8 Mayıs 2009
İSMET Paşa İzmir’de partisinin düzenlediği bir mitingde konuşmasına şöyle başlamıştı: <br><br>"İzmirliler, Egeliler... Dünyanın cennetinde yaşıyorsunuz... Bunun değerini bilin..." İzmirliler son yerel seçimlerde yaşadıkları cennetin değerini çok iyi bildiklerini kanıtladılar.
Cennetlerini çağdışı kafalara bırakmadılar.
Atatürk’ün düşmandan kurtardığı kentlerine, onun mirasına sahip çıktıklarını gösterdiler.
Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini CHP adayı Aziz Kocaoğlu bileğinin hakkıyla AKP’li rakibine yüzde 25 fark atarak kazandı.
İzmir halkı laik demokratik cumhuriyetten, Atatürk devrim ve ilkelerinden, çağdaş Türkiye’den yana olduğunu gösterdi.
Tayyip Bey bütün gayretine rağmen fethetmek için yanıp tutuştuğu kalenin kapısına bile yanaşamadı.
* * *
Havaalanından kente birlikte geldiğimiz genç, "İzmirli Tayyip Bey’i ve partisini perişan etti" dedi gururla.
Bu gurur, sokaktaki İzmirlinin yüzünde de okunuyordu.
Kenti dolaşırken, kişilikli, özgür, çağdaş, kendine güvenen bireylerin varlığını gördüm.
Bu uygar hava insana güven, mutluluk, huzur veriyor.
Türkiye için duyduğunuz endişeler de dağılıyor.
Bu hava yalnız kentin merkezi değil, yakın, uzak tüm ilçeleri için de geçerli.
Zaten seçim sonuçları da bunu ortaya koyuyor.
31 ilçenin sadece bir tanesinde, Bayındır’da AKP kazanabildi.
Bu ilçedeki oy dağılımı da çok ilginç.
Burada AKP yüzde 34.9, CHP ise yüzde 34.8 oy aldı.
Aradaki fark binde bir.
CHP’nin seçimi alamadığı ikinci ilçe ise Tire.
Burada Demokrat Parti kazandı.
* * *
Diğer 29 ilçede CHP büyük farklar yaparak ipi göğüsledi.
Örneğin Narlıdere’de fark yüzde 55, Karşıyaka’da yüzde 47, Balçova’da yüzde 45 oldu.
İzmir seçimlerinin bir başka çarpıcı sonucu da DTP’nin aldığı sonuçlar.
İl Genel Meclisi’nde DTP yüzde 3.4 oy topladı.
Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimindeyse DTP’li büyükşehir belediye başkan adayı ancak yüzde 0.6 oy alabildi.
Demek ki İzmir’deki uygar ve laik cumhuriyetten yana duruş seçmeni şeriata ve bölücü politikalara karşı daha duyarlı hale getiriyor.
Bu Türkiye’nin geleceği açısından çok önemli bir nokta.
İzmir’deki duruşu tüm siyasi partiler dikkatle incelemelidir.
Bu sonuçlar bir acı gerçeği de önümüze koyuyor.
Türkiye’nin Avrupa’ya en yakın bölgesi ile Doğu ve Güneydoğu bölgeleri arasında çağlar farkı olarak tanımlanacak bir uçurum var.
Bu uçurumun tek nedeni eğitim.
Türkiye hiç zaman yitirmeden hurafelere değil, akla ve bilime dayalı çağdaş bir eğitim seferberliğine başlamalı ve bunu partilerüstü bir anlayışla sürdürmeli.
Evet İzmir’e dönersek...
İzmir’in seçim sandıkları bu ülkenin gururudur.
Siz Tayyip Bey’in yerinde olsanız ne yaparsınız?
İzmirlilere kızmaz mısınız?
"Hınzır İzmir bu seçimde de gávurluğunu yaptı" demez misiniz?
Yazının Devamını Oku 6 Mayıs 2009
HER gün bir felaketle yoğrulan Türkiye’de Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün dehşetengiz açıklamalarının güme gitmesi doğaldı. <br><br>Meğer "Ergenekon" savcıları onu bile dinletiyormuş. Bunun hukuka aykırı olarak yapıldığını iddia eden Paksüt Adalet Bakanlığı’nı soruşturma açmaya çağırıyor.
