Tufan Türenç

Şaşırtıcı bir ters döngü

5 Mayıs 2008
BAŞBAKAN Erdoğan hemen hemen her hafta sonu olduğu gibi yine İstanbul’daydı. Yine kimselere emanet edemediği İstanbul Belediyesi’nin sorunlarıyla bizzat ilgilendi.

Taksim’i emekçilere teslim etmeyen muzaffer komutan olarak çeşitli törenlere de katıldı.

Devri iktidarında 28 işçinin kazaya uğrayıp öldüğü Tuzla Tersanesi’ne gitti.

Tersanede can güvenlikleri Allah’a emanet çalışan işçiler de Başbakan’ı karşılayanlar arasındaydı.

Denizden tekneyle gelen, iki gün önce emekçileri coplatan, polislere çiğneten ve ertesi gün "Devlet gerekeni yapmıştır" diyen Başbakan’ı alkışladılar.

İşçilere "ayaktakımı" diyen Başbakan’a dakikalarca "Türkiye seninle gurur duyuyor" diye tempo tuttular.

* * *

Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan geçtiğimiz günlerde zor durumda olan ve birçoğu da batan KOBİ’lerle ilgili bir müjde verdi.

2 bin KOBİ’ye 150 milyon YTL kredi vereceklerini açıkladı.

"Devletin olanakları bu kadara yetiyor" dedi.

Çağlayan’ın içinde yer aldığı hükümet, zor durumdaki KOBİ’lere ayıra ayıra 150 milyon YTL ayırırken Ahmet Çalık’a ne yaptı?

Sabah-atv grubu ihalesini kazanan ama gerekli ödemeyi yapacak parayı denkleştiremeyen Çalık için olanaklarını sonuna kadar kullandı.

İki kamu bankasından uygun koşullarda tam 1 milyar YTL kredi verilmesini sağladı.

* * *

Memur-Sen’in son araştırması:

4 kişilik ailenin açlık sınırı aylık 788 YTL, yoksulluk sınırı ise aylık 2024 YTL.

Asgari ücret net 436 YTL.

Bu, asgari ücretle çalışanların tümünün açlık sınırının altında yaşadığını gösteriyor.

Forbes Dergisi’nin araştırması:

Türkiye’de 35 dolar milyarderi var.

İngiltere’deki dolar milyarderi sayısı da 35.

Almanya’da ise 59 dolar milyarderi bulunuyor.

Amerika’da bu sayı 435.

Avrupa’da Almanya birinci, ikinci ise İngiltere ile Türkiye...

* * *

Türkiye’de resmi yıllık enflasyon rakamları açıklandı:

Tüketici fiyatlarında yüzde 9.6...

Üretici fiyatlarında 14.56...

Hükümetin 2008 hedefi ise yüzde 4’tü.

2008’in ilk dört ayında hedef 2.5 misli aşıldı.

Peki çarşı pazardaki enflasyon ne kadar?

Kimine göre yüzde 30, kimine göre yüzde 40, halka göre ise yüzde 70-100 arasında...

* * *

Türkiye yüzde 22 ile dünyanın en yüksek faizini vererek döviz topluyor.

Bu rezervleri yabancı bankalara yüzde 5 faizle veriyor.

Türkiye’nin cari açığı (döviz geliri ile gideri arasındaki fark) 2008’de 50 milyar dolar olacak.

Borcumuz 400 milyar doların üzerinde...

Ama işçiler Tayyip Bey’e bağırıyor:

"Türkiye seninle gurur duyuyor..."
Yazının Devamını Oku

Erdoğan’ın öfkesinden işçiler de nasibini aldı

3 Mayıs 2008
5 Haziran 1977 seçimlerinin üç beş gün öncesi...Dönemin MİT Müsteşarı, çok önemli bir bilgi arz etmek için Başbakan Demirel’den randevu ister. Başbakan, müsteşarı hemen kabul eder.

