Tufan Türenç

Üzücü ve onur kırıcı bir durum

24 Nisan 2009
ÖNCEKİ gün Washington kaynaklı bir haber geldi. İlginç bir haberdi. <br><br>Amerika Türkiye ile Ermenistan’a "Kamuoyuna anlaştığınıza ilişkin bir şeyler duyurun. 24 Nisan’dan önce yapılacak böyle bir duyuru Beyaz Saray’ı rahatlatır" mesajı veriyordu. Sanırım bu haber Erivan’dan çok Ankara’yı telaşlandırdı. (Nedense Erivan çok rahat.)

22 Nisan günü akşam saatlerinde Dışişleri Bakanı Babacan, Başbakanlık Resmi Konutu’na geldi ve Başbakan Erdoğan’la 3 saat görüştü.

Bu görüşmeden kısa bir süre sonra da Dışişleri Bakanlığı’na bir açıklama yapması için talimat verildi.

Bakanlık talimat doğrultusunda saat 23.15’te bir açıklama yaptı.

Damadın başında olduğu Sabah Gazetesi haberi şöyle verdi:

"Ermenilerin soykırımı anma günü olarak kabul ettiği 24 Nisan’a saatler kala Ankara’dan, ABD Başkanı Barack Obama’nın beklediği açıklama geldi."

Sabah Gazetesi açıklamayı da tırnak içinde verdi:

"Türkiye ve Ermenistan, İsviçre’nin arabuluculuğunda ikili ilişkileri normalleştirmek; iyi komşuluk ve karşılıklı saygı çerçevesinde geliştirmek ve bu surette tüm bölgede barış, güvenlik ve istikrarı ileri götürmek amacıyla yoğun çaba göstermektedir. İki taraf, bu süreçte somut ilerleme ve karşılıklı anlayış sağlamış ve ikili ilişkilerin her iki tarafı da tatmin edecek şekilde normalizasyonu için kapsamlı bir çerçeve üzerinde mutabık kalmışlardır. Bu çerçevede bir yol haritası belirlenmiştir."

* * *

Bu haber öteki gazetelerde de vardı ama ben özellikle Sabah Gazetesi’nden aktarmayı yeğledim.

Bunu Başbakan’ın "İftira atıyorlar" diye kürsülerden bas bas bağırmasını önlemek için yaptım.

Onun için damadın gazetesinden alıntı yaptım.

Evet durum vaziyet böyle.

Büyük bir ülke için onurlu bir davranış değil.

ABD Başkanı’nın Türkiye’de "Ermenistan’la anlaşın" talimatı verdiğini hepimiz anımsıyoruz.

24 Nisan’a bir gün kala da Washington son bir hatırlatma yaptı ve bir açıklama beklediğini bildirdi.

İşte bunun üzerine Erdoğan ile Babacan aynı akşam, el ayak çekildikten sonra telaşla 3 saat kafa kafaya verdiler ve Washington’un istediği açıklamayı yaptılar.

Ermenistan ise benzer açıklamayı dün yaptı.

Bu telaşın nedeni açık.

ABD Başkanı Obama’nın 24 Nisan’daki demecinde "Soykırım" dememesi.

Bunun için Washington’a diyorlar ki: "Merak etmeyin talimatlarınız yerine getiriliyor. Aramızda mutabakat sağlandı. Hatta yapılacaklar konusunda bir yol haritası bile belirlendi."

* * *

Başbakan bu açıklamayı gece yarısı yaptırırken, kürsülerde tam tersi nutuklar atıyor.

"Biz Azerbaycan’ı üzecek bir şey yapmayız. İşgal bitmeden Ermeni sınırı açılamaz" diye bağırıyor.

Yani içerde efelenme, dışarıda biat etme politikası.

Hani Rasmussen özür dileyecekti?

Hani yardımcısı Türk olacaktı?

Hani Roj TV kapatılacaktı?

Tayyip Bey herhalde dışarıya söz geçiremediği için içerde hukuku, demokrasiyi bir kenara itip, elindeki devlet gücünü muhaliflerini yok etmek için kullanarak kendini tatmin ediyor.