Savcı Zekeriya Öz’ün dinleme tutanaklarını Anayasa Mahkemesi’ne gönderdiğini, kendisini "Hedef Şahıs" olarak tanımladığını, mahkeme başkanı Haşim Kılıç’ın ise işlem yapmadığını, bu durumda o koltukta oturmaması gerektiğini söylüyor.
Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Paksüt belli ki karşı karşıya kaldığı hukuksuzluk yüzünden isyan ediyor.
"Yargısız infaz yapılan, onuru zedelenen, bir terör örgütü üyesi, yardım edeni, propogandacısı olarak gösterilen kişi sıfatıyla bu açıklamaları yapıyorum" diyor.
Paksüt, hakkında korsan bir soruşturma yürütüldüğünü vurguluyor, bunu sinsice, kalleşçe, kahpece yöntemler olarak niteliyor.
"Savcılar görevlerini kötüye kullanmışlardır" diyor, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in soruşturma açmasını bekliyor.
* * *
Osman Bey boşuna beklemesin.
Sadullah Bey parmağını bile oynatmaz.
Ne duyar, ne de işitir.
Cezaevlerinde bir yıldır iddianamenin tamamlanıp davanın açılmasını bekleyen insanlar var.
Üstelik bu insanlar aylardır neyle suçlandıklarını bile bilmeden demir parmaklıklar arkasında çile çekiyorlar. Böyle bir hukuk cinayeti hukuk dışı ülkelerde bile artık sık görülen bir olay değil.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en yüksek yargı organının Başkanvekili bile hukuk arar hale getirilmiş.
Çaresizlik içinde... Başvuracak makam bulamıyor.
Amaç ortada. Anayasa Mahkemesi’nin ikinci adamını istifaya zorlamak. Yerine kendi adamlarını getirip dengeyi lehlerine çevirmek.
Ülkenin AKP iktidarında nerelere getirildiğini görüyor musunuz?
Dün Şişli Cumhuriyet Başsavcı Vekili Mecit Ceylan telefonlarının dinlendiğinden rahatsız olarak emekliliğini istedi.
Hep yazıyorum, AKP Türkiye’yi bir korku toplumuna dönüştürdü.
Bunu siyasi baskı kurmak, insanları, kurumları susturmak için yapıyor.
Eğer bir ülkede en yüksek yargı organının ikinci adamı kendisi için hukuk arıyorsa o ülkeye hukuk devleti denemez.
Çocuk mu kandırıyor?
TERÖR örgütünün şu andaki başı Karayılan, Hasan Cemal’e matrak geçer gibi 10 askerin öldürülmesinden büyük üzüntü duyduğunu söylüyor.
Sonra da şöyle diyor:
"Merkezden planlı bir şey değildi bu. Yerel düzeyde, sahada kendi inisiyatifleriyle alınmış bir karardı. Askerin araziye çıktığını görüyor, bir operasyonla üzerine gelindiği hissiyatına kapılıyor ve kendini korumak için tedbir alıyor, mayın döşüyor. Biz de üzgünüz."
Üzgünmüş...
Karayılan çocuk mu kandırıyor?
Ama adam bu masala inanmaya hazır bekleyenler olacağını da biliyor.
Onun için de maval okuyor.
Yazının Devamını Oku 4 Mayıs 2009
ADALET Bakanı Mehmet Ali Şahin Ergenekon ile Deniz Feneri’nin kurbanı oldu. <br><br>Sanırım Başbakan, tepkilerin geçici de olsa biraz azalabileceğini düşünerek Şahin’i feda etmeyi uygun buldu. Yeni Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in hukuk devletine bağlılık bakımından Şahin’den pek farklı bir tutum içinde olacağını beklemek aşırı iyimserlik olur.
AKP iktidarının yargıyı baskı altına alma stratejisi, bakan kim olursa olsun sürecek.
Hatay Milletvekili olan yeni Adalet Bakanı’nı sordum soruşturdum.
Özellikle gazetecilerle diyalog kuran, onlara yardımcı olan bir insan.
Gazeteci arkadaşlarımızın kanısı Tayyip Bey’in kendisine güveni tam.
Sadullah Bey başbakanıyla aynı dünya görüşüne sahip.
Söylemese de Milli Görüş mektebine bağlı.
Hiç kuşkunuz olmasın Adalet Bakanlığı’nda işler aynı tas, aynı hamam düzeniyle sürer gider.
* * *
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, bakanlığı ve bakanlığa bağlı okulları, kurumları kendisi gibi laik, çağdaş eğitim karşıtı dünya görüşüne sahip insanlarla doldurdu.
