Tolga Akyıldız

Rock’n Coke’lu 5 yıl

8 Eylül 2007
Rock’n Coke’un beşinci yılı olmuş. Türkiye’nin H2000’le başlayan büyük çaplı festival macerasının üzerinden tam yedi yıl geçmiş. Açıkçası, Türkiye koşullarında "ben bir festival yapacağım" diye yola çıkıp elinde sponsorluk dosyası, kapı kapı dolaşmak pek akıl kárı bir iş değil artık. Çünkü festival dediğinizde, onlarca grubun Türkiye’ye gelmesinin maliyetiydi, mekándı, tanıtımdı, şuydu buydu derken, bütçeler öyle bir noktaya ulaşıyor ki; "paranın şu kadarını sponsordan alırız, gerisini de biletten çıkartırız" diye hayal kurarsanız, af buyurun fena halde şapa oturursunuz. Maalesef geçtiğimiz yedi yıl bunun örnekleriyle dolu. Sonrası borç harç...

Büyük sponsorlara, festival markası yaratacak şekilde devamlılık arz eden organizasyon hizmeti vermekten başka bir çıkar yol yok.

Rock’n Coke bu anlamda; tutarlılığı, devamlılığı ve sağladığı güven itibariyle Türkiye’nin en güçlü festival markası olmayı başardı. Üstelik küresel bir marka olan Coca Cola için yerel bir başarı olmanın çok ötesinde bir değer üretti. Geçtiğimiz beş yılda Türkiye’ye gelmemiş çok büyük isimleri Hezarfen Havaalanı’nda sahneye çıkartmasından daha önemlisi gerçek anlamda bir festival kültürü yarattı, çıta belirledi.

Sözü çok uzatmadan Rock’n Coke 2007’ye gelelim. Ben bu yılki line up’ı (sanatçı listesini) kendi adıma beğendim. Sevenlerin çok sevdiği Badly Drawn Boy, her ne kadar aynı kadro değilse de uzun süredir beklediğimiz Smashing Pumpkins, varsın tek başına olsun dediğimiz Chris Cornell, yine dinlemeye can attığımız Manic Street Preachers, son dönemde büyük ses getiren Franz Ferdinand; bu azımsanacak bir kadro değil.

Ama bakıyorsunuz, normal koşullarda evden çıkıp, yağmur ihtimaline karşın Hadımköy yollarına düşmek için bilmem ne plazadaki iş arkadaşlarından birinin "kesin ordayız" demesini bekleyen, "o zaman mevzunun dışında kalmayalım orda olalım" diye düşünmesi muhtemel o büyük kitlenin motive olmasını sağlayacak gruplar değil hiçbiri. Peki o gruplardan kaç tane kaldı? Bir U2, bir Red Hot Chili Peppers, bir Radiohead; işin pop ve hiphop tarafını saymazsak, böyle maalesef...

İşte bu nedenle Rock’n Coke’un bir yandan işin uluslararası tarafındaki çıta yüksekliğini korurken, festivalin potansiyel açılımlarına da kafa yorması gerekiyor. Bunlardan bir tanesi, bu yıl Within Temptation’la açtıkları yoldan devam etmeleri. Pekálá, önümüzdeki Rock’n Coke’ta bir heavy metal sahnesi söz konusu olabilir.

İşin bir de Türk sanatçılar boyutu var. İşin en başından grupların, Rock’n Coke’a özel performanslar hazırlamak konusunda motive edilmeleri gerekiyor. Tabii kimi hangi saatte çıkarttığınızın da büyük önemi var.

Bu seneden örnek verecek olursak, anlamakta güçlük çektiğim birkaç nokta var. Teoman vs Rashit projesinin kıymet-i harbiyesi nedir? Teoman nasıl böyle bir şey yapmıştır? Rock’n Coke, bu projeye nasıl o önemli saatte yer vermiştir? Bunca zamandır albüm yapmayan Özlem Tekin’in o saatte sahnede ne işi vardır? Hayko Cepkin kadar etkili sahnesi olan bir ismin ya da Gripin’in o erken saatlerde harcanması doğru olmuş mudur? Seneye Hezarfen’de görüşmek üzere...
Yazının Devamını Oku

Şebnem unplugged

1 Eylül 2007
Sezen Aksu’yla 4 Temmuz’da başlayan Turkcell Yıldızlı Geceler’in son konseri Şebnem Ferah Unplugged’dı. Bodrum Antik Tiyatro’nun enfes ortamında Şebo’yu izlemek üzere geçtiğimiz haftasonu düştük Bodrum yollarına. Akşam 21.15’te Antik Tiyatro’ya vardığımızda gün boyu ısınan taş koltukların bir "alttan ısıtmalı Antik Tiyatro" ambiyansı yarattığını gördük. Sağ olsun o gece Bodrum da hiç mi hiç esmiyordu. Malumunuz Antik Tiyatro’da olduğumuzdan birer minderden gayrı bir şeyimiz de yoktu. Yani sırtımızı bir yere yaslamak icap etse oturduğumuz taşın arkalığı olmadığından; yaşlılıktı, bel ağrısıydı derken arkadaki seyircinin dizlerine yaslanmak için izin almamız da icap edecek. Takdir edersiniz ki, konser boyunca böyle bir şansımız olmadı. Alttan ısındık, üstten terledik, belimiz ağrıdı, sırtımız ağrıdı ama hepsine değdi inanın.