Bugün Türkiye otokrat bir başbakanın yönetiminde bir polis devleti, bir korku toplumu olmaya doğru sürükleniyor.

Üzücü ama, ne yazık ki görüntü bu.
Yazının Devamını Oku

Hiçbir hükümet işgal bitmeden sınırı açamaz

22 Nisan 2009
TÜRKİYE ile Ermenistan arasında kapalı kapılar arkasında sürdürülen görüşmeler Azerbaycan’da tahmin edemeyeceğimiz kadar büyük tedirginlik yaratıyor. Azerbaycan muhalefeti ülkedeki bu havayı yansıtabilmek için AKP, CHP ve MHP milletvekillerinden oluşan bir heyeti davet etti.

AKP belli olmayan bir nedenden bu davete katılmadı.

Orada karşıaşacakları sitem ve tepkilerden ürkmüş olabilirler.

Başbakan Erdoğan’ın zaman zaman verdiği garantiler Azerbaycan halkını rahatlatmıyor.

Heyetteki milletvekilerinden emekli büyükelçi, CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ ile geziyi konuştuk.

Elekdağ, "Sizinle aramızda vazgeçemeyeceğimiz bağlar var, ortak çıkarlarımız var. Türkiye’nin size karşı bir tutumu olamaz. Azerbaycan’a destek sürecektir" dedim.

Elekdağ çeşitli BM kararlarında Ermeniler’in işgal ettikleri topraklardan önkoşulsuz çekilmelerinin istendiğini anlatıyor.

Ama bütün bunların onların tedirginliğini gidermediğini gözlemliyor.

* * *

Elekdağ AKP’nin politikasını akılsızca buluyor. Değerlendirmeleri şöyle:

"Ermenistan Karabağ’dan vazgeçmez. Bunu zaman zaman açıklıyorlar.

Görüşmelerde iki paket üzerinde duruluyor.

Birinci pakete göre bir komisyon kurulacak. Bu komisyon iki ülke arasındaki sınırın Ermenistan tarafından kabulünü ve soykırım iddiasını ele alacak.

Buna karşılık Türkiye sınırları açacak.

Bu paket üzerinde anlaşma olmuş.

İkinci paket ise Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerini içeriyor. Ermeni işgali altındaki toprakların ve Karabağ’ın boşaltılmasını kapsıyor.

Ankara bu sorunları çözeceğine güveniyor ve Azerbaycan’a bu umudu veriyor.

Ancak bu sorun MİNSK Grubu’nda. Burada kilit nokta Rusya.

Ermenistan Rusya’nın bölgedeki son kalesi. Sınırlarını Rusya koruyor. Rusya Ermenistan’ı kaybetmek istemez. O nedenle Karabağ’ı çözmez."

Elekdağ’a göre yürütülen bu politika Türk cumhuriyetleri için de kötü bir mesaj olur.

* * *

Bir arkadaşım geçenlerde Dışişleri’nde üst düzey bir dostunu ziyarete gitmiş.

Oturup uzun uzun Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan sorunlarını konuşmuşlar.

Arkadaş, diplomat dostuna Azerbaycan halkının büyük bir tedirginlik içinde olduğunu anlatmış.

Çıkarken diplomat dostu, bizim arkadaşa, binanın giriş kapısının hemen karşısındaki duvara kabartma haflerle yazılmış isimleri göstermiş.

Bunlar Ermeni teröristler tarafından şehit edilen diplomatlarımızın isimleri...

Diplomat dostu bu isimleri göstererek, arkadaşa şöyle demiş:

"Bunlar burada dururken bizim Ermenistan’ı Azerbaycan’a tercih etmemiz düşünülemez. Görüşmelerin olması, anlaşma zemininin aranması normaldir."

Sonra da sözlerini şöyle bağlamış:

"Ermenistan ancak bizim şartlarımızı kabul ettikten sonra sınır kapısının açılması gündeme gelebilir."

Ben Türk diplomatlarına güvenirim.

