Trafik sorununu tek merkeze sıkışmış bir kentte, yalnızca araçların yollarda hareket etmesi olarak ele alamayız. Trafik sorunu, yayaların yürüme alanlarını ve yol üstü parkları da içine alan önemli bir sıkıntı. Bandırma’da özellikle kaldırım üstü parklar aslında birer insanlık suçu. Konuyu abarttığımı düşünebilirsiniz ama öyle bir an geliyor ki, kaldırım üstü parklar nedeniyle yayalar kaldırımı kullanamıyor, yolda da araçların çarpma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Hatta iki araç arasında sıkışma tehlikesi atlatıyor. Bazı sokak ve caddelerde gün boyu Bandırma’nın durumu bu...
Kaldırım üzeri parklar o kadar yaygınlaşmış durumda ki, artık devlet kurumlarına ait araçlar da halkın kaldırımlarını işgal etmiş durumda. Hacı Keşfettin Caddesi girişine her gün PTT’nin kocaman panelvan araçları park ediliyor. Bu iki araç park edildiğinde de 10-12 metrelik bir kaldırımı işgal ettiği gibi mesai saatleri dışında sürekli park halinde ve ne yazık ki insanlar araç yolundan yürümek zorunda. Asıl kötü olansa bu kaldırım üstü parklara göz yumuluyor olması. Ceza yok, uyaran yok...
ÇÖZÜM YOLUNU ORTAKLAŞTIRMALIYIZ
Geçtiğimiz günlerde CHP Bandırma Belediye Başkan Aday Adayı Tolga Tosun’un otopark konusunda Kaymakam Günhan Yazar ile yaptığı görüşme Bandırma’da yaşayan herkes için çok önemliydi. Tosun aday adayı olmasına karşın bu konuda kendini sorumlu hissederek araştırmalar yapmış ve ortaya çıkan “yenilenmesi düşünülen Hürriyet İlkokulu ve Endüstri Meslek Lisesi’nin, zemin altında kalan bölümlerinin otopark olarak planlanması” düşüncesini Kaymakam Yazar’a iletti. Bu tavsiye yaşama geçirilirse yalnızca Endüstri Meslek Lisesi’nde 400 araçlık bir otopark alanı oluşturulmuş olacak. Geçtiğimiz yıl mayıs ayında yapılan otopark yönetmeliğindeki değişiklikle okulların zemin katlarında otopark yapılabilmesinin de önü açılmış. Kısacası bu konuda yalnız Tolga Tosun’un değil bütün bir Bandırma’nın öne çıkması gerekiyor. Ayrıca bu otoparklar yaşama geçerse okullara da ciddi kaynak sağlayacaktır. Bandırma’ya “kent” demekle kentli olunmuyor, Bandırmalı da olunmuyor. Mesele insanların yaşadığı sorunlara çözüm yolu bulabilmek. Sorunların ve çözümün ortaklaştırılması... Umarım Kaymakam Günhan Yazar, Tolga Tosun’un getirdiği öneri ile yakından ilgilenir. Otoparklar kuşkusuz Büyükşehir’in yetki alanında ancak bu kentte yaşayan insanların “Büyükşehir gelsin otopark yapsın” demekten öte projeler üretip talep etmesi gerekli.
