23 Şubat 2008
Aysel Gürel’in arkasından ne yazacağımı bilemedim. Hiçbir şey yazmazsam da mutsuz olacağımı çok iyi biliyorum. Birileri için çılgın yaşlı kadın, bazıları için Sezen Aksu’nun büyük hitlerine değer katmış bir sözcük ustası, diğerleri için Müjde ve Mehtap Ar’ın annesi olabilir. Benim için Aysel Gürel, bu dünyanın elbiseleri içindeyken tanışma fırsatı bulamadığım, ama her türlü zaman boyutundan bağımsız olarak dostum olarak gördüğüm bir kadındı. Onu tekrar gördüğümde içindeki renkleri bu denli güzel gösterebildiği için teşekkür etmeyi ihmal etmeyeceğim. Diyeceğim ki; insan "Ünzile bir insan dölü" diye yazabiliyorsa bir şiirin ilk dizesine ve o şiir bir şarkıya binip bunca kalbe dokunabiliyorsa, sen zaten insan değilsin ablacığım, başka bir şeysin...
Sonunda FOMA
Geçtiğimiz aylarda size FOMA’dan söz etmiştim. Türk rock’ının efsane gruplarından Mavi Sakal’dan Murat Tümer, Batur Yurtsever ve Tanju Eren’in, solist Evren Uysal’ı da yanlarına alarak kurdukları FOMA, sert ve modern sound’u ve bir o kadar melodik şarkılarıyla mart ayında bir maxi single çıkartmaya hazırlanıyor. Aslına bakarsanız, single’ın çıkmasını bekleyecek kadar sabır gösteremiyorsanız tüm şarkıları www.myspace.com/fomaband adresi üzerinden dinlemeniz mümkün. Martta çıkacak maxi single sınırlı sayıda basılacak ve tükendikten sonra yeni baskısı yapılmayacak. Diğer bir deyişle ilerleyen yıllarda önemli bir arşiv değeri taşıyacağı kesin. Grubun ilk videosu "Ağlamak Yeniden Başlamak Demektir" adlı parçaya çekiliyor. Yine mart ayında açıklanacak bir promosyonla grubun single’da yer alan tüm şarkıları mp3 formatında 30 bin kişiye ulaştırılacak. FOMA bir yandan da yaz başında çıkartmayı düşündüğü albümü için harıl harıl yeni şarkılar yapıyor. Özellikle Tanju Eren’in "Hala"sını bir yorumlamışlar ki... Ancak onu dinlemek için biraz bekleyeceksiniz. Şimdiden görüşmelerini yaptıkları yaz konserlerinde FOMA’yı izlemek çok keyifli olacak diye düşünüyorum. Çünkü hem tecrübeleri, hem şarkıları, hem de enerjileri itibariyle tam bir performans grubu FOMA...
Sertab’tan 15. yıl DVD’si
Sertab Erener’in geçtiğimiz yıl eylül ayında kariyerinin 15. yılı vesilesiyle Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda verdiği müthiş bir konser vardı. Hoş, Açıkhava’nın kapasitesi ya da gündelik koşuşturmalar nedeniyle çok istemiş olmanıza rağmen izlememiş olmanız kuvvetle muhtemel. Zaten konsere gittiyseniz, "Keşke bu konser elimin altında olsa da canım istedikçe tekrar tekrar izlesem" diye düşünüyorsunuzdur. Sizin böyle düşüneceğinizi tahmin eden prodüktörler de önümüzdeki mart, bu özel konserin bir DVD’sini yayınlamaya hazırlanıyor.
Sertab’ın, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli müzik adamlarından Sabri Tuluğ Tırpan’ın direktörlüğünde ve senfoni orkestrası eşliğinde verdiği konserde 15. yıldönümünü onurlandırmak için katılan konuk isimler arasında Sezen Aksu, Levent Yüksel, Demir Demirkan, Nil Karaibrahimgil, Özge Fışkın, Fahir Atakoğlu gibi çok önemli müzisyenler de var. Şebnem Ferah’ın Senfonik Konser DVD’si, bu işin çıtasını yükseltmişti. Sertab Erener DVD’sinin de aynı kalitede ve arşivlik bir çalışma olacağına eminim.
