1 Ocak 2007
SADDAM insanlığın kapkara yüzü olarak tarihteki yerini aldı.Astı kesti, yıllar yılı koca bir ulusa korku dolu bir cehennem hayatı yaşattı. Sakat, hastalıklı bir ruhun yarattığı hırsla gereksiz savaşlar çıkarttı ve yüz binlerce masum insanı gözünü kırpmadan ölüme gönderdi.
Büyük petrol gelirini ülkesinin kalkınması, insanlarının refahı ve mutluluğu için kullanmadı.
Kendi imparatorluğunu kurma hırsıyla silaha yatırdı, savaşlara harcadı.
Eli ve ruhu kanlı bir insanlık suçlusuydu.
1995 yılında kalabalık bir işadamı grubuyla Bağdat’ta gitmiştim.
Çarşıda pazarda kiminle konuşsak herkes hayatından çok memnun olduğunu söylüyor, Saddam’ı övüyordu.
Iraklı bir işadamı, Bağdat yakınlarındaki bağ evinde bizim gruba büyük bir yemek verdi.
Başka işadamları da vardı. Hepsinin Saddam’dan ödü kopuyordu.
Onlardan öğrendiğimize göre Saddam aklına estiği zaman işadamlarını toplatıyor, onlardan bazılarını karaborsa yaptıkları suçlamasıyla mahkeme etmeden asıyormuş.
Bu olayı anlatan işadamı "Bir gün hepimizin başına böyle bir felaket gelebilir" demişti.
Ancak bunun yanında yoksullar Saddam’ı seviyorlardı çünkü onlara bedava yiyecek dağıtıyordu.
* * *
Saddam hukuk kurallarına uygun olmayan düzmece bir mahkemede uydurma bir şekilde yargılanıp idama mahkûm edildi.
Apar topar da asıldı.
Onun ne kadar acımasız, gaddar biri olduğu bilinse de yine ölüme götürülüşünü, boynuna ilmik geçirilişini izlerken insanın içinde bir şeyler kopuyor.
Garip bir acıma duygusu işte.
Televizyondaki hazin görüntüleri izlerken kendi kendime sormadan edemedim:
"Ya onu apar topar asanların günahları ne olacak? Onların yaptıkları Saddam’dan daha mı az gaddarca?"
Örneğin aşırı dindar olan Bush on binlerce insanın ölümünün hesabını Tanrı’sına nasıl verecek?
Bush’un işlediği günahlara katkıda bulunan Batılı ve Iraklı liderlerin işledikleri suçlar Saddam’ınkilerden daha mı hafif?
Ama ne yazık ki onları yargılayacak ve cezalandıracak bir güç yok dünyada.
Değişen bir şey yok
HINCAL Uluç’un cuma günkü Basın Konseyi’ne terbiye sınırlarını aşan eleştiriler yönelttiği yazısını okuyunca, yıllar önce yaşadığım bir anı geldi aklıma.
Ortaokul birinci sınıftaydım. Tramvayda arka sahanlıkta duruyordum. Hemen önümde de işçi olduğunu sandığım yirmili yaşlarda bir genç vardı.
Tramvay bir durakta durdu. İçerden gayet iyi giyimli, şık biri çıktı, o genci sertçe itti ve "Çekil kenara be" dedi. Sonra da indi gitti.
Genç bana döndü ve hiç unutmam şöyle dedi:
"Ne yaparsın birader... Kravat takmakla beyefendi olunmuyor..."
O genç nerelerdedir, hayatta mıdır, değil midir bilmiyorum ama ona 2007 Türkiye’sinden bir mesaj göndermek istiyorum:
"Ne yazık ki kravat takanlar konusunda değişen bir şey yok birader! Daha kötüsü, bugün kalem sahibi olup da beyefendi olamayanlar var."
Yazının Devamını Oku 30 Aralık 2006
FES ve burma bıyık yıllarca dünyada Türklerin imajı oldu.<br><br>Hepimizi rahatsız eden bu imajdan kurtulmak için çok uğraştık. Son yıllarda bunu başarmaya başlamıştık ki, bu kez de AKP sayesinde "türban ve çarşaf" imajıyla anılır olduk.
Bilmiyorum bundan ne zaman kurtulabiliriz.