BALIKESİR’DE AK PARTİ SEÇMENİ OLMAK ZOR
Edip Uğur “metal yorgunluğundan” dolayı görevden alındı. Zekai Kafaoğlu ile ilgili de birkaç hafta önce ciddi yolsuzluk iddiaları ortaya atıldı ve aday yapılmadı. Geçmişe baktığımızda Edip Uğur ile Balıkesir’i kazanan AK Parti, onu görevden almış, yerine de adeta seçim kazanmış gibi Zekai Kafaoğlu’nu davul ve zurna ile karşılayarak başkanlık koltuğuna oturttu. 3,5 yıl Edip Uğur’dan memnun kalınmadı, istifa ettirildi, 13 aydır başkanlık koltuğunda oturan Zekai Kafaoğlu da Balıkesir’i iyi yönetememiş olacak ki tekrar aday yapılmadı. Peki, Yücel Yılmaz ismi bu kez doğru mu? İşte AK Parti seçmeninin soracağı soru bu anlattıklarım olacaktır. CHP’nin Büyükşehir Adayı Ahmet Akın ve İYİ Parti Adayı İsmail Ok, yukarıda anlattığım gibi Ak Partili seçmene 5 yılda yaşananları sorgulattığında ciddi siyasi kazanımlar elde edecektir. İki aday meydanlara çıktığında, “AK Parti, 5 yıldır Balıkesir’i yönetecek bir başkan bulamadı. Bunlar başkanlarını görevden alarak, aday yapmayarak Balıkesir’i yönetemediğini kabul ediyor. Bizde halkın oyu ile gelen halkın oyu ile gider” dediklerinde acaba AK Parti nasıl bir karşılık verecek, merakla bekliyoruz. Ak Parti’nin Büyükşehir adayları konusunda iki kez yanıldığı ortada 3’üncü kez yanılır mı? Bunu elbet zaman gösterecek.
TUNÇ BAŞARAN SAĞLIĞINA KAVUŞTU
Geçirdiği rahatsızlığın ardından hastanede tedavisi altına alınan yönetmen Tunç Başaran, taburcu edildi. Onunla sohbet etmek, tartışmak benim için ayrı bir zevk. Bizi biraz korkuttu ama insanlar bazen de biraz kaybetmekten korkmalı. Biz insanlar; ninemizi, dedemizi, annemizi, babamızı, kardeşimizi kan bağımız olan kişileri ve dostlarımızı kendimiz için severiz. Onlar bizim yaşamımızda çok önemli değerlerdir. Ancak konu bir sanatçı olduğunda işte onu yalnızca kendimiz için değil, diğer insanlar için severiz, diğer insanlara söyledikleri ve söyleyecekleri sözler için... Ben Tunç Başaran’ı diğer insanlar için sevenlerdenim. Benim için Tunç Başaran, “Uçurtmayı vurmasınlar” filmiyle bir uyanışı tetikleyip bizlere “Belki bir gün uçurtmalarınız kurşuna dizilecek ama siz uçurtmalardan ve gökyüzünden vazgeçmeyin çocuklar”ı anlatabilen Türk Sinemasının efsane ismidir.
Birçok insan 12 Eylül zindanlarında işkencelere uğradı. İdamlar, fişlemeler, işten çıkartmalar ve gözaltılar ardı ardına geldi. Türkiye, bir korku tünelinde yaşamaya başladı. İçeri düşenlerin evlerinde anneler, “Oğlum-kızım idam edilmesin” diye Kuranlar okudu, hatimler indirdi. Şanslı olup dışarı çıkan devrimciler kahvehanede otururken kimse masalarına oturmak istemedi, selam bile vermediler, “cüzamlı” gibi kaçtılar onlardan. 78’liler okullarından atıldılar, öyle atıldılar ki af bile tam yaşamlarını kurduklarında geldi ve o okulları bitiremediler. Siyasi partiler, sendikalar, dernekler ve sivil toplum örgütleri kapatıldı. Geçmişte dernek çatısı altında toplanan o gençler, artık kahvehane ve meyhane köşelerine itildi. Hâlâ bir kahvede “King” oynanıyorsa ya da bir meyhanede ağır bir muhabbet varsa bilin ki onlar 78’lilerdir. Travmayı yaşayanlar yalnız onlar da olmadı. Şanslı olup babası yaşayan o dönemin çocukları; meyhanelerden, kahvehanelerden babalarını topladı. Darbe yalnız gençleri değil, o gençlerin çocuklarını da vurdu. Yıllar önce bir arkadaşımın neden “kekeme” olduğunu merak edip sormuştum. Meğerse doğum günü kutlanırken babası gözaltına alınmış, günler torbaya girmişçesine doğum gününü seçmişler. O gün bugündür de kekeme ama hâlâ şarkılar söyleyebildikten sonra kekeme olmanın bir önemi kalmıyor.