Müsteşar gelir ve Başbakan’a şu bilgiyi verir:

"Efendim, 3 Haziran’da CHP’nin Taksim’de yapılacak mitinginde Sheraton Oteli’nin üst katındaki bir odadan Ecevit’e uzun menzilli silahla ateş edileceği şeklinde bir istihbarat var."

Bu bilgi üzerine Başbakan, Çankaya’ya Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e çıkar.

"Sayın Korutürk, Ecevit’e miting sırasında ateş edileceğine dair bir bilgi var. Bütün önlemleri aldım. Genelkurmay, İçişleri ve MİT’e yazı yazdım. Ama kurşun öyle bir olaydır ki, bütün önlemlere rağmen, bazen hedefini bulur."

Sonra sözlerini şöyle sürdürür:

"Sayın Korutürk, ortalığı ayağa kaldırmanın manası yok. Bu işi gizli tutalım. Ama Sayın Ecevit’e bilgi verelim."

Cumhurbaşkanı ile Başbakan bu konuda görüş birliğine varırlar.

Demirel bu bilgiyi bir mektupla Ecevit’e bildirir.

* * *

Ecevit mektubu kamuoyuna açıklar, sonra da şöyle der:

"Ben ve karım, 3 Haziran günü Taksim’de olacağız."

Bülent Ecevit, eşi Rahşan Ecevit’le birlikte o gün Taksim’de kürsüye çıkar ve toplanan olağanüstü kalabalığa konuşur.

Korkulan miting, hiçbir olay olmadan sona erer.

Herkes rahat bir nefes alır.

Başbakan Demirel, aldığı bilgiyi bütün siyasi risklere rağmen Ecevit’e bildirmiş ve kararı CHP liderine bırakmıştı.

Ama hiçbir zaman Taksim’i kapatmayı düşünmemişti.

Devletin gücünü, gerekli tüm önlemleri aldırarak ve mitingi yaptırarak göstermişti.

* * *

Hakkını yemeyelim, dün Başbakan Erdoğan da devletin gücünü gösterdi!

İstanbul’a 30 bin polis yığarak...

Taksim’i demir parmaklıklarla kapatarak...

Kente giriş çıkışı kısıtlayarak...

Vapur seferlerini iptal ederek...

Taksim’e çıkan yolları keserek...

İşçilere su sıktırarak...

Göz yaşartıcı bomba attırarak...

Ve de kıyasıya coplatarak...

Böylece AKP iktidarı, ilan ettiği "Emek ve Dayanışma" gününün canına okudu.

Bütün dünyada olduğu gibi Türk emekçileri de ellerinde kırmızı karanfilleriyle şarkılar, türküler söyleyerek yürümek istediler.

Amaçları Taksim’de 1977’de katledilen emekçi kardeşlerini anmak, onlar için saygı duruşunda bulunmaktı.

Yapacakları mitingle barışı, kardeşliği, emeğin kutsallığını vurgulamaktı.

Ama yapamadılar.

Erdoğan’ın öfkesinden onlar da nasiplerini aldılar.

* * *

Sonuç: AKP iktidarı, tüm dünyada büyük coşkuyla, bir şenlik havası içinde kutlanan 1 Mayıs’ı emekçilere zehir etti.

"Ayaklara" haddi bildirildi. Zaferleri mübarek olsun.

Kendilerini kutlarım!
Yazının Devamını Oku

Hürriyet neden güçlü ve etkili

3 Mayıs 2008
HÜRRİYET’in 60. yılını gururlu bir havada kutluyoruz.Gazetenin bir bireyi olarak bu gurur ve mutluluğun değerini biliyorum. Altmış yıldır medyanın lideri olan Hürriyet’in bu olağanüstü başarısına küçücük de olsa katkıda bulunan biri olmak büyük bir onur.

Böyle bir şansa sahip olmak hiç kuşkusuz bütün Hürriyet çalışanlarını mutlu ediyor.

