İdeolojik farklıklarını bir yana bırakarak meydanda mesleklerine sahip çıkan yalnızca bir avuç öğretmendi. Destek veren sendikaları çıkarttığımızda alanda ancak 50 öğretmen vardı diyebilirim sizlere…
Performans değerlendirmesi adı altında öğretmenlere not verilecek bir uygulama kuşkusuz kamuoyunda epey tartışılacak ve bu uygulamanın zaman içinde; öğretmen, öğrenci, veli ve yönetici ilişkilerine etkisini göreceğiz. Burada dikkat çekmek istediğim nokta ise öğretmenlerin büyük bölümünün bu uygulamaya karşı olduğu halde meydana inmemesi ya da inememesi. İnsanlar, emeğine sahip çıkmaz ve hakkını aramazsa gelecek kuşaklara yalnızca teslimiyet bırakmış olur. 4 sendika eğer o gün üyelerinin yarısını meydana çıkarabilseydi belki de meydanda sorunlarını haykıran yüzlerce eğitim emekçisi olacaktı ama olmadı.
*
Sendikalara üye oluşlarını sosyal medyadan duyuran genç ve yetenekli(!) öğretmenler geliyor aklıma. Onların mücadele alanı ya da taleplerini dile getirdikleri yer sosyal medyanın ötesine geçemiyor. Belki de birçoğu ek ders peşinde, aybaşında yalnızca bankamatik kartını sokup ekranda beliren rakamlarla ilgileniyorlar. Kendi emeklerine bu denli yabancılaşmış olan öğretmenlerden, çocuklara eğitim ve öğretim vermesini beklemek de başka bir ironi. Korkmayı anlayabilirim, zaten cesaret dediğimiz kavramı da aslında korkularımız doğurur. Korktuğun halde inandığın bir şeyi yapıyorsan işte o zaman cesursundur. Korkudan cesareti bulup çıkaramayanların hesabına yalnızca sinmek düşer. Sendika üyeliği için atılan imzalar sosyal medyada, mücadele ise yalnızca resimlerde kalır.
*
Öğretmenler Günü’nde pahalı hediyeleri kabul edenlere, işini yapmayıp dersi farklı yönlere çekip “Görevimi yaptım” pozu verenlere, öğrencilere perspektif katamayıp perspektifin kelime anlamını bile anlatamayanlara, sevginin ne olduğunu bilmeden “öğrencilerimi çok seviyorum” yalanını atanlara, bazen çocuklara yakın ilgi gösterip sonra bir şeyleri bahane ederek çocuklara kötü davrananlara, hayalsiz yaşamış ve çocukların da hayallerini kırıp dökenlere, kendi emeğini bile savunamayan, iki hatta ikiden de fazla yüzlülere, konforunu bozup emeği için alanları doldurmayanlara BENDEN HAYAT ADINA KOCAMAN BİR “0”…
Kılkışlı’nın açıklamasının ardından tesadüf o ki AK Parti Çevre, Şehir ve Kültür Başkanlığı’nın yaşama geçirdiği “Şehrim 2023 otobüsü” Bandırma halkının talep ve şikâyetleri dinlemek üzere stant kurdu. Muhtemeldir ki, Bandırma halkı, bu stantlarda yüksek su ücretleri, otopark, trafik sorununun yanı sıra Bandırma’nın il olma konusunu da anketörlere iletmiştir. Burada belki de en önemli nokta, altyapı hizmetinde yaşanan sıkıntılar. Yukarıda saydığım sorunların hepsi Büyükşehir Belediyesi’nin yetki alanına giriyor. Yaşanan sıkıntının önüne geçilmesinin tek yolu da Bandırma’nın il olması. Bandırma, bu kez de il olma şansını kaçırırsa çok daha büyük sorunlar ile karşı karşıya kalacak.
