29 Aralık 2007
1999 yılında ilk albümleri "Eski Köprünün Altında" çıktığında, sadece bilenlerin bildiği bir gruptu Duman. Diğer bir deyişle ne Duman’ın Seattle dolaylarından getirip İstanbul sound’uyla yoğurduğu şarkılarının, ne de Kaan’ın vokalist olarak yarattığı orijinal gırtlağın farkındaydı insanlar. O ilk albüm 2002’den, Duman’ın ikinci albümü "Belki Alışman Lazım" patladıktan sonra keşfedildi, sevildi.
"Belki Alışman Lazım", birçok açıdan Duman kariyerinin dönüm noktası olan bir albümdü. Öncelikle, akıllıca seçilmiş ve iyi yorumlanmış bir cover’ın bir albüme katabileceklerine dair ders niteliğindeydi. O albümün çıkış şarkısı, Sezen Aksu hiti "Her Şeyi Yak", Duman’ın geniş kitlelerce tanınmasına vesile oldu o dönem. Demek ki elindeki malzeme iyiyse, yani "bir cover söylerim ünlü olurum" derdinde değilsen; o cover’ı albümün vitrini yapıp insanların dükkana girmesini sağlıyorsan, sonuç çok güzel olabiliyor. Duman’ın o şarkıyı ne kadar güzel yorumladığını hesaba katmıyorum bile.
Sonra bir konser albümü ve 2005’te çıkardıkları son albüm "Seni Kendime Sakladım"... "Seni Kendime Sakladım", hem vokal hem sound, hem de şarkılar açısından olgunluk albümüdür Duman’ın.
Kim ne derse desin, Türk rock tarihinin en önemli gruplarından biridir. Slogan atmadan politik olabilen, cıvıtmadan eğlendiren, gaza getirmeden coşturan bir gruptur. Bu samimiyetin farkında olan kitlesi de Duman’ı çoktan özel bir yere koymuştur.
Duman, bugüne kadar yaptığı albümlerin prodüktör şirketi olan NR1’den ayrıldı. NR1 de bir süre önce 1999-2006 tarihleri arasında yayınladığı Duman albümlerinin hitlerinden bir en iyiler albümü hazırladı. Duman külliyatının 15 şarkısının yanı sıra, 12 video klip içeren bir de DVD var albümün yanı sıra. Bu çalışmanın ikili set halinde özel bir baskısı ayrıca yayınlanacak, bilginize. Eğer Duman’ın tüm albümlerine sahip değilseniz, "En Güzel Günüm Gecem" ilginizi çekebilir.
Bir şarkın var mı
Ortadoğu, Akdeniz ve Afrika ülkelerini kapsayan bir yarışma var; dikkatimi çekti. HP’nin düzenlediği yarışmaya katılmak istiyorsanız, en geç 7 Ocak gece yarısına kadar sözü ve müziği size ait olan şarkınızı www.hayatinitasarla.com adresine girerek yüklüyorsunuz. Katılımcılar 18 Ocak tarihine kadar internet üzerinden oylanacak ve ödüller 31 Ocak’ta sahiplerini bulacak. O gece ödül töreni; İstanbul, Atina, Dubai ve Johannesburg’da eş zamanlı olarak yapılacak ve bu dört kent arasında uydu bağlantıları kurulacak.
Finalin İstanbul ayağı Esma Sultan Yalısı’nda gerçekleşecek. Nil Karaibrahimgil, Ceza ve Funky C’nin konser vereceği o geceye davetiye kazanmak istiyorsanız yine aynı siteyi ziyaret edebilirsiniz. Birinci olan kişi ya da grup, çeşitli hediyelerin yanı sıra MTV tarafından çekilecek ve yayınlanacak bir de klip sahibi olacak. Ayrıca siteye girip verdiğiniz her oyla Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’na bağışta bulunmuş olacaksınız. Kendinize ve şarkınıza güveniyorsanız hodri meydan... Bu arada HP’nin 2008’den itibaren müziğe önemli yatırımlar yapacağı konusunda duyumlar aldım, bu da sevindirici bir haber.
Bu akşam MFÖ
Bu akşam saat 21.00’de, İstanbul Bostancı Gösteri Merkezi’nde MFÖ konseri var. Yapım, menajerlik ve organizasyon gibi işlevleri tek bünyede ama birbirinden bağımsız yapılandırma hedefiyle yola çıkan ve sektörün saygın isimlerinin ortaklığıyla kurulan PMD Yapım’ın organizasyonu.
