacak. Bu etkinliklerin en önemlilerinden birisi Don Kişot sergileri olacak. Bu kapsamda Çankaya Belediyesi’nin geçen yıl baştan aşağıya yenilediği Çağdaş Sanatlar Merkezi de 2016 yılını Don Kişot sergisiyle açacak. Çankaya Belediyesi, etkinlik kapsamında Çağdaş Sanatlar Merkezi (ÇSM) önüne yerleştirilecek Don Kişot heykelini Ankaralılara hediye edecek. Bugün açılacak ve 6 Mart’a kadar devam edecek “Don Kişot’un izleri” adlı sergi, Gustave Dore’den Picasso’ya ve Dali’ye kadar yüzlerce ünlü dünya ressamının ve Adnan Turani, Devrim Erbil, Abidin Elderoğlu, Zafer Gençaydın, Habip Aydoğdu, Yalçın Gökçebağ, Metin Yurdanur, Metin Tütün, Özdemir Altan, Fevzi Karakoç, Selçuk Demirel, Utku Varlık ile Onay Akbaş’ın da aralarında olduğu 50’ye yakın ünlü Türk ressamının Don Kişot için çizdikleri resimlerden ve yarattıkları heykellerden oluşacak. Ressam Yalçın Gökçebağ’da kendi tarzı olan tepeden bakış anlayışıyla sergi için Don Kişot resmi hazırladı. İbrahim Karaoğlu ve Bettina Ruhrberg küratörlüğündeki sergi yıl içinde İstanbul, İzmir ve Antalya’daki galerileri de dolaşacak.
KENTTE NE VAR?
Nuri Abaç-Duran Karaca-4 Şubat’ta açılacak (Nurol Sanat/Çankaya), Antonio Saura-27 Şubat’a kadar (Galeri Nev-GOP), Erhan Hökelek-3 Şubat’ta açılacak (Gözde Sanat/A.Ayrancı), Serdar Leblebici-Özden Gezer Yarımca-Ömer İnan-Sefa Karakuş-17 Şubat’a kadar (Galeri Soyut/Yıldızevler), Ayten Timuroğlu-Yarın açılacak (İsmail Altınok Sanat Merkezi/Kolej), Zehra Başaran-13 Şubat’a kadar (Galeri Akdeniz/Yıldızevler), Selin Melen Aktan-13 Şubat’a kadar (Kent Sanat-Yıldız), Feyzi Çelikten-Didem Eğlenen-Hasan Akdaş-18 Şubat’a kadar (Peker Sanat/Yıldız), Arzu Karcı-16 Şubat’a kadar (Sepa Sanat/Ümitköy), Yalda Jafari Yaghın-22 Şubat’a kadar (Hotel Houston/Kavaklıdere), Karma sergi-bugün açılacak (Krişna Sanat/Kavaklıdere), Ustalardan karma sergi-10 Şubat’a kadar (Sevgi Sanat/Çankaya), Genç karma-6 Şubat’a kadar (KAV Sanat/Yıldız).
Taşkıran bu sergisinde de İstanbul manzaralarının yanısıra zor şartlarda geçirdiği çocukluk yaşamından yansıyanları sanatseverlerle buluşturuyor. Bir diğer İstanbul sevdalısı olan ressam Kadir Ablak, Taşkıran’ın bu sergisiyle ilgili şu değerlendirmelerde bulunmuş:
“Adıyaman’da çok düşük gelirli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen sanatçı, ilk resimlerini, kardeşim dediği yetiştirme yurdunda kalan diğer akranlarının portrelerini yaparak deneyimlemiş. Taşkıran’ın en eski medeniyetlerin ve kültürel birikimlerin olduğu bir coğrafyada yetişmiş olması, tarihle, kültürle, folklorik yapıyla olan bağlarını güçlendirmiş. Yurtta portrelerle başlayan resimsel serüveni, sonraları yurt çocuklarını, köy hayatını ve kırsal yaşamı konu alan kompozisyonlara dönüşmüş. 80’li yılların başlarından itibaren İstanbul’a ara ara çalışmak için gelen sanatçı, sanatsal çalışmalarını sürdürebilmek ve sanatını yaşam biçimine dönüştürmek adına, 1987’de İstanbul’a yerleşir. İstanbul her sanatçı gibi Remzi Taşkıran’ı da büyüleyici etkisi altına almış, tarihi dokusu, sokakları, yalıları, çeşmeleri, çarşıları, Boğazı ve tarihi yarım adasıyla sanatçının birbirinden güzel yüzlerce eserine konu olmuş. Modernizmin getirdiği yenilikçi fantazilere kucak açan çağdaşlarının aksine, yöresel unsurlardan hareketle resmin evrensel dilini kullanarak, özentisiz bir sadelikle tuvallerinde tüm zamanları kapsayan devamlılığı aramış. Tüm sanat yaşamı boyunca içinde bulunduğu toplumsal yaşam sahnelerini ve olayları