Yeni bakan Nimet Çubukçu’nun bunu düzeltebileceğini hiç sanmıyorum.
İdare-i maslahatçılıkla durumu idare eder.
Yeni Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu aslında dışardan yönettiği bakanlığın koltuğuna oturtuldu.
Dış politikadaki belirsizliklerin, yanlışların ve pek akıllı olmayan stratejilerin mucidiydi kendisi.
Bundan sonra dolaylı yürüttüğü görevi resmen yürütecek.
Büyük sıkıntı içinde olduklarını bildiğim diplomatlarımıza Allah kolaylık versin.
AKP’nin dış politikasını burada uzun uzun anlatmaya gerek yok. Davutoğlu eserinin başında.
Taner Yıldız yeni enerji bakanı.
Kayseri milletvekili, Cumhurbaşkanı Gül’e çok yakın.
Hatta sırdaşı. Milli Görüş’e bağlı.
Tayyip Bey de güveniyor olmalı ki, kendisine enerji bakanlığını teslim etti.
Ömer Dinçer malum. Hakkında çok şeyler yazıldı çizildi.
Laik demokratik cumhuriyete karşı bir zat olduğunu pek çok kez kanıtladı.
O da Milli Görüş’e bağlı.
Başbakan’ın müsteşarıydı. Çok güvendiği bir politikacı. İşçi haklarına, emeğe pek meraklı olmayan bir insan yeni Çalışma Bakanı.
* * *
Kuşkusuz en büyük parantezi Bülent Arınç’a açmak gerekir.
Yani yeni başbakan yardımcısına...
Arınç, Milli Görüş gömleğini çıkarmayanlardan. (Hoş çıkaran da yok ya.)
Başbakan’ın Bülent Arınç’ın rahatsızlığını gidermek ihtiyacını duyduğu anlaşılıyor.
Ancak garip bir durum var.
AKP örgütünün son seçimde Tayyip Bey’in sert ve kavgacı üslubunun partiye oy kaybettirdiği yolunda bir uyarısı vardı.
Şimdi aynı üsluba sahip bir başbakan yardımcısı geldi. Bakalım bu ikilinin kavgacı, hatta zaman zaman küfürlü üsluplarını halkımız nasıl karşılayacak?
Bu kabine değişikliği bir gerçeği daha ortaya çıkardı. Başbakan’ın bu güne kadar kendisi ve hükümeti adına yaptığı bütün övgüler havada kaldı.
Bu kadar başarılı bir hükümet bu kadar büyük fire verir mi?
Anlaşılıyor ki Erdoğan SP’nin hafif kıpırdanmasından bile paniklemiş.
Son not da şu: Yeni 8 erkek bakanın tümünün eşleri de türbanlı.
Seçmene selam, Milli Görüş’e devam...
Yazının Devamını Oku 2 Mayıs 2009
YILLAR ve yıllar önceydi. Ne güzel, ne coşkulu başlamıştı emekçilerin bayramı.
Bu ülkenin on binlerce işçisi, aydını, ellerinde rengárenk bayraklar, flamalar ve dövizlerle Taksim’i doldurmuştu.
Halaylar çekiliyor, şarkılar söyleniyor, danslar ediliyordu...
Disk Başkanı rahmetli Kemal Türkler kürsüye gelmiş konuşmasını yapıyordu ki bir anda kıyamet kopuverdi.
Kulakları yırtan bir tarraka başladı meydanda.
Yazının Devamını Oku 1 Mayıs 2009
ADALET Bakanı Mehmet Ali Şahin, Deniz Feneri rezaletini uyutmak için 500 takla atıyor. Atarken de minarelere kılıf uymadığı için zor durumda kalıyor.
Kökü Türkiye’ye dayanan, Avrupa’nın yaşadığı en büyük dolandırıcılık suçu olarak nitelenen Deniz Feneri skandalı şöyle gelişti:
Almanya, Deniz Feneri sanıklarını yakalayıp yargıladı ve çeşitli hapis cezalarına çarptırdı.
Mahkeme kararında bu örgütün uzantılarının Türkiye’de olduğu ve bunların soruşturulması gerektiği de belirtildi.
Ancak bu kararı AKP hükümeti tınmadı.
Doğal olarak medya rahat durmadı. Başladı bastırmaya...