DARBENİN ÖĞRETMELER GÜNÜ
Bütün darbeler halkın iradesini hedef aldığı için “meşru zemin” arayışına girer. 12 Eylül de bunlardan bir tanesi. Darbeciler, kendilerine toplumun hiçbir şekilde karşı çıkmayacağı bir “Atatürkçü” imaj oluşturmaya çalışmış ve ilk kez 1981 yılında 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü de bu imajı pekiştirmek için kullanmıştır. Darbelerin en hassas noktası meşruiyettir. Bu nedenle de 12 Eylül darbecilerinin “Din, Atatürk ve Türk Milleti” gibi ortak değerler üzerine bir meşruiyet kurmaya çabaladığını görürüz. “24 Kasım Öğretmenler Günü” dışında İmam Hatiplere üniversite yolunun açılması, 1982 Anayasası’nın 24. maddesinde ilk ve ortaokullar için zorunlu din dersi eğitimi buna örnek olarak gösterilebilir. Yıllar içinde 24 Kasım 1928, Atatürk’ün “Millet Mektepleri’nin Başöğretmenliği”ni kabul ettiği gün olarak belleklere kazınmış ilk kez 1981 yılında kutlanan gün, 1992 yılında da resmileştirilerek “24 Kasım Öğretmenler Günü” ne dönüşmüştür. Bugün, darbe bile bir biçimde tarihte “kara bir leke” olarak yerini alırken öğretmenler günü, halkın geniş bir kesimi tarafından kabul görmüş durumda.
DARBE BİNLERCE ÖĞRETMENİ MESLEĞİNDEN KOPARDI
“24 Ocak Kararları” ve Türkiye’nin dışa açılması 12 Eylül darbesi ile daha da kolaylaştırıldı. Ancak bugün kutladığımız öğretmenler gününün bu denli kapitalizme teslim olacağını darbeciler bile hayal edememiştir. Bugünlerde sınıf anneleri harıl harıl sınıflardan para toplayıp en güzel hatta en pahalı hediyeyi öğretmenlere alabilmenim derdinde. Geçmişte bizlerin hediyesi çiçek, en pahalı hediyesi ise dolma kalem olurken bugün “Altın, kolye, küpe, tek taş yüzükler ” güzelce paketlenip öğretmenlere sunuluyor. Hatta sipariş veren öğretmenlerin olduğunu bile duyuyoruz. Eğer gerçekten öğretmenseniz o hediyeleri almayın! Çocuklarınızı seviyorsanız o hediyeleri almayın öğretmenler... Bilin ki çocuk yoktan anlamaz, onlar da rekabet durumunda ve en güzel hediyeyi alamayınca üzülüyorlar. İşte bu yüzden çiçekler sizin en güzel hediyeniz. Umarım bu “hediye” konusunda Milli Eğitim Bakanlığı ve Müdürlükleri de harekete geçer. İşini hakkıyla yapan insanlar için her iş zor, her iş kutsaldır. Darbe nedeniyle birçok öğretmen mesleğinden koparıldı ve yıllarca öğrencilerine dönmek için çabaladı. Bir yaz tatili sonuydu, öğretmenler sınıfa girdiklerinde bazı öğrencilerini bulamadı. Henüz 16-17 yaşında çocuklar işkencelerde, mahkemelerde, idam sehpalarında çocuk olduklarını unuttu. Darbeyle yüzleşme yalnızca darbecileri yargılamak değil, o darbenin yaşamımızda açtığı yaraları görebilmektir. Siz iyisi mi 24 Kasım günü okula gelebilen bütün çocukları hediye kabul edin. Masanıza bırakılan her karanfil yakılan kitapların, idamların, işkencelerin anısına olsun...