PMD Yapım’ı önemsiyorum ve takip ediyorum, çünkü bugüne kadar defalarca yazdığım şirket modelini bire bir uygulama hedefiyle yola çıktılar. Motivasyonları yüksek; sürekli yeni şeyler deneyip sektöre hareket getirmeyi hedefliyorlar. "Geri Dönüşümlü Bilet" uygulaması da bunlardan biri.
Eğer bu akşam, benim gibi siz de MFÖ Konseri’ne gitmeye niyetliyseniz biletinizin sizde kalan kısmını sakın ola ki atmayın. Çünkü o bilet bir sonraki PMD organizasyonunda size yüzde 10’luk bir indirim sağlayacak.
2008 müziğin yılı olsun, iyi seneler...
Yazının Devamını Oku 22 Aralık 2007
ENBE Orkestrası, son günlerin en çok konuşulan albümlerinden biri. ENBE; "özel davetlerin orkestrası" olarak biliniyor. Aslen Behzat Gerçeker tarafından 1993’te kurulmuş bir eşlik orkestrası. Barry White, Richard Clayderman, Pavarotti, Domingo, Goran Bregoviç, Monica Mollina gibi büyük isimlerle konserler veren ENBE; Fransız chanson’larından napolitenlere, aryalardan country’ye, latine, tangoya, valse ve tabii caza kadar uzanan geniş bir repertuvara sahip.
Albümde solist olarak Ferhat Göçer, Ajda Pekkan, Aytekin Kurt, Mustafa Ceceli, Aslı Güngör, Sultana ve Atacan Yücel yer alıyor. Şimdi böyle denince gözünüzün önüne ne geliyor? Arkada ENBE Orkestrası, solistler sırasıyla şarkılarını söylüyorlar değil mi? Maalesef öyle değil.
Albüm kesinlikle bir eşlik orkestrası albümü değil. Bütün düzenleme matematiği stüdyo ortamında çözülmüş. Üstelik çok yetenekli müzik adamları olmalarına karşın birden fazla aranjörün birbirinden bağımsız düzenlemeleri sonucunda müzikal bütünlük ve konsept tutarlılığından da uzak bir albüm.
Sormadan edemeyeceğim ENBE Orkestrası bu albümün neresinde? Siz aynı şarkıları, aynı düzenlemelerle stüdyoda kotarabiliyorsunuz öyle değil mi? Bu durumda koskoca ENBE Orkestrası’nın bu albümde şık bir fon olmanın dışında nasıl bir işlevi var ki?
Sanıyorum bu sebeplerle albümün sonuna CD Extra olarak ENBE repertuvarından 4 şarkı eklemişler. ENBE Orkestrası albümünde, orkestra eser miktarda kaldı, ayıp olmasın sona biraz ekleyelim mi dediler, ne dediler bilemiyorum artık. Kaldı ki o 4 şarkının düzenlemeleri de albümün genel havasından fena halde etkilenmiş.
Gelelim albümün iyi taraflarına. Önce Mustafa Ceceli. Ceceli’yi ilkin Sezen Aksu’nun "İkili Delilik"indeki düzenlemesiyle fark etmiştim. Çok genç ama uzun süredir aranjörlük yapıyor. Piyasada hit olmuş birçok şarkının altında onun adı var. "Çakkıdı" eğer Ceceli’nin düzenlemesi olmasaydı bu kadar büyük bir hit olmazdı.
Bu albümde Aksu’nun yeni şarkısı "Unutamam"ı hem düzenlemiş hem de söylemiş Ceceli. Ne kadar yumuşak ve güzel bir sesi olduğunu görünce çok şaşırdım. Çok yetenekli ve donanımlı bir müzisyen, adını çok duyacağız.
Ajda Pekkan’ın yorumladığı Aznavour aranjmanı "Sevdiğim Adam"a Ozan Doğulu’nun yaptığı düzenleme şarkıyı dinletiyor, yeniden sevdiriyor. "Sertab Goes To The Club" ile dikkatleri üstüne toplayan Aytekin Kurt’un zamanında Tanju Okan ve Ajda Pekkan’ın yorumladığı "Hancı"ya yaptığı düzenleme ve yine beni şaşırtan vokali de albümün en heyecan verici unsurlarından.
İnternet’te Youtube ortamında aldığı tıklarla dikkat çeken bir isim vardı bir süredir; Aslı Güngör. Billur gibi bir sesi var; aynı zamanda şarkı da yazıyor. Ferhat Göçer bu şarkıyı albüme dahil etme konusunda teklif götürmüş kendisine. Şarkıyı dinleyin, anlayacaksınız; çok güçlü. Sanıyorum Ferhat Bey, bu şarkıyı radyoların görmezden gelmeyeceğinin farkında, bu nedenle düet yapmaktan geri kalmamış. Akıllıca tabii. Umarım Aslı Güngör’ün yolu açık olur. Şarkıya Sinan Akçıl ve Ozan Doğulu’nun yaptığı iki ayrı düzenleme de başarılı.