Hükümet bu baskılara dayanamadı ve çaresiz karar dosyasını Almanya’dan istedi.
Nedense dosya günlerce gelmedi. Sonra nihayet 24 Şubat’ta dosya Ankara Savcılığı’na teslim edildi ve tercüme işi başladı.
Ama bu tercüme bir türlü bitmedi. Ben bu yazıyı yazarken de henüz bittiğine dair bir haber gelmemişti.
* * *
Bizim Adalet Bakanlığı tam bu iş uykuya yattı derken Alman mahkemesi ikinci bir dosya gönderdiğini ve Türkiye’deki 15 asli failin sorgulanmasını istediğini açıkladı.
Bu ikinci dosyanın varlığını Türkiye 23 Nisan’da öğrendi.
Gazeteci taifesi durur mu? Bakanlığa sordu. Bakanlık böyle bir dosyanın gelmediğini bildirdi.
Medya bu kez Şahin’i sıkıştırdı, bakan ikinci dosyanın geldiğini, birinci dosya gibi tercüme edileceğini söyledi.
Ancak Almanlar rahat durmayı bilmedikleri için gönderdikleri dosyanın Türkçe olduğunu açıkladılar.
Ertesi gün durum bakana soruldu.
Zor durumda kalan bakan, "Evet, Türkçesi varmış. Bana yanlış bilgi verilmiş. İnceliyoruz" dedi.
Bakalım birinci dosyanın tercümesi, ikincisinin de incelemesi ne zaman bitecek?
Büyük olasılıkla çıkmaz ayın son çarşambasında olacak.
* * *
Mehmet Ali Şahin sıradan bir insan değil.
Koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Adalet Bakanı.
Dolandırıcılığı Alman mahkemesi tarafından karara bağlanmış, sanıkları mahkûm olmuş bir dosyayı sumen altı etmek Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanı’na yakışmaz.
Uzatmanın anlamı yok. Bakan, devlet adamı olmanın sorumluluğunu göstermeli ve görevinden istifa etmelidir.
Unutulmamalı ki, Türkiye’de ve dünyada kuşkuyla karşılanan, bütün muhaliflerin hapse atıldığı malum soruşturma ve yargılama (Ergenekon) da Adalet Bakanı Şahin’in sorumluluğundadır.
Bakan boşuna, "Yargı bağımsızdır. Ben müdahil olamam" gerekçeleri arkasına sığınmasın.
AKP iktidarında neyin ne olduğunu biz de, dünya da biliyor.
Bir ülkenin Genelkurmay Başkanı, yürütülen davanın iddianamesi hakkında ciddi şüpheleri olduğunu söylüyorsa...
Bir ülkenin hukukçuları, "Böyle gizli tanıkların ifadelerine, telefon dinlemelerine, söylentilere dayanan delilsiz iddianame olmaz" diyorsa...
Yurtdışından davayla ilgili olarak, "Türkiye’de yargı bağımsızlığı konusunda endişeliyiz" sesleri yükseliyorsa...
Adalet Bakanı o koltukta oturmamalıdır.
AKP iktidarı, ülkeyi Anayasa’ya, yasalara bağlı kalarak, hukuk devletini zedelemeden yönetmekle yükümlüdür.
Otokrat bir Başbakan’a değil, demokrat bir Başbakan’a ihtiyacımız var.
Yazının Devamını Oku 29 Nisan 2009
ŞİMDİ bir şeyi büyük bir merakla bekliyorum. Kafamda oluşan soru işaretleri bu beklentiye göre ya karmakarışık hale gelecek, ya da dağılıp gidecek.
Merakla beklediğim şu:
Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün Ergenekon savcılarına verdiği ifade bugüne kadar olanlar gibi dinci basına sızdırılacak mı?
Kendi dönemlerindeki darbe girişimleri hakkında neler anlattı Özkök?
Darbe girişimciliğiyle suçlanan komutanları suçladı mı, yoksa iddiaların asılsız olduğunu mu söyledi?
Yazının Devamını Oku 27 Nisan 2009
SEVGİLİ Hocam, 2001 yılıydı, bir bahar günü. Benim Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ne geçici görevle gelişimin üzerinden bir buçuk yıl geçmiş. Rektör Yardımcısı olarak görevliyim. Bir ziyaretçiniz var dediler İstanbul’dan. Kapıdan bir bayan girdi, kendisini tanıttı: "Ben Ayşe Yüksel, Tıp Fakültesi’nin Halk Sağlığı Anabilim Dalı’na profesör olarak atandım; sizinle tanışmak istedim."
