Metin çok sert ve doğrudan kaleme alınmıştı.
Ama kısa sürede 30 milletvekilinin desteğine ulaşınca, Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi tasarıyı 2 Haziran oturumunda gündemine almaya karar verdi.
Zaten ne olduysa ondan sonra oldu.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndan kıdemli bir isim komiteyi aradı. “Bu pazar Türkiye’de seçim var. Şimdi yapmayın” dedi.
Ve Komite de, 279 sayılı tasarıyı pazartesi günü son anda gündeminden çıkardı.
Grayson’ın ofisini aradım. Sözcüsü Ken Scudder da değişikliği teyit edip şunu söyledi: “Komite’nin pazartesi günü bize bildirdiğine göre tasarı bu (2 Haziran’daki) oturumun gündeminde olmayacak. Komite, tasarının zamanlamasıyla ilgili kaygılar olduğunu söyledi. Ama bir sonraki oturumda dikkate alınacağına dair bize teminat verildi.”
*
DETAYLI
Ve sonra başına gelmedik kalmıyor. Evine yerleştirilen gizli kameralar. İnternette yayınlanan seks kasetleri. Ve en son, bir gazeteci arkadaşını intihara sürüklemek, vergi kaçırmak gibi mesnetsiz suçlamalarla yargılanıp hapse atılıyor. Altı aydır da içeride.
Epey tanıdık değil mi? Ancak sizinle de paylaşmak istediğim hikâyenin asıl şaşırtıcı kısmı işte bundan sonra oldu. Benimle birlikte İsmailova’nın da üyesi olduğu, uluslararası araştırmacı gazetecilik örgütü Organize Suç ve Yolsuzluk Haber Projesi (OCCRP), İsmailova’nın uğradığı haksızlıktan sonra benzeri görülmemiş bir çalışma başlattı. Ve Azerbaycan’daki yolsuzluk iddialarını incelemeye aldı. İsveç’ten Azerbaycan’a, İsviçre’den Türkiye’ye dünyanın dört bir yanından gazeteciler “Hatice Projesi” için bir araya geldik. Ve uluslararası bir çalışma yürüttük. Azerbaycan’ın telekomünikasyon sektöründe tepelere kadar uzanan rüşvet suçlamalarına dair kapsamlı bir araştırma. Aylardır üzerinde çalıştığımız projeyi bu hafta tamamladık. İsmailova hapisten çıkabilecek mi bilmiyorum. Ama hem Azerbaycan’da neler dönüyor siz de bilin... Hem de bu yeni türden gazeteci dayanışması Türkiye’ye de örnek olsun diye anlatmak istedim.
*
HİKÂYE 1996’ya uzanıyor. Turkcell, Azerbaycan pazarına da girmeye karar veriyor. Ve o yıl Azerbaycan Devleti ile ortak Azercell’i kuruyorlar. Ancak sonra Turkcell bazı bürokratik zorluklar yaşamaya başlıyor. Bu zorlukları aşmak için de Aliyev Ailesi’ne yakın olduğu ileri sürülen İstanbul merkezli Cenay İnşaat’la ortak oluyor.
Turkcell ve Cenay, İstanbul’da Azertel şirketini kuruyorlar. Turkcell, Azercell’deki hisselerini Azertel’e taşıyor. Sonra Azerbaycan Devleti de Azercell’deki hisselerinin bir kısmını buraya devrediyor. Ve Azertel, Azercell’in yüzde 64.3’ünün sahibi oluyor. Bu ortaklıktan sonra Azercell’in işleri tıkır tıkır ilerlemeye başlarken, 2000’de ise Turkcell’in Türkiye’deki ortağı Finlandiyalı Sonera giriyor devreye. Turkcell o sene bütün yabancı iştiraklerini, Sonera’nın varlıklarının bulunduğu Hollanda’da kurulu Fintur Holdings’te birleştiriyor. Ve iki yıl sonra İsveçli Telia ile birleşecek olan Sonera, çoğunluk hissesine sahip Fintur üzerinden bir anda Azercell’in kontrolünü ele geçiriyor. Azercell 2003’e gelindiğinde Azerbaycan Devleti’ne petrol devi SOCAR’dan sonra en fazla vergi veren ikinci şirket haline geliyor. Ve 1 milyon aboneye ulaşıyor. Ama işte nedense... En kârlı yabancı iştiraklerinden biri olduğu halde TeliaSonera birden Azercell’deki hisselerini başka firmalara devretmeye başlıyor. Nasıl mı?