Dile kolay, tam 60 yıl zirvede kalmak...

Düşünüyorum da, ben bu altmış yılın 20 yılında varım.

Türkiye’nin büyük çalkantılarla geçen 20 yılında Hürriyet’in mutfağında çalışmak ve köşe yazmak...

Bir gazeteci için meslek madalyalarının en onurlusunu göğsüne takmak demektir bu.

Onun için size bugün dilimin döndüğü kadar Hürriyet’i anlatmak, bu onuru sizlerle paylaşmak istiyorum.

* * *

Ben gazeteciliğe 1968 yılı sonunda henüz 24 yaşındayken Milliyet’te başladım.

Beni gazeteye Milliyet’in efsanevi genel yayın müdürü Abdi İpekçi aldı.

Tam 18 yıl çalıştım Milliyet’te.

Gazeteciliğe gözlerimi orada açtım.

Hürriyet’e geçmem ise 1988 yılının ağustosunda oldu.

İki yıl çalıştığım Güneş Gazetesi’nden ayrılmıştım.

Hürriyet’in Genel Yayın Müdürü Çetin Emeç çağırdı ve "Hemen başla" dedi.

O gün bugündür Hürriyet’te çalışıyorum.

Meslek yaşamımın kaderinin çizilmesinde bu iki insanın rolü büyüktür.

Ne acıdır ki, bu iki insanın da kaderi aynı şekilde noktalandı.

İkisi de alçakça katledildi.

* * *

Hürriyet’in gücüne, toplum üzerindeki etkisine gelince...

Bunun üzerinde ciddi olarak durmak gerekir.

Bir gün Deniz Baykal bana şöyle dedi:

"Eğer Hürriyet çok değil, bir hafta AKP iktidarının ülkeye verdiği zararları manşetten verse bunlar perişan olur."

Baykal’ın bu kanısını pek çok politikacının da paylaştığına tanık oldum.

Hatta onlar daha da ileri gidip şöyle diyordu:

"Hürriyet bunları 1 hafta silkelese yıkılır giderler."

Yine bir gün bir toplantıda SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’ye hatır sorunca çok mutlu bir ifadeyle şöyle demişti:

"Bugün gerçekten çok iyiyim. Çünkü sizde manşet oldum. Sabahtan beri partiye Türkiye’nin her yerinden telefonlar yağıyor. Genel Merkez’in santralı kilitlenmiş. Örgüt heyecan içinde ayağa kalkmış."

Sonra da bana şu soruyu sormuştu:

"Başka gazetelerde manşet olduğum zaman böyle bir hava yaşamıyoruz. Sayın Türenç sizce Hürriyet’in bu gücü nereden geliyor?"

* * *

Yirmi yıl içinde politika dünyasından, iş yaşamından, bilim ve sanat çevresinden ve bürokrasiden hep aynı sorular soruldu durdu bana.

"Hürriyet’in bu gücü nereden geliyor?"

Aslında bu sorunun yanıtı çok basit.

Hem eski patronumuz Erol Simavi’nin, hem de şimdiki patronumuz Aydın Doğan’ın bu soruya verdikleri yanıt hep aynı olmuştur:

"Hürriyet’in gerçek sahibi bizler değil, okurudur. Hepimiz sadece ve sadece ona karşı sorumluyuz."

Evet, Hürriyet halkın gazetesidir. Öyle de kalacaktır.

Çünkü Hürriyet’in gücünün ve etkisinin sihri budur.
Yazının Devamını Oku

AKP için büyük yanılgı

30 Nisan 2008
AKP’de gidişin bir çıkmaza doğru sürüklendiğini gören sağduyu sahipleri seslerini çıkarmaya başladılar. Bu cılız, ama sevindirici seslerin sahipleri iyi niyetle yaptıkları uyarıların bir işe yaramayacağını kısa zamanda görecekler.