Bundan bir süre önce İstanbul Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda izlediğim Şebnem Ferah Senfonik Konseri’den sonra bu unplugged (akustik) konseri de ziyadesiyle merak etmekteydim. Her şeyden önce Şebnem’in yaptığı işe saygısını biliyorum. Bu tip konsept konserlere, nasıl canını dişine takıp da hazırlandığını biliyorum.

Tamamen bir evin salonu gibi düzenlenmiş sahneye 4 yaylı ve gitarist Can Şengün’ün de katılımıyla kalabalık bir kadroyla çıktı Şebnem. Bakınız fark işte burada; o 4 yaylıyı koymasanız kimse "Aa yaylı olmadan unplugged mı olur" demez, diyemez. Çıkarsınız tüm enstrümanları çevirirsiniz akustik versiyonlarına, çalarsınız şarkıları, olur biter. Ne takviye gitariste ihtiyaç vardır ne de yaylılara... Ama dediğim gibi, Şebnem yaptığı işi önce kendine beğendirmek istiyor. Galiba onu Şebnem Ferah yapan da bu...

ŞEBOİSTLER DE ORADAYDI

O gece Antik Tiyatro büyük bir çoğunluğunu kızların oluşturduğu çok genç bir izleyici topluluğu tarafından hıncahınç doldurulmuştu. Şebnem hayranları tamamen kendilerine has ve organizedir. Şebo’ya sevgilerini anlatan dövizler açarlar, sahneye laf atarlar, bağırırlar. Başta seboist.com olmak üzere bir dolu hayran platformu vardır internet ortamında. Şebnem’in genç kız hayranlarının gözünde bir rol model olduğunu, erkek hayranlarınca bir ablanın sevildiği kadar sevildiğini o gece bir kez daha gördüm. Gene konsere renk kattılar, var olsunlar.

"Fırtına" ile başlayan Şebnem Ferah; "İyi Gün Dostlarım", "Üvey", "Artık Kısa Cümleler Kuruyorum", "Sana Bilmediğin Bir Şey Söyleyemem" gibi, konserlerinde çok sık çalmadığı parçalarını da yorumladı.

Özellikle kimi çok sert ve hızlı şarkılarını yumuşak baladlara dönüştüren düzenlemeleri, yaylı partisyonlarının bu kadar özenle yazılmış olması, orijinalinde akustik olan kimi gitar partisyonlarının bile bu konsepte özel olarak yaylılara çaldırılması hazırlık aşamasında işe ne kadar büyük emek verildiğinin kanıtıydı.

Yaylıları, hem enstrümanistlikleri hem de grupla olan uyumlu halleri sebebiyle ayrıca tebrik etmek isterim. Hele hele akustik çalmaktan sıkılıp sık sık gitarıyla yanlarına gelip kafa sallayan Metin’le kurdukları bağ tam seyirlikti. Bilenler bilir Pentagram’ın da gitaristi olan Metin tam bir sahne adamıdır...

Metin’den söz etmişken, konuk gitarist Can Şengün’ün adını anmamak olmaz. Açıkçası konserde beni en çok şaşırtan unsurlardan biri de Can Şengün’dü. Gitaristliğine, ustalığına kimse bir şey diyemez de; grupla kırk yıldır birlikte çalıyormuşçasına gösterdiği uyum ve pozitif enerjisiyle açıkçası yapılan işe büyük değer kattı. Metin’le de süper bir ikili oldular.

Hiç mi eleştirin yok kardeşim, övüp duruyorsun diyecek olursanız, şöyle diyeyim: Konser biraz uzun. Öte yandan helal olsun, 2 saat tabanca gibi çaldılar ama bence 90 dakika artı bis yeterli olurmuş. Konser öyle uzun sürdü ki, o coşkulu kalabalık "çağırsak bile gelmezler artık" diye düşündü ve bis olmadı örneğin.

İstanbul’da olanlar için "konseri kaçırdık vah tüh" demeye ne hacet; Şebnem Ferah, unplugged konseriyle 8 Eylül’de Harbiye Açıkhava’da. Bence bu kez kaçırmayın.
Yazının Devamını Oku

Murat Boz polemik cumhuriyetinde

25 Ağustos 2007
Murat Boz "Aşkı Bulamam Ben"le ilk çıkışını yaptığında hemen dikkatimi çekti. Sadece benim değil elbet; şarkının iddialı sözleriyle, Süleyman Yüksel’in çektiği iddialı klibiyle, yakışıklılığı, boyu posu, danslarıyla gazeteler ile kadın dergilerinin de hemen dikkatini çekti. Çıkış şarkısını yazan Nil Karaibrahimgil, aranjörü de Ozan Çolakoğlu gibi usta bir isim olunca gerisi çorap söküğü gibi geldi.