Geçen gün Vatan Gazetesi’nde şöyle bir haber vardı:
"Dünya bizi böyle tanıyor. Her ay 475 milyon kişinin ziyaret ettiği internet arama motoru Google’a ’Türk kadını’ ya da ’Türk erkeği’ diye yazınca karşınıza ilk önce türbanlı ve çarşaflı kadın ile bıyıklı, kavruk bir erkek fotoğrafı çıkıyor."
Üzücü ama ne yazık ki gerçek bu.
Bunun nedenini hepimiz biliyoruz.
Bir toplumu yönetenlerin eşlerinin giyimi kuşamı o ülkenin imajını oluşturuyor.
* * *
Dünkü Hürriyet’te Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ile bir önceki başkan Mehmet Nuri Yılmaz’ın türban konusundaki örnek davranışları ile ilgili bir haber vardı.
Hem Bardakoğlu, hem de Yılmaz türban nedeniyle üniversitede okuyamayan kızlarına yaptıkları tavsiyelerde başlarına açmalarını söylemişlerdi.
Haberden, iki din bilgininin kızlarına "Önce okuyun sonra isterseniz başınızı örtersiniz" diye yol gösterdiklerini öğreniyoruz.
İslamiyet akıl ve bilimi daima ön planda tutar. Hiçbir kuralı akıl ve bilimin üzerinde kabul etmez.
Geçenlerde bir toplantıda eski bakanlardan Nahit Menteşe ile karşılaştık. Bir anısını anlattı.
Milli Eğitim Bakanı’yken bir sabah evine iki genç kız ziyarete gelir.
Büyük bir sorunları olduğunu söylerler ve Bakan’dan yardım isterler.
* * *
İki genç kız türbanlı oldukları için kazandıkları üniversiteye kabul edilmemektedirler.
Bakan’dan üniversiteye girebilmeleri için emir vermesini isterler.
Nahit Menteşe iki kız öğrenciye şöyle der:
"Bakın ben biraz sonra Meclis’e gideceğim. Onun için de koyu renk elbise giyeceğim ve kravat takacağım. Kural böyle. Buna uymak zorundayım.
Siz de üniversiteye gideceksiniz. Oranın kuralı ne ise ona uyacaksınız. Ama üniversiteden çıktıktan sonra istedinizi yapabilirsiniz."
Sonra eşini çağırıp, "Hanım senden bir ricam var. Bu iki kızımız üniversiteye gidecekler, başlarını açmalarına yardımcı ol" der.
Bakan iki kızı eşiyle yalnız bırakır ve Meclis’e gitmek için evden ayrılır.
Aradan iki gün geçtikten kızlardan birinin babası arar.
Kendini mevlithan olarak tanıtan baba telefonda şöyle der:
"Sayın bakanım, size minnettarım. Ben hem kızıma, hem de arkadaşına çok nasihat ettim ama onları ikna edemedim. Allah sizden razı olsun. Siz onları başlarını açmaları için ikna etmişsiniz ve okumalarını sağlamışsınız."
Nahit Menteşe olayı anlattıktan sonra şöyle dedi:
"Kızlardan birinin babası arıyor dedikleri zaman ’Eyvah şimdi adam bana çatacak’ diye geçirdim aklımdan, ama adam teşekkür edince çok sevindim."
Aklı ve bilimi bir kenara iten kötü niyetli insanların elinde hoşgörü dini olan İslamiyet’in ülkemizde ve dünyada nerelere götürüldüğünü hep birlikte görüyoruz.
NOT: Sevgili okurlar, hepinizin bayramını ve yeni yılını en içten dileklerle kutlar, sağlık ve mutluluklar dilerim. T.T.
Yazının Devamını Oku 29 Aralık 2006
CUMHURBAŞKANLIĞI tartışmaları, sadece Başbakan Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmamasına odaklandı. Oysa Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması kadar, onunla aynı dünya görüşüne sahip bir kişinin Çankaya’ya çıkması da rejim açısından sakıncalıdır.
Hatta Başbakan’ın seçtirdiği bu kişi tamamen onun güdümünde olacağı için Erdoğan’dan daha sakıncalı bir cumhurbaşkanı olur.
Bu gerçek üzerinde durulmuyor ve sanılıyor ki Erdoğan cumhurbaşkanı seçilmezse durum kurtarılacak.
Bir de 367 meselesi var...
Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun yorumunu birçok Anayasa hukukçusu da paylaşıyor.
Karşı çıkanlar da var.
Bu yorum farklılığı içinde yapılacak bir seçim, Çankaya’yı hep tartışmalı hale getirecek.