Çünkü onların akıl dolu uyarılarının kabul göreceği sağduyu çizgisi AKP’de çoktan aşıldı.

Aslında her parti oluşumunda, iyi niyetle yola çıkılır.

AKP’yi kuranlar da öyle başladılar işe.

"Parti içi demokrasi"yi işletmek onlar için yaşamsaldı.

Lider sultası yaratılmayacaktı.

"Ortak akıl" mutlaka kullanılacaktı.

Siyasi Partiler Kanunu değiştirilecekti.

Seçim Kanunu daha demokratik hale getirilecekti.

Demokrasinin sınırları genişletilecek, düşünce özgürlüğü, insan hakları Batı normlarına ulaştırılacaktı.

AKP iktidarı çağdaş demokrasinin değerlerini eksiksiz uygulayacaktı.

* * *

Bugün aradan 6 yıl geçtikten sonra ise bunların hiçbirinin yapılamadığını, ülkede büyük bir güven bunalımı ve rejim endişesi yaratıldığını AKP’li akıllı adamlar bile söylüyor.

"Bu hatalar hemen düzeltilmeli ve güven artırıcı önlemler alınmalı" diyorlar.

Hatta bunun için yıllardan beri yerden yere vurdukları "28 Şubat"ın bir yenisini öneriyorlar.

Düşünün "bu güven artıcı önlemler"in Milli Güvenlik Kurulu’nda ele alınmasını dahi öneriyorlar.

Aslında bu sesler AKP’nin çaresizlik içinde olduğunu ve Türkiye’yi yönetmekte zorlandığını gösteriyor.

Hem siyasi hem ekonomik koşulların giderek zorlaştığının farkındalar.

AKP’nin bu haliyle bunların altından kalkamayacağını biliyorlar.

Örneğin Milli Eğitim’in Hüseyin Çelik’le götürülmesinin sakıncalı olduğu gerçeğini kabul ediyorlar.

YÖK başkanı seçiminin yanlış olduğunu itiraf ediyorlar.

* * *

Hiç kuşku yok ki bu akil adamların söyledikleri doğru.

Ancak "güven artırıcı önlemler"in alınacağına ve bunların uygulanacağına inanmaları ise büyük bir yanılgı.

Çünkü AKP’de başta istenmeyen lider sultası tüm partilere oranla çok daha güçlü bir şekilde yaratıldı.

Yalnız parti içiyle de sınırlı kalmadı. Parti dışına da taştı.

Erdoğan, ülke yönetiminde, demokrasilerde düşünülmesi bile olanaksız olan tek adam konumuna geldi.

Bu durumun partiye ve ülkeye zarar vereceğini söyleyen partililer susturuldu. Susturulamayanlar partiden atıldı.

Bunda 22 Temmuz seçiminde alınan yüzde 47’nin rolü büyük.

Bu sonuç hem Erdoğan’ın hem partinin kimyasını bozdu. Erdoğan bu sonucun verdiği psikoloji ile ülkeyi babasının çiftliği gibi yönetmeye başladı.

Bu noktadan dönüşün olanaksız olduğunu iyi niyetli AKP’liler görmeli ve hesaplarını ona göre yapmalı.

Her şeyden önce Erdoğan’ı ve onun çevresini saran radikalleri ülkenin kötü yönetildiğine inandırmak gerekir.

Denizli’nin Acıpayam İlçesi’nde ekonominin ne kadar iyi olduğunu anlatan Erdoğan’a bir çiftçi "Sen bunları benim külahıma anlat" diye bağırdı.