Neresinden bakarsanız bakın, Murat Boz iyi bir projedir. Ancak bundan beş on sene önce başlamış olsaydı bu starlık yolculuğuna, kuşkusuz işi çok daha kolay olurdu. Denklem tersiymiş gibi gözükse de ilk bakışta; bugün hedef kitlesi daha kent kökenli, daha yüksek sosyoekonomik statüde olan sanatçıların, internetin olumsuz etkilerini daha çok yaşadıkları ortada. Bilgisayar ve mp3 çalar sahipliğini bu anlamda bir belirleyici olarak görmek mümkün olabilir belki.

Bu noktadan hareketle Murat Boz’un işi de epey zor. Öte yandan bu aşamada asıl meselesinin tutunmak ve piyasada kalıcı yer etmek olduğunu düşünecek olursak bolca konser yapması, mümkün mertebe Türkiye’nin dört bir köşesini dolaşması ve düzenli organizasyonlar yapan büyük sponsorların dikkatini çekmesi Boz için şimdilik yeterli olacaktır diye düşünüyorum.

Proje olarak Hepsi grubunun bu anlamdaki başarısına dikkatinizi çekmek isterim. İkinci albüm itibariyle hem Pepsi’nin hem de Turkcell’in dikkatini çekmeyi başardılar. Sponsor desteğini arkalarına alarak Türkiye’nin birçok yerinde ücretsiz konserlerle yeni kitlelere tanıttılar kendilerini. Mor ve Ötesi’nin kariyerini etkileyen önemli olaylardan birinin de patlama yaptıkları "Dünya Yalan Söylüyor" albümünden önce çıktıkları Fanta Turnesi olduğunu hatırlatmak isterim.

ESKİ EFENDİLİĞİ KALMADI

Yapımcılarının Murat Boz için de benzer hedefler belirlediğine, Hepsi örneğinde olduğu üzere bir strateji üzerinden gittiklerine eminim. Öte yandan gündeme geldiği günden beri efendiliği, nezaketi ve alçakgönüllülüğüyle puan toplayan Murat Boz’un son dönemde magazin programlarında alışılmadık demeçler verdiğine tanık oluyorum. Uzunca bir süredir saygıda kusur etmediği Tarkan’la, Kenan Doğulu’yla ilgili laflar söylüyor örneğin. Malumunuz, Murat Boz uzun süre Tarkan’ın vokalistliğini yaptı. Her fırsatta Tarkan’a duyduğu sevgi ve saygıyı dillendiren Boz, şimdilerde Tarkan olayını kapatmaktan söz ediyor; üstü kapalı da olsa Tarkan’ın verdiği sözleri tutmadığını ima ediyor. Hadi bunları anladık ama en son, bir programda "Türkiye aradığı starı buldu, büyük starlar 10 senede bir gelir; Tarkan’dan sonra ben geldim, ben, ben, ben." dedikten sonra kendi boyunun uzunluğundan dem vurup akabinde Serdar Ortaç; Kenan Doğulu, Yalın vs gibi isimlerden "pigmeler’ tabirini kullanarak söz etmesi, af buyurun resmen koltuktan düşmeme neden oldu.

Hayır, ne oluyor da bu insanlar birden böyle bir formata dönüşüyor, onu anlamakta güçlük çekiyorum. Gündem yaratmak için bu tip polemikler yaratmanın zaruriyetine mi inanıyorsunuz, dolduruşa mı geliyorsunuz, ağzınıza mikrofon tutulunca dayanamıyor musunuz, böyle bir zafiyetiniz mi var?

Yaklaşık 15 yıldır sadece işlerini yapan ve başarılı olan Tarkan, Kenan Doğulu gibi isimleri kaç kez polemik malzemesi olurken gördünüz? Evet, varlık sebebi sadece bu tür polemikler olan bir dolu gereksiz insan işgal ediyor magazin programlarını ama Murat Boz gibi bir adam neden sadece yaptığı işi iyi yapıp susmayı denemez ki?

Geçtiğimiz hafta bir dumura da Hande Yener vesilesiyle uğradım, yeri gelmişken söyleyeyim. Takip edenler bilir, Hande Yener’in müzikal gelişimi ile ilgili en destekleyici yazıları yazan, her platformda bu desteğimi yineleyen biriyim. Ama Hande, bir türlü bu tür polemiklerin parçası olmaktan vazgeçemiyor. Deyim yerindeyse susmayı beceremiyor.

Serdar Ortaç bir programı sırasında sahnede kendisini "Türkiye’nin en kaliteli çakma Madonna’sı" olarak andıktan sonra bir de "Romeo" söylüyor. "Sabaha kadar tırmalar beni." Ve Hande Yener kendisine uzatılan mikrofona yine dayanamayarak şöyle bir yanıt veriyor: "Tavsiyem, o da kendisine bir Romeo bulsun." Şimdi siz bu muhabbetleri izlemekten zevk alıyor musunuz, elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin.
Yazının Devamını Oku

Diziler klip olursa

18 Ağustos 2007
İyi bir televizyon izleyicisi olduğum söylenemez belki, ama özellikle son dönemde sayıları hızla artan TV yarışmalarının müzikle ilişkili olanlarını pür dikkat izledim. Zaman zaman kimi yarışmalar hakkında buradan yorum da yaptım. Son yıllarda televizyon denince aklıma iki şey geliyor zaten; birincisi yarışmalar ikincisi de malumunuz diziler. Dizilerle ne ilgin var senin diyecek olursanız; popüler dizilerin müziklerinin müzik piyasası üzerindeki etkilerini gerekçe gösterebilirim.