Pop operanın en iyileri
Çok yeni bir şirket olmasına karşın, özellikle yetişkin kategorisinde yaptıkları nitelikli toplama albümlerle dikkatimi çeken yapımcı bir şirket var; Artist Music Management. Daha önce Nişantaşı ve Taxim/Beyoğlu albümlerinden söz etmiştim. Her ikisini de dinlemekten hala sıkılmadığımı itiraf edeyim. Zaten, özellikle büyük müzik marketlerde kazandıkları satış başarısı bu iki işin tüketicisine ulaştığının en önemli göstergesi. Şimdilerde ise yine yetişkin kategorisinde tüketicinin çok ilgi gösterdiği bir toplama ile dikkat çekiyorlar, sizinle paylaşayım istedim. Albümün adı "The Best Pop Opera 2008". Cats, Phantom Of The Opera, Carmen gibi müzikal başyapıtların yanı sıra hal-i hazırda ezbere bildiğimiz O Sole Mio, La Dona e Mobile, Besame Mucho gibi eserleri, Kızıl Ordu Korosu’nun seslendirdiği Carmen-March Of Toreodors’u zevkle dinleyeceğinize inanıyorum. Diğer parçaları söylemeyeyim sürpriz olsun.
Yazının Devamını Oku 16 Şubat 2008
Doksanların ilk yarısında Teoman ve Şebnem Ferah’ın ilk albümleri Türkçe rock’ın kitleselleşme eğilimi gösterdiğine, büyük ticari potansiyel arz ettiğine dair önemli işaretlerdi. Şebnem Ferah, ilk albümüyle büyük bir patlama yaparken, Teoman’ın geniş kitlelere ulaşması ikinci albüm "O" ve özellikle üçüncü albüm "Onyedi" ile oldu. Teoman, "Ne Ekmek Ne De Su" ve "Papatya" gibi iki büyük hit barındıran "Teoman" adlı ilk albümünden sonra çok sayıda konser verdi. Arkasından "Sus Konuşma", "O", "Bazı Yalanlar", "Gemiler", "Paramparça", "On Yedi", "Rüzgár Gülü", "Uykusuz Her Gece", "İki Yabancı" gibi dillerde neredeyse marş kıvamına gelen şarkılar Teoman’ı, bir rock müzisyeninin Türkiye’de gelebileceği belki de en popüler noktaya taşıdı.
Birçok konu için geçerli olduğu üzere, Teoman’ın şarkı yazarlığı da en çok dil uzatılan konulardan biridir. Meyve veren ağaç taşlanır deyip işin içinden sıyrılmak da mümkün. Ancak bazı şarkılarda, nakarat melodileri için değil belki ama altyapılar açısından, esinlenmenin ötesinde kimi benzerlikler olduğuna tanık olduk. Öte yandan, samimiyetle söyleyebilirim ki, hiçbir zaman Teoman’ın dinleyicilerini bile isteye aptal yerine koyduğuna inanmadım.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan "Söz-Müzik Teoman" adlı saygı albümünü (Teoman mütevazılığından "sevgi" albümü denmesini tercih ediyor) gördüğümde Teoman’ın aslında ne kadar şanslı bir adam olduğunu düşündüm önce. Sezen Aksu, Candan Erçetin, Yaşar, İzel, Yavuz Bingöl, Mirkelam, Nil Karaibrahimgil, Harun Tekin, Emre Aydın, Yalın, Hayko Cepkin ve diğerleri... Hemen herkes bu albümde bir Teoman şarkısı söylemek için gönüllü olmuş. Bu Teoman’ın ne kadar iyi bir şarkı yazarı olduğunun, müzisyenlerin de Teoman şarkılarıyla özel bağlar kurduğunun en önemli göstergesi.
Bu ilk saygı albümünde yer alan 14 isim, özgürce yorumlamışlar Teoman şarkılarını. Hani Müslüm Gürses başkasının şarkısını söylediğinde o şarkıyı ustalıkla bir Müslüm Gürses şarkısına dönüştürüyor ya, işte biz de bu albümün şarkılarını değerlendirirken aynı kriteri uygulayacak olursak ortaya şöyle bir tablo çıkıyor (tabii düzenlemenin önemini de göz ardı etmeyerek):
Benim kişisel favorim, kesinlikle İzel’in "Senden Önce Senden Sonra" yorumu. Daha sonra Yaşar’ın "Rüzgar Gülü" ve Mirkelam’ın "Güzel Bir Gün" yorumları diyebilirim. Emre Aydın’ın "Sürpriz" ve Yavuz Bingöl’ün "İki Çocuk" icraları da özellikle düzenlemelerine emek verilmiş kaliteli işler. Candan Erçetin’in "Kim?", Nil Karaibrahimgil’in "İstanbul’da Sonbahar" ve Hayko Cepkin’in "Gökdelenler", Kreş’in "Bugün" yorumlarıysa; doğru şarkı seçimi ve doğru düzenlemelerle icracıların kendi albümlerine gönül rahatlığıyla koyabilecekleri kıvama gelmiş.
Mor ve Ötesi’inden Harun Tekin, "İstasyon İnsanları"nda abartısız vokali ve Sunay Özgür’ün yumuşak düzenlemesiyle iyi bir iş çıkartıyor. Rashit, "Kişisel Bir Şey" yorumuyla bildiğiniz Rashit kıvamında.