Kuşkusuz bu açıklamalardan birileri bir şeyler çıkartacaktır. Ancak Bandırma’da mevcut Başkan Dursun Mirza’nın yanı sıra Ozan Onur, Metin Ok ve Tolga Tosun deyim yerindeyse harıl harıl çalışıyor. Devam eden günlerde Bandırma için belki üye bazında bir önseçim kararı alınabilir. Benim bütün bu kargaşa içinde dikkat çekmek istediğim nokta ise hangi parti olursa olsun adayların demokratik şekilde belirlenmesi. İlçe Başkanlarının da her aday adayının hakkını koruması. Herkesin “gönlünde bir aslan yatıyor” olabilir ancak “Emek en yüce değer” demek de kuşkusuz ilçe başkanlarına düşen en önemli görev.
İnsanlarsa CHP’den daha fazla demokrasi bekliyor. Dursun Mirza her açıklamasında “Ben herkesin sandığa girmesinden yanayım. Anket yapılsın, önseçim de yapılsın” diyebilecek kadar siyasi olgunluğa sahip biri. Ancak çevresinde sözde ona destek olanlar bu davranışları ile adeta onun kuyusunu kazıyor. Buradan yazayım; Dursun Mirza aday yapılmazsa kendisi yüzünden değil, etrafında Atakay gibi kendi siyasi geleceğini düşünen insanların bu süreci çekiştirmesinden, demokrasiyi baltalamasından dolayı aday yapılmayacak. Dursun Mirza ile bir web televizyonuna konuk olduğumuzda “Ben hala devrimciyim” dedi. Evet, “78 kuşağı” olmasaydı, onlar ciddi bedeller ödemeselerdi bu ülkede birçok insan kendisine solcu bile diyemezdi. Dursun Mirza da o bedeli ödeyen, saygı duyulması gereken insanlardan biri; ama bugün insanlar devrimi önce kendi çevrelerinde yapmak zorunda. Kendi geleceğini düşünenler, aldıkları görevleri basamak sayıp insanları kullananların siyasette artık yeri olmamalı. Çünkü dünya küçüldü. Kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklardan birçok insanın haberi var. Mesele pazarlık yapmadan kişilerin kendini insanlara, halka adaması.
“Her şeyin başı ekonomi” diye düşünürsek, aylık 1700 lirayı bulan muhtar ödeneği ve SGK primlerinin de devlet tarafından ödenmesi muhtar olma konusunda da insanları şevklendirmiş gibi. Tabii şunu da belirtmek gerekir ki muhtarlar izinli oldukları zaman o günlerin ödeneğini alamıyor. Muhtarlık yerel yönetimin temel taşını oluşturan bir kurum. Muhtarlar bir siyasi partiye değil, devletin kendisine bağlı ve devleti temsil ediyor. Temsil ve misyonu bir yana bırakırsak kentlerin yaşanabilir olması, sorunların belirlenmesi gibi birçok alanda muhtarların aktif olarak çalışması gerektiği de ortada. Bir kentte muhtarlar sorunları doğru tespit edemeyip yetkililerin dikkatini bu sorunlara çekemedikleri zaman yerel yönetimin temeli derinden sarsılıyor ve bu sarsıntı en üst kademedeki siyasetçiye kadar uzanıyor. İnsanlar hizmet alma konusunda zorluk yaşıyor. Kentlerin yaşam kalitesi düşüyor. Dolayısıyla muhtarın işi yalnızca ‘ikametgâh’ vermekdeğil. Bandırma’da da seçimler hızla yaklaşırken 25 kadın, mahallelerinde muhtar olmak için kolları sıvadı. 12 ayrı mahalleden 25 kadın, erkeklerin yanı sıra birbirleriyle de yarışarak seçimi kazanmak için çalışıyor. Şimdiden kadın muhtar adayları Bandırma Muhtarlar Derneği ve Kadın Adayları Destekleme Derneği’nin desteği ile eğitim almaya başladı. Siyasi partileri bilmem ama anlaşılan Bandırma’da muhtarlık seçimleri çekişmeli geçecek. Bugün kırsal da dâhil 54 mahallesi bulunan Bandırma’da kadın muhtar sayısı yalnızca 3. Ancak önümüzdeki seçimde bu rakam artacak gibi görülüyor. Belki kırsal mahallerden de kadın muhtar adayları çıkar.