Satışların bu derece düştüğü bir dönemde, şarkıları hit yapan itici gücün, ne uğruna binlerce dolarlar dökülmüş klipler ne de diğer promosyon harcamaları olduğunu iddia etmek mümkün. Popüler TV dizileri sayesinde Ayten Alpman’ın efsane şarkılarından "Ben Varım"ın nasıl yeniden keşfedildiğini, Cem Yıldız’ın "İmkánsız Aşk"ının yıldızının nasıl parladığını gördünüz. Televizyonlarda onlarca kez izlediğimiz Türk filmlerinin şarkılarını seslendiren Belkıs Özener toplamasının nasıl ilgi gördüğünü, ne kadar çok sattığını hatırlıyorsunuz. Örnekleri çoğaltmak mümkün. İçinde bulunduğumuz dönemde TV dizilerinin müzik piyasası üzerinde büyük etkisi var. Çünkü dizilerin ürettiği dramatik altyapının ve duygu alışverişinin fon müziği olarak hızla kabul ediliyorlar tüketici tarafından. Tüketici, bağımlısı olduğu dizinin yarattığı hissiyata ilikliyor zihninde o şarkıları. O şarkı, yaratmak için çırpınıp durması gereken o duygunun hazırına konuyor bir anlamda diziler sayesinde.

Pinhani var örneğin. Onca rock albümü arasında 2006 çıkışlı "İnandığım Masallar" albümünün hak ettiği değeri görmediğini düşündüğüm için çok üzülüyordum. Daha önce yazma fırsatı bulamadığım ve büyük saygı duyduğum Akın Eldes’in müzikal prodüktörlüğünde kotarılan bu albüm için kısaca son derece olgun ve kendine has bir ilk albüm diyebilirim.

Çok yakın bir geçmişe kadar çoğumuzun bihaber olduğu Pinhani bir süredir çok meşhur. Kimmiş bu Pinhani ben tanımıyorum diyorsanız, bir süredir reytingleri allak bullak eden ve "Dawson’s Creek"in Türkiye uyarlaması olan "Kavak Yelleri" dizisinin çok sevilen müziklerini hatırlatmak isterim. Düşünsenize, belki "Kavak Yelleri" tutmasaydı, Pinhani, sadece bilenlerin bildiği o haysiyetli gruplardan biri olarak kalacaktı. Yolunun açık olmasını diliyorum.

Kurgusu, sanat yönetmenliği, senaryosu ve oyunculuklarıyla olduğu kadar müzikleri ile de ön plana çıkan bir dizi daha var; "Hatırla Sevgili"Ö

Kemal Sahir Gürel, Erdal Güney ve Hüseyin Yıldız tarafından hazırlanan dizi müziklerini içeren "Hatırla Sevgili" adlı albüm de geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. Şarkılar şöyle güzel, böyle güzel demeye ne hacet, siz zaten biliyorsunuz. Büyük zevkle dinleyeceğinize inanıyorum.

Genç bestecilere tavsiyeler

Otuz beş yıldır müziğin içinde olan bir müzisyen ve şarkı yazarı Dağhan Baydur. Öte taraftan Türkiye’de telif haklarının hukuki zemine oturması için büyük emek vermiş, müzik yayımcılığının tüm dünyadaki seyrini de çok iyi bilen bir müzik yayımcısı. Üstad, MİAM (Müzik İleri Araştırmalar Merkezi)’da müzik yayımcılığı konusunda verdiği derslerin notlarını kitaplaştırmaya karar vermiş ve "Genç Besteciler İçin Korunma Yöntemleri" adlı kitap bu şekilde ortaya çıkmış. Soru cevap biçiminde kurgulanmış kitap, herkesin kolayca anlayacağı, dili ve içerdiği bilgiler itibariyle de sektörün içinde yer alan herkesin başı sıkıştığında başvuracağı bir rehber olmuş. Dijital ortamın ön plana çıktığı, yapımların nicel olarak azalmak zorunda kaldığı bu dönemde özellikle eser sahiplerinin maddi manevi haklarını daha iyi korumaları için mutlaka okumaları gereken bir kitap.
Yazının Devamını Oku

Nişantaşı ambiyansı

11 Ağustos 2007
Geçtiğimiz haftalarda The Sound Of Taxim/Beyoğlu adlı toplama albümden söz etmiştim. İstiklal Caddesi’nde geçirdiğimiz o güzel günleri hatırlatan, o müzikli yürüyüşlerin fon müziği olan şarkılar demiştim albümdeki şarkılar için.

