Tolga Akyıldız

Ayla Algan ve Behiye Aksoy

14 Haziran 2008
Bir Zamanlar Serisi’nin "En iyileriyle" konseptli çalışmaları, Nükhet Duru’nun 81-82 hitlerini kapsayan albümden sonra iki yeni albümle karşınızda. Siz de eski şarkılara meraklı arşivcilerden misiniz bilmem, ama ben o yılların şarkıları, hem teknik hem de görsel anlamda özenle hazırlanıp şık şıkıdım önüme gelince çok heyecanlanıyor, mutlu oluyorum.

Bu albümlerden ilki "En İyileriyle Behiye Aksoy". Serinin Türk sanat müziği ayağının orijinal plak kayıtlarına sadık kalınarak kotarılmış ürünü.

Ankara Göl Gazinosu’nda çalışırken, devrin meşhur gazinocular kralı Fahrettin Aslan tarafından keşfedilerek İstanbul’a getirilen Behiye Aksoy, aynı zamanda efsane Maksim Gazinosu’nun da ilk kadın assolisti olma özelliğini taşıyor.

Albümü dinler dinlemez, 70’lerin asil gazino günlerine gidiyor, plak çıtırtıları eşliğinde bir Türk filminin sarı sepya karesinde buluyorsunuz kendinizi.

Katıksız Türk sanat müziği dinlemek isteyenler için Itri Efendi’nin, Sadi Hoşses’in, Muzaffer İlkar’ın, Hacı Arif Bey’in, Yusuf Nalkesen’in, Baki Duyarlar’ın, Tamburi Mustafa Çavuş’un ve diğer üstadların eserleriyle bir Behiye Aksoy yolculuğu...

Bugün, assolistim ben diye ortada dolaşanların niceleri için de bir ders niteliğinde.

Serinin ikinci albümü "En İyileriyle Ayla Algan". Aslen Türk tiyatrosunun duayenlerinden olan Algan’ın 1971-1983 yılları arasındaki müzikal macerasını anlatan bir toplama. New York’ta oyunculuk eğitimi alırken "Funny Girl" müzikalinin başrolü teklif ediliyor Ayla Algan’a ama o kabul etmiyor. Kariyerine Türkiye’de devam etmek istiyor çünkü. Algan, rolü kabul etmeyince kim oynuyor dersiniz? Barbara Streisand.

Oyunculuk ve müzik hep iç içe Ayla Algan’da. Bunu albümü dinleyince daha iyi anlayacaksınız. Her şarkı ayrı ayrı teatral bir altyapı, bir performans içeriyor. Bir şarkıda Karadenizli bir kadın, öbüründe kentli modern bir kadın, diğerinde ağır bir toplumsal eleştiri... Sonra aranjmanlar ve diğerleri...

Açıkçası ben bu şarkılarla, aralara kendi hikáyelerini katarak yapacağı bir sahne şovunda çok başarılı olacağına inanıyorum Ayla Algan’ın. Birkaç kez çeşitli vesilelerle sahnede izleme fırsatı buldum. Gerçekten çok başarılı...

Bu güzel albümleri yeniden gündeme getirerek müziğe yaptığı katkılara defalarca teşekkür ettiğimiz Hakan Eren bir yana, bu son iki albüm vesilesiyle teşekkür etmek istediğim biri daha var; Bora Ebeoğlu. Bir dönemin bizim gözümüzde efsane ikililerinden Oya Bora’nın Bora’sına şarkıları orijinal stüdyo bantlarından dijital ortama aktarırken gösterdiği özen nedeniyle teşekkür ediyorum.
Yazının Devamını Oku

Organik şarkılar

7 Haziran 2008
Organic Şarkılar, 48 yaşında bir adamın ilk albümü... "Belki geç kaldım; belki de tam zamanıydı..." diyor bu albüm için. Aslında bir bas gitarcı.  Yıllarca Berkant, Erol Büyükburç, Alpay, Tarkan, Yıldız Tilbe, Gündoğarken, Eda-Metin Özülkü gibi isimlerle çalışmış memlekette. Bir ara cazla uğraşmış. Tahsin Ünüvar, Baki Duyarlar, Kürşat Sekban’la çalışmaları olmuş. Sonra bir gün tası tarağı toplayıp Amerika’ya gitmiş. Orada uğraştığı onca iş içinde, bir yandan şarkılar yapmış. "Vatandan uzak bir evde; eşim yemek pişirirken, kızım etrafımda oynarken bir çırpıda yüreğimden çıktı bu şarkılar..." diyor Zafer Cınbıl. İşte "Organic Şarkılar"ın doğum hikayesi böyle.

