Tufan Türenç

Gül, ettiği yemine sadık kalmadı

11 Ağustos 2008
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra TBMM kürsüsünden yapılan yeminin omurgası şu cümledir: ".... Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma..."

Sonra yemin şöyle sona erer:

".... üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda namusum ve şerefim üzerine ant içerim."

Bu yemini ben etmedim. Cumhurbaşkanı seçildiği gün Abdullah Gül etti.

Peki seçildiğinden bu yana hükümetin getirdiği her şeyi onaylayan, kendi dünya görüşüne uygun rektörleri cumhuriyet üniversitelerinin başına atayan Cumhurbaşkanı, ettiği yemine sadık kaldı mı?

Bana göre kalmadı.

AKP’liler, AKP şakşakçıları Gül’ün atamalarını savunmak için "Sezer de keyfi atamalar yapmadı mı?" diye koro halinde bağırıyorlar.

Oysa Sezer ettiği yeminin koyduğu ölçütlere bağlı kalarak rektörleri atadı.

Gül ise bu ölçütlere değil, kendi dünya görüşüne uygun olanları seçti.

* * *

Abdullah Gül önümüzdeki rektör atamalarını da aynı ölçütlere sadık kalarak yapacak.

Son atanan 21 rektörden 12’si türban yanlısı. Bu demektir ki önümüzdeki öğretim yılında bu üniversitelerde türban serbest olacak.

AKP’nin istediği de bu değil mi?

Türbanın serbest olduğu, tarikatların cirit attığı, akademik kadroların dincilerle doldurulduğu üniversiteleri düşlemiyorlar mı?

Hedef, bilimsel yanı değil, maneviyat yanı kuvvetli üniversiteler değil mi?

İşte Cumhurbaşkanı da bunu gerçekleştirecek kişileri seçip atıyor.

Tarikat anlayışının egemen olduğu üniversitelerde çağdaş eğitim ve bilim yapılamaz, özgür düşünce ortamı yok olur.

Bu da cumhuriyet üniversitelerinin niteliklerini ortadan kaldırır, huzursuzluk ve kavga başlar.

Sonra da önümüze acı faturalar gelir. Milletçe üzülürüz.

Erdoğan da sabahtan akşama kadar kendi medyasında üniversitelerde "huzuru bozuyorlar" diye muhalefeti ve medyayı suçlar.

Kafkaslar’da harp

HAYDAR Aliyev Cleveland’da kalp ameliyatı olması için ısrar eden Amerikalı doktorlara şöyle demiş:

"Toktur men ölürsem Gafgaslar’da harp çıkar."

Aliyev
haklıydı.

Çünkü Kafkaslar’da siyasi dengeler pamuk ipliğine bağlıdır. En ufak bir yanlış, barut fıçısının infilak etmesine neden olur.

Nitekim Amerika’nın getirip cumhurbaşkanlığına oturttuğu deneyimsiz Saakaşvili bu barut fıçısını patlatıverdi.

Aportta bekleyen Rusya da fırsatı kaçırmadı ve Gürcistan’ın üzerine yükleniverdi.

Türkiye’nin, sınırına dayanan savaşın sona erdirilmesi için itidal tavsiyesinden başka yapabileceği hiçbir şey yok.

Herkes şunu öğrenmeli, Kafkaslar’da Rusya’ya rağmen bir şey yapılamaz.

Seçtirdiğiniz toy cumhurbaşkanı gider barut fıçısını patlatıverir.

Dilerim Saakaşvili yaptığı yanlıştan dönmesini bilir ve bir daha da boyundan büyük işlere kalkışmaz.
Yazının Devamını Oku

Politikacıların gizli yaşam hakkı yoktur

9 Ağustos 2008
BU işi rahmetli Turgut Özal başlattı.Politikacıların, özel yaşamlarında, işadamlarının olanaklarını kullanmasının yolunu o açtı. Başbakanlığı, cumhurbaşkanlığı döneminde ailesiyle birlikte yatlarda ağırlandı.

Ama bunu gizlemedi.

Doğrusu Tayyip Bey de pek gizleme gereği duymuyor.

O da işadamı arkadaşlarının villalarında, teknelerinde tatil yapıyor.