Gelelim albümün ağır misafiri Sezen Aksu’ya... Teoman’ın en mühim hitlerinden "Paramparça"yı seslendiriyor Aksu albümde. Nasıl diyecek olursanız; Sezen Aksu düzeyinde bir yorumcunun "Paramparça" gibi bir şarkıyı kötü söylemesi ne kadar mümkün ki zaten derim cevaben. Ama sanki şarkı seçimi daha farklı olsaymış Sezen Aksu’nun, kendi ruhunu işin içine daha fazla katma imkánı olabilirmiş gibi geliyor.
Ve son olarak albümün nispeten isimsiz yorumcusu İrem Candar... Can Şengün’ün usta dokunuşunun da yardımıyla, "Duş" yorumunda çok güzel bir iş çıkartmış İrem. İrem’i kendi şarkıları ile dinlemeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Yazının Devamını Oku 9 Şubat 2008
Tarkan Tevetoğlu, doksanların Türk pop müzik tarihine damga vurdu, ona hiç şüphe yok. Sesi, şarkıları, cilveli vokal üslubu, sahnesi ve efendiliğiyle kazandığı büyük başarıyı sonuna kadar hak etti. Sezen Aksu’nun kadın vokallerin üslubu üzerindeki etkisi neyse, Tarkan’ın vokal üslubunun doksanlar itibariyle çıkmış birçok erkek vokal üzerindeki etkisi de odur. Tarkan da, tıpkı Sezen Aksu gibi bu anlamda kulvar açmıştır, ilham vermiştir. "Aacayipsin" albümünü, gelmiş geçmiş en iyi Türk pop albümleri arasında sayarım. Tarkan, bol keseden herkesin isminin başına konan "star" sıfatını hak eden üç beş isimden biridir.
Sözün kısası, Tarkan bildiğiniz ligde değil aslında. Ama zaman zaman, tüm soğukkanlılığına ve sahip olduğuna inandığım sağduyusuna rağmen dolduruşa gelip bu ligde oynamaya çalıştığı oldu. Sen artık kulvar belirlemişsin, popüler müziğin başyapıtı olacak albümler yapmışsın öyle değil mi; bundan sonra her albümde bir "Şımarık", bir "Hüp", bir "Aacayipsin" yakalama kaygısı gütmek artık beyhude bir çaba değil mi?
Peki, ne yapsın bu adam? Ben yapacağımı yaptım deyip köşesine mi çekilsin... İki yol vardı bana göre, birini kısmen denedi. Sizin de tahmin edeceğiniz üzere yurtdışı macerasından söz ediyorum. O İngilizce albüm uzadı da uzadı, yılan hikáyesine döndü. Sonuç kötü mü oldu? Ortaya çıkan işi beğenmedim desem yalan olur. Ama Avrupa’da (Amerika ve İngiltere’de bu sound’la mümkün değil) tutunmak çok meşakkatli bir süreç. Japonya kapsama alanında ama oraya da özel ihtimam göstermek gerekiyor. Netice itibariyle şimdilik olmadı o iş. Tarkan küsmüş müdür bilmiyorum, ama şarkılarının, hem de Türkçe sözlerle birçok Avrupa ülkesinde nasıl ezberlendiğini hatırlasın her morali bozulduğunda. Ben ondan daha güçlü bir aday göremiyorum bu memlekette bu işi kotarmak için. Misyon olarak görmesi lazım her şeyden önce...
ARTIK KENDİNİ AŞMASI LAZIM
Gelelim ikinci yola... Onun konumunda bir müzisyen, bir şarkı yazarı, bir pop star nasıl konumlamalı kendini bundan sonra? Sezen’den mi şarkı alalım, Nazan’dan mı alalım, kendimiz mi yapalım; biriyle küselim, berikiyle barışalım meselesi değil artık mesele. Mesele sound meselesi, kendini aşma meselesi. Sound dediğiniz şey de popüler alan söz konusu olduğunda bir trend’tir ve bu trend belirleme cesaretini gösterebilecek kişilerin başında geliyor Tarkan.
Tarkan, yeni bir albüm yaptığında herkes üşüşüyor başına. Ben o, Tarkan’a sövelimcilerle, Tarkan ne yapsa güzeldirciler köşelerine çekilene dek beklemeyi tercih ettim "Metamorfoz"u yazmak için. Nihat Doğan’la Erol Köse basın toplantısı yaptılar ya hani "yeni imajını bizden çaldı" falan diye. En azından öyle haberler gündemden düşsün istedim, midem kaldırmıyor artık. Yeri gelmişken söyleyeyim; tepeden tırnağa Justin Timberlake’tir o imaj. Hatta çıkış şarkısı "Vay Anam Vay"ın klibi de Timberlake’in kliplerinden göz ardı edilemeyecek izler taşıyor. Taklit demiyorum ama Tarkan çok farklı işler başaracak; biraz daha cesur olsa başka kulvarlar yaratacak yaratıcılığa ve enerjiye sahip her anlamda, sadece onun altını çiziyorum.
