14 Temmuz 2007
Bengü’yü tanırsınız. En başından beri, çıtı pıtılığı, hanımefendiliği ve güzelliğiyle evin küçük kızı olarak algılanmış ve sevilmiştir. Hani annelerin oğullarına almak isteyecekleri cinsten bir kız. İyi şarkıları vardır olmasına da, bundan birkaç yıl önce "Sen bir çiçeksin, ben de suyun" diyerek geniş kitlelere ulaşmış, kulvarını belirginleştirmeyi başarmıştır.
En son katıldığı o jürili, koçlu yarışmalardan birinde dansı, başarma azmi ve kibarlığıyla kendini fark ettirmiş; tabir-i caizse yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmiştir. Neyin kuyruğuna diyecek olursanız, bunca zamandır bozmadığı duruşunun, tutarlılığının, hanımefendiliğinin karşılığından söz ediyorum.
Bu, hikayenin benim tarafımdan gözüken versiyonu. Bir de Erol Köse versiyonu var. Gözlemlerim beni yanıltmıyorsa Erol Bey’in Bengü hakkındaki görüşü şöyle bir şey olmalı: "Kızım, sen harcıyorsun kendini. O senin şarkıların, hanımefendi kız görünüşünün modası çoktan geçti. Bunları istemiyor halk. Halk seksapel istiyor. Sen bana güven, eskiye bir sünger çek, üç ay içinde zirveye çıkmazsan bana da Erol demesinler."
RÜYAMDA GÖRDÜĞÜM SAHNE
"Bunu da nerden çıkardın, yanlarında mıydın" diye soracaksınız. Değildim elbet ama Bengü’nün yeni klibini izleyince rüyamda böyle bir sahne gördüm. Bengü de başını öne eğmiş "Haklısın abi, tamam abi, yapacağım abi" gibi laflar ediyordu; kan ter içinde uyanmışım.
İşin şakası bir yana öncelikle şunu not düşeyim. Seversiniz sevmezsiniz, yaptığı işleri onaylarsınız onaylamazsınız. Müzik bilgisine güvenirsiniz güvenmezsiniz, ama Erol Köse’nin ticari bir zekásı olduğu kesin. Sıfırdan şöhret yaptığı, kariyerine kariyer kattığı birçok isim var. Zor günler geçiren sektörün bir dönem imdadına yetiştiği bile söylenebilir. Gülşen’in şöhret olmasındaki payı büyüktür. Hande Yener’in marka olmasındaki katkısı da öyle. Bugün Hande Yener kariyerinin rol ayrımındayken, prodüktör olarak önünü kesmeyen, destekliyor mu bilmiyorum ama en azından köstek olmayan prodüktör yine Erol Köse’dir. Ancak Bengü’ye yaptığına ne demeli?
Serdar Ortaç’la düete, şarkıya falan bir şey demiyorum; kısa sürede ticari sonuçlar almayı hedefliyorsan böyle bir sound ve yaklaşımı tercih edebilirsin. Ama Bengü’ye seksi kız imajı biçmek bence faydadan çok zarar getirecek bir tercih olmuş. Çünkü ben Bengü’nün yapısı itibarıyla bu duruşu taşıyabileceğine inanmıyorum. Erol Köse’nin en büyük hatası Hande Yener’in, Gülşen’in, Nez’in elbiselerinin Bengü’ye de oturacağını düşünüyor olması.
Barda Filmi’nin müziklerini içeren albümü yazarken Üçnoktabir’den söz etmiştim. Yıllardan beri İstanbul Mojo Bar’da Spitney Bears adıyla dinleyip sevdiğimiz, daha sonra adını Üçnoktabir olarak değiştiren grup; basta Cenk Turanlı, gitarda Barış Ertunç, davulda Mehmet Demirdelen ve vokalde Melis Danişmend’den oluşuyor. Grubun sözlerini Melis yazıyor, şarkılar ise Üçnoktabir’e ait.
Barda’nın film müzikleri albümünde söyledikleri ve benim ısrarla üzerinde durduğum şarkı "Dediler ki"yi de albüme alarak çok doğru yapmışlar. Her ne kadar biz o şarkıya film sırasında klip de çektik artık üzerine oynayamayız diye düşünüyor olsalar da kendilerine "Mustafa Hakkında Her Şey" filmi müzikleri arasında yer alan Mor ve Ötesi hiti "Bir Derdim Var"ı hatırlatmak isterim. "Bir Derdim Var"a da film sırasında bir klip çekilmişti ancak kimse şarkının farkına varmadı. Ne zaman grup kendi albümüne koydu şarkıyı, yeni bir klip çekti, o zaman hit oldu.
Üçnoktabir’in "Sabaha Karşı" albümüne gelecek olursak... Benim baştan sona defalarca hem de çok uzun bir süredir dinlediğim bir albüm. Şarkı sözlerini ezbere biliyorum. Melis uzun zamandır tanıdığım gazeteci bir dostum. Cenk öyle, Barış öyle, Mehmet öyle. Albümün prodüktörü Selim Demirdelen hem yönetmen hem de müzisyen olarak çok sevdiğim, güvendiğim bir adam. Müzik direktörü Volkan Başaran desen, o da öyle...
