Washington Post’tan David Ignatius’a sordum. “One Minute” moderatörü... “Konuşalım mı şu olayları” dedim. “Ben de anlamaya çalışıyorum” dedi.
Tom Friedman’a yazdım sonra. New York Times’dan. “Yazında gördüm, takip ediyorsun olayları, daha geniş kapsamlı konuşalım üstüne” dedim. “Halen çözmeye çalışıyorum” dedi o da. “O zaman sana bol şans. Türkler de tam olarak anlayamadı çünkü” deyince ben, sonra şöyle yazdı, “Ben de 10 gün sonra Türkiye’ye gidiyorum”.
Kalır mı?.. Ne olup bittiğini anlamak için çırpınan Amerikan medyasının en kalbur üstü dış politika uzmanları koşa koşa şimdi Türkiye’ye gittiklerinde 10 gün sonra bile meydanlarda birilerini bulabilir mi?..
Bunu bana gitmek isteyen biri sordu aynen.
Ben de “Git, git” dedim, “Yaz geliyor. Havalar ısınıyor. Okullar da kapanıyor. Bu retorikle o çocukları nasıl içeri sokacaklar ben anlamadım. Sen biletini al. Elin boş dönmezsin.”“Biliyor musun” dedi konuştuğum kişi, “Bugün Dışişleri’nde de aynısı konuşuldu. Yaz geliyor, bu çocuklar nasıl içeri girecek diye düşündük biz de.”Hayır Dışişleri’nden değil. Türkiye konularıyla ilgili Türkiye masasıyla sürekli görüşen haricilerden.
Sizce nedir bu olaylar?
- Hükümetten duyulan büyük bir hayal kırıklığını yansıttığı çok açık. Ama bu hayal kırıklığının kendini muhalefet partisinde değil de sokaklarda belli etmesi de çok önemli. Bu bize aynı zamanda şunu gösteriyor: Muhalefet partileri artık Türk politikasında anlamlı bir rol oynamıyorlar.
Meydandakiler kim?
- AKP’nin gidişatıyla aynı fikirde olmayanlar... İslam’ın kamusal alanda büyüyen rolünden rahatsız olanlar... Birçok gazetecinin hapiste olmasını eleştirenler... Belli şirketleri korkutmak için devletin gücünün vergilendirmede kullanılmasından endişe edenler... Türkiye’deki politik sistemin denge mekanizmasının giderek zayıflatılmasından kaygı duyanlar.
İş nereye varır?
- Hükümetin nasıl cevap vereceğini bilmiyorum. Ama AKP’nin iktidara gelmesinden aşağı yukarı 10 yıl sonra nerede olduğumuzu gösteriyor.
Başka ülkelerdeki kalkışmalarla benzerlikler var mı?
Bunlar sizi size yalapşap anlatmaya çalışanlardan değil…
Kurumuna bağış toplayacak diye dansöze dönen tüccar think tankçilerden de değil...
Üç farklı kesimden, Washington’daki farklı kanaat çevrelerini iyi yansıtan üç farklı profilin yorumlarını aktaracağım şimdi.
Üçüne de “Bana bundan ne anladığınızı anlatın” dedim.
“Türkiye uzmanı değiliz” dediler.
“Tam da bu yüzden izlenimizi merak ediyorum” dedim.
Ve bunlar geldi…
Meşhur laftır. Her devrimci devrimden sonra bir muhafazakâra dönüşür.
Ben İslamcı birçok yazarı AKP iktidarıyla birlikte işte böyle bir çelişkinin içinde gördüm uzun süre.
Örneğin sevin sevmeyin... Fehmi Koru bu mesleğe önemli katkılar sağlamış, hepimizin takip ettiği biri olmuştur.
28 Şubat dönemi, o baskılara rağmen Yeni Şafak’ta yazdığı birçok yazı halen güncelliğini korur.
Ama AKP iktidarı sonrası, Koru’nun bile 90’lardaki performansının şimdiyle aynı olduğunu bugün kimse iddia edemez.
Çünkü muhalif bir gazeteciyle iktidara yakın bir gazeteci hiçbir zaman aynı etkiye sahip olamaz.
Hayır, yanlış anlaşılmasın.
New York’a geldim. Bir şehrin tadını parklarda çıkartmayı orada öğrendim. Yürüyüş yapıp sokak gösterisi izlemeyi Central Park’ta... Yaz geldiğinde çimenlerin üzerinde açık hava sineması seyretmeyi Bryant Park’ta... Yolun üzerindeki köprüde oturup okumayı High Line’da.
Sonra Washington dönemi başladı. O sırada çocuklar doğdu. Yine parkta vakit geçirmeye devam ettim. Yazın kentin en iyi çocuk parkı Turtle Park’ta... Oğlumun spor yaptığı Montrose Park’ta...Şimdi akşamları kızı götürmeye başlayacağım eve yakın Guy Mason’da. Karımla yeni parklar keşfetmeye burada alıştım.
Halbuki Beyoğlu’nda yetiştim ama Gezi Parkı’nda hiç vakit geçirmedim. Başkalarıyla parkında değil Gezi’nin pastanesinde buluştum hep.