"Metamorfoz", ilkin Tarkan’ın aslında ne kadar iyi bir şarkı yazarı olduğunu hatırlattı bana. Albümü oluşturan şarkıların büyük bölümü son derece iyi şarkılar. Albümün müzik prodüktörü Ozan Çolakoğlu deseniz, dünya çapında bir adam bana göre. Gitarları Can Şengün çalmış, üstattır. Peki sorun nerede? Sorun sound’da. Belki de o sound’un güzergahını tamamen Çolakoğlu’na teslim etmemesinde, cesur olamamasında Tarkan’ın. Elektronik, dans altyapılı bir sound, esaslı bir adım diye düşünmüştüm, "Vay Anam Vay"ı dinlediğimde. Ancak albümün tamamını dinlediğimde gördüm ki, Tarkan bir türlü kendinden kopmaya cesaret edemiyor. Şarkıları konuşmaya gerek görmüyorum. Neticede bir Tarkan albümüdür, iyi şarkılar içermektedir; tutar, satar, ayrı meseledir. Dediğim gibi asıl mesele, Tarkan’ın artık kendini aşması gerektiği. Kendi kendinin en iyi taklidi olmasına gerek yok artık, o taklitlerden çok var. Şimdi zaman, yeni bir kulvar açma, iktidarın sallanmasını göze alarak cesur bir adım atma zamanı. "Metamorfoz"da bu hissiyatın filizlerini görüyoruz ama Tarkan’ın daha kararlı olması lazım. En azından albümün adının hakkını vermek için...
Yazının Devamını Oku 2 Şubat 2008
Redd’i, ilk albümü 50/50’yi çıkarttığı günden beri dikkatle takip ediyorum. O zamanlar etrafa karşı daha sert bir tutumları vardı. Tamam, inandığı müziği inandığı gibi yapmak istiyordu Redd. Belki de o kastettikleri reddetme hali, ’bazıları gibi’ olmayı reddetmeye işaret ediyordu. Evet, grup elemanları ayrı ayrı iyi müzisyenlerdi, eğitimliydiler. En önemlisi iyi şarkılar yazıp söylüyorlardı. Ama o ilk albüm döneminde, belki biraz da o zamanki şirketleriyle düştükleri kimi fikir ayrılıkları nedeniyle gerçek kitlesine ulaşamadı Redd. Ben hep şuna inandım; eğer o dönemde biraz daha pozitif olabilselerdi; sadece yaptıkları işin kalitesi bile daha çok konser yapmalarını, daha fazla albüm satmalarını sağlayacak bir potansiyel taşıyordu aslında.
Derken, merakla beklediğim ikinci albümleri "Kirli Suyunda Parıltılar" çıktı piyasaya. O dönemde bir röportaj da yapma fırsatım olmuştu grupla. Yukarda söylediklerimi, üç aşağı beş yukarı kendilerine de söyledim. Uzun uzun konuştuk; kendileri gibi kalmak istediklerini, uzun yıllar sonra da dinleniyor olmayı hedeflediklerini, yavaş ama emin adımlar atacaklarını söylediler. Yaptıkları işi daha iyi anlatmak için ahbaplar, tanıdıklar, torpiller çarkının içinde bulunamayacaklarını, bunu isteseler de beceremediklerini belirttiler. Saygı duymamak mümkün değil. Öte yandan iyi bir iş çıkartıyorsan, yaptığın işin arkasında doğru dürüst durabiliyorsan zaten bir şekilde "oluyorsun". Yeter ki olumlu düşün, suratını asma...
Nitekim Redd de çok başarılı bir ikinci albümden sonra yerini iyice sağlamlaştırdı. Zerrece de bozmadılar duruşlarını.
Geçen sene temmuz ayında İstanbul’da bir konser vermişti grup. Elemanlardan bazıları askere gidiyordu ve asker öncesi sevdiklerine unplugged bir konser armağan etmek istemişlerdi. O gece orada olan şanslılardan biriydim. Ses, ışık, mekánın ambiyansı görülmeye değerdi doğrusu. O konser sırasında profesyonel bir ekip de video kaydı yaptı. İşte, o özel konser DVD’si, şimdi "Gecenin Fişi Yok" adıyla piyasada.
Sadece o mu? Redd asker dönüşü boş durmadı ve ilk iki albümünün önemli hitlerini bambaşka bir ruhla akustik olarak kaydetti. Gerçek anlamda akustik kaydedilen Redd şarkılarını yeni düzenlemeleriyle yeniden seveceksiniz. Benim için öyle oldu. "Plastik Çiçekler ve Böcekler" adlı albümde bir de yeni şarkı var; "Senden Sonra"... Yeni albümü de sabırsızlıkla bekliyorum.
