Paylaş
New York’a geldim. Bir şehrin tadını parklarda çıkartmayı orada öğrendim. Yürüyüş yapıp sokak gösterisi izlemeyi Central Park’ta... Yaz geldiğinde çimenlerin üzerinde açık hava sineması seyretmeyi Bryant Park’ta... Yolun üzerindeki köprüde oturup okumayı High Line’da.
Sonra Washington dönemi başladı. O sırada çocuklar doğdu. Yine parkta vakit geçirmeye devam ettim. Yazın kentin en iyi çocuk parkı Turtle Park’ta... Oğlumun spor yaptığı Montrose Park’ta...Şimdi akşamları kızı götürmeye başlayacağım eve yakın Guy Mason’da. Karımla yeni parklar keşfetmeye burada alıştım.
Halbuki Beyoğlu’nda yetiştim ama Gezi Parkı’nda hiç vakit geçirmedim. Başkalarıyla parkında değil Gezi’nin pastanesinde buluştum hep.
Niye? Çünkü İstanbul’da park kültürünü tanımamış bir nesille büyüdüm. Parkların berduş yatağı sayıldığı... Tekinsiz olduğu... Biçimsiz şehir mobilyalarıyla düzenlendiği... Pazar günü ailelerin mangal yaptığı… Çimlerine basılmayan… Paslı salıncakların olduğu bakımsız yerlerdi. Yok ki… Mesela şimdi Amerika görmüş proje insanları size Gezi’nin Central Park olmasını tavsiye ediyor ya... Oranın bakımını üstlenen, halkın kurduğu Conservancy var mı? Sadece en zenginler değil, vergi rejiminin de ittirmesiyle Amerika’daki gibi orta gelirli ailelerin de bu tür kurumlara bağış alışkanlığı var mı? New York Filarmoni Orkestrası’nı da Jon Bon Jovi’yi de Central Park’taki bedava konserlerde izledim. Karımla Great Lawn’da piknik örtüsünün üzerinde rahat rahat... Bizde öyle bir konserin itiş kakış olmadan yapılmasını sağlayacak bir terbiye var mı?
DİRENME REFLEKSİ
Bir anket yapın bugün Gezi’de direnenler arasında. Çoğunun profili aşağı yukarı aynı çıkar.
O zaman ne oluyor Gezi’de?.. Nereden çıktı, oraya gidenlerin çoğunun şimdiye kadar yüzüne bakmadığı Gezi Parkı için kopardığı bu fırtına?
Olan aslında şu: Kendini artık her olayda hissettiren kaba bir anlayış, şimdiye kadar hiçbir konuda esaslı bir mücadeleye girmemiş bir kesime direnme refleksi kazandırıyor. Şimdiye kadar yazılarla, tweetlerle soyut ilerleyen karşı olma hali, Gezi’de vücuda bürünüyor. İlla teşbih gerekirse de Gezi bir çevre protestosundan çok, Amerika’da ekonomik krizin tetiklediği 2011 Wall Street işgal eylemlerine benziyor. Central Park’a değil, işgal eylemlerinin başladığı Zuccotti Park’a dönüşüyor.
Mesela Türkiye’de alkol düzenlemesinin içeriğini, reklam yasağı dışında hiç de abartılı bulmuyorum. Dünyanın her yerinde olan kurallar. Ama buna eklenen retoriği, içki içenlere yaklaşımı gördükçe kızıyorum. Alevilere olan umursamaz tavrı gördükçe... Ne derseniz boş, laflarını okudukça ben de bunalıyorum.
Ama mesele park değil. Kaldı ki park kültürü de sadece park yapmakla olmuyor. Batı kentlerindeki gibi toplumsal boyutlarıyla paket halinde geliyor. Tıpkı AKP’nin de paket halinde sunulması gibi…
Gördünüz mü? Gezi Parkı’nın yıkılmaya çalışıldığı hafta Eyüp’te açılan tematik parkı, diyorum. Dünyanın her tarafında şehir dışına yapılan, çünkü girişi paralı olan, çevredeki oraya gidemeyecek gelir düzeyindeki ailelerin çocukları üzerinde yaralar açabilecek bir işin nasıl alayıvala ile sunulduğunu izlediniz mi?
HANGİ SOSYAL PROJE BU
Tek bir alıntıyla bağlayacağım. Nereden çıktı bu ucube diye bakarken geçen kasım Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın yaptığı bir açıklamayı gördüm. Aynen şöyle demiş: “Yatırım yapılırken burada yaşayanların mağdur edilmemesini ve Vialand’da öncelikle istihdam edilmesini istedim. Burası adeta bir işçi bulma kurumu gibi çalışacak ve gençlere iş imkânı sunacak. Bu açıdan da çok ciddi bir sosyal proje.”
Sosyal proje nedir, istihdam projesi nedir hiç farkında değil Topbaş. O projenin bölgedeki 2 milyon düşük gelirli üzerindeki olumsuz sosyal etkinin de farkında değil. Bir yerel yönetimin görevinin insanlara para harcamadan iyi vakit geçirtmek olduğunun ise asla farkında değil.
Dediğim gibi, kusura bakmayın paket halinde geliyor. Büyüme kısmını alayım, zihniyet kısmını atayım, diyemiyorsunuz. Geçmiş olsun.
Paylaş