AKP’liler kurnaz insanlardır.
Buna meydan vermemek için bir çözüm bulurlar.
Çözüm de gayet kolay.
AKP’nin sayısını 367’ye tamamlayacak 13 milletvekili ya transfer edilir, ya da seçim garantisi verilerek o gün Meclis’e getirilir, sorun da böylece çözülmüş olur.
Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
* * *
Görülüyor ki 2007 yılı, çok zor bir yıl olacak.
İçte ve dışta devasa sorunlarla boğuşmak zorunda kalacağız.
Böyle zorluklarla dolu bir yılı ancak güçlü bir hükümetle ve halkın inanacağı, güveneceği ve sayacağı bir cumhurbaşkanıyla aşabiliriz.
Polisin yaptığı açıklamaya göre, halen cezaevlerinde 54 bin kişi yatıyor.
Bu rakam her gün artıyor.
Bu suçluların yarıdan fazlası hırsızlıktan içerdeler.
İnsanlar aç, insanlar işsiz...
Yaşamak için çalıyorlar. Direnenleri de öldürüyorlar.
Gazete sayfaları ve ekranlar, hunharca işlenmiş cinayet haberleriyle dolu.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), bu dramatik sonucun nedenlerini gözler önüne seriyor.
Türkiye’de 623 bin kişi açlık 14 milyon da yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
TÜİK’e göre açlık sınırı, 4 kişilik aile için aylık 190 YTL.
Yine 4 kişilik aile için yoksulluk sınırı da aylık 487 YTL.
Bu bir alarmdır...
* * *
TÜİK’te bu hesapları yapanlar ve bu rakamları belirleyenler ya dayak yememiş ya da hesap yapmasını bilmiyor.
Ya da işin içinde inanılmaz bir hinoğlu hinlik var.
Acaba 190 Yeni Türk Lirası’yla 4 kişilik aileyi doyuracak bir sihirbaz var mı dünyada?
Aynı hinoğlu hinlik yoksulluk sınırı için de geçerli. 487 YTL yoksulluk sınırı olur mu?
Belediyelerin yaptığı hizmet binaları, tesisler, gösterişli şovlarla açılarak ülke kalkınmaz.
Batı’da bu tip hizmetler gazetelerde haber bile olmaz.
Gelir dağılımını adaletli bir bölüşüme dönüştürmeden, hukuk devletine saygılı olmadan ülkeyi huzura kavuşturma olanağı yoktur.
Bu iktidarın, "Halk bana yetki verdi, ben istediğimi yaparım" kafasıyla ülke yönetilemez.
Zaten Türkiye’nin durumu, Başbakan’ın kürsülerde çizdiği pembe tablolara da bu yüzden uymuyor.
Yazının Devamını Oku 27 Aralık 2006
2007 bütçesi üzerinde son konuşmayı yapan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal kürsüden şöyle bir cümle kullandı: <br><br>"Başörtüsü sadece kadınların saçlarını örtmeye yarar, eşlerin ayıplarını değil..." Bu söz üzerine AKP sıralarında önce bir hareketlenme oldu, sonra da sıra kapaklarına vurmalar ve bağırmalar duyuldu.
AKP’li milletvekillerinin tepkileri giderek de arttı.
Bunun üzerine Deniz Baykal susup tepkilerin dinmesini bekledi.
Ama AKP’li milletvekilleri genel başkanlarına da hoş görünmek için tepki dozlarını giderek artırdılar.
Bunu fark eden Meclis başkanvekili, Baykal’dan son söylediği cümleyi düzeltmesini rica etti.
Baykal, "Benim sözlerimde bir yanlışlık yok, onun için düzeltilecek bir şey de yok" dedi.
Bunun üzerine başkan oturuma beş dakika ara vermek zorunda kaldı.
* * *
Baykal kürsüde bekledi.
Tayyip Erdoğan ile bakanlar genel kurul salonundan çıktılar.
CHP Grup Başkanvekili Ali Topuz, Başbakan’a gitti ve "Deniz Bey eşinizi kastetmedi. AKP milletvekilleri yanlış anladı. Zabıtlar incelenince durum açıklığa kavuşacak" dedi.
Gerçekten de başkan oturumu yeniden açınca Baykal’ın cümlesini incelediğini söyledi ve cümleyi okudu.
Baykal’ın Emine Hanım’ı kastetmediği, cümle soğukkanlılıkla dinlenince net bir şekilde anlaşılıyordu.