Aslı Güngör’ün albümdeki diğer şarkısı "İzmir Bilir ya" ve Atacan Yücel şarkısı "Hayallerimi Verdim" vasat şarkılar. Sezen Aksu hitlerinden "Rakkas"ın bu albümde ne aradığını ise hiç anlayamadım. Hele Ferhat Göçer ile rap’çi Sultana düeti tamamıyla amaçsız bir iş olmuş. Olay ENBE’den kopmuş nerelere gitmiş, artık siz düşünün. Keza "Yeniden Başlasın"a Erdem Kınay’ın yaptığı düzenleme de vasat bir dans remix’inden öteye gidemiyor.
Yazının Devamını Oku 15 Aralık 2007
Teoman, gece dışarı çıkmayan bir adam olsaydı, daha doğrusu çıktığı yerlerde paparazzi ekiplerine yakalanıyor olmasaydı, siz bu kadarına tanık olmayacaktınız belki. Öte yandan, magazinci arkadaşların alkol konusunda Teoman’ın üzerine özellikle gittikleri de bir gerçek. Evet, Teoman da sütten çıkmış ak kaşık değil; alkol, güzel kadınlar ve eğlence ekseninde yaşamayı seviyor ve bol bol malzeme veriyor magazincilere.
Güneşli bir pazar sabahı Boğaz hattında bir kafede kahvaltı edip gazetesini okurken yakalama olasılığınız düşüktür Teoman’ı. Gündüz uyur çünkü. Gece hayatını sever. İçerek eğlenir, içti mi de çok içer. Durumunun özeti bu.
Benzer bir muameleyi Engin Günaydın’a da yapıyorlar magazin muhabirleri. Günaydın, artık nasıl kaçacağını bilemiyor. Takıyor kapüşonunu; önüne bakmadan, konuşmadan yürüyor. Geçen gün böyle bodoslama giderken yolda duran bir kamyona çarptı.
Şimdi bir insanı bu duruma mecbur ederek haber çıkartmak ne kadar ahlaklı bir davranıştır? Gece çıkmış, eğlenmiş, evine doğru ilerleyen ünlü birinin yürümesini engelleyebilir misiniz? Bir barın önünde nöbet tutup, sabahın 5’inde içerden çıkan ünlü insanlara "alkol var mı efendim?" diye sormak akıllı işi midir; o insanların alkollü hallerinden faydalanıp üzerlerine giderek haber çıkarmaya çalışmak ayıp mıdır yoksa mubah mı?
Magazin kameraları silah mıdır yoksa amaç halka mal olmuş kişilerin hayatını haber yapmaktan mı ibarettir gerçekten...
İnsanlar ne kadar kontrollü olmaya çalışırlarsa çalışsınlar, herkesin bir kendini kaybetme noktası var. Hele bir de alkol varsa işin içinde.
Geçtiğimiz hafta televizyonlarda Teoman’ın o can sıkıcı görüntülerini izledim. Taksiye binmek üzere hızlı adımlarla yürürken nasıl hiddetle dönüp muhabir arkadaşı yumrukladığını, sonra hırsını alamayıp iki tane daha salladığını eminim sizler de görmüşsünüzdür.
Gördüğüm kadarıyla oradaki hiçbir muhabirin payı yok olayda. Yani bir kışkırtma, damara basma da söz konusu değil. Teoman da o bildiğiniz halleri kadar alkollü değil. Sadece, bir yanlış anlaşma oluyor ve aşırı öfkeleniyor Teoman; vuruyor yumruğu.
Yaptığı ayıp; o hareketin affedilecek bir tarafı yok, orası kesin. Profesyonel anlamda da hiç doğru değil. Ancak magazincilerin, kimi ünlülerin hoşgörü çıtalarını ne kadar aşağı çektikleri de kolayca görülüyor bu olayla.
Şimdi diyeceksiniz ki, "Teoman’ın yumruk atmasından álá magazin malzemesi mi olur?" İşin kilitlendiği nokta da burası bence... Magazinci arkadaşlar, gözlerinin üzerine yumruğu yiyip, içten içe seviniyorlar şahane bir haber yakaladık diye. Olayın mağduru olmalarının da pek bir değeri kalmıyor o zaman. Tıpkı, aslında yakalanmak isteyen, yakalanınca olay çıkartan magazin güllerinin yaptığı gibi...