Derken bir anlamda serinin devamı olan "The Ambiance Of Nişantaşı" albümünü gördüm D&R’da gezerken. Kulaklığı taktım ve dinlemeye koyuldum. Öyle ya adı "Nişantaşı Ambiyansı" olan bir albüm kötü bir sürpriz de yapabilirdi. O "compilation"ı yapanın müziğe ve Nişantaşı’na bakışına bağlı netice itibarıyla.

Albümün kapağını açınca gördüm ki halkla ilişkiler duayeni Betül Mardin Hanımefendi kısa bir yazı yazmış kitapçığa. İnanın Betül Hanım’ın yazısını görmek albümle ilgili tüm kaygılarımı silip süpürdü. Çünkü benim için Nişantaşı; Betül Mardin demek. Aslında Nişantaşı ile ilgili hayalim o demek daha doğru olacak. Betül Mardin görgüsü, bilgisi, hanımefendiliği, nezaketi gibi bir şey gelmeli Nişantaşı denince insanın aklına.

Lafı uzatmadan söyleyeyim, o albümün içinde Mardin’e yazı yazdırmayı akıl etmişlerse seçkileri de iyi olur dedim içimden ve kısa sürede anladım yanılmadığımı. Albüm için seçilen 15 parça da üstünde düşünülmüş deyim yerindeyse cuk oturmuş şarkılar. Genel ruh itibarıyla "chill out/lounge" tadı hakim olan albüm özellikle "Grey’s Anatomy", "Nip Tuck", "Sex And The City" gibi popüler dizilerin tema müziklerini içeriyor olmasıyla da dikkat çekiyor. Levi’s’ın sevilen reklam teması "Strange Love", manken Natasja Vermeer’in dudak uçuklatan chill out yorumuyla efsane Emmanuelle filminin ana teması, Edith Piaf’ın meşhur "La Vie En Rose"unun Sophie Milman yorumu, Beatles’ın unutulmaz "And I Love Her"ünün lounge yorumu; hepsi var "The Ambiance Of Nişantaşı"nda.

İşin aslı masraftan kaçmak için herkesin özel projeye, toplamaya yöneldiği şu içinde bulunduğumuz dönemde dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var. Prodüktör şirketler toplamaları nispeten risksiz bulabilirler ancak maalesef adsl hızıyla herkesin evinde dilediği compilation’ı yaratma lüksüne sahip olduğunu da unutmamak lazım. Dolayısıyla tema geliştirmek ve bu temanın altını doldurmak şart. Yoksa eskiden olduğu gibi radyolarda çalan 10 şarkıyı bir araya getirip paraları sayma dönemi çoktan geçti. Yani adına Nişantaşı ambiyansı deyip Hande Yener’in deyimiyle en bakkalını yapan da olur, bu albümde olduğu gibi gerçekten ambiyans yaratanı da. Gerçekten iyi bir toplama.

Yakup tabanca gibi

Yakup yeni albümünü resmi web sitesi www.yakup-rock.com üzerinden ücretsiz olarak paylaşıma açtı. Mevzuyu araştırmışlar ve bunun dünyada bir ilk olduğunu iddia ediyorlar. Yaklaşım itibarıyla çok benzerleri olmakla birlikte bütüne baktığımızda yöntem olarak bir ilk gerçekten. Zardan Adam da son albümünü hem site üzerinden ücretsiz yayınlamıştı hem de CD formatında ücretsiz dağıtmıştı müzik marketler aracılığıyla. Sonra Demir Demirkan’ın ücreti karşılığı yeni albümünün şarkılarını web üzerinden satma girişimi var. Turkut Berkes’in www.karakutu.info sitesi üzerinden albüm yapma kaygısı olmaksızın yeni şarkılarını paylaşıma açması var. Bir sürü örnek verilebilir belki ama Yakup’un asıl altını çizmek istediği şey, tüm masraflarını üstlendikleri yeni albümlerini müzik şirketinin aracılığı olmaksızın tüketicisiyle buluşturma kararı ve bu karara neden olan duruş. Biliyorsunuz ki, Yakup gibi cesur adım atan müzisyenleri konserlerine giderek desteklemezseniz ortada duruş muruş kalmayacak. "Neden gidelim ki biz Yakup konserine" diye soracak olursanız çok net bir yanıt verebilirim size. Sizin de hemen şu an internet üzerinden dinleyebileceğiniz "Kaos" albümü tabanca gibi. "Bilmece"nin klibini izlemişsinizdir belki. Dream TV’de bir süredir en çok istek alan şarkı. Albümün gerisini dinlediğinizde konsere gitmekle ilgili motive olacağınıza ise gönülden inanıyorum.

Müziğini size ulaştırmak için kendi parasını riske eden, kliplerini kendi imkanlarıyla çeken, buna mukabil şarkılarını sizinle bedelsiz paylaşan; hepsinden önemlisi böylesine iyi bir albüm yapan Yakup’a destek verip konserlerini izleyin. Karşılığını alacağınıza eminim.
Yazının Devamını Oku

Kenan’ın sırrı

4 Ağustos 2007
Şu hiçbir şeyin satmadığı, konserlerin dolmadığı, milletin kan ağladığı dönemde kariyerinin belki de en parlak dönemini yaşayan biri var. Kendisi güler yüzlüdür, akıllı adamdır. Aileden müzisyendir, efendidir.