Niye? Çünkü İstanbul’da park kültürünü tanımamış bir nesille büyüdüm. Parkların berduş yatağı sayıldığı... Tekinsiz olduğu... Biçimsiz şehir mobilyalarıyla düzenlendiği... Pazar günü ailelerin mangal yaptığı… Çimlerine basılmayan… Paslı salıncakların olduğu bakımsız yerlerdi. Yok ki… Mesela şimdi Amerika görmüş proje insanları size Gezi’nin Central Park olmasını tavsiye ediyor ya... Oranın bakımını üstlenen, halkın kurduğu Conservancy var mı? Sadece en zenginler değil, vergi rejiminin de ittirmesiyle Amerika’daki gibi orta gelirli ailelerin de bu tür kurumlara bağış alışkanlığı var mı? New York Filarmoni Orkestrası’nı da Jon Bon Jovi’yi de Central Park’taki bedava konserlerde izledim. Karımla Great Lawn’da piknik örtüsünün üzerinde rahat rahat... Bizde öyle bir konserin itiş kakış olmadan yapılmasını sağlayacak bir terbiye var mı?
DİRENME REFLEKSİ
Bir anket yapın bugün Gezi’de direnenler arasında. Çoğunun profili aşağı yukarı aynı çıkar.
O zaman ne oluyor Gezi’de?.. Nereden çıktı, oraya gidenlerin çoğunun şimdiye kadar yüzüne bakmadığı Gezi Parkı için kopardığı bu fırtına?
Ispartakule 3. Bölge ihalesinin yürütücüleri Emlak Konut ve Tulip arasındaki imar anlaşmazlıkları Türkiye’nin Washington’da dava edilmesine kadar vardı.
Hikâye 2005’e uzanıyor. Türkiye’de emlak sektörünün patladığı yıllar. İşte Hollanda’nın en büyük inşaat gruplarından Van Herk de İstanbul’a o dönem geliyor. Geziyor. Sonra bazı Türklerle tanışıp yerel kontakları da halledince yatırım için kolları sıvıyor. Bugün Dünya Bankası’nın Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıkları Çözüm Merkezi’nde mahkemelik olan projenin öyküsü böyle başlıyor.
İhale 2006’da yapılıyor. Bahçeşehir’deki Ispartakule 3. Bölge için. Ve Tulip-FMS-Mertkan-İlci ortak girişimi işi alıyor. Sonra Van Herk katılıyor. Kurulan ortaklıkta yüzde 65 çoğunluk olunca, Ispartakule 3, yabancı yatırıma dönüşüyor. Van Herk de TOKİ’nin Türkiye’deki ilk yabancı ortağına.
Buraya kadar güzel. Ama ihale bitiyor. 2006 Ağustosu’nda imzalar atılıyor. Daha başında çarşı karışıyor. Ortaklardan FMS’nin sahibi Mehmet Fatih Sağdıç ile Murat Mertoğlu birbirlerine giriyorlar. İstanbul’da bir benzincide silahlar patlıyor. Karşılıklı tehditler vesaire… Bu arada bir yandan da ihale için verilen süre işlemeye başlıyor. En sonunda dönemin TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar olaya müdahale ediyor. 2007’nin başında, Adrian Van Herk (75), onu Türkiye’de yatırıma ikna ettiğini söyleyen, ortaklardan Meyer Benitah (62) ve randevunun gerçekleşmesine aracı olan, uzun yıllar Hollanda’da yaşamış işadamı Ekim Alptekin (36) Ankara’da Bayraktar’ı ziyaret ediyorlar. TOKİ Başkanı da Van Herk’e bazı tavsiyelerde bulunuyor.
Toplantıda neler konuşulduğuna geleceğiz. Ama sonra ihalenin yürütücüsü Emlak Konut ve Tulip arasındaki imar anlaşmazlıkları, çekişmeler derken… İhale Mayıs 2010’da iptal ediliyor. İş çözülmeyince, 2011 Ekimi’nde dava Washington’a geliyor. Bir zamanlar Uzanların da Libananco için geldiği yere… Hem de bir zamanlar Uzanların da avukatı olan ‘köpekbalığı’ Stuart Newberger’in eliyle.
Libananco’yu takip ederken çok uğraşmıştım. FBI binasının tam yanında Newberger’in
ofisi. Görüşmediler. Hafta içi o ofise gittim tekrar. Ve bu sefer Meyer Benitah’la Tulip işini konuştum.
Kente gelen Kürt heyetlerin her seferinde toplanmak için seçtikleri yer oldu Residence Inn Oteli.
Türkiye Kürtleri, Suriye Kürtleri hepsi...
Amerikan Kongresi’nin birkaç blok ötesindeki otelde buluştuk yine...
Ve Suriye Kürtlerinin kente gelip benzer görüşmeler yapmalarından tam bir yıl sonra bu sefer Türkiye Kürtleri ile pazartesi günü tüm gün Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda yaptıkları toplantıları görüşmeye başladık.
Ne beklersiniz?..
Ana gündem maddesinin çözüm süreci olmasını değil mi?..
Birini Reyhanlı vurdu
ötekini IRS ve AP
Okur yorumlarına bakıyorum.
Bu geziyle ilgili ne yazarsak yazalım...