Şimdi o akil adamlara, AKP’nin güven artırıcı, endişeleri giderici önlemler alacağına inanan insanlara soruyorum:

Tayyip Bey’e çiftçinin söylediklerinin milyonlarca insanın duygularını yansıttığını kabul ettirebilir misiniz?
Yazının Devamını Oku

Gül’den Erdoğan’a ondan da Suna Kan’a

28 Nisan 2008
CUMHURBAŞKANI Gül, Katar Emiri ile işadamı Ahmet Çalık’ı Şam’da tanıştırdığını kabul etmek zorunda kaldı.<br><br>Ama "Kredi için değil de, Çalık’ın enerji yatırımları için" dedi. Çalık’ın Katar’da enerji veya bir başka dalda yatırımı veya yatırım yapma niyeti var mı?

Yok... Öyleyse Katar’la bir sorunu da yok.

Ama Cumhurbaşkanı Çalık’ı elinden tutup Emir’e tanıştırıyor.

Peki neden? Katar Emiri’ne Çalık için neler diyor?

Bunu bilen de yok.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olan kişi böyle bir keyfilik içinde hareket etmemeli.

* * *

Başbakan’ın damadı Sabah-atv grubunu satın alan, daha doğrusu alması sağlanan Çalık Grubu’nda genel müdür.

Başbakan’ın damadının ağabeyi de bir başka medya grubunun, Star Gazetesi ile Kanal 24’ün başında.

AKP’lilerin, AKP şakşakçılarının hálá "Başbakan kendi medyasını kuruyor" gerçeğini görmezden gelip bunun iftira olduğunu söylemeleri ilginç değil mi?

Yinelemekte yarar var.

Sabah-atv grubunun satış yöntemi dünyanın hiçbir demokratik hukuk devletinde geçerli sayılmaz.

Kapıkulluğu yapanlar istedikleri kadar savunsunlar, bu minareleri gizleyecek kılıf bulamazlar.

* * *

Bir gariplik de Kiler Grubu’nun ikinci gökdeleni dikmek için tek başına girip kazandığı ihale.

Ne kadar ilginç, İstanbul’un hatta Türkiye’nin en değerli arsası satışa çıkarılıyor.

Ali Sami Yen Stadı’nın hemen yanındaki bu 24 dönümlük arsanın ihalesine sadece Kiler Grubu katılıyor.

Doğal olarak da hiç artırma olmadığı için ilan edilen fiyattan teklif veriyor.

Bu kadar değerli bir arsanın satış ihalesine neden bir başka inşaat grubu katılmıyor?

Yanıt basit: Bir başka grup ihaleye girip arsaya sahip olsa inşaat izni alamaz da ondan.

Bir demokratik hukuk devletinde olacak iş midir bu?

* * *

İşçilere "Ayaklar" diyen Başbakan, bu kez pirinç bulamadıkları için şikayet edenleri azarlıyor:

"Pirinç dört liraya, beş liraya satılıyorsa yemeyiver pirinç ya! Bulgur ye, makarna ye."

Başbakan bu sözlerini Konya Kadın Kolları Kongresi’nde söylüyor.

Tayyip Bey ne zaman "promter"sız, yani kürsünün önüne konan ve konuşmasını yazılı olarak yansıtan camlarsız konuşsa büyük gaflar yapıyor.

Başbakan’ın bu gafı, Fransız İhtilali’nin habercisi olan halk ayaklanmaları sırasında ekmek bulamadıklarını haykıran halk için "Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler" diyen Kraliçe Marie Antoinette’in sözlerini anımsatıyor.

(Aslında Marie Antoinette’in bu sözleri söylediğine dair bir kanıt da yok ama tarihe geçen bu söylem kraliçeye yakıştırılmış ve onun üzerine kalmış.)

Biz de yazıyı Çetin Altan gibi şiirle değil de uluslararası ünlü keman sanatçımız Suna Kan’ın bir sözüyle bitirelim:

"67 yıllık sanat yaşamımda Gül ve Erdoğan’ın dışında tüm cumhurbaşkanı ve başbakanlar konserlerime geldiler. Sanırım vakitleri el vermedi."
Yazının Devamını Oku

İktidarlar bir gün gelir sona erer

26 Nisan 2008
SABAH-ATV grubunun satışı dünyanın bir başka ülkesinde yaşansaydı...<br><br>Cumhurbaşkanı, başbakan ve hükümetin bu işe müdahele ettikleri inancı bu kadar yaygın olsaydı... O ülkede ne cumhurbaşkanı, ne başbakan, ne de hükümet kalırdı.