Hatta çocuklarının yurtdışındaki okul giderlerini işadamı bir arkadaşının karşılamasını bile saklamamış, "Ne var bunda, isteyen istediğine burs veremez mi?" demişti.

Kimse de sesini çıkartmamıştı.

Zaten şöyle bir düşünürseniz, AKP iktidarı, toplumu her acayipliğe alıştırdı.

Kimse iktidarı sorgulamaz oldu.

Öyle bir korku toplumu yaratıldı ki, insanlar telefonda birbirleriyle konuşmaktan çekiniyorlar.

* * *

Abdullah Bey ise daha içine kapanık bir aile yapısından geldiği için bir işadamının yatıyla mavi yolculuk yapmasını gizlemeye çalışıyor.

Denize girmelerinin bilinmesini istemiyor.

Ama bizim meslektaşlara çaktırmadan gizli kapaklı bir şey yapmak zor.

Eniştesinin evinde Başbakan’la yaptığı mantı zirvesi bile öğrenildi.

Aslında politikacılar şunu iyi bilmeliler.

Politikaya soyunan insanlar, yaşamlarının her anını kamuoyunun önünde yaşamak zorundadırlar.

Biliyorum bu zor bir iş, insanı zaman zaman bunaltır da ama başka çıkar yolu yok.

Dikta rejimleri dışında dünyanın bütün ülkelerinde politikacıların tüm yaşamları gazeteciler tarafından izlenir.

Kamuoyu bırakın yaşamlarını, cüzdanlarını bile bilir.

Bu ülkelerde saklı gizli işler olmaz.

* * *

Batı demokrasilerinde kamuoyu bu konularda kesinlikle hoşgörülü değildir.

Bizde olduğu gibi olanı biteni de çabucak unutmaz.

Halkına yalan söyleyen, toplumu kandırmaya kalkanların politik yaşamları anında sona erer.

Bu tip hatalar yapanlar istifa etmek durumunda bırakılır.

Ama dedim ya, bizde bütün gariplikler, yasaları çiğnemek, yolsuzluk yapmak, yakınlarını kayırmak, "Canım ne var bunda" yaklaşımıyla olağan hale getirildi.

Türk siyasi tarihi incelenirse bu tip olayları sürekli yaşadığımız görülür.

Abdullah Gül’ün yaptığı rektör atamalarının bile normal olduğunu savunanlar var.

Bunlar "Sezer de yapmadı mı?" diyorlar.

Yapmadı.

Atamaları yaparken Sezer’in ölçütü laik, demokratik cumhuriyeti korumak ve kollamaktı.

O nedenle tarikatçı ya da tarikatlara yakın olan, AKP dünya görüşünü benimseyen adayları üniversitelerin başına getirmedi.

Gül ise böyle bir filtre kullanma duyarlılığı içinde olmadı.

Tersini yaptı.

AKP’ye, tarikatlara yakın, türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasından yana olan adayları seçmeye özen gösterdi.
Yazının Devamını Oku

Huzur içinde mavi yolculuğa çıktı

8 Ağustos 2008
YÖK’ün hazırladığı listelere göre cumhurbaşkanı tarafından yapılan rektör atamaları cumhuriyet üniversitelerinin tarikatlara teslim edilmesinin ilk adımıdır. Hiç kimse kuşku duymasın, bu adımlar, tüm üniversiteler tarikat üniversitelerine dönüşünceye kadar sürecektir.

Yeni öğretim yılında operasyonun gerçekleştirildiği üniversitelerdeki değişimi hep birlikte göreceğiz.

Cumhurbaşkanı ağırlıklı olarak liyakata, bilimsel başarıya, yöneticilik deneyimine özen göstermedi.

Ya neydi Gül’ün ölçütleri?

Birincisi, AKP’ye yakın durmak...

İkincisi, türbanın üniversitelere serbestçe girmesinden yana olmak...

Gerisi mi? Gerisi tamamıyla teferruat.

* * *

Cumhurbaşkanı Gül göreve başladığından bu yana 26 rektör atadı.

5 rektörün atamasını daha önce yapmıştı.

Son olarak 21 üniversitenin rektörünü belirledi.

Önümdeki tabloya bakıyorum, atanan rektörlerin 12’si AKP’ye yakın ve türban yanlısı olanlar.

Önümüzdeki günlerde de yeni açılacak 23 üniversiteye rektör atanacak.