Sanayi yatırımlarının gelmesinin ardından 10 yıl içinde öngörülen nüfus 650 bin ve konut alanı da büyük ölçüde Edincik Mahallesi olarak belirlenmiş. “Bu kadar insan nereye sığacak?” sorusu geliyor insanın aklına. Asıl anlatılması gerekende Bandırma il olmadığı sürece kendi geleceğine karar veremeyen bir kent durumunda kalacağı gerçeği. Kaos ya da geleceksizlik yalnızca halk için geçerli değil. Yatırımcı da bürokratik işlerini 100 kilometre uzakta bulunan Balıkesir’de çözmek zorunda. Bir yatırımcı için işler hiç de kolay değil. Zaman harcayıp çok da iyi tanımadığı bir yerde çözüm arayacak. Yalnızca bu sorun için bile Bandırma’nın il olması önemli.
SİYASİLER VE İŞ DÜNYASINA DÜŞEN GÖREV
İl olma sürecinde Bandırma’nın demografik yapısının yanı sıra sivil toplum örgütleri, İş dünyası ve siyasilerin elini taşın altına koyması gerekiyor. AK Parti İlçe Başkanı Alp Bostancı, “Bandırma’nın il olmasını istiyoruz” dedi. Bostancı’nın açıklamaları yalnızca sözde kalırsa Bandırma için çok fazla bir şey değişmeyecek. Bostancı, açıklamalarında gerçekten samimi ise “İl olma” meselesinin peşine düşüp Ankara’ya ulaşmak ve Bandırma’nın isteğini iletmek zorunda. Bunu yaparken de şundan emin olabilir. Bandırma’nın milletvekilleri Sema Kırcı, Namık Havutça, Mehmet Tüm ve Ahmet Akın onu bu konuda yalnız bırakmayacaktır. Gelelim en önemli noktaya. Bandırma Belediye Başkanı Dursun Mirza ile görüştüğümüzde söylediği söz, “Bandırma benim istifam ile il olacaksa seve seve istifa etmeye hazırım” oldu. Kısacası olay bu kadar netken AK Parti İlçe Başkanı Alp Bostancı’ya düşen görev toplumun geniş kitlesini temsil eden bir komite oluşturup Bandırma’nın il olması için mücadele etmek olarak görünüyor.
Seçim çalışmalarında Tahsin Bozoğlu, belediye başkanı, milletvekili olmak için ilkokul mezunu olmanın yeterli olduğunu ve toplumun seçimini doğru yapmazsa bunun bedelini ağır bir şekilde ödeyeceğini anlatırdı. Bozoğlu’nun dediği gibi de oldu. Susurluk halkı, 2014 seçimlerinde kararını yanlış verdiğini geçen zaman içinde anladı. AKP’den başkan adayı olan ve bugün başkanlık koltuğunda oturan Hüseyin Hızlıoğlu’nun uygulamaları Tahsin Bozoğlu’nun 1989-1994 döneminde İstasyon, Sanayi ve Bağlar caddelerinin kesiştiği noktaya yaptırdığı Emek Anıtı’nı yıkmaya kadar ulaştı. Hızlıoğlu’na Emek Anıtı’nı niye kaldırdığını sormak gerekli. Gerçi eskiden de buna benzer şeyler yaşanmıştı. Örneğin, İsmail Güneş de ağaçları kesip kent parkını yıkmıştı; ama hakkını verelim anıtlara dokunmadı.
UĞUR GİTTİ, HIZLIOĞLU KALDI
2014 yerel seçimlerinde Susurluk için birçok farklı aday konuşulmasına karşın AKP’de Balıkesir İl Genel Meclis Üyeliğinde bulunan Hüseyin Hızlıoğlu’nun adı ön plana çıkıp, aday yapılmıştı. Bu adaylık konusunda herkesin bildiği bir gerçek vardı. Eski Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Edip Uğur’un Hüseyin Hızlıoğlu’nun başkan adaylığını istemesiydi. Siyasi tabiriyle Hızlıoğlu, Edip Uğur’un ekibindendi. Hızlıoğlu hala görevde olduğuna göre; “Giden ağam, gelen paşam” anlayışını iyi uyguluyor.
