MERAL Abla’yı toprağa verdikten sonra son dualarımızı etmiş, mezarlıktan çıkıyorduk.
Hasan Ağabey için için ağlıyordu. İç geçirerek “Bu olmadı. Sırayı bozdu. Sıra bendeydi” dedi. Koluna girdiği Korkut usulca “Baba, ölüm sırayla gelmiyor ki...” diye teselli etti. Ben sustum. Bir şey söylemedim. Aradan 3 yıl geçti, bu kez Korkut o nalet hastalığa yakalandı. Hasan Ağabey 50 yıllık karısı “Meral”siz yaşama alışmaya çabalıyordu. İşte o zor dönemde, Korkut’un hastalığı, yaşadığı büyük dramın ikinci perdesinin açılması demekti. Hastalığın gelişmesi çok kötüydü bu nedenle doktorlar umut veremiyorlardı. Hasan Ağabey bir kez daha yıkıldı. Ateş üstünde oturuyor, İstanbul’dan ayrılamıyordu. Büyük bir üzüntü ve çaresizlik içinde acı sonu bekliyordu. Bir yıl sonra Korkut’u da kaybettik. Böylece büyük daramın ikinci perdesi de kapanmış oldu. * * * Hasan Ağabey’in önceki günkü yazısını okurken boğazım düğümlendi. Onun çektiği acıların ne kadar yıkıcı olduğunu yakından bildiğim için öylece kalakaldım. 3 yıl içinde önce çok sevdiği karısını yitirmişti. Ardından da kişilik ve karakter olarak Meral Abla’ya benzeyen oğlunu... Yazısında evlat acısının hiçbir acıya benzemediğini yazmıştı. Ben Milliyet’te gazeteciliğe başladığımda Korkut 11 yaşındaydı. Küçük oğlu Bülent ise daha yeni yeni emekliyordu. Tanıdığım Meral Abla çok güçlü, dirençli bir kadındı. Kocasının en zor günlerinde onun daima arkasında olmuştu. Hasan Ağabey’in Hasan Pulur olmasında Meral Abla’nın sanırım çok önemli katkısı olmuştu. Hasan Pulur hem Yazı İşleri Müdürü’ydü hem de “Olaylar ve İnsanlar” başlıklı köşesini yazıyordu. O köşeyi o kadar ustaca götürüyordu ki, Milliyet’in en çok okunan yazarıydı. Bir gün TBMM’de bir milletvekili konuşma yaparken anlattığı olayın önemini belirtmek için “Bu olay tam Hasan Pulur’luktur” diyordu. Ondan sonra hemen her trajikomik olay için “Tam Hasan Pulur’luk” tanımlaması yaygınlaşmış, bir halk özdeyişi haline gelmişti. O yıllarda ustamız Hasan Pulur’a genç bir gazeteci olarak ne kadar imrenirdim. * * * Korkut’u kaybettiğimizi sabah gazeteye giderken Hasan Ağabey’in telefonuyla öğrendim. Üzüntümü belirtmeye çalıştım, Tanrı’nın kendisine sabır vermesini diledim. Korkut çok sevdiğim bir çocuktu. Yaysat’ın (Doğan Grubu’nun gazete ve dergilerini dağıtan yine bizim gruba ait şirket) Dergi Pazarlama ve Planlama Genel Müdürü’ydü. Sık sık tirajlar konusunda ondan bilgi alırdım. Tatlı dilli, cana yakın bir çocuktu. Cenaze töreninde başsağlığı dilerken Hasan Ağabey “Biliyor musun bu sabah Korkut’suz bir dünyaya uyandım. Düşün Korkut yoktu artık” dedi. Onu, annesinin yanında toprağa verdik. Hasan Ağabey yine iç geçirerek “Kucağıma doğan çocuğumu ellerimle toprağa vermek zorunda kaldım. Korkut da sırayı bozdu” dedi usulca. Hasan Ağabey’in yaşadığı drama bir de dayanılmaz bir acı, canının parçası olan evladının acısı eklenmişti. Ama ne yapalım ki rahmetli Korkut’un dediği gibi “Ölüm sırayla gelmiyor ki...”