“Toplantılar devam ederken benim Başkent Üniversitesi öğretim üyesi olduğumu öğrenen bazı yabancı katılımcılar Rektör Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı sordular.
Bir yanlışlık olduğunu ve yakında işinin başına döneceğini ümit ettiğimi söyledim. Toplantılardan sonra Mehmet Haberal’ı ziyaret ettim. Oldukça uzun bir konuşma yaptık. Avrupa Adalet Divanı’na müracaat etmesini önerenlere ‘Ülkemi yabancılara şikayet etmem, Türkiye’de hakimler vardır. Allah adaleti emrediyor’ dedi.
Haberal gibi uluslararası bir şahsiyete yapılanları dünyaya açıklamak mümkün olmuyor.”
* * *
Geçtiğimiz günlerde Haberal’ın babası vefat etti. Bu acı haberi Hoca’ya vermek çok zor bir görevdi.
2002 Kasım’dan beri milletvekili. Tam 138 kez kürsüye çıkmış ve ateşli konuşmalar yapmış, sayısız soru önergeleri vermiş.
Ama son konuşması öyle bir patlama yapmış ki, Facebook’ta tıklanma rekorları kırmış ve İnce’yi bir anda günün adamı haline getirmiş.
Bu etkili konuşmanın satır başlarını bir kez daha anımsayalım:
Yedi yıldır bu kürsüde hayal tüccarlığı yaptınız.
Bunların karşısında gaz almak için uğraşanlar da vardır.
Gaz verenler sadece gazeteciler değildir.
Başbakanların çevresinden hiç ayrılmayan hemen her kesimden insanlar da durmadan gaz verirler.
El pençe divan dururlar, eğilirler, bükülürler, başbakanın önünde elli takla atarlar, akla hayale gelmeyecek iltifatlarda bulunurlar.
12 Eylül 1980 darbesi olmuştu. Darbeyi yapan cuntanın başı Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’di.
Parlamento feshedilmiş, Ecevit ile Demirel Gelibolu Hamzakoy’de, Erbakan ile Türkeş de İzmir Uzunada’da gözetim altına alınmıştı.
Türkiye’nin tamamında sıkıyönetim ilan edilmişti.
Asker ve polis hemen seri operasyonlara başlamış, çok sayıda insan gözaltına alınmıştı.
Gazeteler için de askeri dönemlerin bildiğimiz kuralları işletiliyor, haberler yasaklanıyordu.
Gazeteci olarak sıkıcı ve karanlık baskı günleri yaşıyorduk.
Herkes, özellikle de aydınlar endişe içindeydi. Ortalıkta yoğun söylentiler dolaşıyordu.
Bunlardan biri bizi çok fazla ilgilendiriyordu.
Bu gerçek şu:
Sosyal devletçi dünya görüşü ile katı liberal dünya görüşünün emeğe gösterdiği saygı arasındaki büyük uçurum...
Sosyal devletten yana olanlar, Ankara’nın ayazında sürdürülen bu ekmek kavgasına insani açıdan, katı liberaller ise sadece ve sadece parasal açıdan bakıyorlar.
Onlara göre bu emekçilere verilen maaş “boşuna”dır.
Olay şöyle gelişti:
Bir ihbarı değerlendiren polislerimiz büyük bir maharetle iki subayı Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın mahallesinde yakalayıp derdest ettiler.
Her iki subay sorguya alındı.
Ertesi gün de olay yandaş medyaya sızdırıldı.
İki subay, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a bir suikast hazırlığı içindeydiler.
Subaylardan biri cebinden çıkardığı bir kâğıdı yutmaya çalışırken bizim polislerin en uyanığı durumu fark etti.
Hemen subayın üzerine atlayarak elindeki kâğıt parçasını yutmasına izin vermedi ve onu kapıverdi.
Bir de baktılar ki, kâğıtta Bülent Arınç’ın ev adresi yok mu?
Onlar için önemli olan yüklendikleri misyon.
Onun için mantık hataları onları rahatsız etmiyor.
En önemlisi de haberde suçlanan tarafın görüşüne başvurma gereği de duyulmaması.
Öncelikle şunu belirtelim ki, darbe planları gizlidir.
Orda burda anlatılmaz.
Oysa Taraf’ta “Balyoz harekâtı” adı verilen “plan semineri”nin içeriği seminerlere senaryo olarak sunulmuş, hatta tartışmaya bile açılmış.
Böyle darbe yapılamaz.
* * *
Sanki cezaevinden çıkan adam katil bir psikopat değil de ülkeyi kurtarmış, insanlığa büyük hizmetler yapmış bir kahramandı.
Ertesi gün gazeteleri görünce aynı acı ve üzüntülerim katlanarak arttı.
Düşündüm ve çözemedim.
Biz neden böyleyiz?
Neden ortak bilinç ve akıldan bu kadar uzak bir toplum olduk?
Biliyorum, bugünkü nesiller ülke sorunları karşısında büyük bir duyarsızlık içindeler.
Çünkü öyle eğitildiler, toplumsal duyarsızlık onları bugünkü noktaya savurdu.
Ne değerlerine, ne çıkarlarına sahip çıkabiliyorlar.