Ayrıca hiçbir hükümet, Ermeniler Azerbaycan topraklarından çıkmadan, soykırım iftiralarından vazgeçmeden, Türk-Ermeni sınır anlaşmasını kabul etmeden sınırı açabilecek gücü kendisinde bulamaz.
Yazının Devamını Oku

Otokrat bir başbakan ve bir kültür bakanı

20 Nisan 2009
AKP demokrat postuna bürünerek demokrasinin canına okudu. Türkiye’yi bir korku toplumu haline getirdi. Onlara şu veya bu nedenle kanan aydınların bir kısmı Türkiye’nin karanlığa doğru sürüklendiğini yeni yeni anlamaya başladı.

Bunların arasında dinciler bile var.

Şimdi yüreklerindeki isyan duygusunu sınırlı da olsa seslendiriyorlar.

Son zamanlara kadar AKP’nin politikalarına karşı çıkmayan Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk bile "Ergenekon davası A’dan Z’ye siyasallaştırılmıştır" dedi.

Peki bu davayı siyasallaştıran kim?

AKP iktidarı.

Onu açık açık söylemiyor Selçuk. Ama olsun, anlayan anlar.

Sami Selçuk bir hukuk adamı olma dürüstlüğünü göstererek daha önce de "40 yıllık meslek yaşamımda böyle bir iddianame ile karşılaşmadım" demişti.

* * *

Biliyorsunuz kendisine "sosyal demokrat" diyen AKP’li bir kültür bakanımız var.

Kendileri 12. dalgaya kadar ağızlarını açmadılar, vicdanlarında ufacık bir sızıntı duymadılar.

Ama 12. dalgadan endişe duydular, özellikle dünya çapında bir bilim adamı olan Prof. Mehmet Haberal ve bazı akademisyenler ile Prof. Türkan Saylan için "Bu son gelişmeler tatsız" dediler.

Sonra da rahatsızlığını şöyle dile getirdiler:

"Bazen korkuyorum, işi saptırmak için içerde özel gayretler mi var diye."

Kültür bakanımız Saylan için bir kültür bakanına uygun olmayan bir üslupla bakın ne dedi:

"Bu kadıncağız velev ki bu işin içinde olsun. Onu görme ya, görme ya! Daha neler var, onu görme ya!"

Eğer Prof. Saylan rahatsız olmasaydı şimdi o da zindandaydı. Bakan bunu bilmiyor mu?

* * *

Böyle bir kültür bakanımız olduğu için hepimiz gurur duymalıyız!

Bilim adamları, yazarlar, düşünürler, gazeteciler aylardan beri zindandalar.

Neyle suçlandıklarını bile bilmiyorlar.

Bir terör örgütü, bir darbecilik iddiasıdır gidiyor.

İktidara karşı olan, eleştiren herkes Ergenekoncu ilan edilip içeriye tıkılıyor.

Buna en fazla sevinenlerin çete mensupları ile darbeciler olacağından kimse kuşku duymasın.

Kültür bakanımız bu bahaneyle muhaliflerin içeri tıkılmasından nedense bir rahatsızlık duymadı.

Şimdi amansız hastalığa karşı yaşam savaşı veren, o haliyle cehaletle vuruşan Prof. Saylan’a yapılan muamelenin partisine zarar vereceği endişesiyle bir şeyler söyleme durumunda kaldı.

Haberal’ın ve rektörlerin zindana tıkılmasının bilim dünyasında yarattığı şoktan kültür bakanımızın haberi var mı acaba?

İnsanlar gerektiğinde hakları olduğuna inandıkları koltukları da bırakabilmelidirler.

Sonuç: Bu süreçte ta başından beri hepimiz sustuk, ya da gerektiği kadar tepki gösteremedik.

Korktuk, "Aman başım belaya girmesin, neme lazım" dedik.

Sonunda otokrat bir başbakan, demokrasiyi, hukuku takmayan bir iktidar yarattık.

Şimdi korku içinde yaşayan, gölgesinden ürken insanlar olduk.
Yazının Devamını Oku

Gül, Toptan ve Erdoğan neredeler?

18 Nisan 2009
YAZIK, çok yazık! Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarikatların, cemaatlerin eline bırakıldı. Ben bugün geçen hafta Cemal Reşit Rey’de izlediğim "Band-O-Neon" grubunun verdiği harika konseri yazacaktım.