RİSKK ALINIR
Bu aralar sıkça dinlediğim albümlerden biri Riskk!’in "Al!" adlı ilk albümü. MFÖ ve Ajda Pekkan albümlerinde müzik prodüktörü olarak çalışmış Fuad Abdullah’ın kısmen funk-rock olarak algılanabilecek projesi. Kısmen diyorum çünkü albüm örneğin "Basit", "Vampirler", "Kaptıkaçtı", Olmak ya da Olmamak", "Çırılçıplak", "Bizim Kuşak" gibi şarkılar söz konusu olduğunda, sound olarak tutarlı hem de iyi şarkılar. Ama albümün bir bölümü bu sound’dan tamamen kopuk. Hele Fuat Güner’in vokal yaptığı "Ah O Geceler" tam MFÖ şarkısı olmuş. Polifonik vokaller tamam, çok hoş ama... Basçı Fethi Okutan, baştan sona döktürüyor. Fuad Abdullah’ın vokali vasatı aşamamış, sözler eğlenceli, zekice, yer yer de politik. Hatasıyla, sevabıyla beğendim, dinliyorum. Bir sonraki albümlerinde daha cesur olmalarını diliyorum.
MANGA GELİYOR
İlk albümüyle büyük patlama yapan maNga; o gün bugündür ulaştığı albüm satışı ve verdiği konserlerle müzik sektörü açmaza düşmeden önce yapılmış en büyük Türkçe rock keşfiydi. Şimdi stüdyoda ikinci albümle boğuşuyorlar ve eminim uykuları kaçıyordur. Hem müzikal olarak birinci albümü aşacaksın, hem hiçbir albüm satmazken ilk albüm kadar çok satacaksın. maNga genç yaşlarına rağmen grup olmayı becermiş bir ekip. Elemanlar sıkı dostlar. Arkalarında Haluk Kuruosman ve Hadi Elazzi gibi işinin ehli iki isim var. Ben çok umutluyum yine. Bu arada eğer maNga’ya olan sevginiz ikinci albümle birlikte ölümsüzleşsin istiyorsanız, hemen herhangi bir formatta sesli mesajınızı kaydedip GDGDN, Mübayacı Sokak No:5 Rumeli Hisarı İstanbul adresine postalayın. maNga kendilerine gelen bu mesajların bir kolajını yeni albümünde değerlendirecek.
Yazının Devamını Oku 26 Ocak 2008
Tuna Kiremitçi’yle ilk gençliğimizden tanışırız. Galatasaray Lisesi koridorlardan, Çiçek Pasajı’ndan, okul dergisine yazdığımız müzik yazılarından, okulun o içinden onlarca müzisyen geçmiş meşhur müzik odasından... Çok yakın iki dost olmasak da o yıllarda, belki ikimizin de ortak düşleri yazı ve müzik üzerine kurulu olduğundan, geçen onca zaman içinde uzak düşmedik, bilakis daha çok konuşur, görüşür olduk.
Benim yazı ve müzik ilişkisini nasıl kurduğum ortada. Tuna ise doksanların başında okulun müzik odasında başlayan Kumdan Kaleler serüvenine, bir süre sonra nokta koydu. O dönemde yazdığı ödüllü şiirleri, sinema-televizyon eğitimini, reklamcılık deneyimini, özel hayatında atlattığı badireleri, yazdığı "bestseller" romanları, şöhret olmasını falan bir yana bırakalım. Artık müzik yapamıyor olmanın, treni kaçırdığına inanmanın yarattığı ukde hep içindeydi Tuna’nın. Bu nedenle 97’den beri yazdığı şarkıları başkalarıyla paylaşmanın onun için ne kadar önemli olduğunu biliyorum.
Geçtiğimiz günlerde çıkan "Kendi Halinde" albümünde başta Metin Özülkü ve Genco Arı olmak üzere önemli müzisyenlerle çalıştı Tuna. Albümün kapağının grafik tasarımından káğıdına, her şey Tuna Kiremitçi’nin duruşuna, ruhuna uygun. Canlı kaydedilmiş albümün sound’u ve şarkılarına baktığımızda ise yetişkin bir kitleyi hedeflediğini söylemek mümkün.
Ancak Tuna’nın şarkılarla meselesini belki de en iyi bilen kişilerden biri olarak, birkaç noktadan söz etmeden geçmeyeceğim.
