Paylaş
Ispartakule 3. Bölge ihalesinin yürütücüleri Emlak Konut ve Tulip arasındaki imar anlaşmazlıkları Türkiye’nin Washington’da dava edilmesine kadar vardı.
Hikâye 2005’e uzanıyor. Türkiye’de emlak sektörünün patladığı yıllar. İşte Hollanda’nın en büyük inşaat gruplarından Van Herk de İstanbul’a o dönem geliyor. Geziyor. Sonra bazı Türklerle tanışıp yerel kontakları da halledince yatırım için kolları sıvıyor. Bugün Dünya Bankası’nın Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıkları Çözüm Merkezi’nde mahkemelik olan projenin öyküsü böyle başlıyor.
İhale 2006’da yapılıyor. Bahçeşehir’deki Ispartakule 3. Bölge için. Ve Tulip-FMS-Mertkan-İlci ortak girişimi işi alıyor. Sonra Van Herk katılıyor. Kurulan ortaklıkta yüzde 65 çoğunluk olunca, Ispartakule 3, yabancı yatırıma dönüşüyor. Van Herk de TOKİ’nin Türkiye’deki ilk yabancı ortağına.
Buraya kadar güzel. Ama ihale bitiyor. 2006 Ağustosu’nda imzalar atılıyor. Daha başında çarşı karışıyor. Ortaklardan FMS’nin sahibi Mehmet Fatih Sağdıç ile Murat Mertoğlu birbirlerine giriyorlar. İstanbul’da bir benzincide silahlar patlıyor. Karşılıklı tehditler vesaire… Bu arada bir yandan da ihale için verilen süre işlemeye başlıyor. En sonunda dönemin TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar olaya müdahale ediyor. 2007’nin başında, Adrian Van Herk (75), onu Türkiye’de yatırıma ikna ettiğini söyleyen, ortaklardan Meyer Benitah (62) ve randevunun gerçekleşmesine aracı olan, uzun yıllar Hollanda’da yaşamış işadamı Ekim Alptekin (36) Ankara’da Bayraktar’ı ziyaret ediyorlar. TOKİ Başkanı da Van Herk’e bazı tavsiyelerde bulunuyor.
Toplantıda neler konuşulduğuna geleceğiz. Ama sonra ihalenin yürütücüsü Emlak Konut ve Tulip arasındaki imar anlaşmazlıkları, çekişmeler derken… İhale Mayıs 2010’da iptal ediliyor. İş çözülmeyince, 2011 Ekimi’nde dava Washington’a geliyor. Bir zamanlar Uzanların da Libananco için geldiği yere… Hem de bir zamanlar Uzanların da avukatı olan ‘köpekbalığı’ Stuart Newberger’in eliyle.
Libananco’yu takip ederken çok uğraşmıştım. FBI binasının tam yanında Newberger’in
ofisi. Görüşmediler. Hafta içi o ofise gittim tekrar. Ve bu sefer Meyer Benitah’la Tulip işini konuştum.
Üç saat beraberdik. Şunu anlattı: “Biz ihaleyi aldık. Erdoğan Bayraktar bize 2007’nin başında Türk ortakları ayırmamızı söyledi. ‘Niye’ dedim. ‘Onlar kötü adamlar’ dedi. ‘Kanıt yoksa yapmayız’ dedim. Ayrıldık. Bu sırada projeyi hazırlattık. Tüm yükümlülüklerimizi yerine getirdik. Ama ihale şartnamesinde belirtilen imar izni ancak Haziran 2008’de verildi. İmar çıktı, satış izni için de 2008 Kasım’a kadar bekledik. Mayıs 2010’da da ihaleyi iptal ettiler. Anlaşmak için çok uğraştım. Ama olmadı. Sonunda mahkemeye geldim.”
Benitah’ın iddialarını sonra Emlak Konut’a sordum. Hukuk Müşaviri İbrahim Keskin de bütün sorularıma profesyonel hazırlanmış bir metinle cevap verdi. Emlak Konut cephesi de Tulip’in imar izni için yükümlülüklerini yerine getirmediğini söylüyor ve gerekli süre uzatmalarının yapıldığını ama buna rağmen iptal sırasında işin ilerleme seviyesinin yüzde 10 civarında olduğunu anlatıyor.
İşin teknik kısmına girmeyeceğim. Kim haklı sorusuna zaten mahkeme karar verecek. Ancak tarafların hukuki argümanları dışında, Tulip, işin ele alınma şekliyle bugün Türkiye’de yaşanan durumu çok güzel özetliyor ki, biz asıl onu konuşacağız.
Bayraktar bunlara dedi ki
Daha işin başındaki benzinci rezaleti bir yana… Tulip’in mahkemeye sunduğu ifadelerde, o çatışmaya adı karışan, ortaklıktaki FMS’nin bizzat Erdoğan Bayraktar tarafından önerildiği iddia ediliyor. Sonra bir ara işin içine iktidara yakın İlim Yayma Vakfı’nın Başkanı Fehmi Çelikkol giriyor. Türk ortaklardan Murat Mertoğlu da tavsiyeyle Çelikkol’u işleri halletsin diye şirkete koordinatör olarak aldıklarını anlatıyor. Özetle Tulipçiler şunu iddia ediyor: “Bizi yolsuzluğa teşvik ettiler. Biz kabul etmedik. Etmeyince de işimiz iptal oldu.”