Şarkılar oluşmaya başladıkça, bunları bir albüm haline getirip memlekette yayınlamak isteği de artmış Cınbıl’ın. Albümde, akustik kaydedilmiş 11 şarkı yer alıyor. Şarkıların organikliği buradan geliyor yani. Gitar ağırlıklı, huzur veren düzenlemelerin yanı sıra Zafer Cınbıl’ın naif ama derinlikli sözleriyle iddiasız ama etkileyici vokalinin de etkisi büyük. Hiç abartmadan söylüyorum, beni ilk dinleyişimde çarpan ender işlerden biri oldu Organic Şarkılar.

Herkesin albüm satmak için ne yapacağını şaşırdığı, şekilden şekle girdiği bir dönemde, tamamen kaygısız ama bir o kadar da ustalıklı bir müzisyen albümü. Cınbıl’ın iyi bir şarkı yazarı oluşu, aşk acısı, memleket özlemi, çocukluk, dostluk gibi kavramların etrafında dönen vurucu sözleri ile hemen yakalıyor dinleyeni.

Bir müzisyeni diğerine benzeterek anlatmak çok hoş değil elbet. Ancak yaklaşımını ve sound’unu daha önceden bilmiyor olma ihtimalinizin yüksek oluşundan yola çıkarak Fikret Kızılok’un, Bülent Ortaçgil’in yer yer de Mazhar Alanson’un bünyemizde yarattığı hissi yakalayan şarkılar diyebilirim. Değerlendirecek olsam o ligde değerlendiririm.

Albümde emeği geçenler arasında Teoman’ın da söylediği Gemiler şarkısının yazarı olan ve Amerika’da yaşayan Orhan Atasoy var.

Özellikle tavsiye ettiğim şarkılar Uçan Halı, Sevdanın Yolları, Kara Sevdalı, Sen Delirdin Ben Delirdim, Delikanlı, İstanbul, Balıkesir, Dosttan Ayrı.
Yazının Devamını Oku

Avrupa sirki

31 Mayıs 2008
Eurovision’a katılan şarkılara bakıyorsunuz, büyük bir çoğunluğuna şarkı demek için bin şahit ister. Sound’lar eski, kayıtlar berbat, icra zaten vokal kanalı hariç, playback. Geriye ne kalıyor? Sahne şovu. Bir Eurovision Şarkı Yarışması’nı daha atlattık. Mor ve Ötesi, kariyeri açısından büyük riskler alarak girdiği yarışmadan alnının akıyla çıktı. Rusya’nın 272 puan alarak birinci olduğu yarışmanın bence asıl galibi yine bahisçiler oldu. Neredeyse, sıralamayı eksiksiz tahmin eden bahisçiler, bu başarılarıyla önemli bir gerçeğin altını çiziyorlar aslında: Sonuçlar son derece tahmin edilebilir!

Eğer bu bahisçi arkadaşlar müzik otoritesi falan değilseler, ya da müziğe bambaşka bir açıdan bakarak akıl yürütmüyorlarsa bunun tek bir açıklaması var, o da işin tadının iyice kaçtığı.

Şarkılara bakıyorsunuz, büyük bir çoğunluğuna şarkı demek için bin şahit ister. Sound’lar eski, kayıtlar berbat, icra zaten vokal kanalı hariç, playback. Geriye ne kalıyor? Sahne şovu. Yarışmacılar da ne yapsınlar, hal bu iken, şekilden şekle giriyorlar evlerinde oturup cep telefonlarıyla oy veren insanları etkilemek için. E o zaman ne oluyor? İşte o şovların yarısı sirk gösterisi, öbür yarısı da striptiz şovu başlangıcı gibi oluyor. Ortada şarkı falan yok. Eurovision Şarkı Yarışması’nda kimsenin "şarkı nerede yahu?" diye sorduğu da yok.