Ancak "Değişmem", "Ölmeden Ünlü Olsam" gibi güçlü şarkılar içeriyor olsa da albümün, grubu büyük kitlelerle buluşturacak hit sıkıntısı çektiği kesin. Melis’in ses rengini çok beğeniyor olmakla birlikte bir rock vokal olmaktan çok, popa yakın bir üslubu olduğunu da belirtmem lazım. Bu bir dezavantaj mı? Bence avantaja bile dönüşebilir. Üçnoktabir’i daha yakından tanımak istiyorsanız pazartesi ya da cumartesi, Mojo’ya bir uğrayın derim. "Sabaha Karşı" albümünü de es geçmeyin lütfen.
Yazının Devamını Oku 7 Temmuz 2007
Kim bakkal, kim süpermarket? Bu aralar sıkça duyuyoruz bu muhabbetleri. Geçen gün Hande Yener belki biraz da sinirlerine hákim olamayarak Mustafa Sandal, Serdar Ortaç, Demet Akalın gibi isimleri "bakkal müziği" yapmakla itham etti. Bilmeyenler için not düşelim; bakkal tabiri, sabun köpüğü, eller havaya şarkılar için kullanılıyor. Yani diğer bir deyişle kendi yaptığı işin öneminden ve kalitesinden söz ediyor Hande Yener.
Açıkçası Hande Yener’in işine büyük saygı duyuyorum. Yaratıcısı olduğu kulvarı terk edip zor bir sound’u denemek yerine pekálá küpünü doldurabilirdi. İnat etti, cesur davrandı, kendini yeniden üretti. Ancak ben bu tip polemikler yaratmasını, kendi yaptığı işin ne denli değerli olduğunu göstermek için etrafına saldırmasını çok da doğru bulmadığımı belirteyim. Sinirlerine hákim olup işine bakacaksın, doğrusu bu. Hele hele bir zamanlar nasıl bir kulvarda iş yaptığını, hangi şarkıları söylediğini, hangi şarkılarla kitlelere mal olduğunu unutursan, bu söylem dönüp dolaşıp yine sana zarar verecek, yürüdüğün yolda tökezlemene neden olacaktır, iki kere iki dört. Bakkal meselesine gelince...
Pop müzik, adı üstünde pop müziktir. Popülerden gelen pop kelimesi bir coğrafyada hangi ürünlerin çok tüketildiğine işaret eden bir tabirdir ve sabit bir sound’u kastetmez.
Diyeceğim o ki, Hande Yener çok satan işleri bakkal olmakla suçlamak yerine örneğin bir gün kendi yaptığı işin bakkal olmasını hayal etmelidir. Bir ülkenin "bakkal sound"u o ülkenin müzik zevki üzerine çok şey söylemektedir çünkü. Eski sound’unu terk edip daha kalıcı işler peşinde koşan, kendine yatırım yapan Hande Yener’in muhatabı artık magazin programları, muhabbeti polemikler olmamalı, bu kadar net söylüyorum.
RADARLARIMIZI AÇTIK
Geçtiğimiz haftasonu Radar Festivali’ni izlemek üzere Kilyos Solar Beach’teydim. Geçen yıl Parkorman’da yaptıkları güzel işi büyütmek niyetiyle bu yıl Kilyos’a taşıdı Radar’cılar festivali. Açıkçası iş yapış biçimleri, dürüstlükleri, idealistlikleri itibariyle en çok takdir ettiğim ekiplerden olan Radar (Dinamo) tayfasının girdiği büyük riskin olası kötü sonuçlarının onları küstürmesinden ürküyordum. Çünkü Radar onlarca grup ve dj ağırladı geçtiğimiz hafta Kilyos’ta. Aralarında James, Marilyn Manson, Kelis gibi çok büyük isimler de vardı. Oraya gelen herkesin çok güzel zaman geçirdiğine eminim. Her şey tıkır tıkır işledi. Son derece güzel bir kitle, şenlikli bir ortam vardı. Gruplar zamanında çıktı, herkes müziğini dinledi, eğlendi. Solar Beach’in deniz ve güneş keyfi de cabası oldu.
Neye üzüldük peki? Ben kendi adıma daha fazla katılım beklerdim. Bunları da gelmeyenler üzülsün diye özellikle yazıyorum.
Geçtiğimiz haftalarda kısaca söz etmiştim. Bu yaz çok fazla konser ve festivale ev sahipliği yapıyor İstanbul. Radar Live iyi bir sınav verdi. Darısı önümüzdeki hafta Parkorman’da gerçekleşecek Masstival’in başına diyor ve ekliyorum. Bizim memleketin bir hastalığı var. Her ne kadar bu yıl beşinci yılını kutlamaya hazırlanan Rock’n Coke, ondan önce bugün artık yapılmayan H2000, Alternative Festival, Techno Fest. gibi organizasyonlar festival kültürünün oluşmasına büyük katkıda bulundularsa da, artık şunun anlaşılması gerekiyor. Konsere, festivale gitmenin öncelikli amacı güzel vakit geçirmek, iyi müzik dinlemek olmalı. Yoksa sadece orada bulunmak, "şekerim haftasonu Radar’daydık, kaçırdınız vallahi" geyiğini çevirmek niyetiyle gelmek değil. Ne yazık ki ülkemizde konser izleyen insanların önemli bir bölümü hala bu tip nedenlere bağlı olarak hangi konsere, festivale gideceğine karar veriyor. Sözüm ona trend olanın peşinde koşuyor.