Ama kimse merak etmesin, Türkiye’de hiçbir şeycik olmaz.

Bütün bunlar unutulur gider.

* * *

Zaten bizim Başbakanımız böyle bir şey yapmaz!

Katar’da matarda bir işadamına kredi ayarlamaz.

Gerçi Katar’ı son 5 ayda Cumhurbaşkanı, Başbakan ve 8 bakan ziyaret etmiş ama olsun.

Kuşku yok ki bu ziyaretler gerektiği için yapılmıştır. Bunları başka şeylere yormak iftiradır.

Başbakanımız her zaman "Türkiye’yi pazarlıyorum. Bizim için verilecek para önemlidir" demiyor mu?

İşte onu yapıyor.

Kıyamet koparmanın anlamı ne?

Kendileri ne zaman ihalelere müdahale etti ki?

* * *

Başbakanımız, kendisine yakın ve yandaş medya grupları da oluşturmaz.

Kendisini ve hükümetini eleştiren medyaya büyük bir hoşgörü gösterir.

Muhalif gazetelere ve gazetecilere kesinlikle kızmaz.

Onları kürsülerden azarlamaz.

Gazete patronlarını tehdit etmez.

Kızdığı yazarları, patrona şikáyet etmez.

Kendisine yakın şakşakçı gazetecileri çevresine toplamaz.

Uçağına sadece onları almaz.

Hatta bazı gazetecilere "Ağabey" filan demez.

Başbakanımız, demokrat olduğu ve demokrasiye saygı duyduğu için basına müdahale etmeyi hiçbir zaman düşünmez.

* * *

Başbakanımız, işadamlarımıza da aynı mesafede durur.

Onların aralarında hiçbir ayrım yapmaz, yapılmasına da izin vermez.

Kendine yakın işadamlarını koruyup kolladığı, hatta onları kayırdığı düpedüz birer iftiradır.

Sonra Başbakanımız hukuka, demokrasiye, rejime sonuna kadar bağlıdır.

Bundan kimsenin kuşku duymaya hakkı olmamalıdır.

* * *

Başbakanımız sakın üzülmesinler.

Ne yazılırsa yazılsın, ne çizilirse çizilsin, ne söylenirse söylensin...

Nasıl olsa halkımız bunların hiçbirine inanmaz.

Bunların hepsinin iftira olduğunu bilir.

Önüne geleni azarlayıp hakaret etse de...

İşçilere "ayaktakımı" dese de...

Hukuk devletini hiçe saysa da...

Yolsuzluk söylentileri ayyuka çıksa da...

Halkımız yine de götürür oyunu Başbakanımıza verir.

* * *

Yalnız ben merak ediyorum.

Bu ülkede RTÜK, TMSF, BDDK, yani Radyo Televizyon Üst Kurulu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu ne yapar?

Bu yaşadığımız olay onları hiç mi ilgilendirmez?

Bu kurumların yöneticileri de, iktidarın sorumluları gibi bir gün gelir mutlaka hesap vermek durumunda kalır.

Bu da böyle biline!
Yazının Devamını Oku

Bazı gerçekler yürek sızlatıyor

25 Nisan 2008
1960’larda iktidarda olsun veya olmasın CHP kurultayları başlı başına bir heyecandı.<br><br>Kurultay haberleri gazetelerde haftalar önce başlardı. Çalışmalar, grupların mücadeleleri en ufak ayrıntısına kadar sayfalara yansırdı.