Çok kısa bir süre sonra, Teoman müthiş bir projeyle hayranlarının karşısına çıkacak. Dillere pelesenk olmuş Teoman şarkılarını ünlülerle birlikte yorumluyor, düet yapıyor yeni albümünde. 2008’in iddialı projelerinden biri. O zaman belki bu yumruklar reklam maksatlıdır. Öyle biri olsaydı, hanlar hamamlar dikerdi Teoman; planlı, programlı, oyunu kuralına göre oynayan... Zaten öyle biri olmadığı için bu kadar öfkeli olan bitene. Şimdi attığı yumruk nedeniyle de içtenlikle üzülüyordur, eminim.
Mor ve Ötesi Eurovision’da
Söylenenlere göre TRT; Mor Ve Ötesi ile Eurovision için prensipte anlaşmış. Ancak şarkının dilini belirleme inisiyatifi grubun elindeymiş. Gene başlamayalım lütfen bu İngilizce mi Türkçe mi meselesine... Hiç ayrıntıya girmeden birkaç şey söyleyip kapatayım konuyu. Evet, Mor ve Ötesi doğru seçimdir. Çünkü son iki albümle yarattıkları Türkiyeli ve modern sound orada da ilgi görecektir. Bana sorarsanız grubun potansiyel Avrupa kariyeri açısından şarkının İngilizce söylenmesi daha doğrudur. Artık TRT ile el ele verip, ne karar verirler bilmiyorum.
Yazının Devamını Oku 8 Aralık 2007
Önce korsan tezgáhlar vardı. Çok değil, bundan 35 sene önce, sokakta korsan CD satan tezgáhlar ortadan kalktığında sorunun çözüleceğine inanıyor; ilgili makamları göreve çağırıyorduk. Derken ev kopyası diye bir durumla yüz yüze geldik. İlerleyen teknoloji, hemen her kişisel bilgisayarı bir korsan haline getirmişti. İsteyen istediği albümü, evinde dilediği sayıda kopyalayabiliyordu artık.
O zaman dedik ki; bırakalım korsan tezgáhları ile uğraşmayı da şu ev kopyasına bir çözüm bulalım.
Henüz ev kopyası şokunu atlatamamıştık ki, bu sefer "p2p" tabir edilen paylaşım biçimi ile tanıştık. Napster ve benzeri kimi oluşumların bir havuzdan bedava dağıttığı mp3 formatlı şarkıların yarattığı büyük hasar, dünya müzik endüstrisini derinden yaralamıştı. Büyük grupların açtığı büyük davalar yasal olmayan bu paylaşım biçimini ortadan kaldırdı kaldırmasına ama sanal álemde çareler tükenmiyordu. P2p (peer to peer/arkadaştan arkadaşa) de işte tam bu sıralarda ortaya çıktı.
Napster ve benzeri oluşumların yaptığı hatadan yola çıkan yazılımcılar en kısa tanımıyla ev kullanıcılarının bilgisayarlarını birbirlerine bağlayarak kişisel müzik arşivlerini ortak kullanıma açan programlar yarattılar. Bu formül, yasal yaptırımın önünü de kapatmıştı.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken doğal olarak dünyada CD satışları düşme trendine girdi. CD türü plastik taşıyıcılar, tüketicinin algısında da değer yitiriyor, koleksiyoner eğilimler hızla yok oluyordu.
Sektörel açıdan baktığımızda, geçtiğimiz 10 yıl içinde yaşanan tablo ana hatlarıyla böyle. Ancak diğer taraftan öyle önemli gelişmeler yaşanmakta ki; olayın sadece internet paylaşımı, ev kopyası, mobil satış gibi nedenlerden ötürü konvansiyonel albüm satış yöntemlerinin pazar kaybetmesinin ötesinde bir dönüşüm sancısı olduğunun da önemli işaretlerini veriyor.
Arkadaşlık, sevgili bulma, kendini ifade etme gibi amaçların etrafında şekillenen cemaat sitelerinin belki de en olgun üç örneği "A Place For Friends" sloganıyla yola çıkan Myspace, "Broadcast Yourself" sloganıyla yola çıkan Youtube ve tabii Facebook...
Bu ve benzeri sitelerin ürettiği imkánlar tüm dünyada birçok internet starının doğmasına neden oluyor. Büyük müzik şirketleri de deyim yerindeyse minimum promosyon maliyeti gerektiren bu tip potansiyel internet starlarının peşinden koşuyor artık.
Bugün yeni starlar bulmak için internet ortamında dolaşan büyük şirketlerin yarın tarih olmamaları için dijital dönüşümün kodlarını dikkatle okumaları gerekiyor. Çünkü söz konusu dönüşümü gerçekleştiremezlerse ve plastik taşıyıcıların konvansiyonel yöntemlerle satışının daim olacağı masalına inanmaya devam ederlerse yok olup gidecekler. Artık herkes potansiyel bir star ve çok yakın bir gelecekte kimsenin dünyaya ulaşmak için prodüktör şirketlerin vereceği desteğe gereksinimi kalmayacak.