Bakın İngiltere’de, Almanya’da böyle bir sorun yoktur. Ama ordakilerin bizden daha sofistike insanlar oluşundan ya da daha iyi müzik biliyor oluşlarından değil elbet. Aradaki fark onların festival kültürüne sahip oluşları sadece. Festival kültürünün gelişmesinin tek yolu da bu tip festivallerin hem kalitesinin hem de sayısının artmasından geçiyor. Bu tip festivallere destek veren sponsorlara hepimiz adına teşekkür ediyor, Masstival ve Rock’n Coke’da görüşmek üzere diyorum.
Yazının Devamını Oku 30 Haziran 2007
Hayko Cepkin değişik bir adam. Onu gördüğüm ilk gün anlamıştım. Hayır sandığınız gibi saçından, giyiminden falan söz etmiyorum. Kafası değişik çalışıyor. Dışa dönük ve enerjik görünümünün yanı sıra son derece çekingen ve tedirgin bir tarafı da var. Hayatta baş etmekte zorlandığı o kaygıları, kırgınlıkları, kızgınlıkları, korkuları bertaraf etmenin yolunuysa daha küçük yaşlarda fark etmiş. O gün bugündür de kendi inandığı, onu ifade eden müziği yapabilmek için çabalıyor. Kaygılarından, kırgınlıklarından, kızgınlıklarından, korkularından şarkılar yaratıyor evindeki stüdyosunda.
Hiç unutmuyorum, ilk albüm çıktıktan hemen sonraydı, hararetli bir müzik sohbetine girmiştik Hayko’yla. Çok güzel bir albüm yapmıştı ancak ev stüdyosunda yaptığı kayıtlar yeterince iyi değildi. O dönemde plak şirketinin Hayko’nun demo olarak getirdiği kayıtları aynen basmasına üzülmüştüm. Bu işlerde aslolan sound’du ve albümdeki onca iyi şarkıya yazık olacağına, Hayko’nun kendi kitlesine ulaşamayacağına inanıyordum. Hayko kayıt konusuna üzülse de iyimserdi. Bu albümün onun konserler yapmasını sağlayacağına, konserlerde kitlesiyle kuracağı birebir ilişkinin onu istediği noktaya getireceğine inanıyordu. İlk albümün onun için bir tanışma, onu asıl hedefine götürecek bir vesile olacağını söylüyordu.
O gün itibarıyla Hayko’yu hiç canlı seyretmemiş biri olarak onun bu iyimserliğini çok da inandırıcı bulmadığımı itiraf edeyim. Ne zaman ki Hayko’yu sahnede izledim, o zaman bu adamın sihirli değneğinin ne olduğunu anladım. Sahnedeki adam çok güçlü ve etkileyici bir karakterdi. Bazı insanların böyle bir yeteneği oluyor işte, sahnedeyken gözünüzü alamıyorsunuz. Bakışları, dansları, korku salan teatral ifadeleriyle Hayko’nun sahnede devleştiğini gördüm. Parçaları da cayır cayır çalıyorlardı. Albüm satışları yerinde sayarken Hayko’nun konser üzerine konser yaptığına, o konserleri nasıl hınca hınç doldurduğuna tanık oldum. Kitlesi günden güne büyüyordu.
Bu arada Hayko yeni şarkılar yazdı stüdyosunda, ikinci albümü çok önemsiyordu. İnce eledi sık dokudu; uğraştı didindi ve "Tanışma Bitti" adlı yeni albümünü piyasaya çıkarttı. Albümü uzun süredir dinliyorum ve sevinerek gördüm ki, Hayko ilk albümdeki sıkıntıları çok büyük ölçüde gidermiş. Vokal ve davullar profesyonel stüdyoda kaydedilirken, gitar kayıtlarını yine evde yapmayı tercih etmiş. Ama bu sefer ilk albümden çok daha olgun, şarkılarını çok daha iyi taşıyan bir sound çıkarmış ortaya. Belirgin bir şekilde korku temasının etrafında gelişen sound’a son derece sert, yer yer brutal vokallerle katkıda bulunmuş. Bu arada yaptığı onca konserin getirdiği avantajı iyi değerlendirerek vokalist olarak da kendini epeyce geliştirmiş.
Dedim ya, tamamıyla hissettiklerini yapan, o tutar mı bu satar mı kaygısı olmadan içine sinenin, gönlünden geçenin peşinde koşan değişik bir adam Hayko. Samimiyeti ve cesareti ile Türkçe rock kategorisinde yaptığı işi farklılaştıran, sivrilten en önemli unsur da bu olsa gerek. Sahne şovunu izlemek ise apayrı bir deneyim. Eğer ilk albüm sırasında Hayko ile tanışamadıysanız, her ne kadar Hayko "Tanışma Bitti" diyor olsa da vesile edip tanışın derim.
