Paylaş
Citibank’tekine portföy yatırımcıları. Merrill Lynch ise piyasaya yön veren kritik oyuncuları çağırmıştı. Mesela sadece Citibank konuşmasında içeride olanlara bakınca, AIG’den BlackRock’a, J.P Morgan’dan Prudential’a masanın çevresinde oturanların yönettikleri para 9 trilyon doları aşıyor.
Peki sonuç? Hükümet “İyi geçti” diyor. Ama ben toplantıya katılan tek bir finans temsilcisinden bile “Evet, güven verdiler” diye bir söz duymadım. Doğrulayamadım. “Güven verebildiler mi” diye açık açık yazdım, ama “Evet” diye cevap veren biri yok bende.
Evet doğru, Türkiye’de doların yükselişinin küresel sebepleri var. Örneğin, son üç ayda Türk lirası dolar karşısında yüzde 15.43 erirken, Brezilya reali yüzde 16.07, Rus Rublesi de yüzde 15.76 değer yitirdi. TL/Euro dengesini kontrol ettiğinizde de dolar fırlarken sene başından beri TL’nin Euro karşısındaki değer kaybının yüzde 1’in altında olduğunu görüyorsunuz.
Yani yeni bir dolar krallığı başlıyor ve doların zıplaması onunla ilgili. Ama TL’nin dolar karşısında eridiği aynı son 3 aylık dönemde ekonomilerini birçok açıdan Türkiye’ninki ile karşılaştırabileceğiniz ülkeleri de teker teker inceledim. Lira çakılırken, Meksika’nın para birimi peso dolar karşısında sadece yüzde 5.78, Güney Afrika randı yüzde 4.04, Hindistan ruplesi ise yüzde 0.93 düşmüş.
Peki nedir bu? Evet dolar yükseliyor ama bundan en çok zarar görenler, makro ekonomik dengelerinde açıklar olan, uluslararası siyaseten sıkışmış ülkeler. Goldman Sach’teki toplantıda bir katılımcı o yüzden sordu Başbakan Davutoğlu’na. “Hükümeti siz mi yönetiyorsunuz Erdoğan mı” diyerek kimin riskini hesaplaması gerektiğini o yüzden anlamaya çalıştı. Ve ben yine katılımcıların birinden bile Davutoğlu’nun yönetiminin Türkiye’nin siyasi risklerini azaltacak bir güce sahip olduğu izlenimi edindiğini duymadım.
Hatta tam tersi. Goldman Sachs’e davet edilen ama toplantıya gitmeyen bir yatırımcıyla konuştum. “Neden gitmediniz” dedim. “Cumhurbaşkanı Erdoğan olsaydı giderdim” dedi. New York riskin nereden kaynaklandığına çoktan karar vermişti. Ve Davutoğlu’nun ziyaretiyle ipin kimde olduğunu teyit etmiş oldu.
Evet doğru, Davutoğlu’un New York ziyaretine denk gelen, Citibank’ın Akbank’taki kalan hisselerini satışı, Basel III kurallarının bankalara iştirakleri nedeniyle yüklediği sorumluluklarla da ilgili ve 2012’de başlayan bir sürecin devamı. Ama açın Dünya Bankası’nın Türkiye datalarına bakın. 2008’deki küresel ekonomik krizden önce Türkiye yılda 22 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım (DYY) çekiyordu. Kriz aşıldı.
Ama Türkiye’nin 2014’teki DYY’si halen 12.5 milyar dolar. Yükselmiyor. Hatta 2011’de 16 milyar doları gördüğü için de düşüş eğiliminde, artış değil. Ve kaygı verici olan başka bir boyut, DYY içindeki öz sermaye yatırımlarının oranı da düşüyor. En çok bu yüzden geldi Davutoğlu New York’a. Ama Suriye krizi gibi bölgesel risklerin üzerine Cumhurbaşkanı’nın çıkışlarından kaynaklanan tartışmalar da eklenmişken, “Evet, Türkiye’de şimdi tam yatırım yapma zamanı” diyen bir yatırımcı olmuş mudur, emin değilim.
Evet doğru, dünyada Merkez Bankaları’nın (MB) hükümetlerle ilişkilerine dair yaygın bir tartışma var. ABD’de bile MB’nin rolü masaya yatırılmışken, “Bağımsızdır” deyip kestirip atamayacağınız, çok derinlikli bir mesele bu. Ki şu anda Türkiye’deki Merkez Bankası’nın başında da 2013’ten beri kur ve enflasyon hedeflerini tutturamamış bir başkan oturuyor.
Dolayısıyla konuştuğum bir yatırımcının dediği gibi, “Mesele uluslararası piyasaların Erdem Başçı’ya duyduğu güven değil. Başçı’yla ihtilaf halindeki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yarattığı soru işaretleri”. Ama asıl sorun bu olduğu halde, bırakın toplantılarda mutsuz olduğu havasını katılanlardan gizleyemeyen Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ı, Başbakan Davutoğlu bile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üslubundan kaynaklanan riskleri giderici bir duruş sergileyemiyor.
Ve başa dönersek, bu tür buluşmalar sıklaştıkça, yatırımcıların kafasında, mevcut anayasaya rağmen Türkiye’de asıl patronun kim olduğu algısı da her seferinde güçleniyor. Böylece bunun yaratabileceği siyasi riskler artıyor.
SONUÇ olarak tansiyonu son derece düşük ve yarattığı sonuçlar açısında da kağıt üzerinde Türkiye’de icra yetkisini elinde bulunduran Başbakan’ın yapması gereken bir ziyaret olup olmadığı konusunda soru işaretleri yaratan bir geziydi Davutoğlu’nun New York programı.
Toplantılar şunu doğruladı: Evet, bir sıkıntı var. Ama sıkıntının aşılacağı yer, New York, Londra, Hong Kong ya da İstanbul değil. Ankara.
Paylaş