Hiç unutmam, Milliyet’te Nedret Gürcan adında bir ilçe başkanı kurultay kulisleri yazardı.

Havayı o kadar güzel yansıtırdı ki...

Ortaokul öğrencisiydim ama bu yazıları soluk almadan okurdum.

Yarınki kurultay için ise en ufak bir heyecan esintisi yok kamuoyunda.

* * *

1965 yılında CHP Genel Başkanı olan, Atatürk’ün silah ve mücadele arkadaşı, 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Gazeteci Abdi İpekçi’ye partinin ideolojisini açıklarken ilk kez "Ortanın solundayım" deyince kıyamet kopmuştu.

Ne oluyordu? Yoksa CHP komünizme mi kayıyordu? İsmet Paşa gibi bir adam nasıl böyle bir söz edebilirdi?

Oysa İsmet Paşa 81 yaşında kafasında devrim yapmış, "Ortanın solundayım" demişti.

Demirel’in Adalet Partisi hemen "Ortanın solu, Moskova yolu" diye propagandaya başlamış, CHP’yi komünist ilan etmişti.

CHP ise buna "Ortanın solu, Atatürk’ün yolu" diye yanıt vermişti.

Parti içinde ise "ortanın solcuları" yani sosyal demokratlar ile değişime karşı olanlar arasında amansız bir mücadele başladı.

Değişime karşı çıkanlara "Göbekçiler" adı takılmıştı.

Sosyal demokratların genel sekreter adayı Bülent Ecevit, "Göbekçiler"in ise Turhan Feyzioğlu’ydu.

Kurultay’ı sosyal demokratlar kazandı, Feyzioğlu ile arkadaşları CHP’den ayrılarak Güven Partisi’ni kurdular.

Ecevit genel sekreter oldu. Genç politikacı tüm ülkeyi defalarca karış karış gezerek partinin yeni politikasını halka anlattı.

* * *

CHP artık emeği, sosyal adaleti, hakça bölüşmeyi, fırsat eşitliğini savunacaktı.

Yoksul halkın partisi olacaktı.

Genç genel sekreter, bıkmadan usanmadan günler, geceler boyu kapı kapı dolaşarak bunları anlatıyordu.

Sonunda amacına ulaştı.

Halk Ecevit’i sevdi, ona güvendi.

Köyde, kentte, varoşlarda Ecevit rüzgárı esmeye başlamıştı.

CHP örgütü halkın bu heyecanını, umudunu iki sözcükle dile getiren "Umudumuz Ecevit" sloganını ortaya attı.

Partinin gençlik kolları bu sloganı dağa taşa yazdı.

Bu rüzgár, 23 sene sonra hem 1973 hem de 1977 seçimlerinde CHP’yi birinci parti yaptı.

1977’de oy oranı yüzde 41.3 oldu.

Ecevit sloganlarıyla, söylemleriyle özellikle yoksul halkın yüreğine seslenmesini bilmişti.

Gelelim bugünkü CHP’ye...

Ecevit’in o yıllarda yarattığı heyecanı bugünkü yönetim yaratamıyor.

CHP bir türlü "çağdaş sosyal demokrat" parti olamıyor.

Bugünün ekonomik modellerine uygun projeler üretemiyor, yeni dünya değerlerinin savunucusu olamıyor.

AKP’nin yarattığı bütün olumsuzluklara rağmen halkın yüreğine seslenemiyor, onu kazanamıyor.

Onun için bugünün CHP’si, 1977’nin ancak yarısı kadar oy alabiliyor.

Ne yazık ki gerçek bu...

Kurultay öncesinde bunları CHP’lilere anımsatmak istedim, hepsi bu...
Yazının Devamını Oku

Güle güle koca şampiyon

23 Nisan 2008
KİMSENİN sırtını mindere getiremediği şampiyon ölüme yenildi. <br><br>Acı haber, pazar günü saat 16.30’da geldi. Oysa daha iki saat önce onun yanındaydım. Durumu çok ağırdı. Doktorlar umudu kesmişlerdi.