Kız babalarının ideal damat adayı gibi görünmüyor evet. Sizi korkutuyor, uykunuzu bölüyor, kışkırtıyor. Saçı, makyajı, giyimi, kuşamı bir başka. Ama "Tanışma Bitti" ile kendine has bir kulvar yaratıyor ve yaptığı işler itibarıyla gelecekte daha da büyüyeceğine dair sağlam tüyolar veriyor Hayko Cepkin.
Yazının Devamını Oku 23 Haziran 2007
Köprü’nün yanmasından sonra Kemancı efsanesinin Sıraselviler’e taşınmasıyla birlikte, Beyoğlu’nda rock barlar furyası başladı. Eski dönemin pavyonları birer birer rock bar’a dönüşüyor, ağırlığı üniversitelilerden oluşan yeni bir müşteri akın akın Beyoğlu’na geliyordu.
O günlerden bugüne çok şey değişti Beyoğlu’nda. Örneğin o yıllarda sevdiğimiz, gittiğimiz mekanlar iki elin parmaklarını geçmezdi belki ama hepsini severdik. Kemancı, Hayal Kahvesi, Sefahathane, Dulcinea, Roxy; şimdi burada adını saymayı unuttuklarım... Şimdi öyle mi ya? Yüzlerce mekan içinde kendimizi rahat hissettiğimiz kaç tane kaldı? İşin enteresan kısmı yukarıda adını saydığım mekanlar hálá ayaktayken o arada açılan kim bilir kaç tane mekan tarih sayfalarındaki yerini aldı.
İstiklal Caddesi’nin o bezdiren kalabalığına, kapkaça, değişen insan ilişkilerine rağmen hálá ve ısrarla yapmayı sevdiğim bir ritüel var. Kulağıma mp3 çalarımı takıp kalabalığı yararak bir uçtan bir uca yürüyorum caddeyi. Sanki o anki hayatınızın video-klip’ini çekiyormuş gibi. İnsanları, yüzleri, mekanları şarkılara ilikleyerek, kimi zaman öfkeli adımları ritme uydurup bazen de aşkla süzülerek kalabalığın arasından...
Eskiden İstiklal Caddesi’ni o en en güzel hatırladığım yıllarda walkman takmadan da kulağımıza pekálá yapardık bu müzikli yürüyüşleri. Taksim tarafından girip Tünel’e ulaşana kadar cadde boyunca sıralanmış müzik dükkanlarının çaldığı şarkıların arasından geçerken yolun nasıl bittiğini anlamazdık.
Zaten bir şarkının Beyoğlu’nda çalıyor olması tuttuğuna, çok sattığına delaletti. Caddede yürüyen insanlar duydukları şarkının ne olduğunu sormak için müzik dükkanlarına gider sonra da satın alırlardı albümü. Bakın o zaman albümler de satıyordu, ne güzel günlermiş...
Ee, ne değişti ki şimdi Beyoğlu’nda diyeceksiniz. O müzik dükkanları birer birer kapanıyor örneğin. Yerlerinde kafeler, mağazalar açılıyor. Artık bırakın müzikli yürüyüşler yapmayı, sadece yürümek bile zor Beyoğlu’nda.
Geçen hafta "The Sound Of Taxim Beyoğlu" adlı toplama albümü dinlerken az önce anlattıklarım geçti zihnimden. Albümdeki şarkıları dinledikçe yaptığımız o güzel müzikli yürüyüşler geldi aklıma. "Donna Donna", NTV’nin "O An" belgeselinden de hatırlayacağınız "Bombay Theme Music", "Historia De Un Amor", "Bell Ciao", "Eviva Espana", Eartha Kitt yorumuyla "Katibim", Balkan Beat Box’tan "Gross"; sonra yakından tanıdığınız "Zorba", "Padam Padam", "That’s Amore", "If I Were A Rich Man"... Hepsi o özlediğim yürüyüşlerin fon müziği şimdi.
Konser dolu bir yaz
Size bu akşamdan itibaren yaz sonuna kadar dinleyeceğimiz konserlerin bazılarını sayayım; Daft Punk, Arielle Dombasle, Evanescence, James, The Rapture, Groove Armada, Kelis, Marilyn Manson, Dream Theater, Al Di Meola, Gloria Gaynor ve Ajda Pekkan, Cachaito Lopez (Bueno Vista Social Club), Blonde Redhead, George Clinton, Michael Bolton, Robert Plant, Dionne Warwick, Bryan Ferry, Enrico Macias, Live Earth Konserleri, Shakira, Robin Gibb, Nathalie Cole, Julio Iglesias, Avril Lavigne, Tori Amos, Sebastian Bach, Sinead ’O Connor, Lauryn Hill, Sum 41, Riverside, Cake, Joe Satriani, Zucchero, Chaka Khan, Norah Jones, Kool and The Gang, Jose Feluciano, Paul Young, Smashing Pumpkins, Chris Cornell, Within Temptation, Franz Ferdinand, Manic Street Preachers, Tool... Yerli gruplar var sonra. Umarım gerek sponsorlar gerekse organizatörler açısından verimli bir yaz olur da "o ne yazdı öyle bir daha da görmedik öyle yazı" şeklinde hayıflanmayız. Konser çok, yatırımlar büyük, müşterinin seçme şansı çok çünkü.