Bu atamalar çok önemli. Çünkü Üniversitelerarası Kurul’un dengesini değiştirecek.

Üniversitelerarası Kurul’da AKP’yle aynı dünya görüşünü paylaşan üyeler çoğunlukta olacak.

Doğal olarak bu yapıdaki ÜAK türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasını savunacak.

* * *

Son atamalarda Cumhurbaşkanı Gül tarafsız davranmamıştır.

Dinci basın, 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in de zaman zaman rektör seçimlerinde ikinci veya üçüncü olan adayı atadığını öne sürerek Gül’ün yaptığı atamaları meşrulaştırmak istiyor.

Bunu söylerken cumhurbaşkanının en önemli görevinin laik demokratik cumhuriyeti korumak, kollamak olduğunu unutmamak gerekir.

Üniversiteler cumhuriyetin üniversiteleri olarak kalmalıdır.

Bunun güvencesi cumhurbaşkanıdır.

Cumhurbaşkanları bu nedenle atamaları yaparken duyarlı davranmak zorundadır.

Üniversitelerin yönetimlerine, bu bilim kurumlarını akıl ve bilimden koparacak anlayışı getirmemelidir.

Bu atamalarla Cumhurbaşkanı, AKP’nin cumhurbaşkanı olarak hareket etmiş ve seçimlerini ona göre yapmıştır.

* * *

Çankaya’nın bu sürpriz olmayan tutumu ne getirecek?

Üniversitede yıllardan beri süren huzur ve güven bozulacak.

Kavgalar başlayacak, öğrenciler kamplara bölünecek, özgürlükler kısıtlanacak, yaşamlar baskı altına alınacak.

Cumhurbaşkanı ve AKP bunu görmüyor mu, yoksa görmek mi istemiyor?

Özetlersek üniversitelerimiz cumhuriyetin altından hızla çekilip alınıyor.

Evet durum vaziyet bu merkezde...

Olaya AKP cephesinden bakarsak, durum sevindirici.

Atamalar hamdolsun hedeflere uygun şekilde yapıldı.

Üniversiteler Allah’ın izniyle emin ellere teslim edildi!

Ve Cumhurbaşkanımız ailesiyle birlikte huzur ve sükun içinde mavi yolculuğa çıktı.
Yazının Devamını Oku

Kimimiz ülke için üzülüyor kimimiz de malı götürüyor

6 Ağustos 2008
DOĞALGAZA yapılan son zam, enflasyonun geçen yılın iki katına çıkması aklımızı başımıza getirdi. Üzerine ölü toprağı serpilmiş halkımız bile cılız bir sesle de olsa "Yahu ne oluyor?" diye sormaya başladı.

Birbiri ardına yaşadığımız felaketler, insanlarımızı derin bir ruh çöküntüsüne sürükledi.

Halk, uygulanan ekonomik politikalar yüzünden giderek yoksulluğa sürüklendiğinin farkında bile değil.

Ocak ayından bu yana sadece doğalgaza yapılan zam oranı yüzde 38.

Hükümetin açıkladığı enflasyon bile yüzde 12.

Dedim ya, bu son zamla yükselen enflasyon, halkın nasıl bir ekonomik felaket içine sürüklendiğini gösteriyor.

Bu nedenle hükümetin büyük bir özenle halkın gözünden kaçırdığı gerçeklerin üstündeki örtüyü kaldırıp biraz ekonomik verileri irdeleyelim.

* * *

Tayyip Bey iktidara gelmeden önce yoksullukla mücadele edeceğine söz vermişti.

Yolsuzluklara damardan gireceğine yemin etmişti.

Ne pahasına olursa olsun gelir dağılımını düzeltecekti.

Sosyal adaleti yaygınlaştıracak, bunun için gerekli reformları yapacaktı.

Ama iktidara gelince verdiği sözlerin hiçbirini tutmadı, hatta tersini yaptı.

Yoksulluğu görülmemiş boyutlara tırmandırdı.

Yolsuzluk kasabalara, köylere kadar yayıldı.

Gelir dağılımı daha da bozuldu.

Sosyal devlet, sadaka devletine dönüştürüldü.

Yoksulluk ve açlık sınırı altında kalan insan sayısı 20 milyona yaklaştı.