ÇOCUKLAR İÇİN TAHSİN AMCA’YDI
Tahsin Bozoğlu’nu ne kadar eleştirirsek eleştirelim Susurluk’a kattığı değeri tartışamayız. İkinci bir Tahsin başkan, çocukların ikinci bir Tahsin amcası yok. O başkanlığa geldiğinde İsmail Güneş’ten ya da diğer başkanlardan kalan tek bir yeri bile yıkmadı. Ancak onun Susurluk’a attığı imzaları hem Güneş, hem selefi Hızlıoğlu yıktı. İşte Tahsin Bozoğlu ve diğer başkanlar arasındaki en büyük fark yıkmamak, yaşatmak. Tahsin Bozoğlu yaşamı boyunca taşeron işçiye karşı çıktı. Belediyede taşeron çalıştırmadı. Geçtiğimiz günlerde Emek Anıtı’nın adını Şehit Zekeriya Bilgen olarak değiştirilmesi için meclis kararı aldılar; ama anıtı yıktılar. Bir şeyleri yıkmayı meşrulaştırmak için her defasında şehitlerin isimleri kullanıyor. Var olanı yıkmak zorunda değilsiniz! Şehit anıtı için Susurluk’ta birçok yer mevcut, bulamadınız mı?
Yeni bir meydan ya da park kurup da Susurluk’a yararınız dokunsaydı. Kaldı ki, Susurluk’un da tek şehidi yok. Tahsin Bozoğlu’nun pırıl pırıl yaptığı mezarlık yollarından geçip, taşları takip ederek Susurluk şehitlerinin kabirlerine ulaşabilirsiniz. Sorun şehit anıtı yapılması değil. Herkes şehitlerin adının yaşamasını ister ama bu yapılan şehitlerin adını kullanarak, Tahsin Bozoğlu’nun yaptığı bir anıtı yok etmek.
Yıkılan Emek Anıtı, anılar bütünüydü. Sokakta oynayan çocuklar anıttan yollarını bulurdu, belki de bir buluşma noktasıydı. Bir taş değildi Emek Anıtı bir yaşamın izdüşümüydü... Heykeli dikilmesi, en azından adının caddeye verilmesi gerekirken, tam tersine efsane başkan Tahsin Bozoğlu’nun yaptıkları yok ediliyor. Hatırası yaşatılması gerekirken adı silinmeye çalışılıyor.
Evet, genç kadın şanslıydı. Onun “İmdat” çığlıklarını duyan ve bölgede devriye gezen Bandırma Emniyeti Asayiş Büroya bağlı sivil ekipler, bir anda olay yerinde bitiverdi ve gaspçının çantayı alıp yaklaşık 200 metre uzaklaşmasının ardından onu kıskıvrak yakaladı.
Bütün bu olup biteni de bizler güvenlik kameralarında saniye saniye izledik. Bu olayda genç kadının yaşadığı korkuyu düşünecek olarsak, kadına yönelik şiddetin her an her yerde karşımıza çıkabildiği görüşüne ulaşabiliriz. Ancak önemli olan nokta ise alınan önlemler… Aslında gaspçı şans eseri yakalanmadı. İşte tam burada karşımıza Bandırma Emniyetinin yeni geliştirdiği “Şok Baskın” adı verilen uygulamalar çıkıyor. Bu “Şok Baskın” dediğimiz yöntem de öyle basit değil. Ekipler sürekli hareket halindeler. Özellikle aranması bulunan şahıslar üzerinde de ciddi etkili olan bu yöntem ile takip edilen şahıslar kıskıvrak yakalanıyor. Aslında güvenlik kameralarından izlediğimiz gaspçının yakalanması da bu nedenle çok önemli. İmdat çığlığını duyarak olay yerine giden ilk ekip hemen durumu anons ediyor ve bir diğer ekip de olayın olduğu sokağa yönelince gaspçı, polisin tam kucağına düşüyor. Olay o kadar hızlı gelişiyor ki, gaspçının yakalanmasının ardından saniyeler sonra mağdur genç kadın polislerin yanında beliriyor. Bu kez şiddet gaspçının yanına kâr kalmıyor. “Evden hırsızlık, cinsel taciz ve konut dokunulmazlığını ihlal, kasten yaralama” gibi birçok suçtan kaydı bulunan 25 yaşındaki Gökhan K., suçüstü yakalandı. Anlaşılan uzun yıllar içeriden çıkamayacak.