Tango’yu, Tango’nun yaşamımızın unutulmaz anlarında yarattığı sihirli dokunuşları anlatacaktım.

Bandoneon’un, kemanların tınılarından süzülüp gönülleri ateşleyen, aşkı, tutkuyu, kıskançlığı, nefreti anlatan o büyüleyici müziğin nasıl ruhlarımıza dolduğunu anlatacaktım.

Ama bir türlü olmadı.

Ülkemde birbiri ardına patlayan karanlık tezgáhlardan, akıl ve mantık dışı kindarlıklardan başımı kaldıramadım.

Tarikatların, cemaatlerin yönlendirmesi ile evleri basılan...

Haşin bir kabalıkla gözaltına alınan...

Saatlerce nezarethanelerde aşağılanan...

Tutuklanıp içeri tıkılan aydın insanlara reva görülen kin operasyonlarına içimde yükselen isyan duygusundan kurtulamadım.

* * *

Hüseyin Çelik...

Lütfen bu adı belleklerinizden hiç silinmeyecek şekilde ezberleyin.

Bu insan, Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitimi yöneten Milli Eğitim Bakanı’dır.

Ama Türk eğitimine ömürlerini vermiş olan rektörlerin, profesörlerin "Terör örgütüne üye olmak" gibi bir saçma suçlamadan tutuklanmaları onun vicdanında ufacık bir kıpırdanma bile yaratmadı.

Milli Eğitim Bakanı olarak dev bir üniversite yaratmış, dünya çapında bir bilim adamı olan Prof. Mehmet Haberal’ın tutuklanıp cezaevine tıkılması da onun umurunda olmadı...

Üniversitelerini tarikat ve cemaatlarin elinden kurtarıp çağdaş bilim kurumları haline getiren rektörlerin hücrelere atılması da onu hiç ama hiç ilgilendirmedi.

Binlerce çocuğu okula göndermek, onlara burs vererek cehaletten kurtarmak için ömrünü veren Prof. Türkan Saylan ve onunla aynı ideale özveriyle hizmet veren insanlara yapılanlar da Hüseyin Çelik’i ırgalamadı.

Tersine Mehmet Haberal’a moral vermek ve onun yanında olduğunu göstermek için havaalanına giden 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e "Bunu siyasi hayatında kara leke olarak görüyorum" diyerek, haddini fersah fersah aşmakta bir sakınca görmedi.

Bunu yapan, Türkiye Cumhuriyeti’nin felsefesi, idealleri ve değerleriyle barışık olmayan bir Milli Eğitim Bakanı’dır.

Böyle bir eğitim bakanı olabilir mi?

AKP’nin Türkiye’yi nereye getirdiğini düşünün.

* * *

Ülkede bu kadar olağandışı işler beceriliyor, birtakım saygın insanlar hedef seçilerek içeri tıkılıyor.

Ama ruhlarını, kalemlerini satmış sözde aydınlar ise bu yapılanlara isyan edeceklerine, yapılanları alkışlıyorlar.

Hatta içlerinden biri, Prof. Türkan Saylan için şöyle diyebilecek kadar uşaklık yapıyor:

"Türkan Saylan’a saygın deniyor. Kime göre saygın?"

Şimdi kafalardaki soru şu:

"Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan neredeler? Niye konuşmuyorlar? Niye gözlerini kapıyorlar, niye kulaklarını tıkıyorlar?"

Onlar işlerine gelmeyince görmezler, duymazlar, bilmezler...

Çünkü onlar Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cumhurbaşkanı, Meclis başkanı, başbakanıdırlar.

Ülkesini seven, ülkesi için endişeler içinde olanların değil...
Yazının Devamını Oku

Çok uzaklardan gelen mektup

17 Nisan 2009
HİÇBİR yorum katmadan aynen yayınladığım bu mektup Prof. Haberal’ı gözaltına alanların, aldıranların dikkatine sunulur. "Sayın Bekir Coşkun ve Tufan Türenç,

Uzun süreden beri Kanada’da yaşayan bir Türk olarak, Prof. Mehmet Haberal’ın adını ilk defa dünkü (pazartesi) gözaltı haberiyle duydum.