TOPLUMSAL CİNSİYET
Kadın muhtar adaylarıyla görüşürken her birinin görev almak için son derece istekli olduğunu fark ettim. Medeni cesaretleri içinde ayrıca her birini kutlarım. Ancak burada önemli bir soruna da işaret etmek istiyorum. Kadınlar, toplumsal cinsiyetin onlara dayatmış olduğu “Annelik ve evi çekip çevirmek” kavramlarından yola çıkarak “Evi kadın çekip çevirir, mahalleyi de çekip çevirecek olan kadınlardır” diyorlar. Tam burada aslında kadınlar, muhtarlık anlayışlarını da toplumun onlara dayattığı roller üzerine kuruyor hatta işliyor. Bizdeki kadın özgürleşmesindeki temel sorun aslında yukarıda anlattıklarım. Ne olursa olsun kadınlar bu ülkede kendi rollerini belirleyemiyor, rollerini toplumun onlara daha çocukken dayattığı evcilik oyunundan esinlenerek kazanmaya çalışıyorlar. Ne yazık ki siyasetçi kadınlar içinde durum böyle. Bireyler yalnızca cinsiyet, yaş, ırk gibi kimlikleri ile siyaset yapmak ya da yönetmek için yola çıktıklarında bizler toplum olarak bir kısır döngünün içine çekiliyoruz. Bireyi diğerlerinden ayıran en önemli özellik üretime, insana, hayvanlara ve dolayısıyla yaşama kattığı değer olmalı.Cinsiyetler, ekonomik durum, yaş ve ırk gibi veriler tek başına hiçbir şey ifade etmemeli. Umarım, Bandırma’da muhtarlık için kolları sıvayan kadınlarımız kendi toplumsal rollerini oluşturarak insanların ve kentin yaşamına önemli değerler katar.
Bu sözlerden anladığım kadarıyla CHP adaylarını anket ile belirleyecek. Ancak önemli bir soruna da işaret etmek gerekli; daha önce AK Parti’de Büyükşehir belediye başkan adayının ilçe belediye başkan adaylarını belirleyecek güce sahip olacağını söylemiştim. Şimdi benzer bir durumun CHP’de de olacağı izlenimine kapıldım. Özellikle buradaki “uyumlu çalışacak insanlara ihtiyaç var” sözü bu düşüncemi doğrular düzeyde ve konu Bandırma olduğunda da çok önemli faktörler devreye giriyor.
Özellikle Bandırma’da önümüzdeki günlerde yapılacak yatırımlar, OSB’ler AK Parti’nin olduğu kadar CHP’nin de dikkatini çekiyordur. Dolayısıyla ciddi yatırımların geleceği bu bölgede Büyükşehir başkanları uyumlu çalışacakları bir belediye başkanı isteyebilirler. Ta bii bir de Büyükşehir meclis adayları var. Büyükşehir başkan adaylarının bu alana müdahale edebileceğini söylemek de hiç zor değil. Seçimler hızla yaklaşırken Bandırma ve diğer ilçeler büyükşehir adayının ismine göre farklı durumlarla karşılaşabilir. Bu süreci ve Büyükşehir için ortaya çıkacak isimlerin neler yapacaklarını hep birlikte ilerleyen günlerde göreceğiz.
BAYRAMLAR ANNE
VE BABALAR İÇİN
Bandırma’da bir 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı daha geride bırakırken coşkulu kutlamaların ötesinde işaret etmek istediğim önemli bir konu var. Bandırma, adına yaraşır biçimde cumhuriyeti kutladı. Meydandaki törenlerin yanı sıra akşam düzenlenen fener alayına da yaklaşık 5 bin kişi katıldı. Pazartesi günü cumhuriyet alanındaki törenlerde, anne ve babaların adeta üst üste çocuklarının halk oyunu gösterini sergilerken cep telefonları ile görüntü aldığına tanık olduk. Sadece bu bayramda değil hemen her etkinlikte benzer şeyleri görüyoruz.