Bunun üzerine AKP’liler sakinleştiler.
Buna rağmen Baykal şu açıklamayı yapma gereğini duydu:
"Ben politika yaşamımda aileyi ve çocukları siyaset dışı tutmaya her zaman özen gösterdim. Sözlerim kimsenin eşine, hanımefendiye yönelik değildir."
Böylece olay kapanmış oldu.
Baykal’ın ve Erkan Mumcu’nun konuşmaları, özellikle iktidarın gırtlağına kadar yolsuzluğa battığına dair verdikleri örnekler ve yaptıkları ağır suçlamalar yenir yutulur gibi değildi.
İşin ilginç yanı Erdoğan bu suçlamalara yanıt da vermedi.
Bu iktidar bu yolsuzluk iddialarının altından zor kalkar.
* * *
Eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu dün Cumhuriyet’teki yazısında cumhurbaşkanı seçimleri konusuna uzun süre tartışılacak bir yorum getirdi.
Kanadoğlu ciddi bir hukukçudur. Yaptığı uyarı özetle şöyle:
Anayasa’nın 102’nci maddesi ilk iki turda cumhurbaşkanının TBMM’nin üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ve gizli oyla seçilmesini öngörür.
Üçte iki çoğunluk yani 367 milletvekili TBMM’de hazır bulunmaz ve oy kullanmazsa cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmamış sayılır.
Kanadoğlu, birinci oylamada seçim sandığına en az 367 oyun atılmaması durumunda sonuç alınmış olmayacağını ve bu durumda ikinci oylamaya da geçilemeyeceğini vurguladı.
20 günlük süre içinde sonuç alınamazsa TBMM seçimlerinin yenilenmesi gerekiyor.
Kanadoğlu’nun yorumuna göre muhalefet seçime katılmazsa AKP’nin cumhurbaşkanı seçmesi olanaksız.
Eğer buna rağmen iktidar partisi seçimi sürdürürse Anayasa Mahkemesi seçimi iptal edebilir.
Kanadoğlu’nun bu ilginç yorumu cumhurbaşkanlığı seçimlerine yeni bir tartışma boyutu getiriyor.
Yazının Devamını Oku 25 Aralık 2006
İSTANBUL’da yaşamak her gün biraz daha zorlaşıyor. Her İstanbullu bir gün bu kentte trafiğin kilitleneceğini, yaşamın çekilmez olacağını biliyor. Geçenlerde Belediye Başkanı Kadir Topbaş Hürriyet yönetici ve yazarlarına İstanbul’un ulaşımı ile ilgili uzun bir brifing verdi.
Önümüze, 2017 yılında tamamlanacak yeraltı ve yerüstü İstanbul ulaşım haritaları kondu.
Haritalardaki görüntüler gerçekleşebilirse İstanbul’un altı ve üstü yollarla tam örümcek ağı gibi örülüyor.
On yıl sonra bir İstanbullu raylı sistemi kullanarak Gebze’den ta Silivri’ye kadar gidebilecek.
Bu muazzam yol ağının maliyeti bugünkü hesaplar değişmezse 17 milyar doları bulacak.
Kadir Topbaş, "Bu makro planı gerçekleştirmeden İstanbul trafiğini rahatlatmanın olanağı yok. Bunu yapmaya mecburuz" diyor.
Peki bu para nereden bulunacak?
Topbaş açık konuşuyor:
"Bu para sizlerin cebinden çıkacak."
Allah İstanbullulara kolaylık versin.
* * *
Yeraltındaki yolların bir bölümü, kara taşıtlarının kullanacağı kilometrelerce uzunluktaki tünellerden oluşacak.
Bu tünellerin ikisi halen inşa halinde. Dünyanın bu konudaki en ünlü firmaları tarafından yapılıyor. (Bizim Yalçın Bayer de bu bilgiyi doğruladı.)
Şimdilerde ağır aksak ilerleyen metro yapımı önümüzdeki günlerde çok hızlandırılacak.
Yerüstü yollarını rahatlatmak için ise yüzlerce alt-üst geçit yapılıyor.
Zaten bugünkü trafik sıkışıklığının önemli bir nedeni de bu alt-üst geçit inşaatları.
Topbaş "İstanbullulardan iki yıl sabretmelerini rica ediyoruz" diyor.
Başkan’a göre iki yıl içinde göreceli bir rahatlama olacak.