Bir yandan dijital dönüşümü gerçekleştirirken diğer yandan plastik ya da başka format taşıyıcıların varlığını sürdürmesi için gerekli stratejileri geliştirmek, koleksiyonerlik duygusunu besleyecek yatırımlar yapmak gerekiyor.
Bunu öngören müzik şirketleri ayakta kalacak, gerisi içinse yapacak bir şey yok maalesef...
Yazının Devamını Oku 1 Aralık 2007
Time 2007, 27 ve 28 Kasım’da Ceylan Intercontinental Otel’de gerçekleşti. Etkinliğe adını veren Time kelimesi; İngilizce "zaman" göndermesinin yanı sıra, "Telekom, internet, medya ve eğlence" kelimelerinin baş harflerinden oluşuyor. Tabii benim ilgimi en çok "müzik ve gelecek" temasını içeren oturumlar çekti. Müyap Genel Sekreteri Ahmet Asena, TTNet’ten Ayşe Ufuk Ağar ve EMI Türkiye Eski Genel Müdürü ve akademisyen Hakan Kurşun’un katıldığı "Tüketici, gelecekte nerede ve nasıl müzik dinleyecek" konulu oturum ile Avukat Erdem Türkekul ile Murat Turhan’ın dijital müzik endüstrisinin hukuki sorunlarını işledikleri oturumları son derece ilginçti.
*
Ancak, en heyecan verici sunum, Osman Kent’in "Dijital Müzik Endüstrisi’nde Yeni İş ve Dağıtım Modelleri" adlı oturumunda yapıldı.
Kimmiş bu Osman Kent derseniz, kendisi Songphonic’in patronu olmasının yanı sıra şarkı yazarı, prodüktör, müzik yayımcısı ve stüdyo adamı. Ayrıca müzikle ilişkili teknoloji şirketlerine danışmanlık falan da veriyor.
Osman Kent, oturumunda öncelikle mevcut durumun tablosunu çiziyor. Eski büyük müzik şirketlerinin durumundan, Apple’ın tahakkümü ve hatta tekelinden, DRM (Dijital Haklar Yönetimi)’den, P2P (bilgisayardan bilgisayara) paylaşımdan, tüketicinin kafa karışıklığından, Sony, Microsoft, Creative, Yahoo, MTV gibi şirketlerin, Apple atı alıp Üsküdar’ı geçerken kaçırdığı fırsatlardan söz ediyor.
Daha sonra, son albümünün dijital fiyatını tüketicisine belirleten Radiohead’den, Warner’la gemileri yakıp, tüm haklarını 10 yıllığına ve 120 milyon dolara konser organizatörü Live Nation şirketine satan Madonna’dan; yine son albümünü bedava denilecek bir ücret karşılığı İngiliz bir gazetenin yanında promosyon olarak dağıtan ve 3.5 milyon kişiye ulaşan (gazetenin tirajını da 1 milyon artıran) Prince’ten örnek veriyor. Özellikle Prince’in durumu ilginç; çünkü bu sayede sadece Londra’da 21 konser veriyor ve 350 bin kişiye ulaşıyor. Cebine giren para ise 22 milyon dolar.
Kent’in anlatmak istediği; endüstrinin açmaza düştüğü bir dönemde kuralları yıkmak ve yeni şeyler denemek gerektiği.
*
Konvansiyonel kafayla işleyen büyük şirketler kan kaybediyorlar. Dijital satışlar yükseliyor ama bu durum müzik endüstrisinin henüz sorununu çözemiyor. Çünkü yeni müzik endüstrisi, para kazanmanın yöntemini bulmuş değil. Sadece Apple gibi hardware üreticileri ile, reklam gelirleri ve piyasa değerlerini; müziği kullanarak artıran kimi büyük web siteleri nasipleniyor bu işten.
Artık tüketici, müziğin ya çok ucuz ya da bedava olmasını istiyor. Albüm konsepti ise ölüyor. Çok yakın bir gelecekte CD tamamen yok olacak. Uzun bir dönem boyunca müzik taşıyıcı olarak, mp3 çalarlar egemen olacak. Müzik şirketleri ise küçülüp tekrar birleşmek zorunda kalacaklar. Şu anda dijital müzik satışı yapan sitelerin büyük çoğunluğu yok olacak. Sadece farklılaşmayı beceren, örneğin kendi starlarını yaratabilenler; daha "cool" olanlar ayakta kalacaklar. "Canlı müzik" iştah kabartan bir sektör olarak krallığını ilan edecek. Endüstri dışında olup, müziği kullanan büyük şirketlerin sayısı artacak. Ve galiba Nokia ve Apple arasında rekabet artacak. Hele bir de Nokia "telefonsuz bir müzik çalar" üretirse...