Uluslararası bilim istatistikleri internet sitesine girip, Prof. Haberal’ın bilimsel çalışmalarına baktım.

Gördüğüm yayın sayısı ve bu yayınların aldığı atıf sayısı beni hem gururlandırdı hem de böyle bir bilim adamının adını daha düne kadar duymadığım için utandırdı. 

Bilimsel istatistiklere göre, Prof. Haberal 785 adet bilimsel yayına imza atmış ve bu yayınlar 2239 defa atıf almış.

Bu rakamlar Avrupa ve Amerika ortalamalarının çok üstünde görünmektedir.

İşsizlik bize vız gelir
İŞSİZLİK ocakta yüzde 15.5 ile tarihi rekor kırdı.
Bugün resmi rakamlara göre Türkiye’de 3.6 milyon kişi işsiz.
Resmi olmayan işsiz sayısı ise bilinmiyor.
Türkiye bu üstün performansıyla AKP’nin sayesinde işsizlikte dünya ikincisi oldu.
Milyonlarca baba ya da anne evine akşamları ekmek götüremiyormuş diye ne olmuş ki...
İşsizlik bize vız gelir. Biz gönlü gani milletiz, işsizlik filan dinlemeden Başbakanımıza 60 milyon dolara gıcır gıcır uçak alırız.
Milletçe gururluyuz.


* * *

Prof. Haberal hakkında yaptığım kısa araştırmanın bende bıraktığı etkiyi sizinle paylaşmak istedim.

Prof. Mehmet Haberal kimdir?

Türkiye Cumhuriyeti’nin yetiştirdiği üstün yetenekli bir bilim adamı, dünya çapında bir tıp bilginidir.

750’den fazla uluslararası yayını bulunan bir akademisyendir. Bu rakam Avrupa ve Amerika ortalamalarının çok üstündedir.

Bilimsel eserleri bugüne kadar 2200’den fazla atıf almış, birçok uluslararası tıp dergisinde editörlük yapmış saygın bir bilim adamıdır.

Binlerce ameliyat ve organ nakline imza atmış bir cerrahtır.

Dünyanın birçok ülkesindeki doktorlar birliğinin üyesi olup, fahri doktorluk unvanı ile onurlandırılmıştır.

Çok sayıda klinik, hastane ve araştırma merkezinin kurucusudur.

Binlerce tıp öğrencisinin ilham kaynağıdır.

* * *

Prof. Haberal bilimdeki yüksek başarılarının dışında, Türkiye Cumhuriyeti’nin koruyucusu ve kollayıcısı ve Atatürk devrimlerinin bekçisidir.

Neşteri kadar keskin olan zekásıyla, yobazların korkulu rüyasıdır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün arzu ettiği aklı hür, vicdanı hür bir öğretmendir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin onur ve gurur kaynağıdır.

Ne mutlu ki bize, Prof. Haberal ile aynı ülkenin vatandaşlığını paylaşıyoruz."

Prof. Ali Polat

Department of Earth and Environmental Sciences

University of Windsor

Windsor, ON., Canada N9B 3P4
Yazının Devamını Oku

Hedef çağdaş eğitim

15 Nisan 2009
12’inci dalga kimi vurdu? Çağdaş eğitimi ve çağdaş eğitime ömür ve gönül verenleri...

MİNİ YORUMTarık Akan noktayı koydu Tarık Akan önceki akşam NTV’de Okan Bayülgen’in programının konuğuydu. Gerçekleri dürüstçe anlattı: "Müjde Ar’ın programında söylediğim her şeyin arkasındayım ve ben bunu yıllardır söylerim. Hatta kitabımın arkasına bile yazmış bir adamım. Orada da aynı şeyi söyledim. Pazar günü, programı seyretmek istedim, açtım gayet güzel seyrediyorum. Birdenbire pat kesildi. Orada NTV Genel Müdürü Cem Aydın, diyor ki: ’Arkasında haber olduğu için kesmek mecburiyetinde kaldık’. Hayır, bir daha izlesin. Kesildikten tam 35 dakika sonra reklam giriyor! Ben bunu kabul edemem. Tufan Türenç’i ben hayatımda hiç görmedim, tanımam, yazılarını okurum ama o eleştirisinde yerden göğe kadar haklı." Tarık Akan’ın sözlerine eklenecek bir şey yok. Konu benim için kapanmıştır.