Anlaşılan bayramlar çocukların eğlenmesi için değil. Bayramlar çocukların gösterilerini sergileyip anne ve babaları tarafından videoların sosyal medyaya yüklenmesi için var. Durum böyle olunca da gelsin beğeniler, gitsin yorumlar. Kuşkusuz her anne baba çocuğuyla gurur duymak ister ancak benim dikkat çekmek istediğim nokta, bu kayıt işini abartmaları ve o anı yaşayamamaları. Gerçi kitle iletişim aygıtlarının yaşamımıza bu denli girmesi bizleri ‘an’ı yaşamak’ tan uzaklaştırıyor. İnsanlar artık mutlu bir anı yaşamak yerine onu kaydederek sosyal medyada getireceği ‘beğeni ve yorumları’ düşünüyor. Ayrıca bu ‘an’ı ölümsüzleştirme’ biçimi bana kalırsa çocuklar üzerinde baskı da oluşturuyor. Çocukların yüz ifadelerine baktığımızda ‘güzel çıkıp çıkmama’ kaygısı hâkim. Fotoğraf azsa bence anılar pekişir. Bizim yaşamımıza insani değer katan en önemli unsurlardan biri de anılarımızdır...
Gevher’in açıklamasında dikkatimi çeken nokta ise şu; “Şöyle anlatayım. Dairede otururken 3 tane kızımız geldi. Dedi; ‘Müftü amca bize kalacak yer, biz sağlık meslek lisesini kazandık ama kalacak yerimiz yok.’ Çanakkale, Kepsut gibi çevre yerlerden. Dedim ki, ben sizi üniversite öğrencilerinin arasına bırakamam derken bir daire kiraladık. Başlarına da bir Kuran Kursu hocamızı ‘Ablaları’ olarak görevlendirdik.” Anladığım kadarıyla henüz 14 yaşlarında kız çocuklarının barınma ihtiyacı ev tutularak karşılanıyor ve başlarına da bir “Abla” görevlendiriliyor, yiyecekler de günde iki öğün dışarında yapılarak getiriliyor. Bunlar yurt değil ama yurt gibi işliyor. Öğrencilerin barınması bu evlerde sağlanıyor. Oysa geçmişte kaçak yurtlarda gerekli tedbirlerin alınmaması nedeniyle ülke olarak büyük acılar yaşadık.
***
Peki, bu evlerin denetlemesini kim yapıyor? Ya da bu evler hangi yönetmeliğe göre faaliyet gösteriyor. Bildiğimiz gibi özel yurtların denetimi Milli Eğitim Müdürlüklerine bağlı. Şimdi burada bir şey olsa bunun hesabını kim verecek? Ayrıca merak ettiğim bir diğer konu da neden bunu Bandırma Müftülüğü yapıyor? Gerçekten Bandırma’da bir barınma sorunu varsa bunu Bandırma Kaymakamlığı hatta Milli Eğitim de yapabilir. Örneğin; Bandırma Belediyesinin Ordu Caddesi üzerinde bulunan eski “Tekel” binasının olduğu alanda bir yurt projesi var ama alanda imar değişikliği yapılması gerekiyor. Ne garip ki, bu imar değişikliği bir türlü Büyükşehir Belediyesi tarafından onaylanmıyor. Alan Belediye hizmet alanından çıkarılarak, ticari alan yapılacak ve yatırımcı bulunacak. Belediye kendi payına düşen binada 600 kız ve 600’ü erkek olmak üzere toplam 1200 öğrenciye barınma imkânı sağlayacak. Dolayısıyla müftülük dışında da öğrencilere barınma olanağı sağlayacak kurumlarımız var. Hem de çocukların başına Kuran Kursundan bir “abla” görevlendirmeden yapabilirler. Evet, ülke genelinde öğrencilerin barınma sorunu var. Ancak barınma sorununu çözüyorum diye prosedür ve yönetmeliklere aykırı davranmak karşımıza inanın daha büyük sorunlar çıkaracaktır. Kaldı ki, bu “İyilik Evleri” adı altında yapılan çalışmada öğrencilerin hangi kritere göre eve alındığı da başka bir tartışma konusu. Bugün Bandırma’da 110 genç kardeşimiz bu evlerde barınıyor. Bu gençlerin güvenliği var mı? Kaldıkları yerler uygun mu? Kim denetliyor? Neden bunu müftülük yapıyor? Sorularını sormaya hakkımız var. Gençler geleceğimiz ve devlet her bir gence ücretsiz olarak; eğitim, barınma, sağlık ve yemek imkânı sunmal