Öncelikle Kiremitçi’nin şarkı yazarlığı ile ilgili düşündüklerimi vokalistliği için düşünemiyorum maalesef. Onun da "ben çok iddialı bir şarkıcıyım" diye ortalarda dolaştığını sanmıyorum. Öte yandan, vokalistin sesinin sınırları özellikle bazı şarkılardaki duygunun dinleyiciye geçmesini engelleyecek kadar belirleyici olabiliyor. Eda Özülkü’yle düet yaptıkları "Şairin Şarkısı"nda, Özülkü’nün vokali girdiğinde şarkının nasıl başka bir şeye dönüştüğünü görüyorsunuz. Ben albümü dinlerken, örneğin bu şarkıları Zuhal Olcay söyleseymiş nasıl olunmuş diye düşündüm.
Tuna, albümün adını "Kendi Halinde" koyarken "Benim zaten ticari bir iddiam yok, ben bunu kendim için yaptım" mı diyor bilmiyorum. Eğer öyleyse Tuna açısından sonuç son derece başarılı. Her anlamda eli yüzü düzgün ve kaliteli bir iş. Ama Tuna’nın amacının, şarkılarını daha çok insanla paylaşmak olduğu düşünülürse farklı pazarlama yöntemleri geliştirilebilirdi. Örneğin Kiremitçi’nin yayıncısıyla anlaşıp yeni kitap ve albümün lansmanı birlikte yapılabilir, iki ürün birlikte uygun bir fiyatla satılabilirdi. Müzisyenler böyle şeyleri sevmezler ama zaten devir artık albüm devri değil. Önemli olan şarkıları hedef kitlesine nasıl ulaştırabileceğinin yöntemini bulmak. "Dal Rüzgárı Affeder"den sonra üzerine ticari anlamda oynanabilecek şarkı "Mucize", onu da unutmadan söyleyeyim.
Youtube’a erişmezsek...
Bu satırlar yazılırken Youtube’a Türkiye’den erişim hálá kapalıydı. Atatürk’e hakaret içeren görüntüler nedeniyle ve iki ayrı Sulh Ceza Mahkemesi’nin üst üste aldığı kararlarla YouTube’a erişim bir süre önce engellendi. İnternet güvenliği ve hukuku üzerine, sansür üzerine konuşmak değil amacım. Ancak tüm dünyanın rahatlıkla eriştiği bu dev iletişim platformunu sadece Türk halkına yasaklayarak ve konudan haberi bile olmayan insanların ilgisini o çirkin görüntülere çekerek neyin önüne geçilmiş olacak orası da muamma. Açılan her dava sonucu erişimi engelleme kararı almak (bugüne kadar 3 oldu) ve yeni çağın görüntülü iletişim platformu olan bir sitenin nimetlerinden bu ülkenin insanlarını mahrum etmek bir işe yarayacak mı hep birlikte göreceğiz. İngiltere Kraliçesi’nin yayın yaptığı, Berkeley Üniversitesi’nin üzerinden ders verdiği bir platformdan söz ediyoruz.
Söz Youtube’dan açılmışken Pink’in "Dear Mr President" diye bir şarkısı var. Sözleri Bush’u ağır biçimde eleştiriyor. Dream TV’de şarkı sözlerinin Türkçelerini yayınlayan Lirix adlı programdan alıntılanan video henüz Youtube’a girebiliyorken en çok tıklanan videolardan biri olma yolunda hızla ilerliyordu. Siz bu yazıyı okuyorken Youtube’unuz olursa bakarsınız.
Yazının Devamını Oku 19 Ocak 2008
Aklım başıma gelip de müziğe, özellikle de eski kırkbeşliklere ilgi duymaya başladığım ilk yıllarda, Odeon Plak’ın arşivlerinde bir fare olup dolaştığımı, gece olup el ayak çekilince, o başka hiçbir yerde bulamayacağım plakları bir bir dinlediğimi hayal ederdim. 1924’te kurulan Odeon Plak, yaklaşık 56 yıl boyunca sayısız taş plak, kırkbeşlik ve uzunçalar üretmiş, alaturka işlerin yanında batılı anlamda pop müziğin başlangıcı kabul edilecek, hatta seyrini belirlemiş işlere imza atmış bir firma. Hangi müzik faresi o arşivden çıkmak ister?
"Bak Bir Varmış Bir Yokmuş" adlı şarkının, Fecri Ebcioğlu sözleri ve İlham Gencer yorumuyla 1961 yılında yayınlanmasıyla birlikte yabancı şarkılara Türkçe söz yazma, diğer bir deyişle aranjman dönemi başlar. Her ne kadar Türk bestecilerin yetişmesini ötelemiş de olsa bir başka bakış açısıyla, batılı anlamda pop müziğin de başlangıcı kabul edilir 1961 yılı. İlerleyen yıllarda ortaya çıkacak Anadolu Pop akımı da işte bu aranjmanlara tepki olarak doğacaktır.