Yazının Devamını Oku

NTV: Pazarları programın özetini yayınlıyoruz

14 Nisan 2009
NTV Genel Yönetmeni Cem Aydın "Tarık Akan’a sansür" başlıklı yazıma bir açıklama gönderdi. Aydın’ın açıklaması aynen şöyle:

"Hürriyet Gazetesi’nde ön sayfadan duyurularak yayınlanan ’Ordu övgüsü makaslandı’ yazınızı şaşkınlıkla okuduk. Yaşadığımız şu günlerde şüpheci yaklaşımların artmasını, canımız sıkılarak da olsa doğal karşılıyoruz. Ama Türkiye’nin en güvenilir kanalı NTV’yi sansürcü olarak nitelendirmenizi doğal karşılayamayız. Hele ki ’Ordumuza sahip çıkmak’ konusundaki görüşün NTV tarafından sansürlenmesi, sadece yayıncılık anlayışımızla değil, memleket sevgimizle bağdaşmaz.

Bu kadar ağır bir suçlama yapmadan önce keşke bize bir telefon açıp, ne olduğunu öğrenme zahmetine girseydiniz. Hürriyet’in Yazı İşleri Müdürü sıfatına yakışmayan bu yazıya imza atmamış olurdunuz.

Sansürlediğimizi iddia ettiğiniz ’Haldi Gel Bizimle Ol’ programı perşembe akşamı 20.00’de 73 dakika tekrarı ve tamamı cumartesi gecesi 21.10’da, özet tekrarı sabah 10.00’da 55 dakika olarak yayınlanmıştır. (Pazar günleri özet yayınımızın nedeni saat başı haber bültenleridir.) Tarık Akan’ın sözleri programın sonuna denk geldiğinden olsa gerek programın prodüktörü kendi takdiri ile özet yayında yer vermemiştir. (Aslında sizin gibi yazarların arttığını düşünerek prodüktörleri uyarmamız gerekiyor.) Bu arada ntvmsnbc sitesine girseydiniz yine programın tamamını izleyebilirdiniz. Daha da enteresan olan yazı işleri müdürlüğü yaptığınız gazeteyi çıkmadan okusaydınız Tarık Akan’ın bugün saat 23.00’te NTV’de Okan Bayülgen’in programına katıldığını da görecektiniz.

İddia edildiğiniz gibi bu konuda NTV’nin bir sansür operasyonu olsaydı herhalde cumartesi gecesi tamamını vermez, internette yayınlamaz ve Tarık Akan’ı bir daha yayına çağırmazdık.

Bugüne kadar NTV ile ilgili benzer suçlamaları ciddiye almadık ama sizi ve Hürriyet Gazetesi’ni ciddiye alıyoruz. Siyasi görüşünüz bizi ilgilendirmiyor ama yazılarınızı özellikle bu dönem daha dikkatle kaleme almanızı, tarafsız ve güvenilir yayın çizgisi ile 13 yılını doldurmuş NTV’ye yönelik suçlamaları araştırarak gündeme getirmenizi bekliyoruz.

Saygılarımla,

CEM AYDIN

* * *

Cem Aydın’ın açıklamasındaki duyarlılık, sansürü şiddetle reddetmesi beni sevindirdi.

Ama özet yayın gerekçesiyle programın sonunun, bana göre de en can alıcı bölümünün kesilmesi mantığını anlamadığımı belirtmek isterim. Türkiye çok duyarlı günlerden geçiyor.

İktidarın kendisine karşıt kesimleri sindirme politikasının ne boyutlara ulaştığını hep birlikte yaşıyoruz.

Evler, işyerleri, TV binaları basılıyor, insanlar gözaltına alınıyor.