Yazının Devamını Oku 16 Haziran 2007
Tanju Okan’ın hem Türk popüler müzik tarihi hem de gönlümüzdeki yeri ayrıdır. Erkek ses olarak değerlendirdiğimizde nice büyük sesler yetiştirmiş bir coğrafyada yaşıyoruz, ancak öte yandan iş vokalistliğe, yoruma geldiğinde; şüphesiz dünyalar bir yana Tanju Baba bir yana. Tanju Okan’ı büyük şarkıcı, bana göre popüler müziğin gelmiş geçmiş en büyük erkek şarkıcısı yapan da budur. Yorumu...
Şimdi bir sorum var size. Gönlünüzde Tanju Okan’a denk gelen kadın yorumcu kimdir? Ben hiç düşünmeden net bir cevap verebilirim bu soruya; Ayten Alpman.
Ayten Alpman’a haklı başarısını getiren "Ben Böyleyim", "Memleketim", "Ben Varım" gibi listebaşı şarkıları bir yana; Yeni Türkü’nün "İstersen Hiç Başlamasın"ını yorumladığında kendisine bir kez daha vurulmuş; bu konseptte bir albüm yapsa, yani başkalarının hit olmuş şarkılarını kendine has üslubuyla yorumlasa ne güzel olur diye düşünmüştüm. Aradan onca yıl geçti. Meğer Ayten Alpman yaklaşık beş yıldır bu proje üzerine çalışıyormuş.
Bir kere peşin olarak söyleyeyim, "Bir Başkadır Ayten Alpman" albümü kendi tüketici kitlesini bulduğunda (ki o da kesinlikle yetişkin kategorisidir) son dönemin en önemli satış başarılarından birini yaratacak güçte bir albüm.
Ayten Alpman’ın yaklaşık otuz yıl sonra stüdyoya girip, üstelik daha önce yapmadığı bir şeyi yapıp; başkalarının ünlü ettiği şarkıları yorumlaması öyle ha denince olacak şey değil. Projenin fikir babası olan Hakan Eren’in ismine sanırım siz de aşina oldunuz artık. Eline attığı her işin üstesinden ustalıkla gelmesi ve kotardığı işlere duyduğumuz saygı vesilesiyle sık sık adını andığımız Hakan Eren, yine bir hayalinin peşini bırakmayarak Ayten Alpman’ı ikna etmiş öncelikle. Sonra şarkı seçimi, izinler, kayıt derken bugünlere gelmiş proje.
Albümde yer alan şarkıları da uzun uzun saymak isterim. Çünkü listeyi gördüğünüzde "bu şarkının bu şarkıyla ne ilgisi var, neden bu var da öteki yok" gibisinden eleştirilerde bulunabilirsiniz. Ancak az sonra adlarını sayacağım bu ünlü şarkıların seçilme nedenleri öncelikle melodik altyapılarının çok güçlü oluşu. Ondan sonra Sadun Ersönmez ve Kamil Özler’in düzenleme yaklaşımlarına uygun bir melodik yapıları var ki bu da bütünlük açısından çok önemli. Yeri gelmişken özellikle Sadun Ersönmez’in o birbirinden ünlü, çoğu dillere persenk olmuş hit şarkılara sihirli değnekle dokunduğunu iddia etmek isterim. Gerek Hakan Eren’in müzikal prodüktör olarak yaratıcı yönlendiriciliği; gerekse Sadun Ersönmez’in şarkılara farklı bir ruh veren düzenlemeleri; işi neredeyse yeni bir Ayten Alpman albümü olarak algılatacak düzeye getirmiş.
Hangi şarkılar, sayalım; Nilüfer şarkılarından "Erkekler Ağlamaz" ve Ferdi Özbeğen yorumundan da hatırlayacağınız "Söyleyemedim", Ajda Pekkan’dan "Her Yaşın Ayrı Bir Güzelliği Var" ve "Seninleyim". Yine Ferdi Özbeğen’in sesiyle ünlenen "Herkes Kendi Yoluna", Nükhet Duru’dan "Sesini Duyur", Melike Demirağ vokaliyle sevdiğimiz "Arkadaş", Grup Gündoğarken klasiği "Sen Benim Şarkılarımsın", Tual’den "Pencere" ve sıkı durun Serdar Ortaç’tan "Yaz Yağmuru".
Sıkı durun deme amacım bıyık altından gülümsetmek değil kimseyi. Öte yandan özellikle o şarkıya dikkat kesilmenizi rica ediyorum. Bambaşka bir kulvarda çok sevilmiş, marş olmuş, popüler müzik kültürünün en ortasında yer alan bu şarkı farklı bir bakış açısı ve doğru bir dokunuşla nasıl bir hale gelmiş göreceksiniz.
Albümün bir diğer sürprizi de "Aliye" ve "Binbir Gece" dizileriyle tanınan Halit Ergenç’in "Arkadaş"ta Alpman’a eşlik ediyor oluşu.
Sözün kısası Ayten Alpman gerçekten bir başka...