Bütün değerleri normal sınırların çok üzerine çıkmıştı.

Bu değerlerle bir insanın yaşaması olanaksızdı ama şampiyon ölümle güreşini sürdürüyor, pes etmiyordu.

Sonunda bir daha uyanmamak üzere derin bir uykuya daldı.

Haber gelince nasıl fena oldum. Oysa bu acı sonu biliyordum ve kendimi alıştırmıştım.

Ama olmuyor, kendinizi ne kadar alıştırırsanız alıştırın, yüreğinize bir kor düşüyor.

"Vay canına, şampiyon artık yok" dedim kendi kendime.

Ben şampiyonla sekiz yıl önce dost oldum. Onunla yaşamın güzelliklerini paylaştım. Ondan azmi, kararlılığı, dürüstlüğü, insanlar için çalışmanın kutsiyetini öğrendim.

Ben sporcunun "zeki, çevik ve ahlaklısını" onda gördüm.

* * *

Son yıllarında kendini tamamen hayır işlerine vermişti.

Okullar, öğrenci yurtları, spor tesisleri, sağlık ocağı, cami yaptırmıştı. Her gün bunlara yenilerini katmak için çırpınıyordu.

Son dört yılda doğup büyüdüğü ve hiç kopmadığı Karamürsel’in Dereköy beldesinde Kocaeli Üniversitesi için fakülte ve yüksekokullar yaptırdı.

Orayı bir kampus haline getirdi. Üniversite kampusa onun adını verdi.

Dereköy’deki okullarda eğitim gören binlerce öğrenciyi gördüğü zaman hep "Allah izin verirse buraları okullarla dolduracağım" diyordu.

Hastalığı yüzünden yataktan kalkamadığı günlerde bile son yaptırdığı fakülte binasının inşaatını takip etti.

Ama ecel binayı bitirmesine izin vermedi.

Her bayram saatler, toplar, giyecekler, şekerler, çikolatalar alır, Dereköy’de yaptırdığı Kimsesiz Çocuklar Yurdu’nda, İşitme Engelliler Okulu’ndaki çocuklara gider, onlara hediyeler verir, hepsine bayram harçlığı dağıtırdı.

Birkaç bayram ben de onunla gittim. Çocukların ayaklarına sarılıp "Gazanfer Amca sen sakın ölme" diye yalvarışlarını duydum.

İçim parçalandı.

* * *

Avrupa, Dünya ve Olimpiyat Şampiyonu Gazanfer Bilge’yi, koca şampiyonu bugün toprağa veriyoruz.

Bu yüce şampiyona onun gençlere seslenişiyle veda edelim:

"Sevgili gençler...

Kendinize hayatta başarılı olmuş kimseleri örnek alın. Büyük bilim adamlarının, sanayici ve tüccarların, sporcuların hayat hikáyelerini okuyun.

Yurdumuzun kıt zenginliklerini hortumlayan, devleti ve bankaları soyanlara, ’Nasıl da köşeyi döndü helal olsun’ demeyin, dedirtmeyin.

Onları lanetleyin. Çaldıkları önce sizin, sonra torunlarınızın geleceğidir.

Vergisini eksiksiz ödeyenleri, kahramanları ve vatanseverleri alkışlayın.

Yöneticilerinizi, vatanınıza, emeğinize, değerlenize ve sizlere sahip çıkacaklar arasından seçin.

Kanunlara uyun. Ailenize ve topluma saygılı olun. Herkes sizinle gurur duysun. Sizlere bu yolda başarılar diliyorum.

Hepinizi sevgi ile kucaklıyorum..."

Güle güle koca şampiyon.

Ülkesine, toplumuna karşı olan tüm görevlerini fazlasıyla yerine getirmiş insanların huzuru içinde yat.
Yazının Devamını Oku