Olayı Mor ve Ötesi açısından okuyacak olursak... Şu bir gerçek ki, sound, kayıt ve şarkı olarak kesinlikle yarışmanın en iyi 3 şarkısından biriydi. Grup, yarışmaya katılarak bir riski göze aldı ama öte yandan kariyeri açısından da enteresan bir deneyim yaşadı. Ceplerinden bir kuruş harcamadan, Avrupa platformunda Mor ve Ötesi markasına dair bir bilinirlik yarattılar. Üstelik hem dil, hem sound, hem şarkı kalitesi anlamında kendilerinden hiç ödün vermeden yaptılar bunu. Zaten bunu yapmayı becerdikleri için benim gözümde kaçıncı olduklarının hiç önemi yok.

Gelelim Türkçe meselesine... Deniyor ki, Mor ve Ötesi Türkçe değil de İngilizce söz yazsaymış birinci olabilirmiş. Evde televizyondan öyle görünüyor olabilir ama maalesef kazın ayağı öyle değil. Her şeyden önce bir rock şarkısını İngilizce düşünerek yazmak zor iş. İkincisi Mor ve Ötesi’nin şarkı kalıplarına bakarsanız, tamamen Türkçe düşünerek yazıldıklarını görürsünüz. Yani İngilizce şarkıyla katılmak demek alıp şarkının sözlerini İngilizce’ye çevirmek değil.

Ben, kendi adıma oturup sıfırdan İngilizce bir şarkı yazmalarını isterdim doğrusu. Belki Avrupa kariyerleri açısından daha yararlı olurdu ama, böyle tercih ettiler. Ayrıca Türkçe söylemelerinin "Türkçe rock söyleyen çocuklar" olarak ekstra bir sempati yarattığına da eminim orada.

Sertab Erener’in, Eurovision formatına çok uygun olan ve şık bir sahne şovuyla bütünlediği şarkısıyla birinci olmasının bir sebebinin de, Türkiye’nin o dönemde Amerikan karşıtı tutum geliştirmiş olarak algılanması sonucunda, birçok ülkeden topladığı sempati olduğunu unutmayalım.

Ayrıca SMS sistemine geçtikten sonra Türkiye’nin oylarının nasıl arttığını, İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika gibi Türkler’in yoğun yaşadığı ülkelerden ne kadar yüksek puanlar aldığını, Azerbaycan’a verdiğimiz ve onlardan aldığımız tam puanı da lütfen dürüstçe değerlendirelim.

Eski Sovyet ve Yugoslav Cumhuriyetleri’nin birbirlerine, komşuların komşulara, bir ülkedeki azınlıkların anavatanlarına oy vermesine şaşırmayalım. Lütfen mazlumu oynamayalım. Ortada mazlum varsa onlar da son iki sırayı paylaşan Fransa ve İngiltere’dir. Almanlar "Neden bu kadar yalnızız" demişler örneğin. BBC’nin Bülend Özveren’i Sir Terry Vogan ise "İngiltere şarkısı sondan ikinci gelmeyi hak etmemişti. Sanırım artık kimse İngiltere’yi sevmiyor" demiş.

Biz de keşke Türk pop müziğinin bence en güzel şarkılarından biri olan Semiha Yankı şarkısı "Seninle Bir Dakika" ile katıldığımızda aldığımız sonuca bakıp vazgeçseydik bu işten diye düşünüyorum şimdi...
Yazının Devamını Oku

Rap, slogan, müzik

24 Mayıs 2008
Sultan Tunç diye bir müzisyen var. Yıllar önce ilk albümüyle güzel bir bağ kurmuştum. Bir süre önce ikinci albümü "Rap’n Roll"u çıkardı. Rap bir anlamda slogan bulma işidir. Yani sloganın ve nakaratın yoksa kendi kendine tekerlersin, bu kadar basit. Bu anlamda birkaç seçeneğin var aslında. Hani başkaldırı, isyan falan meseleleri. Amerika’da, ezilen zenci kişilerin isyanı mıdır rap? Belki öyledir; ama bakın ne şekillere girmiştir...