Amerikalı muhafazakâr sivil toplum örgütlerinden Judicial Watch, Amerikan Savunma Bakanlığı’na başvurdu.
Ve Bingazi saldırısı bir El Kaide işi miydi yoksa başta Obama Yönetimi’nin iddia ettiği gibi kendiliğinden gelişen bir eylem miydi öğrenmek için, o dönem hazırlanan resmi raporların açıklanmasını istedi.
Vermediler. Örgüt mahkemeye gitti. Ve en nihayet, geçen pazartesi, askeri istihbaratın hazırladığı Bingazi saldırısıyla bağlantılı 100 sayfayı aşkın belge Judicial Watch’a teslim edildi.
*
AÇIKLANAN belgeler, Bingazi’nin planlı bir iş olduğunu kanıtlıyordu.
Buna göre saldırıya aslında 1 Eylül 2012’de karar verilmişti. Ve olayın hazırlayıcısı da 120 üyesi olan, bugün IŞİD’e yakın Ensar El Şeria örgütüyle bağlantılı Tutsak Ömer Abdulrahman Tugayı’ydı (BCOAR). Libya Eğitim Bakanlığı’ndaki Müslüman Kardeşler üyelerinin verdiği izinle kurulan Derne’deki El Tevhid okulunu merkez haline getirmiş radikal bir örgüt.
Obama Yönetimi’ni Bingazi’de eleştirenler haklı çıktı. Çünkü saldırıdan bir gün sonra hazırlanan o istihbarat raporu aslında Yönetimin Bingazi’de neler olduğunu olayın hemen sonrasında öğrendiğini kanıtlıyordu.
Ama açıklanan belgeler Irak ve Suriye bağlantılı başka bir gerçeği daha ortaya çıkardı. Çünkü Bingazi’yi daha hikâyenin en başında çözen Amerikan askeri istihbaratı, ta 2012 yazında bugün Suriye ve Irak’ta yaşanan durumu da tamı tamına öngörmüştü. Zira 30 Temmuz 2012’de hazırlanmış, Beyaz Saray’a da gönderilen askeri istihbarat raporunda aynen şu analiz yapılıyordu:
Gemide belki de silah yoktu. Ama belgeler üzerinden gidelim. Ve Libya’ya yapılan Türkiye bağlantılı silah sevkiyatlarının Birleşmiş Milletler kayıtlarına nasıl geçtiğini inceleyelim.
*
ARAP Baharı başladı. Olaylar Kaddafi Rejimi’nin baskısından bunalmış Libya’ya da sıçradı.
Ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 26 Şubat 2011’de Libya’ya silah ambargosu kararı aldı.
1970 sayılı kararla da üye ülkeleri Libya’ya silah sevketmekten men etti.
Ancak Türkiye, tıpkı Suriye’de yaptığı gibi “Ambargo kapsamında değil” deyip av tüfeklerinin, pompalı tüfeklerin Libya’ya yollanmasına izin verdi.
Ve 2011’de sadece 64 bin dolar olan Türkiye’nin Libya’ya av tüfeği ve kolayca normal silaha çevrilebilen kurusıkı ihracatı, 2012’de 8.1 milyon dolara, 2013’te de 10 milyon dolara fırladı.
Birleşmiş Milletler ise işi karar almakla bırakmadı tabii. Kurduğu komisyonlarla 2011’den itibaren Libya’ya silah ambargosu kararının uygulanıp uygulanmadığını kontrol etmeye başladı.
Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad düştü düşecek, Türkiye Amerika’yı ikna etti, güvenli bölgeler kurulacak... Türkiye Süleyman Şah için IŞİD’e saldıracak. Türkiye içeri bir girecek Şam’dan çıkacak. Türkiye haşa muhaliflere silah vermiyor.
Çok var. Ancak özellikle son bir haftada yaşananlara bakarsak, artık bu sözlerin hükmünün kalmadığını da rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü eğit-donat konusundan Suriyeli rejim karşıtlarına silah teminine, ne Amerikan Yönetimi ne de Suriye muhalefeti Ankara’nın ne söylediğini dikkate alıyor.