Yazının Devamını Oku 24 Kasım 2007
Kadir İnanır sert adamdır. Ata Demirer’in "Tek Kişilik Dev Kadro" gösterisinde anlattığı bir hikáye vardı: Ata’nın gösteri yaptığı mekána gelmiş Kadir İnanır. Ama geç gelmiş. Ata da tam o sırada bitirmiş gösterisini, sahneden inmiş bulunmuş. Kadir Bey’i görünce yanına gitmiş demiş ki: "Kadir Bey kusura bakmayın şimdi bitirdim." Kadir Baba, ne cevap verse beğenirsiniz; "Ayarlayın bunları Ata!"
Yok háşá, dalga geçmiyorum. Ayarlanması gerekiyorsa ayarlanır. Benim meramım şu: Kadir İnanır (kendisi Kadirizm diye bir fenomene de imza atmıştır) bu halkın sevgilisi olma iddiasını göz ardı etmeyerek aslında Kurtlar Vadisi’nin teorik temelidir. Belki de zaten genetik bir temel vardır bu memlekette ve maalesef Kadir Baba da oradan beslenmiştir. Ben kendisini "Selvi Boylum Al Yazmalım"ın selvi boylusu olarak anımsamayı yeğlerim. Áşık olduğunda dağlarla, güneşle, kurtla, kuzuyla dertleşen adam olarak...
Şimdi; "Hangi vadide kurt öldü de sen Kadir Baba’dan söz ettin" diyebilirsiniz. Aslında niyetim Soner Arıca’nın "En İyileriyle" albümüne bir girizgáh yapmak. İnanır Sülalesi’nin naif yeğengili Soner Arıca... Bakınız, bir de Levent İnanır vardır; Kadir Baba’dan ayırt etmekte güçlük çekersiniz. Bu nedenle de oyuncu olarak pek bir numarası olamamıştır. Demek genler böyle tepkili işte. Ya Levent oluyorsunuz, ya da Soner...
Seksenli yılların ikinci yarısında manken olarak şöhret basamaklarını tırmanan Arıca, beş yıllık bir mankenlik serüveninden sonra doksanlarda ilk albümünü çıkartır. Ondan sonra da bir daha mankenlik yapmaz. O gün bu gün, remiksleri ve best of’ları hariç, tam on albümü var Soner Bey’in.
Benim seksenlerden hatırladığım Soner Arıca, son derece kibar bir adam. Bir de saçları dökülüyor. Sonra net bir şekilde gözlemlediğim bir durum daha var; genci, yaşlısı tüm kadınlar kendisine hasta. İyi bir yorumcu mu? Bence değil. Ama "geçtiğimiz on beş yıl içinde popüler müzik zemininde Soner Arıca bir damar yakalayamamıştır" dersek de ayıp etmiş oluruz. Diskografisinin son evrelerinde satış başarısızlıkları nedeniyle küsmüş, uzaklaşmıştır piyasadan. Lakin doksanlar popunun ikonlarından biridir. Seveninin çok olduğunu biliyorum.
Türk popüler müziği tarihinin koleksiyon değeri taşıyan işlerini bir nefer gibi gün ışığına çıkartmış olan Hakan Eren, sanıyorum bu noktadan hareketle, Soner Arıca’ya bir "best of" hazırlamış yapımcı olarak. Soner Arıca külliyatının mühim şarkılarını "En İyileriyle" albümünde toplamış. Açık söylemek gerekirse, ben CD çalarıma koyup da dinlemem. Ama benim bu tavrım; Soner Arıca’nın Türk popüler müziği içinde arz ettiği değeri aşındırmaz.
SINGLE DEVA OLABİLİR
Hürriyet.com.tr’de eski yazılarıma bakıyordum. Artık single’ların zamanının geldiğine dair yazdığım yazının üzerinden ne kadar zaman geçtiğini fark ettim okuyunca. Sokaktaki korsan tezgáhları falan masal oldu artık. İnternet üzerinden paylaşım, almış yürümüş. Müzik şirketleri kan ağlıyor. Dijital şirket olmak adına atman gereken adımları atıp uzun vadeli yatırımları yapacaksın artık lamı cimi yok, o kafa değişecek. Daha önce de söyledim; taşıyıcı olarak CD’nin ömrü uzun değil. Ama o cenazeden önce şirketlerin üreteceği ticari çözümler de yok değil. Artık albüm devri kapandı değil mi; mevzu şarkı üzerine kurulu. Peki, neden üretim maliyetlerini minimize ederek CD üzerinde ucuza şarkı satmıyorsunuz... Neden müzik marketlerin bu single’lara kafasına göre fiyat koyması hususunda önlem almıyorsunuz? Neden birlikte hareket edemiyorsunuz? İşte bu sorulara, onlar adına bir cevap veremiyorum.