Bu kez olmasın
CHP’de Belediye Başkan Aday Adaylığı süreci hızla devam ederken Bandırma’da Dursun Mirza, Ozan Onur, Metin Ok ve Tolga Tosun isimleri ön plana çıktı. Ancak CHP’de başkan adayının nasıl belirleneceği konusu ise hala netleşmedi. Benim görüştüğüm aday adayları ağırlıklı olarak anket ve önseçimden yana. Ancak tam bu noktada 2014 Yerel Seçimleri’nde Başkan Aday Adaylarından Metin Ok’a yapılan haksızlığı gündeme getirmemiz gerekli.
Bilindiği gibi o dönemde anketler yapılmış, ankette yüksek puan alan 3 adayın önseçime girmesi kararlaştırılmıştı. O dönemde hiçbir şekilde izlenecek yol kamuoyuna açıklanmamış, adeta ‘Kervan yolda düzülmüş’tü. Örneğin o dönemde Metin Ok, ankette ilk 3 sırada yer almadığı gerekçesiyle önseçime sokulmadı. Dahası Metin Ok her şeye rağmen önseçim oy pusulasına kendi adının yazılması için mücadele ederken o gece CHP İlçe Başkanlığı’ndan kısa mesaj atılarak “isim yazılması durumunda oyunuz geçersiz sayılacaktır” denildi. O önseçimde her şeye rağmen 168 kişi Metin Ok adını yazdı. Umarım bu süreçte geçmişte yaşananlar tekrarlanmaz. İnsanlar CHP’den demokrasi ve şeffaflık bekliyor.
Gerek Metin Ok, gerekse Ozan Onur çok değerli isimler. Ancak Tolga Tosun’u onlardan ayıran en önemli özellik henüz 38 yaşında genç bir siyasetçi olması.
Biz toplum olarak genellikle “Falan Avrupa ülkesinin başbakanı 35 yaşındaymış” diyerek imrenerek bakmayı biliriz. Bizim siyasi çevremizden genç bir aday çıktığında ise “Henüz erken, daha genç, öğrenmesi gereken çok şey var” gibi cümleler alır başını gider. Garip bir toplumuz, o yüzden de yalnızca imrenmekle yetiniyoruz. Yani Tolga Tosun gibi gençler ille de başkan ya da milletvekili olmak için yaşlanmayı mı beklesin?
65’ine merdiven dayamış, egodan ve kibirden yanına yaklaşamadığımız siyasetçiler mi yönetsin bizleri; bunlardan sıkılmadınız mı? Şimdi Tolga Tosun hata yapsa hadi gençliğine verelim de 65’ine gelen bir siyasetçi hata yapınca neye vereceğiz? Onu da sele verelim(!)
*
Tolga Tosun ismi piyangodan falan çıkmadı. Bandırma’nın bağrından kopuk iki dönemdir belediye meclis üyeliği yapan bir arkadaşımız ve artık “Gençler de siyasette olsun” diyerek adeta kendini ateşe atmaya hazırlanıyor. Şuna inanıyorum ki, Tosun’un aday adaylığı özellikle Bandırma’daki partili partisiz gençler üzerinde ciddi bir karşılık bulacaktır. Bunun yanında Tolga Tosun, Avrupa’ya imrenerek bakan ve “Sıra gençlerde artık” diyen bir kitlenin de gönlünden geçenlere tercüman olacak. Hatta diğer partilerden bile bu sayede genç aday adayların çıkmasına tanık olabilir.