*
İLK hikâye, Amerikalılarla 19 Şubat’ta anlaşması imzalanan eğit-donat programında yaşandı. Bu, ABD Yönetimi’nin Suriyeli muhaliflere sağlanan silahların ve eğitim programının CIA’nin örtülü operasyonundan çıkarılıp Amerika’nın Silahlı Kuvvetler (10. Madde) Yasası kapsamında askere devredilip açık bir operasyona dönüştürülmesi çabasının bir sonucu olacaktı. Ve NATO ülkesi Türkiye de Washington’ın programına uygun biçimde işin ağır yükünü istihbarattan alıp TSK’ya devredecekti. Şubat’ta anlaşma imzalanana kadar Ankara Yönetimi de buna uygun davrandı. İki ülke arasındaki askerden askere ilişki de bu sayede, uzun yıllar sonra, hatta belki Çuval’dan beri ilk kez kapsamlı bir işbirliğine doğru ilerlemeye başladı. Hatta Kara Kuvvetleri Komutanı Hulusi Akar’a bu yüzden ocak sonunda Washington’da madalyalar bile verildi. Ama ne zaman ki o anlaşma imzalandı. Ankara, Suriye meselesini büyük ölçüde askere devredeceği yere, istihbarat üzerinden yürütülen çalışmalara birden yeniden hız verdi. Erdoğan’ın 2 Mart’ta Riyad’da Suudilerin yeni kralıyla yaptığı görüşme de bu keskin dönüşün bir dönüm noktası oldu. Artı, Ankara bu yeni askerden askere mekanizmadan bir enstrüman da yarattı. 2007’den beri nefes aldırmadığı askeri öne çıkardı. Eğit-donat işinde Amerikalılarla yürütülen müzakerelerde yaşanan anlaşmazlıklarda da topu askere atmaya başladı. “Ben istiyorum ama TSK istemiyor” diye. Hatta eğit-donat konusundaki farklılıklar devam ettiği halde sanki Amerikalılarla yürütülecek program başlayacakmış gibi bir hava yaratmak istediğinde öne yine askeri çıkardı. Bu yüzden geçen hafta, üst düzey ve güvenilir bir askeri yetkiliyi Ankara’daki gazetecilerin karşısına oturttu. “123 Amerikan askeri, eğit-donat programı için silahlarla birlikte İncirlik’e geldi” dedirtti. Ne oldu? Pentagon ertesi gün yalanladı: “Asılsız ve yanlıştır.”
*
Salı günü Beyaz Saray’da Başkan Barack Obama ve Başkan Yardımcısı Joe Biden ile bir araya gelen Barzani, o akşam Amerikan Ticaret Odası’nda onuruna verilen resepsiyonda yaptığı konuşmada, görüşmenin “çok başarılı” geçtiğini söyledi.
Ancak Hürriyet’e bilgi veren, toplantıya katılan bir Kürt yetkili, daha önce başta Kürdistan Bölgesi Başkanlık Divanı Başkanı Fuad Hüseyin gibi Kürt liderlerin yaptıkları açıklamaların aksine, Beyaz Saray toplantısında bağımsız Kürt devleti konusunun gündeme gelmediğini söylediler.
BİRLEŞİK IRAK VURGUSU
Beyaz Saray’dan yayınlanan bilgi notunda da, toplantıda IŞİD’le mücadelenin ele alındığı belirtilerek, “Obama ve Biden, Stratejik Çerçeve Anlaşması uyarınca ABD’nin Irak Anayasası’nda belirtildiği şekilde birleşik, federal ve demokratik Irak’a olan kalıcı bağlılığını bir kez daha teyit ettiler” denildi ve “bağımsız Kürdistan” tartışmaları konusunda ABD yönetiminin ne pozisyon aldığı net biçimde ortaya konuldu.
Bağımsız Kürdistan konusu yerine IŞİD’le mücadeleye verilen ağırlık, Barzani’nin çarşamba sabahı Biden’la Başkan Yardımcısı’nın konutunda yaptığı kahvaltıya da yansıdı.