Ama sorun, makro ulaşım planının tamamlanmasından, yani 2017 yılından sonra iyice azalacak.
O zamana kadar İstanbulluların dişlerini sıkması gerekecek.
Ancak benim gördüğüm bu alt-üst geçitler sadece yapıldığı noktadaki tıkanıklığı gideriyor.
Geçidin bağlandığı yollar tıkanıyor bu kez.
İstanbul’a mutlaka yeni yollar açılmalı.
* * *
Topbaş ve ekibi ne kadar çabalarsa çabalasın kulakları yollarda perişan olan İstanbullular tarafından sürekli çınlatılıyor.
Onlar da bunun farkında.
Onları biraz olsun rahatlatıp teselli eder umuduyla yaşanmış bir fıkra anlatmak istiyorum.
Anadolu’nun büyük bir ilçesinin belediye başkanı halkın küfürlerinden bıkmış usanmış.
Küfür edenler seçmenleri olduğu için yanıt verememek onu iyice bunaltmış.
Bir gün dayanamamış, makam otomobiline atlamış, şoförüne emir vermiş:
"Çek oğlum bizim tepeye..."
Şoför başkanı ilçeyi kuş bakışı gören tepeye çıkarıp park etmiş.
Başkan otomobilden inip tepenin en ucuna yürümüş ve yumruğunu sıkıp ilçeye doğru sallayarak var gücüyle defalarca şöyle bağırmış:
"Ben de senin... Ben de senin... Ben de senin..."
Yazının Devamını Oku 23 Aralık 2006
VEFASIZ bir toplumuz. Nedense ruhlarımız değerbilirlikle değil, kıskançlıklarla dolu. O nedenle seyrek de olsa yaşanan vefa gösterileri ister istemez insanı etkiliyor.
Bu nedenle geçtiğimiz salı günü, Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuvarı’nda yapılan mütevazı tören katılanları duygulandırdı.
Şimdi bu töreni ve bu törende ödül verilen sanatçıyı anlatmak istiyorum.
Mete Uğur...
Türk operasının devlerinden biri. Mete Uğur’un meslekte 47’nci yılı.
Sanatçının opera tutkusu taa çocukluk yaşlarında başlamış. İlk öğretmeni de annesi.
Liseyi bitirdikten sonra şan ve müzik eğitimine Muhsin Ertuğrul tarafından açılan İstanbul Devlet Operası Stüdyosu’nda başlamış.
Yıl 1960...
Mete Uğur Malatya’da yedek subay... Bir akşam radyodan İstanbul Şehir Operası’nın açıldığını duymuş.
Aynı akşam annesi arayıp Aydın Gün’ün kendisiyle görüşmek istediğini bildirmiş.
Mete Uğur uçarak İstanbul’a gelmiş ve Aydın Gün’ün huzuruna çıkmış.
Aydın Gün heyecandan eli ayağı titreyen bu genci dinlemiş ve kendisine sonucu bildireceğini söylemiş.
* * *
Çok geçmeden Aydın Gün kendisini çağırıp, yepyeni bir Madam Butterfly partisyonu vermiş ve "Sharpless rolünü çalış, sen oynayacaksın" demiş.
Mete Uğur iki hafta içinde partiyi yutmuş.
Opera başlamış ve Mete Uğur adındaki bu gepegenç adam kazandığı başarıyla sanat dünyasını birbirine katmış.
Üstelik sahneyi paylaştığı uluslararası sanatçı ünlü Leyla Gencer’in karşısında kazanmış bu başarıyı.
Sahneye çıkış o çıkış. Roller birbirini kovalamış.
Yurtiçinde ve yurtdışında yüzlerce defa sahneye çıkan ünlü sanatçı 24 operada başrol oynamış, sayısız konserler vermiş.
1991’de "Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı" unvanına layık görülmüş.
47 yıl sahnede kalmak sanatçıyı hiç yormamış, tersine hep mutlu etmiş.
Çünkü o opera için yaratılmış bir insan.
* * *
Ödül töreninde yaptığı kısa ama anlamlı konuşmada şöyle dedi Mete Uğur:
"Bugün kendine bir meslek seç deseler hiç düşünmeden yine operayı seçerdim. Zaman zaman opera sanatının Müslüman mahallesinde salyangoz satmakla eşdeğer olduğunu bile bile seçerdim."