Yazının Devamını Oku 9 Haziran 2007
Geçenlerde bir televizyon programında konuk Kayahan’dı. Bir müzik televizyonuna, isim vermeden ateş püskürüyordu. Binlerce dolar masraf ettikleri, üzerinde günlerce çalıştıkları klipleri bir kanal tarafından veto edilmişti. Kayahan aynen şöyle bir cümle kurdu: "Büyük bir müzik kanalı ama Kral TV değil". Şimdi Kral TV, klibini göstermek için Kayahan’dan para aldı mı almadı mı bilemem. Büyük isimlerden para talep etmiyorlar bildiğim kadarıyla. Ama eğer almışlarsa ve "Büyük Usta" sıfatını sahiplenen yılların Kayahan’ı da bunu içine sindirmişse, o da ayrıca üzücü.
Öyle ya da böyle, zaten Kayahan da altını çizdi; sözünü ettiği kanal Kral TV değildi. Kayahan yayında adını zikretmedi ama ben size söyleyeyim; Kayahan’ın klibini veto eden kanal Powertürk TV.
Powertürk ile ilgili genel düşüncemin olumlu olduğunu yazılarımı takip edenler bilir. Varoluş sebebi olan video klipleri ticaret malzemesi yapmayan, diğer bir deyişle parayla klip döndürmeyen, genel hatlarıyla kendi içinde tutarlı bir yayıncılık yapan Powertürk TV ile ilgili kulağıma kimi tatsız fısıltılar geliyor bir süredir ne yazık ki.
Bu fısıltıların temel nedeni, Kayahan’ın da cinlerini tepesine çıkaran veto meselesi. Bir müzik kanalı bir video klibi ne sebeple veto eder?
Efendim Kral TV gibi alenen işin ticaretini yapıyorsunuzdur. Para talep edersiniz, ödemezlerse veto eder yayınlamazsınız. Powertürk’ün klip döndürmek için para talep etmediğini biliyoruz. Demek ki veto ediş sebepleri farklı. Acaba genel ahlaka aykırılık, politik ya da dini içerik olabilir mi sebep? Bilmiyorum bir başka kanalda Kayahan’ın yeni klibini izleme şansınız oldu mu? Eğer izlediyseniz sebebin bu olamayacağını anlamışsınızdır.
Açıkçası Powertürk yöneticileri veto ediş sebeplerini açık şekilde ifade etmiyorlar. Genel yayın çizgimize aykırı gibi yuvarlak cümleler kuruyorlar. Ancak ne yazık ki bu geçiştirmeler artık bana inandırıcı gelmiyor. Yayın çizgimize aykırı diye yayınlamayı reddettikleri herhangi bir klipten gerek görsel kalite, gerekse sound olarak çok daha uygunsuz bir klibi baş tacı ettiklerine defalarca tanık oldum.
Yanlış anlaşılmasını istemem; dünyanın bütün büyük müzik kanallarında bu anlamda bir kontrol mekanizması vardır. Yayın çizgisi ya da politikası dediğimiz şey böyle bir şeydir zaten. Öte yandan bu politika tutarlı ve adaletli bir biçimde yürütülmediğinde, daha da önemlisi vetolar sağlıklı bir biçimde gerekçelendirilmediğinde şaibelere neden olurlar.
Kayahan’ın başına gelen veto uygulaması Powertürk’ün ne ilk ne de son uygulaması. KRAL TV ve benzeri kanallarda kendine yer bulamayan birçok sanatçı Powertürk’ten de benzer ve anlamsız bir tokat yiyince ciddi biçimde mağdur oluyor.
Kulağıma gelen fısıltıya göre Powertürk yöneticilerinin Kayahan’ın klibini yayınlamama nedeni şuymuş: Klipte, çölde elinde kılıçla görünen bir adam var. Dikkatle bakıldığında o kılıcın üzerinde Arapça bir yazı olduğu görülüyormuş. Sebep buymuş efendim.
Powertürk’ün danışmanlığını yapan ve hangi klibin veto edileceğine karar veren kişi Olivier Mouxion. Beyefendi bir Fransız vatandaşı. Kendisinin; çöl görüntüsünden, Arapça çağrışımlardan özel bir rahatsızlığı olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Sanat, imge, müzik falan hepsi bir yana, en çok bu zihniyetten korkuyorum çünkü.
Yazının Devamını Oku 2 Haziran 2007
Size iki soru soracağım. Birincisi şu: Eğer Onno Tunç olmasaydı, Sezen Aksu bugün bulunduğu noktada olur muydu? İkincisi ise şöyle: Eğer Onno Tunç bugün yaşıyor olsaydı, Türk popüler müziği bugün olduğu durumda olur muydu?
Şu tip bir cevap gelebilir sizden ilk soruya: "Koskoca Sezen Aksu efsanesinin müsebbibi Onno Tunç olamaz. Sezen yazdığı şarkılarla, sözlerle, yorumuyla var olmuştur ve bu başarı başka kimseye mal edilemez." Bu yanıtta doğruluk payı var elbet. Sezen Aksu’nun gelmiş geçmiş en iyi şarkı yazarlarından biri olduğu, sonra bir yorumcu olarak da hepimizin yüreğine dokunduğu; bunların hepsi su götürmez gerçekler.