Yani o "beyazların yönettiği sistem" rap’i de almış gönlünce eğlenmiştir, parasını kazanmıştır.

Almanya’daki Türk insanının isyanı mıdır rap? Evet, o daha gerçektir. Ama Cartel gibi gelmiş geçmiş en doğrudürüst işlerden biri olan işi "tehlikeli milliyetçi" bir proje gibi okursanız; ben sizin demokratlığınızdan, solculuğunuzdan da şüphe ederim. Ayrıca o proje içinden çıkıp, Erci E gibi "eğlenceli rap" yapmaya çalışan birine laf edeni de ciddiye almam; o da işin başka bir yönü.

Cartel’i (Aslında Karakan’ı) küstürüp bu ülke coğrafyasında müzik yapmama kararı aldıran zihniyetten hiç hazzetmem.

Ceza da bu ülkede duruşunu bozmadan uğraşmaktadır mesela. Kim bilir nelerle karşılaşmıştır ki bu işi kendi gibi yapmaya çalışırken "yükselen ben değilim bak alçalan duvarlar..." diye bir söz yazmıştır. Daha niceleri vardır.

Ben Fuat Ergin’in de hak ettiği noktada olmadığını düşünenlerdenim. Ceza’nin kardeşi Ayben’in albümü var bomba gibi geliyor yakında. Sagopa’nın işleri sonra; kendini bir bıraksa neler neler çıkacak ondan...

Sultan Tunç’a gelecek olursak; ikinci albümü beğendim beğenmesine ama öte yandan işin slogan tarafını fazla abarttığını düşünüyorum.

Baskın Oran ve Ufuk Uras için yazdığı "Baskın Var"; sonra "Pardon Affedersiniz Mr Genelkurmay" gibi şarkılar; bu memleketin gerçeklerini bir miktar şaşı okuyor. Yani senin durduğun yerden gözükenle, burada olan aynı değil. Sen, kendi meseleni sen gibi anlatamadığın zaman da sakil durabiliyor işte.

Sultan Tunç, müzikal anlamda takdir ettiğim adamlardan biri hálá; "Rap’n Roll"u da o güzergáhtan giderek sevmeye devam ediyorum. Lakin politik olabilmek için önce meseleyi yaşamak lazım. Eğer mesajını geçirmek istiyorsan, rap’le meselen biraz da buysa daha özenli olmak lazım. Yanlış anlaşılmasın; fikirlerine tahammül edememekten değil, üslubu onaylamamaktan...

BİZİM ÇOCUKLAR

Bizim Çocuklar’ı duydunuz mu hiç? Aleyna, Yosi, İrem ve Eda. Birbirinden tatlı dört afacan. Hepimizin sevdiği çocuk şarkıları vardır; "Daha Dün Annemizin", "Bak Postacı Geliyor", "Mini Mini Bir Kuş", "Ali Baba’nın Çiftliği", "Arı Vız Vız", "Küçük Kurbağa"

Onları söylüyorlar. Hem de şimdiki çocuklar arasında pek moda olan rap üslubuyla... Benim çok hoşuma gitti. Şimdi burada ciddi ciddi müzik eleştirirken nereden çıktı diyebilirsiniz. Bence çok önemli. Türkiye’de çocuk albümleri konusunda ticari anlamda bir zafiyet var. Çocuktur ne olsa dinler değil. Bunun hem ticari bir kanal, hem de işin bir manevi tarafı olduğunu idrak ederek çok şey yapılabilir çocuklar için. Ama bizim prodüktörler daha o noktada değil...

Bu albümün yanı sıra yeni yayın döneminde bir de TV dizisi peşinde "Bizim Çocuklar." Yeni pazarlama yöntemi bu; lamı cimi yok. İşte şarkıları, işte dizileri...
Yazının Devamını Oku

Pinhani tamamdır

17 Mayıs 2008
Pinhani’nin 2006’nın Nisan’ında çıkardığı "İnandığın Masallar" adlı ilk albümünden birkaç kez bahsettim. Albümün, eğer reyting alan bir dizinin, "Kavak Yelleri"nin müzikleri olarak TV izleyicisiyle buluşma şansı olmasaydı tarih yaprakları arasındaki diğer haysiyetli çabalar arasına gömülmesi an meseleseydi.