Bandırma’da özellikle yeni uygulanmaya konulan “Şok Baskın”ın karşılığını hep birlikte huzurlu bir ortamda yaşayarak alacağız. Bu yöntem şimdiden suç olayları üzerinde ciddi şekilde etkisini gösterdi. Uzun süredir yakalanamayan uyuşturucu satıcıları, aranan şahıslar çok hızlı bir biçimde adalete teslim edildi. Buradan şunu söylemenin de önemli olduğunu düşünüyorum; uyuşturucu konusunda oluşan arz-talebi ortadan kaldıramazsak, bu soruna da çözüm bulmuş sayılmayız. Önemli olan uyuşturucu kullanımını önlemek. İşte bu konuda toplumun her kesimine sorumluluk düşüyor. Böyle olunca da bu pazar kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Gelelim bu işin karşılığına. Emek veren polis memurlarının tek mutluluğu ise Emniyet Müdürünün ya da amirin telsizden geçtiği “Elinize sağlık, kutlarım” mesajı. Bizler de sizleri kutluyoruz…
Hastane konusunda vatandaşlar öyle sıkıtılar yaşamış ki, neredeyse herkesin bir olumsuz anısı var. Hastaların yaşadığı olumsuzlukların yanı sıra, hastanede çalışan personele de mobing uygulandığı yönünde iddialar mevcut. Hastane’de çalışan personele; basına açıklama, sosyal medya paylaşımı yapılmaması yönünde taahhüt imzalatıldığı yönünde iddialar da var. Hatta bazı personelin geçici görevlendirme, başka birimlere kaydırılmalı gibi durumlarda sürekli kulağımıza geliyor. Ancak Bandırma kamuoyu bu iddialarla sarsılırken hastane başhekimi anestezi uzmanı Dr. Muzaffer Şenveli’nin hiçbir açıklama yapmaması ise bir başka gariplik. Bu şikayetler o kadar çok ki; “Git çocuğun ateşini düşür öyle getir” diyen doktor mu ararsın, hastayı tuvalete götürürken fırça atan hasta bakıcı mı ararsın, bir çocuğun gözündeki rahatsızlığa yanlış teşhis koyup neredeyse gözün kaybedilmesine neden olan doktor mu ararsın, yoksa hastalara bakma karşılığında para alan hasta bakıcılar mı ararsın. İşte bu yazdıklarımın hepsi bana bir biçimde ulaşan şikayetler ve emin olun dahası da var.
BİZZAT TANIK OLDUĞUM OLAY
By-pass ameliyatı geçiren Zeki Çetinkaya abim, karın ağrısı nedeniyle 19 Şubat Pazartesi günü acile gidiyor. Ardından “Bir şeyin yok” denerek evine gönderiliyor. Salı günü de ağrıları devam eden Zeki Abi, tekrar acile geliyor. Bu kez de saatlerce acilde bekletiyorlar ve en sonunda hastaneye yatışı oluyor. Bu olaylar olurken biz gazeteci arkadaşları, kardeşleri olarak durumunu öğrenmek için seferber oluyoruz. Bize söylenen enfeksiyon. Düşünsenize 21. yüzyılda enfeksiyon tedavisi ne kadar zor olabilir? Biraz rahatlıyoruz ve 22 Şubat Perşembe günü soluğu yanında alıyoruz. Zeki Abi her zaman şen şakrak olan o güzel insan, nefes almakta zorlanıyor. Bize en ağır raconu kesiyor bu kez, “Taklaya geldik” diyor ve yukarıda anlattıklarımı birer birer anlatıyor Başhekim yardımcısı Hüseyin Yetkin’e. Sağ olsun o da güzelce dinledi Zeki Abi. Kimseye eyvallah edecek adam değil, “Şuraya bir tekerlekli sandalye koyun” dedi. “Neden?” diye sorduğumuzda hastabakıcı, lavaboya götürürken laf söylüyormuş. O an canım bir kez daha yandı. Son olarak enfeksiyon teşhisi, bağırsaklarda pıhtı atmaya dönüştü. 24 Şubat Cumartesi günü de anjiyo ünitesinin bulunduğu bir yer arandı ve son olarak Balıkesir Şehir Hastanesine sevki yapıldı. Yaşam mücadelesi devam ediyor.