Konservatuvarın müdürü opera sanatçısı Prof. Dr. Mesut İktu, Mete Uğur’a ödülü verirken yaptığı vefa ve duygu dolu konuşmasında şunları söyledi:
"Mete Uğur operanın efsane adamıdır. Türk operasına büyük katkıları olmuştur. Ben genç bir stajyer şancıyken onunla tanıştığım gün heyecandan her tarafımın tir tir titrediğini anımsarım. Sonraki yıllarda onunla aynı sahneyi paylaşmak onuruna kavuştum. Hepimiz opera konusunda ondan çok şeyler öğredik. Hep onu örnek aldık."
Bu mütevazı ama anlamlı törene Kültür Bakanlığı’ndan, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nden kimse katılmadı.
Olsun hiç önemli değil.
Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuvarı Müdürü Prof. Mesut İktu ile öğretim üyelerinin gösterdiği vefa hepsine yeter.
Hele töreni saygı ve heyecanla izleyen pırıl pırıl opera öğrencileri...
Hepsinin hayalinde bir Mete Uğur olmak vardı.
Mete Uğur için en büyük ödül de buydu.
Yazının Devamını Oku 22 Aralık 2006
MAYIS ayında yapılacak cumhurbaşkanı seçimi toplum için, devlet için, rejim için yaşamsal bir seçim olacak. On birinci cumhurbaşkanının, AKP’nin cumhurbaşkanı olmaması gerekir.
Onun için geniş bir mutabakat aramak zorunluluğu vardır.
Ama Erdoğan ve AKP bu sağduyulu yaklaşımı gösteremiyor.
"Kimseye danışmam, adayımı son dakikada açıklarım ve ben seçerim" diyor.
Halkın büyük çoğunluğu Erdoğan’ın veya onun dünya görüşündeki bir insanın Çankaya’ya çıkmasından endişe ediyor.
Buna rağmen AKP inat eder Erdoğan’ı veya aynı rahleyi tedristen geçmiş bir başka kişiyi seçerse ülkede büyük fırtınalar kopar.
Kopar, çünkü bu kişi Türkiye’nin üzerine İslam şalını örtmek isteyen bir anlayışın temsilcisi olacak.
Anayasa’nın temel ilkelerine karşı bir kişi olacak.
Laik demokratik rejimle, cumhuriyetin kurumlarıyla kavgası olan bir kişi olacak.
Bu kişi yargıyı, üniversiteleri, meslek kuruluşlarını, sivil toplum örgütlerini ve medyayı kendi kafasına göre şekillendirmeye kalkacak.
Atama yetkisini buna göre kullanacak.
Erdoğan veya aynı dünya görüşüne sahip bir kişinin Çankaya’ya çıkması işte bu nedenlerle demokratik rejimin dengelerini altüst edecek.
* * *
Türkiye gibi ekonomik, siyasal ve sosyal dengelerin kırılgan olduğu bir ülkede halkın büyük çoğunluğunun benimsemediği bir cumhurbaşkanı Çankaya’da rahat oturamaz.
Bu gerçeği sanırım Erdoğan ile AKP’liler düşünüyorlardır.
İnatlaşma Türkiye’ye büyük zararlar verir.
2007 yılında çok ağır iç ve dış sorunlarla boğuşacak olan ülkemiz böyle bir gerginliği kaldıramaz.
Cumhurbaşkanı seçimine daha 4.5 ay var. Şimdiden "Çıkarsa indiririz" söylemleri başladı.
Ülkemizi koltuk uğruna kaosa sürüklemeye kimsenin hakkı olamaz.
Ne bu telaş böyle
MANŞETİN çıktığı gün, Başbakanlık, Sağlık Bakanlığı ve AKP Genel Merkezi işi gücü bıraktı, haberi yalanlatmak için insanlara baskılara başladı.
Hastaya bakmayan kadın doktorlar için rapor yazan uzman doktor alel acele açığa alındı.
Akla hayale gelmeyecek senaryolar yazıldı ve uygulamaya konuldu. Sonunda da oyun muhteşem bir şovla noktalandı.
Aklı başında olan herkes bu şovun inandırıcılıktan ne kadar uzak olduğunu gördü.
Türbanlı iki doktor peruklarla basının önüne çıkartıldı.
Hasta köyünden getirilip komik bir mizansenle ultrasonu çekildi.