Dinleyene kolayca geçen basit ve güzel nakarat melodileri, Sinan Kaynakçı’nın yumuşak vokali, konser atmosferi hissettiren naif düzenlemeleri ve Akın Eldes’in usta gitarı ile baştan sona hayranlık uyandıran bir işti "İnandığın Masallar".

Albümün çıktığı 2006’dan bugüne 100’e yakın konser yaptı grup. Daha fazla da yapabilirdi. Örneğin Kavak Yelleri dizisi daha önce başlamış olsaydı...

Kavak Yelleri hala büyük bir ilgiyle izleniyor. Dizide, Pinhani’nin ilk albümünden "İstanbul’da", "Hele Bi’gel", "Beni Al", "Ben Nası Büyük Adam Olucam" gibi hitlerin yanı sıra, albümde olmayan kimi şarkılar da çalıyor. "Bir Anda" ve "Ne Güzel Güldün" deyince dizinin takipçileri hemen hatırlayacaktır.

İşte geçtiğimiz ay çıkan Pinhani’nin ikinci albümü "Zaman Beklemez"de bu iki şarkının stüdyo kayıtları var.

Eğer geçtiğimiz iki yıl içinde bir şekilde Pinhani konserlerini izleme şansınız olduysa, ikinci albüm size aşina gelecektir. Çünkü Pinhani çok akıllıca bir iş yaptı ve konserlerinde, ikinci albümde yer alacak tüm şarkılarını çaldı. Neredeyse yeni şarkılarını hayranlarına ezberletti ve beklenti yarattı. Başta "Bir Anda" ve "Ne Güzel Güldün" olmak üzere "Zaman Beklemez"de yer alan 11 şarkı da Pinhani severlerin çoktandır dilinde.

Bu anlamda cesur bir duruş göstererek konserlerinde başkalarının şarkılarını çalmak yerine kendi yeni şarkılarını çalan Pinhani’yi kutlamak lazım. Tevazuları, müzisyenlikleri, huzur veren enerjileri ile farklılar ve bunu herkes hissediyor.

İlk albümün kayıtlarında yer alan Akın Eldes ve Cem Aksel gibi ustaların yanı sıra, bu albümde işin müzikal zenginliğine daha fazla yatırım yapma kararı almışlar ki, başta Demirhan Baylan olmak üzere, Erkan Oğur, Oğuz Küçükberber, Yinon Muallem, Sunay Özgür, Serkan Çağrı, Hasan Gözetlik gibi iyi müzisyenlerin parmağı var.

İlk albüme göre düzenlemeleri daha olgun bulduğumu da söylemeliyim. Düzenleme itibariyle ön planda olduğu durumda gitarlar daha sert geldi bana. Üflemelileri ise yer yer gereksiz buldum.

Ama Pinhani’nin, ikinci albümü "Zaman Beklemez"de doğru olanı yaptığı kesin. Yine baştan sona hiç boş şarkı yok. Hem de daha olgun bir sound’la... Yeni konserlerde yeni şarkıların albüm için kaydedilen stüdyo versiyonlarını çok seveceğinize eminim. "Sevmekten Usandım"daki Erkan Oğur dokunuşu’na, "Sırası Değil"e, "Ne Güzel Güldün"e, "Ağlama"ya, "Bir Anda"ya, "Yansın"a, "Zaman Beklemez"e, "Yalnızlık"a ayrı ayrı özen göstereceğinize de kesin gözüyle bakıyorum. İki versiyonu olan "Düğün (Düğün Dernek)" de konserlerde en çok istek alan şarkılardan biriydi. Benim tercih edeceğim bir şarkı değil, albümün bütünlüğü içinde bir miktar da sakil duruyor ama öte taraftan konserde dinlemek hakikaten keyifli olabilir.
Yazının Devamını Oku