Hiçbir albüm doğru dürüst satmazken, o son albümüyle kayda değer bir satış başarısı yakalamıştır.

Bırakın doldurmayı, konser vermekte bile zorlanırken insanlar; o hem sayısız konser vermiş hem de fiyatını yükseltmiştir. Dizilerin tema müzikleriydi, sabun köpüğü, eller havaya şarkılarıydı, klişe arabesk damardan kanırtan şarkılardı derken hepsinin arasından sıyrılıp modern düzenlemesi ve klibiyle de ziyadesiyle dikkat çeken kalıcı olabilecek bir hite imza atmıştır.

Kariyeri pırıl pırıl parlarken bir anlamda riske girmiş, ama uluslararası bir yarışmada Türkiye’yi temsil etmekten de geri kalmamış, bana soracak olursanız layıkıyla gelmiştir üstesinden. Yanılmıyorsunuz, Kenan Doğulu’dan bahsediyorum.

Sahnede güldü mü gerçekten gülen, sevenleriyle elinden geldiğince içtenlikli bağ kuran bir adam. Yaptığı işe saygı duyuyor, kendini geliştiriyor ve işte sonucunu görüyorsunuz.

Siz o "sahne" denen yerde kendinizi Tanrı yerine koymuyor, samimiyet ve mütevazılığınızdan ödün vermiyorsanız; işinizi iyi yapıyor; onunla bununla hatta kendinizle kavga etmemeyi beceriyorsanız insanlar bu mesajı hemen alıyor.

Kenan Doğulu ve Hepsi’nin sahne aldığı Gnctrkcll 40 Derece Konserleri’nin, Çeşme Ilıca ayağında Kenan’ı seyrederken bunlar geçti aklımdan. Herkes "Aa, Kenan’ın sahnesi iyidir ama şimdi" diyordu birbirine. "İyidir de niye iyidir, hiç düşündünüz mü" dememek için zor tuttum kendimi. Sonra dedim ki, İstanbul’a döneyim de yazayım ben bunu. Hoş, samimiyetin taklidi yapılmaz ama yine de genç pop star adaylarının Kenan Doğulu’dan öğrenecek çok şeyi olduğunu düşünüyorum.

Bu arada haklarını yemeyelim, Hepsi de geçen her gün kendini geliştiriyor. Türkiye’nin; kendi içinde bu kadar tutarlı, proje olarak da son derece büyük bir ticari potansiyel taşıyan bir kız grubu olacağını söyleselerdi eskiden, inanın gülüp geçerdim. Hepsi de bu samimiyetini ve kararlığını sürdürdüğü takdirde; eminim çok güzel işlere imza atacak.

Kenan’lı ve Hepsi’li 40 Derece sahnesi, bu nedenle pozitif enerji yüklüydü geçtiğimiz pazar akşamı. Didim ve Marmaris konserlerinden sonra bu akşam Antalya Beach Park’da olacaklar. Önümüzdeki hafta içi Mersin ve Samsun’u turladıktan sonra haftaya pazar İstanbul Turkcell Kuruçeşme Arena’da final yapacaklar. Seyretmek isteyeceğiniz bir konser olduğunun ben garantisini veriyorum, gerisi size kalmış.

SES KÖPRÜLERİ

Mercan Dede’si, Burhan Öçal’ı, Hüsnü Şenlendirici’si, Baba Zula’sı, Replikas’ı, Selim Sesler’i ile Double Moon albümlerinin en iddialı şarkılarına Türkiye ve dünyadan bir çok DJ’e remix’ler yaptırılmış ve "Doublemoon Remixed" albümü işte böyle doğmuş. Bir haftadır keyifle dinlediğim bu özel toplamanın sizin de ilginizi çekeceğini düşündüm. Bir yandan "Aman Melike’m Kavur Balıkları", "Kara Üzüm Habbesi" ile "Çiftetelli" oynarken; çok güzel olduğu için onların tabiri ile söylüyorum; Bergama düğünlerinden Brezilya karnavallarına; Edirne çayırlarından Londra kulüplerine; Doğu Anadolu’ya, oradan Bronx’a, İstanbul barlarına, Arap çöllerine uzanan ses köprüleri kuracaksınız bu albümde.
Yazının Devamını Oku

Bir kadın albümü

28 Temmuz 2007
Ankaralıysanız Özge Fışkın’ı önceden tanıyor olabilirsiniz. Ankara’nın efsanevi canlı müzik mekánı Manhattan’da uzun süre sahne alan Özge, Ankara rock çevrelerinde gayet iyi tanınan, sevilen biri. Yıllar önce Manhattan’ın İstanbul şubesinin açılışında (şimdi çoktan tarih oldu) sahnede izlediğim Özge Fışkın’la yeniden karşılaşmam Beyoğlu Hayal Kahvesi’nde oldu. Uzun zamandır albüm hazırlığı içinde olduğunu ve bu ilk albüme ne kadar özendiğini öğrendim konuştukça. Biyoloji eğitimi alan ama hiçbir şekilde müzikten kopamayan müzisyen Özge’nin tutkusunun ve heyecanının ödülü olan "Kilitler"i ilk günden beri keyifle dinliyorum.