Bayraktar gerçekten FMS’yi önerdi mi ya da Çelikkol’u kim tavsiye etti belli değil. Ama sonra Ekim Alptekin’le konuştum. 2007 başında Bayraktar’la yapılan o toplantıya neden katıldığını öğrenmek için. İşte onun bana anlattıkları, Tulip’in iddiaları doğru olmasa bile ortada en az o kadar vahim bir durum yaşandığını, Türkiye’nin bugün en büyük sorununun yolsuzluktan önce hukuksuzluk olduğunu gösterdi:
TÜRKİYE MUZ DEVLETİ DEĞİL
“Erdoğan Bayraktar, yanımda hukuk danışmanları, yönetim kurulu üyeleri, odada 30 kişi varken bunlara dedi ki, ‘Ya bakın lütfen, bir sürü şey kulağıma geliyor. Böyle bir şey yok. Türkiye muz devleti değil. İhaleyi hak ederek kazandınız. Kimseyle bir ortaklık mecburiyetiniz yok. Lütfen şu taahhütlerinizi yerine getirin.’
PARALAR İŞE GİTMİYOR
Adamlar taahhütlerini yerine getirmiyor. Çünkü Muratlar (Mertoğlu) filan yapmıyor. Hollanda’dan bir para akışı var. Ama o para da iş için kullanılmıyor.
Van Herk milyonlarca dolar para kaybedince bunu izah edemedikleri için, biz inşaat yapacağımıza kendimize araba aldık diyemedikleri için, Türk
tarafını da bu oyunu oynamaya ikna edemedikleri için böyle bir yalan uydurdular.
MERCEDES’E BİNİYORLAR
Mesela tapu harcı yatırılacak notere. İşte gerçek rakam diyelim ki 800. Bunlar Van Herk’ten 1600 almaya çalışıyorlar. Bunu ben tesadüf fark ediyorum. Yalan ortaya çıkınca da ‘Birilerine bir şeyler vermemiz lazım, yoksa olmuyor bu işler’ diye yalan söylüyorlar. Bu adamların cebine gidiyor bu paralar. O zaman bu adamlar Renault’ya biniyorsa bugün Mercedes’e biniyorlar. Emekli trafik polislerini işe alıyorlar. Araçlarına çakar filan takıyorlar. Bu şekilde o Hollandalı adamlara hükümetin temsilcileri olduğuna inandırıyorlar.
YANLIŞ YAPTIK
Bu, Van Herk’ten bir para çalma operasyonuydu. TOKİ bunu idare etmeye çalıştı, fazlasıyla uzun bekledi. Çünkü ben bile iptal olmasın diye, teminat mektubu yanmasın diye uğraştım. İşte ben bunları getirdim Erdoğan Bey’e. Bunlar Hollanda’nın en saygın şirketlerinden biri. Bu proje iptal olursa Türkiye’nin algısı olumsuz etkilenir falan filan... Gereken yapılmadı. Yanlış yaptık. Bu davayı bu adamlar kazanırsa kötü adamlar kazanmış olacak.”
“Hallederim” özgüveni nereden geliyor?
Ekim Alptekin’in dediği gibi bu insanlar iyi mi kötü mü ben bilmem. Ama beni ilgilendiren şu: Alptekin’in de şimdi itiraf ettiği bu ‘yanlış yapma’ lüksü kime ait?
Burak Erten’i örneğin ben üniversite yıllardından beri tanırım. Sizi karşınıza alır, falanca istihbarat örgütünün içindeki filanca grubun yabancı bir ülkede kimi desteklediğini vesaire anlatır, siz de dinlersiniz. Meyer Benitah’a gelince, bunun dışında hangi işi olduğunu sordum. Hangi şirketinin en büyük olduğunu. Bir isim yok.
Erdoğan Bayraktar’ın danışmanını aradım. Mesaj attım. Cevap yok. Ama kendisine şunları sormak istiyorum:
Türkiye’de işlerin
hukuka aksettirilmeden yürütülmesine kim karar veriyor? İşin içine silah dahi karışmışken, bu “Ben hallederim” özgüveni, işadamlarına tavsiye verme gücü nereden geliyor? Ekim Alptekin’in ne ilgisi var mesela? Niye başka bakanlardan aldığı referansla sizden randevu alıyor, aracı oluyor, işlerin bu
kadar içine giriyor? Hadi diyelim, Türkiye’deki tartışmalı yargı bağımsızlığı buna hareket alanı sağladı. Ama şimdi Tulip Washington’da. Eğer Türkiye bu davayı kaybederse hesabını kim verecek? Ödenecek 300 küsur milyon Euro tazminatın ötesinde rüşvetçi damgası yer, Türkiye uluslararası yatırımcı kara listesine girerse kim sorumlu olacak? Cevabınız var mı?
Türkiye rüşvetçi damgası yerse ve uluslararası yatırımcı kara listesine girerse bunun sorumlusu kim olacak?
Paylaş