"Bak Bir Varmış Bir Yokmuş" plağının yayımcısı Odeon’un, Türk pop müziği üzerinde işte bu kadar belirleyici bir etkisi olmuştur.
2000’li yılların başında niçin bu arşivi insanlara açmıyoruz diye düşünen Odeon, "Bir Zamanlar" konsepti içinde, birçok ünlü ismin eski kırkbeşlik devirli plaklarını dijital olarak elden geçirip "en iyileriyle" albümlerini yayımlar.
Ancak, benim arşivlerde fare olma hayalimi suya düşüren asıl kararı 2003’te verirler ve sembolik önemi olan "Bir Varmış Bir Yokmuş"u konsept ismi seçerek bir toplama çıkartırlar piyasaya. Bu albümün başarısı; hızla serinin ikinci, üçüncü ve dördüncü albümlerini getirir peşi sıra.
Biz tam bitirdik arşivi diye hayıflanırken bu kez 5 albüm içeren özel bir kutu içinde (evet serinin beşinci ve yayınlanmamış albümü de bu kutuda) "5’i Bir Yerde" adıyla, yeni yıl sürprizi yapar Odeon.
Ajda Pekkan, Alpay, Ayla Algan, Ayten Alpman, Cahit Oben, Cici Kızlar, Dario Moreno, Esin Afşar, Ferdi Özbeğen, Füsun Önal, Hümeyra, İlham Gencer, Lale Belkıs, Mehmet Teoman, Modern Folk Üçlüsü, Nesrin Sipahi, Nilüfer, Şecaettin Tanyeri, Tanju Okan, Timur Selçuk, Yeliz gibi 45 sanatçı ve özenle seçilmiş ve temiz bir ses kalitesiyle sizi o güzel yıllara götürecek tam 100 şarkı...
Daha ilk günden beri büyük bir titizlikle yürütülen proje için görkemli bir final... Serinin albümlerine sahip olmayanlar için ekonomik ve şık bir seçenek... Hele birilerine, bir sebeple alasınız varsa harika bir armağan...
AŞK’IN ŞARKILARI
Aşkın Nur Yengi, Sezen Aksu ekolünden gelir. Doksanlı yılların başında, kendisi de henüz yirmili yaşlarının başındayken ilk albümü "Sevgiliye" ile yaklaşık 2 milyonluk bir satışa ulaşır. Özellikle doksanların ilk yarısında ürettiği hit şarkılarla kalıcı olacağını kanıtlamış, zaten gerek müzisyen, gerek oyuncu kimliğiyle bugünlere kadar etkisini korumuştur. Herkesin başı sıkıştıkça "best of" yaptığı bir piyasada o duruşunu korumuş, üretebildiğince yeni albüm üretmeye çalışmıştır.
Geçtiğimiz yıl sonunda çıkan "Aşk’ın Şarkıları", yeni bir Aşkın Nur Yengi albümü değil. Ancak, Yengi’nin onca yıllık müzik kariyerinden sonra çıkartmayı çoktan hak ettiği bir albüm olmasının yanı sıra, çok da kaliteli bir best of. Albümün, sıradan bir best of’tan en temel farkı; sanatçının seçilen şarkılarının akustik versiyonlarını içeriyor olması.
Doksanlar ve iki binlerde, birçok önemli pop albümüne şarkıları ve düzenlemeleri ile değer katan Sadun Ersönmez imzasının aranjör olarak bu albümde de olması bir diğer önemli unsur. Ersönmez’in, "Bir Başkadır Ayten Alpman" albümündeki düzenlemelerini hatırlıyorsanız fazla söze gerek yok zaten. Ha, bir de albümün süpervizörü Hakan Eren... Evet, adam zoru seviyor ama ortaya da bir kere kötü iş çıkmadı işte. Bu arada Yengi’nin yeni albümü de yolda, sevenlerine duyurulur.
Yazının Devamını Oku 11 Ocak 2008
Türkiye’de müzik sektörünün internet üzerinden paylaşım ve korsan sitelerden download gibi nedenlerle aldığı darbe azımsanamayacak kadar büyük.