ÇÖZÜM BULMAK BU KADAR ZOR MU?
Hastane’de çalışan personele; basına açıklama, sosyal medya paylaşımı yapılmaması yönünde taahhüt imzalatıldığı iddiası doğruysa, buradan sormak istiyorum. NEYİN ÖĞRENİLMESİNDEN KORKUYORSUNUZ? Şeffaflık nerede kaldı? AK Parti Balıkesir Milletvekili Sema Kırcı, hastaneye yapılan yatırımlar konusunda defalarca açıklamalar yaptı. Peki, Sema Kırcı yukarıda anlattığım sorunlardan haberdar değil mi? Bu sorunları yaşayan insanlar şikayetlerini kime yapacak? Gerçek şu ki, hastaneye neşter vurulmasının zamanı gelmiş hatta geçiyor bile... Bandırma halkı siyaset kurumundan ve hastane yönetiminden bu sorunların çözümünü bekliyor. Oysa onlar yalnızca susuyor...
Öyle ki yol yapımını, park bahçeyi bile projelere dâhil eden Başkan Kafaoğlu, belli ki 1361 sayısına ulaşmak için epey çaba harcamış, A takımı ile kafa kafaya vermiş. Bu uzay matematiğinde karşımıza çıkan tablo şöyle; “Park çocuk oyun alanı 37, hal terminal pazar yeri 10, yol yapımı 515, köprülü kavşak 11, yapım işleri 371, spor yapıları 40, sosyal kültürel tesis 4, turizm ve sahil düzenlemesi 33, tarım ve hayvancılık 287, meydan düzenlemesi ve kent mobilyaları 16, TOPLAM 1361 PROJE.” Başkan bu 1361 projeyi bir çırpıda anlatı verdi. Maliyeti de hesaplamışlar 870 milyon lira. Zekai Başkan belki farkında değil; ama belediyecilik konusunda bir ilke imza attı(!) Belediyenin asli görevi olan yol yapmak, park ve bank gibi şeyleri de projelerinin arasında sayarak 1361 sayısına ulaşmayı başardı. Bir de altyapıda kullandıkları her metre boruya da bir proje gözüyle bakarsa, onun için 2023 rakamına ulaşmak çok da zor olmasa gerek. Tabii Bandırma halkının kalbi hâlâ 1923 olarak atıyor... Milli Mücadele ateşinin yakıldığı vapurun adı bu kentte yaşıyor...
BOL ŞİİR, BOL SLOGAN
Tanıtım toplantısında gördük ki, başkan kendi ideolojisini yansıtan şiirleri güzel okuyor. Gördük ki, çok güzel slogan atıyor. Umarım bir gün gelip Bandırma Cumhuriyet Meydanı’nda da bu şiirleri okur. Sloganlara gelecek olursa Başkan,” İlçelere ait olan yerler orada yaşayan halkın” gibi bir söylemle karşımızdaydı. Peki, Bandırma Belediye Başkanı Dursun Mirza, sahil bandını ve Büyükşehir’e geçen 4 ana caddeyi istediğinde neden buraları Bandırma Belediyesine vermedin? 20 ilçeyi kapsayan toplam 1361 projede, Bandırma için anladık ki yol yapacak, sahil bandına bank koyacak. AVM ve Hava Üssü’ne yapılması planlanan köprülü kavşaklar zaten kara yollarınca yapılacak. Ha, bir önemli proje daha var. Bunu da TEDAŞ’ın yapacağını öğrendim. Kafaoğlu bu yatırımı da projeleri arasında açıklamayı uygun buldu. Kafaoğlu “150 milyon maliyetle yüksek güç laboratuvarı yapılacak. Bütün trafolar bu güç laboratuvarından sertifika almadan güç üretemiyor” dedi. Kısacası Kafaoğlu, kendi projesi olmayınca devlet eliyle yapılacak yatırımları sıralamaya başladı. Burada eksiklik var. Örneğin; hastaneye ek bina, Paşakent Mahallesine kültür merkezi ayrıca yeni bir diş hastanesi yapılıyor. Bunları atladı ya da AKP ilçe Başkanı Alp Bostancı ve Milletvekili Sema Kırcı, bunları açıkladığı için bu yatırımlara değinmedi. Eski Büyükşehir Belediye Başkanı Edip Uğur döneminde konuşulan “Rotterdam liman projesi” ve “Tematik Park” rafa kaldırıldı herhalde. Bu iki konuya hiç değinmedi.