Yazının Devamını Oku 17 Kasım 2007
Hüsnü Şenlendirici çocuk denilecek yaştan beri müzik yapıyor. Türk pop müzik tarihinin birçok önemli albümüne klarnetiyle değer katmış bir adam. Laço Tayfa fenomeni var sonra... Hüsnü Şenlendirici, dünya müzik çevrelerinde Türkiye’de olduğu gibi tanınmıyor. Onun müzisyenliği ile ilgileniyorlar orda. Dünya müziği kategorisinde yaptığı hayranlık uyandıran işlerle ilgileniyorlar. Türkiye çapında bir anket yapsanız ve Hüsnü Şenlendirici kimdir diye sorsanız herhalde "çalgıcıdır", "Deniz Seki’nin sevgilisidir" gibi sonuçlar çıkar. Yanlış mıdır? Çalgıcıdır evet. Klarnetiyle arasındaki aşk ilişkisini anlamak için müzik otoritesi falan olmaya da gerek yok, apaçık... Deniz Seki’yle beraber midir, eşi Nazire Hanım açıklama yaparak doğru mu yapmıştır; "Hüsnü’yü magazin dünyasına ben lanse ettim" diyen Ece Gürsel’in amacı nedir, bunlarla zerrece ilgilenmiyorum. Lakin Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi enstrümanistlerden biri olan, dünyada başka platformlarda çaldığında kitleleri büyüleyen bu adamın, Türk halkına bu şekilde sunuluyor olması içler acısı. Geçtiğimiz haftalarda bağlama üstadı İsmail Tunçbilek ve kanun üstadı Aytaç Doğan’la birlikte kurdukları Taksim Trio albümünü yayınladı. Tunçbilek ve Doğan zaten yıllardır birlikte çalıyor Şenlendirici’yle. Aralarında seyrine doyum olmayan bir iletişim, psişik bir bağ var, canlı seyredenler daha iyi anlayacaktır ne demek istediğimi.
Geçtiğimiz günlerde İspanya’da gerçekleşen WOMEX (Dünya Müzik Fuarı)’e 600 proje arasından Taksim Trio seçildi ve orada muhteşem bir konser verdiler. Herkes dakikalarca ayakta alkışladı, bir sürü konser teklifi aldılar. Kaç kişi biliyor? Ama Deniz Seki ne demiş, Nazire Hanım ne demiş soralım bülbül gibi şakır herkes. Açık söyleyeyim, ben bu "halk bunu istiyor", "ünlü insanların özel hayatı olmaz" gibi kokuşmuş söylemlerden çok sıkıldım. Magazin de olsun evet, ben de isterim. Ama konumuz bu olduğu için söylüyorum, insanları Taksim Trio’nun yurtdışında kazandığı bir başarıdan da mahrum bırakmayalım.
Üç usta müzisyenin stüdyoda doğaçlama ağırlıklı çaldıkları, makamdan makama gezen, her türlü ezgiyi doğunun süzgecinden geçirip sunan bir albüm Taksim Trio. Kendi bestelerinin dışında Zülfü Livaneli’nin, Orhan Gencebay’ın, Şükrü Tunar’ın şarkılarını da yorumluyorlar. Dinlediğiniz anda büyüsüne kapılıyorsunuz. Albümün stüdyo safhalarını içeren DVD de albümle eş zamanlı olarak piyasaya çıktı. Doğaçlama üzerine kurgulanan bu albümü yaratan asıl gücün üç müzisyen arasındaki etkileşim olduğu düşünülürse, DVD’nin de küçük bir belgesel olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Yazının Devamını Oku 10 Kasım 2007
Geçen hafta Facebook’un benzer sitelerden farklılaştığı noktaların üzerinde durmuştum ve siteyi yaşayan bir organizmaya benzeterek bunu sağlayan en önemli unsurun application (uygulamalar)’lar olduğunu söylemiştim. Şu uygulamalar meselesinin derinine inelim. Uygulamaların büyük bir çoğunluğu Facebook tarafından hazırlanmıyor. İsterseniz sizin bile bir uygulamanız olabilir. Şu anda aktif uygulama sayısı 8000’e yaklaşıyor. Uygulamaları yaratıp Facebook üzerinden paylaşıma açan kişilere "developper" deniliyor. Bu developper’lık işi ilk bakışta bir yazılımcılık, yani bir uzmanlık alanı gibi gözükse de aslında Facebook işi kolaylaştırmak için elinden geleni yapmış. Site üzerindeki ayrıntılı yönergeleri izleyerek bir uygulama yazmanız için temel yazılım bilgisine sahip olmanız yeterli. Cüzi rakamlara bu uygulamaları yazdırmak mümkün. Çünkü gerek elektronik iş yapan şirketler; gerekse konvansiyonel şirketler Facebook’ta var olma gereksinimi hissedecekler çok yakın bir gelecekte.