Ancak öte yandan bir noktayı da gözden kaçırmamak lazım. 80’li yıllarda yayınlanan "Sen Ağlama" albümü Sezen Aksu kariyerinin dönüm noktasıdır. 70’lerde müzik dünyasına o ya da bu şekilde kendini kabul ettirmiş iki isim Sezen Aksu ve Onno Tunç, bu albümle bir araya gelmiş ve bilerek ya da bilmeyerek popüler müzik tarihimiz için de dönüm noktası oluşturacak bir işe girişmişlerdir. Sezen Aksu o albümle birlikte, bugünkü Sezen Aksu efsanesinin tohumlarını atmıştır. Ve hiç kuşkusuz bunda Onno Tunç’un payı çok büyüktür.
Bir müzik adamı olarak çok değişik bir kafası olduğu kesin Onno Tunç’un. Her şeyden önce hem 70’lerden gelen sound’a, hem de dönemin taverna sound’una kafa tutan; bambaşka ve özgün bir sound yaratmıştır 80’lerde. O sound olanca orijinalliğiyle Sezen Aksu’yu Sezen Aksu yapan sound olmakla kalmamış, Türk popunun on yıllarına damga vurmuştur. Kaldı ki içinde bulunduğumuz 2000’lerde bile etkisini sürdürmektedir. Sezen Aksu ekolü olarak bildiğimiz birçok ismi de, Sezen Aksu’yu da kalıcı kılan işte bu Onno Tunç sound’u ve şarkılarıdır aslen.
Öte yandan Onno Tunç şarkılarına; ruhuyla, yorumuyla (tabii Aysel Gürel’in sözlerini de unutmayalım) ve tam anlamıyla can veren Sezen Aksu’nun, Onno Tunç’u müzikal anlamda ne kadar beslediğini de unutmamak gerekir. Zaten biz unutsak bile Aksu-Tunç ikilisinin müzik ekseninde gelişip boyut değiştiren ruhsal bağlarının şarkılara yansıyışı gerçeği derhal hatırlatacaktır.
İkinci sorunun yanıtını vermekse nispeten daha güç. Ancak bilgimize görgümüze dayanacak olursak; Onno Tunç’un bugün aramızda olsa kendi yarattığı o sound’u farklı noktalara götüreceği, nice iyi şarkılar yazacağı ve dolayısıyla Türk popüler müziğine büyük katkılarda bulunacağı çıkarsamalarını yapmak da abesle iştigal olmasa gerek.
Geçtiğimiz günlerde "Onno Tunç Şarkıları" adını taşıyan saygı albümü çıktı piyasaya. On üç Onno Tunç şarkısını eski, yeni birçok sanatçının yorumuyla ve kısmen orijinal, kısmen de yeni düzenlemeleriyle içeren albümün danışmanlığını Sezen Aksu, müzik direktörlüğünü ise Arto Tunçboyacıyan üstlenmiş.
Yaklaşık iki buçuk yıldır üzerinde çalışılan albümde yer alan Ceza, Mor ve Ötesi, Nükhet Duru, Emre Altuğ, Sertab Erener, Tuluğ Tırpan, Şebnem Ferah, Aylin Aslım, Hayko Cepkin, Levent Yüksel, Murat Uncuoğlu, Ajda Pekkan, Nilüfer, Zerrin Özer, Hüsnü Şenlendirici ve tabii Arto Tunçboyacıyan ve Sezen Aksu gibi isimler hiçbir ücret talep etmeden gönüllü olarak katılmışlar projeye. Albümden elde edilecek gelirinse Onno Tunç adının yaşatılacağı bir projeye aktarılacağı söyleniyor. Madem öyle hem bu gelirin artırılması, hem de Onno Tunç’un 11. ölüm yıldönümüne yakışır bir organizasyona imza atmak adına bir konser yapılması da farz bana kalırsa. Olayın sosyal boyutunun ön plana çıkartılacağı bir pazarlama faaliyetiyle bilet fiyatlarından epey gelir elde edilebilir diye düşünüyorum.
Albüme dönecek olursak; Onno Tunç şarkılarının hepsi birbirinden güzel evet, dinlemeye doyamıyorsunuz ama; ben yorumcuların kendi seçtikleri şarkılara yapılan yeni düzenlemelere biraz iltimas geçmek istediğimi belirtmeden edemeyeceğim. Hem saygı albümlerinin alamet-i farikasının bu olduğuna inanışımdan hem de düzenlemelerin büyük çoğunluğunu çok beğenmemden.
Ceza’nın "Şinanay"ını, Mor ve Ötesi’nin "1945"ini, Sertab Erener ve Tuluğ Tırpan’ın "Sen Ağlama"sını, Şebnem Ferah’ın "Ünzile"sini Aylin Aslım’ın "Bir Çocuk Sevdim"ini, Levent Yüksel ve Murat Uncuoğlu’nun "Sultan Süleyman"ını çok sevdim. Gerisi zaten usta işi, söz etmeye gerek yok.
İyi ki vardın Onno Tunç ve iyi ki olacaksın.