HALK ÇÖZÜM BEKLİYOR
Bandırma’nın bugün için en önemli sorunu trafik ve otopark. Öyle ki bu sorunlar insanların doğrudan yaşam standardını ve psikolojisini olumsuz etkiliyor. Halk sorununun çözümünü bekliyor ancak bu konularda bir adım yok. Bandırma halkı suyun tek fiyat olmasını bekliyor, söylem var ama atılan adım yok. Büyükşehir Belediyesi’nin cebinden doğru düzgün para harcanmadan, AB fonları ile yapılacak atık su arıtma tesis ile birlikte su tüketim bedelinin yarısı kadar “atık su bedeli” alınacak. Halkın cebinden aylık 100 lira çıkıyorsa 150 lira çıkacak. Başkan Mirza’nın açıklamasına göre; İller Bankası’ndan gelen payın yüzde 40’ı ve büyükşehir’e geçen birimlerle birlikte 2014 yılından bu yana Bandırma’ya gelecek olan 200 milyon lira ‘Büyükşehir yasası’ ile birlikte Balıkesir Büyükşehir Belediyesine gitti. BASKİ Bandırma’dan yalnızca 1 yılda 20 milyon lira civarı su ücreti tahsilâtı yapıyor ama Bandırma’ya henüz bir proje geliştirmiş değil. Edip Uğur döneminde yalnızca altyapı, su borularının değiştirilme çalışmaları başlatılmıştı ki bu da belediyenin asli görevlerinden biri. Kafaoğlu’nun dediği gibi “devlette devamlılık esas” ise Edip Uğur’un Bandırma kamuoyuna açıkladığı projeler ne oldu? Zekai başkanın en önemli sloganı “Gönül alacağız, gönüllere gireceğiz” sayın başkan hep almakla olmuyor! Biraz Bandırma’ya gönül verin, halk size ödediği paraların karşılığında bir şeyler görmek istiyor. Toplantıda Zekai başkan, Balıkesir’in yüzölçümü, nüfusun kırsalda ve ilçelerde yoğunlaşması nedeniyle hizmet götürmenin zor olduğuna değindi. Zekai Kafaoğlu söyleyemedi ama ben söyleyeyim “Balıkesir büyükşehir olacak bir yer değil, olursa da böyle olur. Gün gelir bu kanunu çıkartan iktidar partisinin belediye başkanı bile tanıtım toplantısında hizmet götürmenin zorluğundan yakınır ama yine de ‘bu gömlek Balıkesir’e ve ilçelere bol geldi’ gerçeğini söyleyemez.”
Hayatlarında sevgi eksik kalmıştı ve o eksiklik ile birlikte büyüyüp birer yetişkin oldular. Her doğruya belli ki mantık yoluyla ulaşmaya çalıştılar ve mantık insanı her zaman iyi olana, doğru olana götüremez. İşte bazıları yaşamın içinde bir eksiklik ile kendilerini var etmeye çalışırken, o çok sevdiğimiz çocuklar bugün başka acıların kurbanı oldular. Yurdun birçok yerinden gelen istismar, tecavüz ve ihmallerle sarsıldık. Sanki her yandan kötülük akıyor da biz bu kötülüğün içinde boğuluyoruz. Kimi zaman yaşanan durumu anlatmaya kelimeler bile yetmiyor. Bu büyük kötülük karşısında insanın adalet anlayışı da bir anda çirkinleşebiliyor. Düşünsenize; birçok kişi tecavüz ve istismar suçu işlemiş kişilerin cezasının içerideki mahkûmlarca verileceğini dilendiriyor. Aslında adaleti bile yaşamın içinde bir biçimde suça karışmış ya da hukuksuz insanlardan bekliyoruz. Gerçi biz biraz çocukken de hep bizi kollayan ağabeyimizin, güçlü birinin olmasını isterdik. Kıyısından, köşesinden mafya benzeri insanları tanımak, bize güce yakın olma mutluluğu verdi. Adaleti güçte, bir ölçüde hukuk dışılıkta aradık. Aslında bu bir adalet arayışı değildi, yalnızca bir cezalandırma yöntemiydi. Ne garip bir toplum olduğumuzu hep sorguladım, hep sorgulamalıyız. Güçlü olan adalet dağıtmaz, yalnızca kendi gücünün karşılığını görmek için gaddarca davranabilir. Adalet toplumsal vicdanı temsil ediyorsa, önce soğukkanlı olup yaşananlarla yüzleşmeliyiz. Ancak bu yüzleşmeyi gerçekleştirdiğimizde her suç için doğru cezaya ulaşacağız
PEKİ, ÇOCUKLAR NEREDE GÜVENDE?