Facebook’ta, zekice kurgulanmış bir uygulama sahibi olmanın çeşitli avantajları var. Diyelim ki elektronik ticaretle uğraşıyorsunuz; hadi adını da koyalım, hepsiburada.com’un sahibisiniz diyelim. Online satışını yaptığınız ürünleri fiyatları ile birlikte bir "koy sepete" uygulamasına dönüştürebilirsiniz örneğin. Hepsiburada.com’da bulunan ürünler uygulamayı ekleyen kullanıcılar tarafından sanal olarak sepete eklenir ya da diğer bir kullanıcıya hediye olarak gönderilir. Yaptığınız her işlem için puan toplarsınız. Sonra bu puanlar hepsiburada.com’da gerçek paraya dönüşebilir pekálá. Ne yaptınız? Bedava reklam. Ne aldınız? Hedef kitleden paha biçilmez bir veritabanı, sıcak satışa dönüşen bir geri dönüş. Ne verdiniz? Belki uygulamanın bilinirliğini artırmak için iki üç banner reklam. Hepsi bu.
Facebook Türkiye’nin 800 bin civarında üyesi var. Ama bu sizi yanıltmasın; görünen rakam bundan daha büyük. Çünkü herkes Türkiye network (şebeke)’üne üye olmuyor. Network’süz Türkler olduğu gibi, başka network’lere üye olan Türkler de var. Sayılarını kestirmek mümkün değil ama, Facebook’ta aktif olan Türk sayısının 1 milyon civarında olduğunu söyleyebiliriz. Yüksek gelir grubundan, iyi eğitimli genç bir kitleden söz ediyorum. Öte yandan 30 yaş üstü üye sayısı da hızla artıyor. Türkiye’deki tüm firmaların reklam ve tanıtım bütçelerini planlarken Facebook’u dikkate almalarını öneririm. O bütçelerden pay almak isteyen mecralara da Facebook’ta bir an önce var olmalarını. Bu arada Facebook gerçeğini çabuk fark edip kendi uygulamalarını yazan Hürriyet, Milliyet gazetelerini ve Türkiye Kupası tahmin oyununu yazdıran Fortis’i tebrik etmek lazım.
Büyük kurumsal şirketler Facebook’un hızını yakalayamazken, genç girişimciler çoktan atı alıp Üsküdar’ı geçtiler. Birbirine komik şeyler göndermekten ibaret olan Türkçe uygulamalardan "Rakı Sofrası" 400 bin, "Osmanlı Pokesi" 200 bin, "Halayperest" 140 bin, "Nuri Alço" 115 bin kullanıcıya sahip yaklaşık olarak. Sanal milliyetçilik tartışmalarına sebep olan "Teröre Hayır" uygulaması 430 bin kişi tarafından eklenmiş. Futbol taraftarlığı üzerine kurulu "Tribün"ün 300 bin, "Hodri Meydan"ın ise 120 bin civarında kullanıcısı var. Tam bu noktada bir tebrik de "Kocaelispor" ve "Fatsalıyım" uygulamalarını yazan arkadaşlara. Tarih sizden söz edecektir.
Büyük şirketler yakın bir gelecekte bu uygulamaları, sahiplerine çuval dolusu para dökerek satın almak zorunda kalacaklar. Facebook, müzik sektörünün yeni platformu olarak gösterilen MySpace’in de tahtını sallıyor şu aralar. MySpace’in son kalesi olan "müzisyen üyelik"e de el attılar. Artık amatör ya da profesyonel müzisyen olarak Facebook profilinizi oluşturabiliyor, müziğinizi dünya ile paylaşabiliyorsunuz. Aslına bakarsanız; ne MySpace’e, ne Youtube’e, ne Last FM’e, ne MSN’e, ne Yahoo’ya, ne Amazon’a ihtiyacınız var artık. Çünkü hepsine ait bir "uygulama" var Facebook’ta.
Yazının Devamını Oku