Oysa herkes, bazı hastanelerde türbanlı doktorların, hemşirelerin olduğunu, bunların erkek hastalara bakmak istemediklerini, onların ellerini bile sıkmadıklarını biliyor.
Bu gerçekleri saklamak, çağdışı olayları örtbas etmek için gösterilen telaş ve çabalar boşunadır.
Böyle şovlarla AKP iktidarında Türkiye’deki geri gidişin üstü örtülemez.
Başbakan Erdoğan da biliyor ki Avrupa penceresinden bakan Avrupalılar Türkiye’yi şöyle değerlendiriyor:
"Kalabalık, yoksul ve İslamcı..."
"İslamcı" sözcüğü bu tanımlamaya AKP iktidarından sonra eklendi.
Bu gerçeği kimse unutmasın.
Yazının Devamını Oku 20 Aralık 2006
PARTİLİ, partisiz bütün AKP karşıtları, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasını içine sindiremeyen herkes aynı şeyi söylüyor: "CHP sine-i millete dönsün."
Yani "CHP’li milletvekilleri istifa edip Meclis’i terk etsin, halkın bağrına dönsün. Orada halkla birlikte siyaset yapsın" diyor.
Peki halkın bu isteği gerçekçi mi?
Bir işe yarar mı?
Önce Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Demirel’e kulak verelim:
"Anayasa’ya göre Meclis’in yüzde beşi istifa ederse ve Meclis çoğunluğu bu istifaları kabul ederse seçime gidilir.
Ancak genel seçimlere bir yıldan az bir zaman kaldıysa ne ara seçime, ne de genel seçime gidilebilir.
Yani şu aşamada sine-i millete dönmek bir sonuç vermez."
Demirel sine-i millet yerine, cumhurbaşkanının halka seçtirilmesini öneriyor.
"AKP de CHP de buna pek talip gibi görünmüyor. Halbuki böyle bir kampanya başlatırsa AKP’yi zorlayabilir. Doğrusu da budur. Cumhurbaşkanını halk seçmelidir" diyor.
* * *
Demirel’e göre sine-i millete dönmenin bir hassas yanı var. O da halkın menfinin yanında olmaması.
Şöyle diyor:
"Halk, ’Benim sineme niye geliyorsun? Niye Meclis’i terk ediyorsun?’ diye sorar."
Cumhurbaşkanı seçimi konusunda da Demirel’in görüşleri şöyle:
"Diyelim ki CHP Meclis’te değil. Bu cumhurbaşkanı seçiminin sonucunu değiştirmez."
"Peki Erdoğan cumhurbaşkanı seçilirse Çankaya’da rahat oturabilir mi?" diye soruyorum.
Yanıtı şöyle:
"Oturmaya kalkarsa rahatsızlık olur. Turgut Bey yüzde 21’le Çankaya’ya çıkmaktan hep rahatsızlık duydu. Erdoğan’ınki ondan fazla olur."
* * *
CHP Grup başkanvekili Ali Topuz ise CHP’nin sine-i millete dönmesinin ancak halkın tepki koyması ile gerçekleşebileceğini vurguluyor.
AKP’li Köksal Toptan sine-i milletin önemli bir silah olduğunu kabul ediyor ancak sonuç alınmasını zor görüyor.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ise sine-i millet konusunda gazetecilere şu değerlendirmeyi yapıyor:
"Önümüzdeki döneme çok gerçekçi bakmamız gerekiyor. Duygusal yaklaşıp gerçekçi olmayan çözümlerin peşinde koşmanın yararı olacağını düşünmüyorum."
* * *
Bazı politikacılar ise yukarıda da belirttiğim gibi CHP’nin sine-i millete dönmesinin bir görev olduğunu söylüyor.
Baykal’ın bu görevi mutlaka yerine getirmesi gerektiğini belirtiyor.
Bu yaklaşım yukarıda sıralanan gerekçeler nedeniyle bana göre oldukça duygusal.
Halk gerekli tepkiyi koymazsa sine-i millet olayından bir sonuç alınamaz.
Erdoğan da halkın büyük bölümünün benimseyip kabul ettiği değil, Meclis’teki AKP çoğunluğunun seçtiği cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya çıkar.
Çıkmasına çıkar ama ülkede sıkıntılar olur. Kendisi de sürekli rahatsızlık duyar.
Sanırım hem Erdoğan, hem de partisi ülkede doğabilecek sancılar konusunda durum değerlendirmesi yapıyordur.
Yazının Devamını Oku