Cumhuriyet Savcısı Alperen Öztürk, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile Bandırma Rehberlik ve Araştırma Merkezi’nin ortaklaşa yaptığı “Yerel düzeyde çocuk ihmal ve istismarını önleme” konulu panelde örneklerle kendisinin ilgilendiği dosyaları, rehberlik ve psikolojik danışmanlık öğretmenleri ile müdürlere anlatıyor. Herkes kanı donarak dinliyor. Özel bir yurtta çalışan erkek beden eğitimi öğretmeni yine aynı yurtta kalan erkek öğrencileri taciz ediyor, “enselerinden” öpüyor. Bir başka olayda kaynaştırma eğitimine dâhil edilen engelli bir erkek öğrenci, sınıf arkadaşlarının cinsel istismarına uğruyor. Savcı Öztürk’ün anlattığı örnekleri bir yana bırakırsak, haberleştirdiğimiz olaylar belki daha da zor. Birkaç yıl önce Edincik Mahallesinde, henüz 12 yaşında bir erkek çocuk aralarında arkadaşlarının da bulundu 7-8 kişi tarafından cinsel istismara uğruyor. Kötülük bu kez “ağabey” dediği insanlardan, “arkadaşım” dediği kişilerden geliyor. Sonra yine yer Bandırma; adam sevgilisinin 3, 5 ve 9 yaşındaki çocuklarına cinsel istismarda bulunuyor. Olayı koruyucu aile ortaya çıkarıyor. Yer yine Bandırma; bu kez aile dostu, çocuğun“amca” dediği insan sahneye çıkıyor. 12 yaşındaki erkek çocuğa cinsel tacizde buluyor. Yer yine Bandırma; Özel bir rehabilitasyon merkezinin servis şoförlüğünü yapan kişi engelli 13 yaşındaki kızı “çikolata” alarak taciz ediyor. Bunlar bildiklerimiz, öğrendiklerimiz. Bir de hiç bilmediğimiz acılar var. İşte o acıları o küçük bedenler yalnız başlarına yaşamak zorunda. Hep söylerim bu haberleri yapmak, inanın okumaktan daha zor. Hele hele bir ifadede“Nefsime yenik düştüm” cümlesini duyunca insan, bir anda insan olmaktan utanmaya başlıyor.
NE YAPTIK NE YAPMAMIZ GEREKLİ?
Arkadaşın, üvey ya da öz babanın, akrabanın, hatta öğretmenin bile tacize, istismara, tecavüze yöneldiğine dair örneklerin bulunduğu bir yerde olmak kuşkusuz hepimiz için tiksinti verici ama susmak işte o çocukların çocukluğunu çalmalarına göz yummak. Önce olayların takipçisi olup, o çocukların hatta ailelerinin elinden tutmalıyız. Yalnızca idam istemekle çözüme ulaşılamıyor. Yolda yürürken belki de daha çok bir şeyleri görmeliyiz. Her şeyden önemlisi “Olur mu canım öyle şey” deyip geçiştirmemeliyiz. Bir çocuğun acısı bütün bir toplumun acısı olmalı. Yeter ki sahip olduğumuz vicdanlar körelmesin. Çocukları şiirle büyütemedik ama en azından sevgiyle büyütebiliriz. Aslında ne güzel çocuklardık, dünyanın acısıyla baş başa kalmadan önce...