Memurların yüzde 42’si açlık sınırında yaşamaya mahkûm edildi.

* * *

Türkiye üretimini artıramayan, ithalat ile yaşayabilen ülke durumuna getirildi.

İthal girdi oranı yüzde 70’i aştı.

Yani 100 dolarlık mal satabilmek için 70 dolarlık ithalat yapmak zorundayız.

Gelirimiz, giderimizden fazla.

Bu yüzden cari açık giderek büyüyor. Büyük olasılıkla bu yıl cari açık 50 milyar doları geçecek.

Doğal olarak bu açığı borç alarak kapatıyoruz.

Bu nedenle borç yükümüz artıyor.

Hükümet gerçekleri gizlemek için iki önlem aldı.

Nüfusu düşürerek, hesap yöntemini değiştirerek milli geliri 10 bin dolara yükseltti.

Dünyaya ilan edilen bu milli gelir oranı gerçek kabul edilemez.

Zaten yoksulluk ve açlık sınırları altındaki insan sayısı bunun sanal olduğunu ortaya koyuyor.

Bizim yaşadığımız Türkiye, Tayyip Bey’in kürsülerden övünerek anlattığı Türkiye değil.

Başbakan’ın çizdiği pembe tabloların gerçekle uzaktan yakından ilgisi yok.

Ama insanlarımız felaketlerden başını kaldırıp bu gerçekleri göremiyor.

Bu hırgür içinde farkına varmadan giderek yoksullaşıyoruz.

Bu arada bir şey daha oluyor.

Bizler ülkemiz için üzülüp kahrolurken, birileri de malı götürüyor.
Yazının Devamını Oku

Takdiri ilahi değil düpedüz cinayet

4 Ağustos 2008
KONYA’daki kaçak Kuran kursu faciasında ölen yavrularımızın cenazeleri ile ilgili haberleri okurken kanımın donduğunu hissettim. Defalarca okudum.

Acılı ana-babaların yavrularının kurban edildiği cinayeti "takdiri ilahi" diye inanılmaz bir duyarsızlık içinde kabullenmeleri insanı isyan ettiriyor.

Yaşamlarının baharını bile görmeden yok olup giden bu körpecik yavruların babaları "Onlar şehit" diyor ve gazetecileri uyarıyor:

"Şikáyetçi değiliz. Sakın kurs için kötü bir şey yazmayın."

Hepsi tarikat uğruna çocuklarını feda edecek kadar akıldan, mantıktan yoksunlar.

Bu insanlara acımaktan başka ne yapılabilir, bilmiyorum. Bu anlayış, bu körü körüne itaat, bu biat niçin?

Ne adına bu insanlar yavrularının bile hesabını soramayacak kadar tarikatların kulu kölesi olmuşlar?

Allah adına mı?

Oysa hepimiz biliyoruz ki, bu cinayete neden olanları Allah bile bağışlamaz.

Allah bu cinayete sessizlik içinde boyun eğen ana-babaları da bağışlamaz.

Bunun hesabını mutlaka sorar.

* * *

Bu kurs gibi her an faciaya uğrayacak binlerce kaçak yurt var tarikatların yönettiği.

Olaydan sonra Diyanet’ten sorumlu bakan "Kursun bizimle bir ilgisi yok" diyor.

Milli Eğitim Bakanlığı sus pus...

Yurtları denetlemekle, kaçak olanları kapatmakla ve sorumlularını yargıya vermekle yükümlü Milli Eğitim Bakanı ortalarda yok.

Ama yürekleri yakan 17 küçücük masum canın cenazeleri var ortada.

Kim verecek bunların hesabını?

Hiç oralı olmayan sorumlu bakanlar mı?

"Kuran kursunun kaçağı maçağı olmaz. Kuran öğrenilir, Kuran öğrenmeye kimse suç ifadesi kullanamaz" diyen Başbakan mı?

İnanın hiçbirinin gücü yetmez buna.

Hiçbiri tarikatlardan hesap soramaz.

Devlet bu konuda devletliğini yapamaz.

İnsanlar da bu çocukların babaları anaları gibi tarikatların kulu kölesi olur.

* * *

Oysa bu tarikatların denetimindeki kaçak Kuran kurslarında bilgi çağından kopuk, yeniliklere, dünya değerlerine, uygarlığa kapalı nesiller yetiştiriliyor.