Peki, Tolga Tosun’dan seçilirse ne bekleyeceğiz?
Ben Tosun’dan makam arabasını çocuklara ve yaşlılara tahsis etmesini, inşaat sektörünü iyi bildiği için fakir fukaraya “Belediye evleri” yapmasını bekliyorum.
Öncelikle böyle bir saldırının Bandırma gibi insanların birbirine saygı duyduğu, özgür ve demokrat bir zemine sahip bir kentte olması, aslında işlerin ne kadar da çığırından çıktığının bir göstergesi. Ayrıca olayın ayrıntısına indiğimizde saldırıyı gerçekleştiren Süleyman Ö. isimli kişi, eşinin tedavisi için acile giriş yapmış ve muayene kabini dolu olmasına karşın kendisine öncelik tanınmasını istiyor. Basit olarak “yurdum fotoğrafı” gibi bir konu ile karşı karşıyayız. Herkes kendini düşünüyor. İstediği olmayınca da şiddete başvurmaktan çekinmiyor. Herkes kendini kurtarmanın derdinde... Diğer insanlar mı? “İsterse ölsün!”
SIRA BEKLEMEMEK AÇIKGÖZLÜK OLDU
Yaşamımızın birçok anında sıra beklemeyen, birinin önüne geçen insanları görüyoruz. Onlar bu yaptıkları işi bir de ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Bunun adını “Açıkgözlük” koymuşlar. Kendileriyle yetinmeyip çocuklarını da bu şekilde yetiştiriyorlar. Çevremizde açıkgöz sayısı her geçen gün artıyor. İşte bu kendine “Açıkgöz” diyen kişilere artık insanların hakkını yediklerini birileri hatırlatmalı. Açıkgözlülüğün daha doğrusu bencilliğin insanları getirdiği son nokta da şiddet... Hem bencil olmayan bir kişi neden şiddet uygulasın ki? Doktordan ya da çalışanlardan şikâyetçiyse bunu iletebileceği birçok makam var. Tabii şikâyet etmekten daha kolay bir şey varsa o da sağlık çalışanlarına saldırmak. Peki, bu saldırıdan sonra örneğin, o doktor işini yapamaz duruma geldiğinde diğer hastalar mağdur olmuyor mu? Bakmamız gereken konu bu. Bir sağlık çalışanına uygulanan şiddet aslında ondan şifa bekleyen herkese uygulanmış oluyor. Bandırma’da, Dr. Ahmet Sıtkı Çelebi yalnızca bir yumruk yemedi. O gece acilde tedavi olmayı bekleyen her hasta aslında birer yumruk yedi. Şiddet konusuna bu yönden baktığımızda belki gerçekliği kavramamız daha kolay olacaktır. Bir sağlık çalışanını işini yapamaz duruma getirmek, ondan şifa bekleyen her bir hastanın yaşamıyla oynamak anlamına geliyor.
ŞİDDET HEP YANI BAŞIMIZDA
Son dönemde artan şiddet olaylarına bizler birbirinden ayırarak tepki gösteriyor ve bu tepkinin çözüm olacağını düşünüyoruz. Yaptığımız temel yanlış ise şiddet olaylarını birbirinden ayırmak. Çocuğa, kadına, çalışana, hayvanlara uygulanan şiddet aslında hep aynı. Şiddet bir canlının iradesini hedef alan ve ona istemediği bir şeyi yaptırmak için uygulanan sindirme biçimi. İşte bu nedenle önceliğimiz insan iradesini hedef alan sözlü, fiziksel ve ekonomik her çeşit müdahaleye karşı çıkmak. Bizler şiddete topyekûn karşı çıkamazsak insan olan yanımız ölmüş demektir