O gün uzun uzun konuştuk, hayallerimiz, heyecanlarımız, yurdumuzun her köşesine olan sevdamız üzerine. Sohbetimiz uzadıkça dedim ki içimden, benden daha yürekli bir kadın! Büyük kentin kendisine tanıdığı olanakları hepten kenara itme kararıyla burada. Üstelik benden çok daha önce buralara gelmiş, Türkan Saylan hocayla birlikte at sırtında dağ bayır Van’ın mezra ve köylerini yıllarca dolaşmış, Saylan Hoca’nın başkanlığında Türkiye tarihinde ilk kez cüzamlı hastaları saptamış, onlara şifa dağıtmış.
Sohbetimizin bir yerinde Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği üyesi olduğunuzdan söz ettiniz.
(...) Bundan böyle Van Üniversitesi öğrencileri için etkinliklerinizi sürdüreceğinizi, onlar için çeşitli destek projeleri gerçekleştireceğinizi o gün öğrendim sizden.
Tam sekiz yıl aynı üniversite çatısı altında hep yan yana olduk. Sanıyorum sizi çok iyi tanıdım; tanıdıkça hep daha çok şaşırdım. Tükenmek bilmeyen insan ve yurt sevginiz, gençlere adanmış yüreğiniz, her zaman sergilediğiniz kararlı ve onurlu duruşunuz, asla yitirmediğiniz hoşgörünüz, sabrınız, aydınlık güler yüzünüz!
Sonra 2005 yılına geldiğimizde eski Rektör Sayın Yücel Aşkın ile birlikte çete kurmak suçundan hakkınızda dava açıldı. Sizi o zaman da benzer nedenlerle suçladılar dudakları uçuklatan cinsten ama aklandınız.
Şimdi 2009 yılı, yine bir bahar ayındayız. 2005’te yapılamayan şimdi gerçekleştirildi. Tutuklusunuz; suçunuz, terör örgütü içerisinde yer almanızmış(!) Çok fazla şey demek geçiyor içimden haykırarak, öfkeyle, sabrım tükenerek ama sizi örnek alıp sağduyulu ve sakin davranmaya çalışacağım.
(...) Sizi tanımasam, ne denli yurdunuzun ve bayrağınızın tutkunu olduğunuzu bilmesem öfkem bu kadar şiddetli olmaz, canım bu kadar acımazdı belki de.
Aynı öfke ve acı yüklü duygu fırtınasını sizin sayenizde çok kez birlikte olduğum o özel insan Türkan Saylan hocama yapılanlar için de yüreğimde yaşıyorum. Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden sınıf arkadaşım, dört yılın laboratuvar çalışmalarını bir bankoda tamamladığımız sevgili Filiz İlisulu Meriçli’ye yapılanlar için de.
Sekiz yıllık Üniversitelerarası Kurul üyeliğim nedeniyle yakından tanıma fırsatını bulduğum ve şimdi Metris Cezaevi’nde olan Sayın Mehmet Haberal, Sayın Fatih Hilmioğlu, Sayın Ferit Bernay ve Sayın Mustafa Yurtkuran hocalarıma yapılanlar için de. Bu insanların hepsini iyi tanıyorum; ortak noktalarının Atatürk devrimlerine bağlılıkları ve Cumhuriyet’in değerlerine sahip çıkmaları olduğunu çok iyi biliyorum.
Ayşe Hocam, kardelen çiçeklerini soldurabileceklerini sananlar sizin en ağır koşullarda bile umutsuzluğa, yılgınlığa düşmeyeceğinizi, iradenizi, ilkeleriniz ve inançlarınız adına asla zedelenmeden koruyabileceğinizi bilmiyorlar.
(...) Sevgili Ayşe Hocam, doğuya bahar bilirsiniz geç gelir. Bugünlerde güneşin de pek keyfi yok nedense, yeteri kadar aydınlık değil ortalık. Baharın elma ağacı dalında çiçeklenerek yeşeren coşkusunu ve kokusunu burada, Van’da sizinle birlikte duyumsayacağımız günlerin tez gelmesi umuduyla...
Prof. Dr. Zühre Şentürk
Van Üniversite Öğretim Elemanları Derneği Başkanı
NOT: Sayın Prof. Dr. Zühre Şentürk mektubunuz mail’ime düştükten 3 gün sonra Prof. Ayşe Yüksel bir üst mahkeme tarafından serbest bırakıldı.