Buralarda yoksul aile çocuklarına Cumhuriyet düşmanlığı aşılanıyor.

Atatürk’ü değil Humeyni’yi seven, bilime, akla değil, hurafelere inanan nesiller yaratılıyor bu kurslarda.

İslamiyet’in güzellikleri, yüceliği, kutsiyeti değil, hurafelere dayalı fanatik öğretiler kazınıyor beyinlerine.

Bütün bunlar ne yazık ki hep dinimiz adına yapılıyor.

AKP tarikatları istediği kadar korumaya çalışsın, sorunu görmezden gelsin.

İktidar ne yaparsa yapsın, bu düpedüz bir cinayettir.

Ve yukarıdan aşağıya kadar sorumlu konumdaki herkes suçludur.

Bilgi çağını yaşayan bugünkü uygar dünyada tarikatların yönettiği bu ilkel kurumların yeri yoktur.

Bu kafalara izin veren, göz yuman Türkiye bilgi çağını asla yakalayamaz.

Bu işe ulema mulema da karışamaz.

Uygar ülkelerde buna yargı, akıl, mantık ve vicdanlar karar verir.
Yazının Devamını Oku

Kimse boşuna değişim falan beklemesin

2 Ağustos 2008
TAYYİP Bey yatsın kalksın Ecevit’e dua etsin, bol bol rahmet okusun.<br><br>Eğer 57. Hükümet’in 2001 yılında yaptığı anayasa değişikliği olmasaydı ve parti kapatmalarına nitelikli çoğunluk koşulu getirilmeseydi şimdi partisi kapatılmış olacaktı. Kendisi de hem başbakanlığa, hem de milletvekilliğine veda etmek zorunda kalacak, 5 yıl süreyle siyasi bir partiye yönetici veya üye olamayacaktı.

Bağımsız aday olabilmek için Yüksek Seçim Kurulu’nun iznine umut bağlamak zorunda kalacaktı.

Tabii bu arada dokunulmazlığı sona erdiği için hakkındaki yolsuzluk dosyaları devreye girecek ve belki de siyasi hayatı sona erecekti.

Bütün bunlardan Ecevit hükümeti döneminde yapılan anayasa değişikliği sayesinde kurtuldu.

* * *

Peki böyle bir badireden bir tek oyla kurtulan Başbakan gerekli dersleri alır mı dersiniz?

Bugüne kadar yaptığı hataları tekrarlamaz mı?

Yani mahkemenin verdiği mesajı doğru değerlendirir mi?

Bugüne kadar inatla izlediği yoldan vazgeçer mi?

Devlet yönetirken kafasındaki dini takıntılardan kurtulabilir mi?

Evrensel laikliği özümseyebilir mi?

Laik, demokratik cumhuriyete karşı eylemlerin odak noktası olmaktan partisini uzak tutabilir mi?

Ben bu saatten sonra ve içinde bulunduğu ruh haliyle Tayyip Bey’in bunları yapabileceğine inanmıyorum.

Hiç kuşkusuz inananlar var.

Ama Tayyip Bey’in siyasi siciline bakılırsa inananların daha önce olduğu gibi yanılmaları kaçınılmazdır.

Balkona çıkıp yine bazı sözler verse, cilalı açıklamalar yapsa bile bunun sonu gelmez.

Önceki gün yaptığı açıklamada "Odak değiliz. Durmak yok, yola devam" diyen Başbakan’ın pek değişmeye, mahkemenin kararından ders çıkarmaya niyetli olmadığı görülüyor.

* * *

Mahkemenin kararından sonra ülkede her şeyin normale döneceğini de kimse boşu boşuna beklemesin.

Türkiye gerilim ve krizlerden arınamaz.

Çünkü yaşadığımız gerilim ve krizler AKP’nin dünya görüşünden, dinsel takıntılarından kaynaklanıyor.

Şimdi önümüzde üniversiteleri ele geçirme projesi var.

Bu proje ile üniversitelerde tarikatlar egemen olacak, ondan sonra da bu kurumlarda huzur muzur kalmayacak.

AKP iktidarı sanıyor ki, okullara üç beş bilgisayar koyunca çağdaş eğitimin koşulları yerine getirilmiş oluyor.