Özge’nin canlı programlarını izlerken Türkçe söylediğine hiç tanık olmamış biri olarak, Barda filminin müziklerini içeren CD’deki yorumlarını dinleyince epeyce şaşırmıştım. Gerçi Sertab Erener’in vokalistliğini yaptığı dönemlerde birçok kez izlemiştim ama kendi şarkılarını söylemek başkaydı. İngilizce söylemeye çok yakıştırdığım vokal üslubunun Türkçe söylerken de çok güzel tınladığını görüp büyük bir merakla albümün çıkışını beklemeye koyulduğumu hatırlıyorum.

"Kilitler" albümü akustik bir his veren, genel itibariyle yumuşak mizaçlı bir rock ve kadın albümü. Özge’nin, hem rengi hem de kapasitesi göz önünde bulundurulduğunda güçlü bir sesi var. Hem şarkının duygusunu çok iyi geçiriyor hem de sesimi göstereceğim kaygısıyla bağırmıyor. Kısa sürede kadın vokal olarak kendini kanıtlayacağına inancım tam.

Albümün bir diğer kahramanı prodüktör Cenk Eroğlu. Stüdyo müzisyenliği ve enstrümanistliği itibariyle rock camiası içinde saygı gören ve kendine has bir duruşu olan Eroğlu, "Kilitler" albümüne en az Özge kadar emek vermiş bir müzik adamı. Albümün tüm düzenlemelerini yapan, kayıt sırasında tüm enstrümanları çalan, mix’leri yapan ve Kilitler’in müzikal prodüktörlüğünü üstlenen Cenk Eroğlu’nu daha yakından tanımak için www.myspace.com/cenkeroglu adresini ziyaret etmenizi ve Cenk’in son projesi olan "Xcarnation" hakkında fikir edinmenizi de ayrıca isterim.

Albümde müzik direktörü olarak adı geçen isim Levent Yüksel’in, açıkçası bu albümde nasıl bir işlev gördüğünü tam olarak anlayamamakla birlikte Özge’yle düet yaptıkları Cenk Eroğlu şarkısı "Unutulurmuş"un albümün en iyi şarkılarından biri olduğunu belirtmek isterim. Onun dışında benim kişisel favorilerim "Bıraktım", "Neşter" ve balad tadındaki "Ölümsüz".

"Kilitler", daha önce de dediğim gibi akustik bir his veren, modern bir sound’a sahip, içerdiği şarkılar itibariyle gayet melodik bir rock albümü. Aşki meselelerden ağırlıklı olarak bahseden sözleriyle de bütünlüklü bir kadın albümü öte taraftan.

Albümün genel sound’u ve geçirdiği hissi çok sevmeme karşın keşke biraz daha "sert" olsaymış, gitarlar daha önde olsaymış; özellikle "Bıraktım"da, "Neşter"de cayır cayır duysaymışız diye geçirmeden edemiyorum içimden. Bir yanımla çok hoşuma giden, bir yanımla da bir miktar "eski" bulduğum uzun gitar soloları içinse bir tercihtir diyor ve saygı gösteriyorum.

Şimdi bu yazıyı okuduktan sonra gidip Özge Fışkın albümünü satın alma davranışı gösterecek misiniz bilmiyorum. Ama tereddüdünüz varsa bir kere de canlı seyretmek üzere Beyoğlu Hayal Kahvesi’ne gelin derim. Ben hemen her çarşamba oradayım. Birçok ünlü müzisyen de sık sık geliyor Özge’yi izlemeye.

Kategorik baktığınızda Şebnem Ferah kulvarında, daha yumuşak çizgisiyle farklılaşan ve melodik şarkılarıyla uzun vadeli umutlarımızı yeşerten Özge’nin "Kilitler"i haysiyetli bir tanışma albümü.
Yazının Devamını Oku

Turkish girl in New York

21 Temmuz 2007
Nil Karaibrahimgil lise yıllarından beri şarkı söylüyor. Daha o yıllardan İngilizce şarkılar yazıp söylemeyi kafaya koymuş. Şarkıyı Türkçe düşünemeyeceğine inanıyor. Bir gün İngilizce sözlerle yazdığı şarkılarını koltuğunun altına alıp New York’a, İlhan Erşahin’e dinletmeye götürüyor.  İlhan Erşahin’in yorumu aynen şöyle oluyor; "Çok güzel şarkılar. Ama burada, yan sokakta senin gibi şarkılar yazıp söyleyen yüzlerce kız var; bence sen Türkçe şarkılar yap..." Nil, İlhan’ın öğüdünü tutuyor ve zaten gerisini siz de biliyorsunuz. Özgür Kız’la başlayan hikáye bugünlere kadar geliyor.