Ne güzel... Baharı Van’da birlikte karşılayabileceksiniz. Bütün mutluluklar sizin olsun. T.T.
Yazının Devamını Oku 25 Nisan 2009
GEÇEN pazar günü Cemal Reşit Rey’de alışılmışın dışında ilginç bir konser izledik. Konserin adı "Fazıl Say ve Arkadaşları"ydı.
Fazıl Say’a kemanla Ayla Erduran, Cihat Aşkın, viyolonselle Çağ Erçağ, bandoneonla Tolga Salman ve sesiyle bariton Güvenç Dağüstün eşlik etti.
Dedim ya sıradışı bir konserdi.
Fazıl Say önce Cihat Aşkın ve Çağ Erçağ ile Şostakoviç’in 2 numaralı Piyanolu Üçlü’sünü çaldı.
İkinci olarak Ayla Erduran’la Franck’ın keman ve piyano için sonatını seslendirdi.
Arkadan Fazıl Say’ın Názım Hikmet’ten bestelediği Üç Selvi, Bugün Pazar, Orhan Veli’den bestelediği İstanbul’u Dinliyorum ve Efkárlanırım şiirlerini bariton Güvenç Dağüstün seslendirdi.
Son bölümde Tolga Salman’ın Piazzolla’dan düzenlediği parçaları Fazıl Say, Cihat Aşkın, Çar Erçağ ve Tolga Salman dörtlüsü çaldı.
Bu güzel konseri izlemek isteyenler Cemal Reşit Rey’e sığmadı.
O kadar ki, sahne bile izleyicilerle doldu.
Bu ilginç konser bittiğinde Fazıl Say ve arkadaşları dakikalarca alkışlandıkları için uzun süre sahneden ayrılamadılar.
* * *
Şimdi 2 Mayıs’ta bu kez Lütfi Kırdar’da bu konserin tekrarı var.
Konserin geliri, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin okula gönderdiği kız çocuklarına burs olarak verilecek.
Sanatçıların tümü konsere gönüllü olarak katılıyor.
Konserin geliriyle karanlıklarda bırakılan kız çocukları, cehaletin pençesinden çekilip alınacak.
ÇYDD 36 bin kız çocuğuna burs sağlıyor.
Böylece 2005 yılında Milliyet Gazetesi tarafından açılan "Baba Beni Okula Gönder" kampanyasına da çok büyük katkı sağlıyor.
Bu konsere katılanlar, okula gönderilemeyen kız çocuklarının cehaletin pençesinden kurtarılmasına katkıda bulunacak.
Bugün Türkiye’de 600 bin kız çocuğu özellikle feodal yapının egemen olduğu bölgelerde okula gönderilmiyor.
Türkiye, kadınlarını cehaletten kurtarmak için bu karanlığı aydınlatmak zorunda.
* * *
Elimde bir kitap var. Adı "İmkánsız! Periler"...
Bu kitapta, ÇYDD’nin kızlarından 1000’ine burs veren Metro Group’un sorumlularının seçtiği en parlak 39 öğrenciyle yapılan ilginç röportajlar yer alıyor.
Metro Group’un Türkiye Direktörü Nurdan Tümbek Tekeoğlu ve yedi arkadaşı, çeşitli kentlerdeki başarılı bursiyerleri tanıtıyor.
Onların öykülerini anlatıyor.
"İmkánsız! Periler"i okuduğunuz zaman cehaletten kurtulmanın mutluluğunu tanıyorsunuz.
Bu kitabın satışından ne kadar gelir sağlanırsa o kadar yeni kız çocuğu okula kavuşmuş olacak.
Ülkemizin cehaletin pençesinden kurtulması için verilen bu hizmete katkıda bulunmak en büyük yurtseverliktir.
Türkiye’yi, tarikatların, cemaatlerin sürüklemek istedikleri karanlıklardan ancak böyle kurtarabiliriz.
Doğan Kitap’ın ücret almadan bastığı bu kitabı bütün kitapçılarda bulabilirsiniz.
Fiyatı sadece 10 lira.
İnanın, vereceğiniz bu 10 liralar Türkiye’nin genç beyinlerine akıtılan zehirlerin en büyük panzehiri olacaktır.
Yazının Devamını Oku