Oysa çağdaş eğitim akıl ve bilimle olur.

İmam hatip anlayışıyla, tarikatlarla, hurafelerle değil...

AKP kafasıyla yetiştirilen nesiller bilgi ve iletişim çağına ayak uyduran ülkelerin yetiştirdiği nesillerle yarışamaz.

* * *

Anayasa Mahkemesi kararı açıklanır açıklanmaz cep telefonum çalmaya başladı.

Bir işadamı dostun değerlendirmesi ilginçti:

"AKP kapatılmadı iyi oldu. Bunlar için kapatılma kurtuluş olacaktı. Hem yaptıklarının faturalarını ödemekten kurtulacaklar, hem de mağdur duruma düşecekler ve halkın gözünde büyüyeceklerdi. Parti iyi ki kapatılmadı. Şimdi yaptıklarını temizlesinler bakalım."

Gerçekten de kapatılma AKP’nin günahlarından kurtulmasına, yeniden dirilmesi neden olurdu.

Hepsi o kadar.
Yazının Devamını Oku

’Yolumuz Atatürk’ün yoludur’ sözünü tutabilir mi?

1 Ağustos 2008
ANAYASA Mahkemesi’nin kararı şudur:"AKP laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmiştir. Böyle devam ederse kapatılır." Aklı başında olan herkesin yorumlayacağı gibi bu bir "aklanma" değildir.

Bu kararın ülkemiz ve toplumumuz için hayırlı olması ancak AKP’nin bu çok önemli ihtarı ciddiye almasıyla gerçekleşir.

Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesinden 10’u AKP’nin "laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği" şeklinde karar vermiştir.

Bu 10 üyeden 6’sı partinin kapatılması, 4’ü ise sadece para cezası verilmesi doğrultusunda oy kullanmıştır.

Bu 4 üyeden biri de bugüne kadar hep "laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma" iddiasına karşı çıkan ve ret oyu veren Sacit Adalı’dır.

AKP son kararda Sacit Adalı’nın oyunu iyi değerlendirmelidir.

Erdoğan ve arkadaşları mahkeme kararını bir zafer ya da baskılar nedeniyle kapatmanın göze alamaması şeklinde yorumlarsa büyük bir yanılgı içinde düşerler.

Bunu yaparlarsa kaçınılmaz sondan kurtulamazlar.

* * *

Başbakan Erdoğan’ın "Durmak yok, yola devam" sloganı ise yanlıştır.

Bu yol düzgün bir yol olsaydı, Mahkeme Başkanı "Yolunuzu değiştirin" uyarısında bulunmazdı.

"Ben yüzde 47 oy aldım. İstediğimi yaparım" mantığı hızla terk edilmelidir.

Demokrasilerde iktidar partileri oy oranları ne olursa olsun ülkeyi diledikleri gibi yönetemezler.

Anayasa’ya, yasalara aykırılık içinde olamazlar.

Bazı kesimler her zamanki iyimserlikleri içinde iktidarın bu karardan ders alacağına ve Başbakan’ın yeni bir balkon konuşması yaparak tüm toplumu kucaklayacağına inanıyor.

Aynı kesim eskiden de Tayyip Bey ve arkadaşlarının değişeceğine inanıyorlardı.

Hálá aralarında inananlar var. Hatta AKP’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmadığını da savunanlar var.

Bu kesim aslında AKP’ye iyilik etmiyor.

İktidar partisi ülkeyi kimseye danışmadan, rejimin dengelerini gözetmeden yönetmeye kalktı.

Sonuç bu oldu ve kapatılmaktan kıl payı kurtuldu.

* * *

AKP zaman yitirmeden rejimle ve cumhuriyet kurumlarıyla didişmekten vazgeçmelidir.

Demokrasinin arkasına saklanıp toplum yaşamını kendi dünya görüşüne göre yeniden şekillendirme çabalarını terk etmelidir.

Dini politikada kullanmamalı, dinsel takıntılarını ülke yönetimine bulaştırmamalıdır.

Toplumu "bizden-bizden değil" diye ikiye bölmenin ülkeye büyük zarar verdiğini görmeli, vatandaşlar, kurum ve kuruluşlar arasında bir ayrım yapmamalıdır.