Nil her ne kadar Türkçe düşünmeye alışsa ve hatta bu durumu sevmeye başlamış olsa da, aklının bir tarafı yine İngilizce’de. O sırada işin ucunu bırakmayıp İlhan Erşahin’le iki parça yapıyor. İlkinin adı "Girl". Şarkı, içinde Norah Jones’un da bulunduğu Wax Poetic albümünde var. Hatta aynı şarkı dünya müzikleri toplamaları yapan ünlü Putuyama şirketinin bir albümünde de yer alıyor. İkinci şarkıyı ise bu yıl yapıyorlar, onun da adı "Hoppala". Bu kez İlhan Erşahin aynen şöyle diyor Nil’e; "Sen Türkiye’de yapacağını yaptın, artık New York’ta İngilizce bir şeyler yapmanın vakti geldi..."

Ve Nil’i turnelerine davet ediyor. Belki haberiniz yok, ama şimdiye kadar New York Brooklyn’de, İlhan Erşahin’in sahibi olduğu ve New York’un en cool mekánlarından biri olan Nublu’da, Toronto’da ve belki de en önemlisi Montreal Caz Festivali’nde konserler veriyorlar. Biz nerde seyredeceğiz bu grubu diyecek olursanız 10 Ağustos’ta Babylon Alaçatı’da bir konserleri olacak. Ben giderim iddianız varsa, Eylül’de Brezilya’da ve Ekim’de de Fransa’da konser veriyor olacaklar. Hiçbirine gidemiyorsanız www.myspace.com/waxpoetic adresinden de dinlemeniz mümkün şarkıları.

Geçen gün Nil’le karşılaştığımda "Yahu..." dedim, "o kadar konser verdin yurtdışında, hiçbir yerde en ufak haber çıkmadı, ne iştir?". "Ben böyleyim işte" dedi; "Şöyle yaptım böyle yaptım diye anlatmayı beceremiyorum."

Konserler de öyle gurbetçilere verilen konserlerden değil takdir edersiniz ki. O zaman ben anlatayım dedim. Çünkü o gün Nil’in yüzünde farklı bir heyecan, yeni bir şeyler yapacak, kariyerinin dönüm noktasına gelmiş bir müzisyenin kararlı ifadesini gördüm. "Müzisyen olmanın ne demek olduğunu anladım. O kadar mutluyum ki; müzikal anlamda gitmediğim yerlere gittim ve orada içimden çıkan seslerin bana ne kadar ait olduğunu gördüm. Artık İngilizce’nin benim vokal üslubuma Türkçe’den daha uygun olduğuna eminim" diye de ekledi. Bence artık iflah olmayacak noktaya gelmiş Nil. Kendini geliştirme hırsını, yaptığı işe olan saygısı ve kendine güvenini; hepsinden önemlisi tüm dünyada ilgi çekeceğine inandığım orijinalliğini bildiğim için de kendisine ziyadesiyle inanıyorum. Bakalım bundan sonraki albümü nasıl bir şey olacak...

Elde var iki

Önceki hafta izleyip yazdığım Radar Live’dan sonra, geçtiğimiz hafatasonu da söz verdiğim gibi Masstival’i izlemek üzere Parkorman’ın yolunu tuttum. Masstival, "Music Festival For The Masses" sloganıyla yola çıkan, diğer bir deyişle geniş katılım hedefleyen bir festivaldi. Sahne alan gruplara şöyle bir baktığınızda neden hedefi yüksek tuttuklarını hemen anladık. Tori Amos, Avril Lavigne, Cake, Sinead O’Connor, Lauryn Hill, Sebastian Bach, Pain Of Salvation; bir dolu sıkı Türk grup...

Şimdi bakıyorsunuz, öyle büyük isimler ki, hepsi ayrı ayrı konser dolduracak kapasitede. Yer deseniz Maslak, şehrin göbeği. Üstüne üstlük bir de kamp opsiyonu var. Başlangıçta ne gerek var Maslak’ta kamp alanına demiştim ama gidince gördüm ki şahane bir ambiyans yaratmışlar kampçılar için. Uzun ağaçların dalları arasından sızan güneş ışığıyla uyanan arkadaşlara gıptayla baktım. Tuvaletler tertemizdi. Kuyruklar oldu ama ana hatlarıyla yeme içmede de bir sorun yoktu. Kurulan iki sahne arasındaki senkronizasyonda da bir aksama olduğu söylenemez (sadece alternatif sahnede konser varken, ana sahnedeki sessizliğe anlam veremedim. İki satır bir şey çalmaz mı insan?).

Tekrar başa dönecek olursak, festivale katılan isimlere ayrı ayrı konserlerde büyük bilet paraları ödeyeceğine inandığım seyirci, hepsini bir arada görünce buldumcuk oldu. Hem Masstival’in zengin kadrosu, hem de bu yaz patlama yaşayan konser alternatifleri bizim seyirciyi şımartıyor bana kalırsa. Pazar hıncahınç doluydu ama cumartesiye hak ettiği kadar ilgi göstermediler. Geç geldiler, erken çıktılar; sahne önüne uğramak yerine çimlere uzandılar falan. Ama yine de Masstival göğsümüzü kabarttı. Elde var iki diyor ve Rock’n Coke’u bekliyoruz.
Yazının Devamını Oku