Görüşmeden sonra Beyaz Saray yine bir not yayınladı ve beş cümlelik açıklamanın tamamı yine IŞİD’le mücadeleye ayrıldı.
İZLEYİCİ BASKISI ETKİLİ OLDU
Ve Amerikan Kongresi’nden 7.25 dolar olan asgari saat ücretini 10.10 dolara çıkarmasını istemişti. Yapmadılar.
Bu sene tekrar etti: “Eğer gerçekten de tam zamanlı çalışıp ailenizi yılda 15 bin dolardan az bir gelirle geçindirebileceğinize inanıyorsanız, deneyin.”
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’de asgari ücret aylığını net 1500 liraya yükseltme vaadinden sonra bu yüzden bir karşılaştırma yapmak istedim.
Obama’nın itiraz ettiği 7.25 dolarlık saat ücreti, haftada 40 saat tam zamanlı çalışan bir işçi için yılda 15 bin 80 dolarlık bir gelire denk geliyor. Bu brüt.
ABD ve Türkiye arasındaki asgari ücret vergi rejimi farklı olduğundan net rakamlardan gidelim.
Yaklaşık yüzde 10’luk bir verginin ardından karşımıza yılda 13 bin 572 dolarlık bir net kazanç çıkıyor. Dünya Bankası’nın verilerine göre satın alma gücü paritesi uyarınca ABD’nin 53 bin 42 dolarlık bir kişi başı yıllık geliri var.
Net asgari ücreti bu brüt rakama kıyasladığımızda da yüzde 26 rakamına ulaşıyoruz.
İşte Obama asgari saat ücretinin 10.10 dolara çıkarılmasını isteyerek, sosyal adalet için bu oranın da yüzde 36’ya çıkarılmasını talep ediyor.
Bu yüzden Ermeni diyasporası Amerikan Kongresi’ndeki soykırım tasarılarına yeterince destek bulamadı. 435 kişilik Temsilciler Meclisi’nde 58 üye, 100 kişilik Senato’da da sadece 19 üye soykırım tasarılarına imza verdi. Ama konuşanların hepsi de olayları soykırım olarak nitelendirdi. Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin Demokrat grup başkanı Ben Cardin dahil.
Ayrıca Kongre organlarından Helsinki Komitesi, 23 Nisan’da Kongre binasında bir soykırım oturumu düzenledi. Kongre’nin kurduğu Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu da aynı gün “Ermeni Soykırımı’nın 100’üncü Yıldönümü”nü anmak için bir bildiri yayınladı. Bu açıklamalara yerel boyutta eklenen, Amerikan liberallerinin yeni yıldızı New York Belediye başkanı Bill de Blasio gibi önemli isimlerin Ermeni Soykırımı’na dair yayınladıkları bildirileri hiç saymıyorum bile.
Yani kısacası... O kocaman Amerikan Devleti içinde 24 Nisan’a dair bir açıklama yayınlayıp da içinde soykırım lafını geçirmeyen sanırım tek bir kişi vardı. O da, Başkan Barack Obama. Niye?
*
PERŞEMBE akşamı İsrail’in 67’nci Bağımsızlık Günü için düzenlenen resepsiyondaydım. Önce Amerikan Yönetimi’nin IŞİD’le savaş için koordinatör atadığı emekli Orgeneral John Allen’ı gördüm. Yönetim’in Suriye konusunda Ankara’ya en yakın isimlerinden biri. Obama’nın o akşam saat 20.14’te 24 Nisan açıklamasını yayınlamasından bir saat önce ayak üstü konuşmaya başladık. “Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ziyareti basına nasıl yansıdı” dedi. Ben de, “1915’e dair alınan karar olumlu bir etki yarattı” dedim. “Bence doğru bir karar aldık” dedi. Bunun üzerine “Sanırım bu iki ülke arasındaki gerginliği azaltacaktır, değil mi” dedim. “Evet, artık daha fazla gerginlik olmasın” dedi. “Bu durum IŞİD’le savaşta iki ülke arasındaki işbirliğine nasıl yansır” diye sordum. Güldü. Anladım. “Bir ipucu verebilir misiniz” diye bir kez daha denedim. Aynen şöyle yanıt verdi: “Hazırlanın (Get ready).”