Çağdaş eğitimi dinsel eğitimle sulandırmanın gelecek nesiller için büyük tehlike olduğunu görüp bu yolu terk etmelidir.

Kendi istediği değil, gerçek demokrasiye yönelmeli ve gerekli reformları hızla yapmalıdır.

İktidar bütün bunları yaparsa işte o zaman Anayasa Mahkemesi’nin kararı ve ihtarı bir işe yarar.

Başbakan Erdoğan’ın "Yolumuz Atatürk’ün işaret ettiği yoldur" söylemi bugüne kadar olduğu gibi sözde kalırsa Türkiye sıkıntılardan kurtulamaz.
Yazının Devamını Oku

Terör nutukla değil istihbaratla önlenir

30 Temmuz 2008
DÜN Başbakan Erdoğan’ın grup konuşmasını dinledim. Sıradan bir gün değildi. Toplumumuzu derinden yaralayan, 17 masum insanımızın ölümüne neden olan acımasız bir terör olayı yaşamıştık.

Başbakan böyle bir felaket sonrası artık ezbere bildiğimiz şeyler söylememeliydi.

Böyle bir felaketi yaşamış bir toplumun başbakanı böyle bir günde böyle laf salatasıyla dolu bir konuşma yapmamalıydı.

İnsanlarımız büyük acı ile derin bir ruh çöküntüsüne sürüklenmişlerdi.

Böyle bir günde, başbakanlarından kendilerine güç verecek bir konuşma bekliyorlardı.

Örneğin Başbakan güvenlik güçlerinin böyle büyük bir eylemle ilgili istihbarat alamamasının hesabını soracağını, bunun sorumluları hakkında gereken işlemleri yaptıracağını söylemeliydi.

Bundan sonra böyle büyük eylemler daha sahneye konmadan önlem alınacağı konusunda vatandaşlara güvence vermeliydi.

Vatandaşlarımız dün başbakanlarından böyle bir konuşma bekliyordu.

* * *

Terörist veya teröristler kim bilir nerelerden, belki de yurtdışından gelip ellerini kollarını sallayarak bombayı Güngören’in kalbine yerleştirdiler.

Üstelik biri tuzak, iki bomba patlattılar.

İstanbul polisi bundan öncekilerde olduğu gibi bu eylemde de nal topladı.

Neden? Başbakan bunu düşünmeli.

Polis, terör örgütlerinin nefes alışlarını izleyeceğine, birtakım abuk subuklukların peşine düşmüştü.

Teröristler yerine hükümete muhalefet yapanların nefes alışverişlerini dinlemeye vermişti kendini.

Sonuç, alçaklar insanlarımızı havaya uçurup çoluk çocuk demeden onları paramparça ettiler.

Hükümet şakşakçısı olmayan yazarların tümü binlerce kez uyardı iktidarı.

"Yapmayın etmeyin, tarikatların devletin içine çöreklenmesine izin vermeyin. Özellikle bunların poliste egemen olmasını önleyin. Sonra bunun faturası ağır öderiz" dediler.

Ama iktidar bu uyarıları sürekli kulak arkası etti.

İktidar, "Bana karşı olan kurum ve kişileri nasıl çökertirim, onların başına nasıl çorap örerim"in derdine düştü.

Gözü başka bir şey görmez oldu.

* * *

PKK’nın bu eylemi inkár etmesi inandırıcı değil.

Bombalama eylemi örgütün kendisi değilse bile örgüt içinde başına buyruk bir grubun işi olabilir.

Böyle insanlık dışı eylemi içerden ve dışardan gelen sert tepkilere karşın üstlenmek hiçbir terör örgütünün işine gelmez.

Türkiye’ye yönelik böyle büyük ve vahşi bir eylemi iki örgütün dışında hiçbir terör grubu gerçekleştiremez.

El Kaide ve PKK.

Uzmanlara göre bu eylem çok büyük olasılıkla PKK’nın işi.

Batılı ülkelerin gösterdikleri tepkilere gelince...

Hepsi sahte...

Dönüp sicillerine baksınlar, ne demek istediğimizi anlarlar.

Batılılar hiçbir zaman teröre karşı Türkiye’nin yanında olmadılar.

Yıllar yılı PKK’ya her türlü desteği verdiler.

Şimdi boşuna timsah gözyaşlarını dökmesinler.
Yazının Devamını Oku