Yazının Devamını Oku 26 Mayıs 2007
Yetmişlerin kırkbeşlik devirli plaklarının yeniden gün ışığına çıkmasına katkıda bulunan bir avuç insan var. Takdir edersiniz ki bu insanlar ha deyince bu işe girişmediler. Uzun yıllardır toplanan plaklar, büyük bir özenle kesilen gazete ve dergi kupürleri, o dönemin şarkıları için duyulan büyük aşk olmasa bugün o şarkıları bir arada ve bu kadar iyi kayıtlarla dinleme olasılığımız olmayacaktı.
Samimiyetle söylüyorum; eski Türk filmlerinin içindeki zarafeti, hüznü, mutluluğu anlayamamış, o filmlerin unutulmaz şarkılarını demode bulmakla övünen biriyle derhal alakamı kesebilirim. Abarttığımı düşünmeyin, çünkü o incelikten ve derinlikten yoksun biriyle anlamlı bir şeyler paylaşma olasılığım yok denecek kadar azdır. Son yıllarda çıkan nostalji albümlerine gösterilen ilgiyi gördükçe, eskisi kadar yalnız olmadığıma inanıyorum. Elbette albümlere ilgi gösteren tüketicileri var etmek için gereken fitili ateşleyen müzik adamları, prodüktörler olmasaydı; diğer bir deyişle o bazılarının beğenmediği Türk filmleri, onların müzikleri, o müzikleri içeren plaklar ve o plaklara tutkuyla bağlı insanlar olmasaydı işimiz daha zor olacaktı.
Bir yandan internet paylaşımının bastırdığı, öte yandan kendini tekrar eden, birbirine benzeyen şarkıların tıkadığı müzik piyasası derken iyice sarpa saran müzik endüstrisinin soluk almasını sağlayan nostalji albümleri apaçık cankurtaran vazifesi gördüler. Özellikle Belkıs Özener’in eski filmlerde seslendirdiği şarkıların dinleyicisiyle buluşup "Sahibinin Sesinden"in yılın en çok satan albümlerinden biri olması başlı başına önemli bir olaydı.
Naim Dilmener’e, Hakan Eren’e, Odeon Plak’a, Kalan Müzik’e ve işin arka planındaki diğer isimlere sadece bu sebepten ötürü teşekkür etmek gerekiyor. Arşiv meraklılarına yapılan büyük hizmeti, o güzel şarkıların yeni nesillerle tanışmasına vesile olmalarını saymıyorum bile.
Geçtiğimiz günlerde, daha önce "Aşkın Kanunu" ve "Artık Sevmeyeceğim" adlarıyla ilk ikisi yayınlanan "Yeşilçam Şarkıları"nın üçüncüsü çıktı piyasaya. İlk ikisini keyifle dinlemiş ve arşivinde özenle saklayan bir dinleyici olarak serinin üçüncü albümünde merakla beklediğimiz şarkıları görünce bir kat daha sevindim.
Deniz Seki’nin de albümünde söylediği "Böyle Gelmiş Böyle Geçer Dünya"yı Gönül Akkor’un sesinden, "Damarımda Kanımsın"ı Neşe Karaböcek’ten, "Yıldızların Altında"yı Zeki Müren’den "Veda Busesi"ni Nesrin Sipahi’den, "Elveda Meyhaneci"yi Handan Kara’dan, "Arkadaş"ı Melike Demirağ’dan, "Gesi Bağları"nı Selda’dan ve en önemlisi Melih Kibar’ın ölümsüz Hababam Sınıfı melodisiyle, Cahit Berkay’ın efsane bestelerinden "Selvi Boylum Al Yazmalım"ı orijinal versiyonlarıyla dinlemek isterseniz "Yeşilçam Şarkıları 3-Yıldızların Altında"yı tereddütsüz alın.
Beraber ve solo aşklar
Hakan Kural ismini belki hiç duymadınız. Kendisi uzun zamandır müzikle uğraşan; uğraşmak demeyeyim müziğe tam anlamıyla gönül vermiş bir reklamcı işadamı. Yakın geçmişte piyasaya çıkardığı ilk albümü "Beraber ve Solo Aşklar" için uzun süredir çalışmaktaydı. Kural her ne kadar bu işi hobi olarak gibi görüyorsa da, için için iddialı olduğunu, kendi yazdığı şarkılarını daha geniş kitlelere ulaştırmak için büyük istek duyduğunu biliyorum.
Şarkılarının armonik yapısına, Hakan Kural’ın duruşuna ve vokal üslubuna baktığımızda albümün yetişkin kategorisinde konumlanması gerektiği görülüyor. Yani işin pazarlamasının da tamamen bu eksende yapılması gerekiyor. Hakan Kural’ın söz konusu kitleyle birebir bağ kuracağı bir mekánda canlı program yapması bu amaç için iyi bir çıkış noktası olabilir. Eğer şan derslerine gereken önemi verir; ünlü isimlerin bile albüm satamadığı şu günlerde satış rakamları nedeniyle moralini bozmazsa önümüzdeki yıllarda adını sıkça duyacağımıza eminim.
Yazının Devamını Oku