Görsel ve yazılı medya, işadamları Başbakan tarafından tehdit ediliyor, gazetelerin alınmaması çağrıları yapılıyor.

Bundan bazı yayın organlarının etkilendiğine de tanık oluyoruz.

Bu demokrasi dışı baskılara direnmek, karşı koymak hepimize düşen çok önemli bir görevdir.

Cem Aydın’ın verdiği dersleri ise yazımdan duyduğu üzüntüye veriyorum. Benim Cem Aydın’ı ilgilendirmeyen siyasi görüşüm bellidir. Ben laik, demokratik cumhuriyetten yana olan bir yazarım.

NTV’nin yayın çizgisiyle ilgili değerlendirmeleri ise izleyicilere bırakmanın doğru olacağına inanıyorum.
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs’ta ne oluyor

11 Nisan 2009
KKTC Başbakanı Ferdi Sabit Soyer’in Rauf Denktaş için savcılığa suç duyurusunda bulunmasından utanç duydum. Yapılan bu vefasızlık hepimizedir.

Yıllarca mücahit olarak çarpışan Soyer, ömrünü Kıbrıs davasına adayan Denktaş’a bunu nasıl ve niçin yaptı dersiniz?

İşte yanıtları:

Soyer’in Cumhuriyetçi Türk Partisi iktidarda büyük oy kaybetti.
Antalyalılara kutlama
ANTALYALILAR Tayyip
Bey’i hem üzdü, hem kızdırdı, hem de şaşırttı.
Belki de o nedenle Başbakan tatil için Antalya yerine Antakya’ya gitti.
Bundan sonra da daha Antalya’ya gitmez.
Antalyalılar bunu böyle bilsin...
Antalyalılar bir şey daha bilsin, Başbakan’ı küstürdüler ama laik, demokratik cumhuriyetten yana olanların kalbini kazandılar.


Son kamuoyu araştırmalarına göre Derviş Eroğlu’nun Ulusal Birlik Partisi yüzde 44-45, CTP yüzde 25-27, Serdar Denktaş’ın Demokrat Partisi yüzde 15.

Bu sonuçlara göre CTP kesin olarak iktidardan düşüyor.

CTP bu çöküşü durdurmak için benzin, elektrik fiyatlarını, otomobil vergilerini, tapu harçlarını indirdi.

Muhalif gazetelere vergi bindirdi, ev ev dolaşıp iş vaadinde bulundu.

Hiçbir yararı olmadı.

Ferdi Bey de çaresizlik içinde seçime 10 gün kala Ergenekon’a sarıldı.

* Ê* *

Durun, daha bitmedi.

Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat Ocak’ta bir kamuoyu yoklaması yaptırdı.

Bu gizli ankete göre CTP tam anlamıyla çöküyor.

Talat da 2010 Nisan’ında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamıyor.

Çünkü Talat’a halkın duyduğu güven de yüzde 35’e iniyor.

Bu durumda Soyer denize düşen insan misali yılana sarılıyor.

Esas amacı Derviş Eroğlu’nu zor durumda bırakmak.

Ama işin içine Denktaş’ı da katıyor.

Önceki günkü basın toplantısında bu suç duyurusunu Türk medyasındaki iddialara dayanarak yaptığını itiraf etmek zorunda kalıyor.

Ferdi Bey’in özrü kabahatinden büyük.

Devlet işi ciddiyet ister

DÜNKÜ Hürriyet’in manşetini okudunuz. Aydın Doğan yüzünden İstanbul vergi rekortmenleri listesi açıklanmıyor.

Oysa Ankara, İzmir ve birçok ilin listeleri açıklandı.

Yazılıp çizilince çaresiz kalan İstanbul Defterdarlığı tutum değiştirmek zorunda kalıyor ve 15 Nisan’da vergi listelerini açıklayacağını duyuruyor.

(Listeler ayarlanmış olabilir.)

Bu kafayla devleti yönetenleri kutlamak gerekir.

Çünkü böyle bir uygulama dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, hiçbir iktidarın aklına gelmez.

AKP hálá devlet yönetmenin ciddi bir iş olduğunu anlayamadı.
Yazının Devamını Oku