Yazının Devamını Oku 5 Ocak 2008
Uzun bir aradan sonra bir yılbaşı gecesini, eski tabirle "pijama, terlik, televizyon" formatında geçirdim. Saat 20.30’dan itibaren neredeyse tüm kanalların yılbaşı programlarını oradan oraya zıplamak suretiyle izleme fırsatım oldu. Tarkan’ın yeni albümü Metamorfoz’un yayınlanmasıyla birlikte, yılbaşı gecesi için TRT ile yaptığı özel anlaşma ve aldığı para konuşuldu uzun bir süre. Kaç para aldıysa almıştır, helal-i hoş olsun, ben işin o kısmıyla ilgilenmiyorum. Ancak yılbaşı gecesi, Tarkan gibi büyük bir pop star’ın bile, hem de hiç öyle davranmamasını gerektiren, kariyeri açısından kritik bir dönemde, ne denli özensiz davranabildiğini görüp üzüldüm. TRT’nin hemen tüm kanallarında, bir süredir bir senkron problemi (sesle görüntü oturmuyor) var. Bu tamamen teknik bir problem ve bu problemi yılbaşı gecesi yayınlanan Tarkan konserinde dahi çözememiş olmaları hakkında söyleyecek bir laf bulamıyorum. E, Tarkan ne yapsın diyeceksiniz. Doğru, bu Tarkan’ın elinde olan bir durum değil. Peki bu kadar konuşulan bu konserin, hem de Tarkan’ın belki de kariyerinin dönüm noktası olacağına inandığımız "Metamorfoz" albümünün promosyon dönemine denk gelen bu konserin play back olmasına ne diyorsunuz? Koskoca Tarkan; "Hayır kardeşim, ben play back söylemem, ayıptır" diyememiş midir? Diyememiş olduğunu sanmıyorum, peki bunu önemsemeyecek kadar özensiz davranmayı nasıl göze almıştır?
Tarkan, akıllı bir adam. Ancak kariyeri açısından ne denli tehlikeli bir eşikte olduğunun sanıyorum farkında değil. Tarkan kadar büyük bir star’ın kariyeri söz konusu olduğunda, metamorfozun aslında iş yapış biçimiyle ilgili olduğu ve sound olarak çok daha cesur davranması gerektiği de bir gerçek. TRT, Tarkan sayesinde iyi reyting almış, tebrik ederim. Ama Tarkan’ın konuya bambaşka bir açıdan bakma zamanı geldi de geçiyor bile, sadece kendi iyiliği için.
Gelelim ATV’deki konsere. ATV bir geçiş döneminde malumunuz. Yeni patron, Ali Kırca’nın transferi... Kenan Doğulu’nun lokomotifi olduğu konser yayınında Hepsi ve Burak Kut da vardı. Kenan, tam bir sahne adamıdır biliyorsunuz. Sahnede çok başarılı olduğu ve geçtiğimiz yıla damgasını vuran bir albüm yaptığı da su götürmez gerçekler. Yayın canlı, konserler Ozan Doğulu yönetimindeki çok iyi bir orkestrayla cayır cayır. Peki, sorun nerede? Tamamına yakınını seyrettim; Kenan, Burak ve Hepsi’nin performansları, yayın kalitesi açısından bir sorun yoktu asla. Ancak, ATV’nin yılbaşı programı bir konseri canlı yayınlamanın ötesine geçemedi.
Diğer kanallardaki alaturka konserlerin, dansözlerin, şunun bunun reyting almasında şaşılacak bir şey yok. Sadece Tarkan ve Kenan Doğulu’ya bel bağlayan iki farklı yayın akışı üzerine iki çift laf etmeyi borç bildim.
Bir üstad, bir albüm
Nedim Nalbantoğlu isminin, birçoğunuza pek bir şey ifade etmediğinin farkındayım. 12 yaşındayken konservatuvarı birincilikle bitiren, ardından eğitimine Fransa’da devam eden ve Fransa Devlet Caz Orkestrası’nda birinci keman olarak çalışan Nalbantoğlu, şu anda aramızda olmayan Yehudi Menuhin, Stephane Grapelli gibi keman üstüdlarının bile şapka çıkarttığı bir kemancı.
Tüm dünyada sayısız konser verdi, birçok albüm projesinde yer aldı. O arada Türkiye’ye gelip gittiğinde Fikret Kızılok’la, Serdar Ateşer’le, Gündoğarken’le çalışmaları oldu. Kanun üstadı Göksel Baktagir’le birlikte "Furtuna" adlı dünya müziği projesini hayata geçirdiler. Sound olarak Türk sanat müziği, klasik batı müziği, biraz Bulgar, biraz Hint, biraz caz harmanı bir üslubu var.
Sözün kısası Nedim Nalbantoğlu, bir süre önce Türkiye’de "Yeni Dünya" adında müthiş bir albüm yayınladı. Kendi bestesi olan 4 şarkının yanı sıra Ferhat Göçer ve Sefarad’la tanıdığımız "Yastayım"ın orijinali "Los Biblicos", Deniz Seki’nin yeniden gündeme getirdiği "Böyle Gelmiş Böyle Gider", Candan Erçetin’in sesinden sevdiğimiz "Nar Çiçeği" yorumlarıyla da parmak ısırtıyor.
Bir virtüöz albümü "Yeni Dünya". Ve amiyane magazin üslubuyla bu tip konsept albümlerin "çakma"larının kol gezdiği bir dönemde ilaç niyetine iyi gidiyor.
Yazının Devamını Oku