doğal bir yaklaşımla ele alan sanatçı, sanatsal bilgi ve birikimlerini Anadolu folklorüne ve kültürüne olan hayranlığıyla harmanlamış. Figüre ve doğa gerçekciliğine olan bağlılığı resimlerinin temel taşlarını oluşturmaktadır. Doğayı ve figürü betimlerken, adeta toplumsal bir sorumluluk disiplini içerisinde hareket eden Taşkıran’ın resimlerinde genellikle kapalı kompozisyon anlayışının hakim olduğu görülmektedir. Resimlerini oluşturan ögeleri konturlarla sınırlandırmamış, renklerle ifade etme yoluna gitmiştir. Vurgulamak istediği asıl konuyu ışığın yardımıyla izleyiciye sunmakta, diğer alanları ise bunu destekleyici unsurlar olarak değerlendirmektedir. Öyle ki, bazen bu alanlar, soyut alanlara dönüşmektedir. Bunu büyük bir ustalıkla başaran sanatçı, izleyiciye, resmin merkezinden başlayarak tamamını izleme olanağı sağlamaktadır. Koyu tonların yoğun olduğu resimlerde dahi ustalıkla yerleştirilmiş coşkulu renklerin varlığı, yaşama sevincinin ve insan sevgisinin göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Resimlerindeki fırçanın devinimi ve hızı teknolojinin ve sanayileşmenin getirdiği kaosu hatırlatırken, gerek figürlerin, gerekse konunun ele alınış biçimi ve renk tercihleri, inadına huzur, sadelik ve dinginlik hissi yaratır izleyicide. Konu geçmişle, kültürle ve folklorik yapıyla olan bağlantımızı kurmamızı sağlarken, resmin pentür yapısı, kentleşmenin ve sanayileşmenin getirdiği bu yeni yaşam biçimini hatırlatırcasına savurgandır. Bir anlamda sanatçı, kendi iç isyanına bizi ortak etmek ister.”
KEDİLER DE ÖKSÜZ KALDI
Armoni Sanat Galerisi, sık sık bu köşeye konu olmuştur. Özellikle de yıllardan beri bu galeriyle birlikte çalışan Yalçın Gökçebağ sergi açacağı zaman. Geçen hafta Armoni Sanat’ın kurucu ortağı Aynur Pehlivanlı’yı kaybettik. Gökçebağ hocayı ziyaret ettikçe Aynur hanım ve ortağı Zerrin hanımla hem sanat, hem de memleket meseleleri üzerine sohbetler ederdik. Çoğunlukla sanatın ekonomik boyutuyla ilgili fikir ayrılığına düştüğümüzde birbirimizi kırmadan, Aynur hanımla didişirdik de. Keskin, taviz vermez bir Atatürk’çü, yılmaz bir Cumhuriyet savunucusuydu. Aynur hanımın bir anda galeride yürümede zorlanmasına ve daha sonra yatağa düşmesine ne yazik ki şahit oldum. Anlaşılan o lanet hastalık yeniden nüksetmişti. Aynur hanım galericiliğin yanısıra ressamdı da. Geçen yıl Nisan ayında kaybettiğimiz Kayıhan Keskinok hocanın atölyesinde yetişmişti. Özellikle kedilere duyduğu sevgiyi tuvale de yansıtırdı. Aynur hanımın aramızdan zamansız ayrılışıyla sadece Ankara sanat dünyası değil, kediler de öksüz kaldı. Güle güle Aynur hanım, ışığın bol olsun.
KENTTE NE VAR?
Mehmet Pesen- 26 Ocak’ta açılacak (Galeri Valör/Yıldızevler), Ardan Özmenoğlu-Siyah Beyaz Sanat (Çankaya), Antonio Saura-27 Şubat’a kadar (Galeri Nev/GOP), Feyzi Çelikten-Didem Eğlenen-Hasan Akdaş-18 Şubat’a kadar (Peker Sanat/Yıldız), Serdar Leblebici-Özden Gezer Yarımca-Ömer İnan-Sefa Karakuş-29 Ocak’ta açılacak (Galeri Soyut/Yıldızevler), Zeki Çetinkaya-28 Ocak’a kadar (Fırça Sanat/Hilal Mah.), Zehra Başaran-13 Şubat’a kadar (Galeri Akdeniz/Yıldızevler), Sema Sanal-29 Ocak’a kadar (Galeri Sanat Yapım/Şenyuva), Rıdvan Coşkun-27 Ocak’a kadar (Stillife/Yıldızevler), Arzu Karcı-16 Şubat’a kadar (Sepa Sanat/Ümitköy), Turhan Ekici-11 Şubat’a kadar (Emin Antik/Kale), Teymur Ağalıoğlu-29 Ocak’a kadar (TAD Sergi Salonu/Cinnah Cad.), “Tutunmak” isimli seramik sergisi -5 Şubat’a kadar (Ziraat Kuğulu).