Efsane'nin 20 yılı

10 Mayıs 2008
Pentagram’ın o son derece sert, konserlerde "popçular dışarı!" diye bağıran sadık hayran kitlesini iyi tanırım. Onlar için dünya bir yana Pentagram bir yanadır. Yıllardan 2007. Şubat ayının 4’ü. İstanbul Bostancı Gösteri Merkezi’nin önü mahşer yeri gibi. İçeri girmek için; benim bir Türk rock grubunun konserinde daha önce görmediğim uzunlukta kuyruk oluşturmuş bir kitle var gişenin önünde. Hava buz gibi ama bilet kuyruğunda bekleyenlerin yüzünde en küçük bir mutsuzluk ifadesi yok. Bilakis; az sonra izleyecekleri konserin coşkusundan olsa gerek, yerlerinde duramıyorlar.

Aynı saatlerde Türk rock ve heavy metal’inin efsane grubunun elemanları konser alanına gelmek üzere evlerinden çıkıyorlar. Onlar da kuruluşlarının 20. yılı nedeniyle az sonra verecekleri konser için heyecanlılar. Sound check yapılıyor, hazırlıklar tamamlanıyor. Artık geri sayım başladı.

Kapılar açılıyor. Az önce kuyrukta gördüğüm kitlenin benim tahminimden de büyük olduğunu o an anlıyorum. Bostancı Gösteri Merkezi, tarihi bir gün yaşıyor. İçerde 6 binden fazla insan var. Ve hepsi de başlamak üzere olan Pentagram’ın 20. Yıl Konseri’ne kilitlenmiş durumda.

Pentagram; o Türkiye’de rock ve metal müzikle uğraşmanın tukaka olduğu yıllardan beri bu işin içinde; kendini hiç bozmadan inandığı müziği yapıyor. Kuruldukları 1987 yılında henüz doğmamış olan hayranları var o günkü kalabalığın içinde. Kuruldukları yıl verdikleri konserlerde kafa sallayanlar ise bugün 40’lı yaşlarını sürüyorlar. Ve inanıyorum bazıları hálá Pentagram dinliyorlar.

Pentagram, böyle bir grup işte. Bana göre dünya heavy metal müziği içinde de otantikliği, güçlü sound’u ve karizmasıyla çok önemli bir yerde. Ama hálá içimde ukdedir bence dünyada hálá hak ettiği kadar tanınmıyor. Yok öyle Avrupa’ya açılma klişesi değil. Özellikle Avrupa’da binlerce potansiyel Pentagram hayranı olduğuna yürekten inanıyorum, o nedenle...

Geçtiğimiz haftalarda Sony BMG etiketi ve Dream TV’nin katkılarıyla bir DVD, bir de konser albümü yayınlandı. Her ikisinin de adı "1987". Geçtiğimiz yıl kutladıkları 20. yılı onuruna... 24 şarkıdan oluşan çift CD’li konser albümü tek CD fiyatına satılıyor. DVD’nin prodüksiyonu da son derece ustalıklı olmuş. İnanın DVD’yi izlerken konser gününe gittim yeniden. Evde, oturduğum yerden şarkılara eşlik ettim; hatta kafa bile salladım. DVD’nin 20 sayfalık bir de kitapçığı var. Pentagram hayranı olup da almamak ayıp olur. Kastım yasal olan CD ve DVD’yi almamak. "Para yok ne yapalım, mecburen kopyalayacağız" diyenlere de iki laf söylemek isterim: Bu işe 20 yılını vermiş bu grubun gerçek hayranıysanız lütfen çok sevdiğiniz Pentagram’a bari siz ayıp etmeyin.

Yeri gelmişken; başta vatani görevini yaparken şehit düşen Ümit Yılbar olmak üzere (fly forever Ümit), gelmiş geçmiş tüm Pentagram elemanlarına bir selam yollamak isterim... Burak Kalaycı, Murat Net, Bartu Topbaş, İhsan Şen, Onur Pamukçu, İlhan Barutçu, Demir Demirkan ve tabii Ogün Sanlısoy.

Son olarak bir de havadis; Sony BMG pek yakında tüm Pentagram albümlerini yeniden yayınlamaya hazırlanıyor.
Yazının Devamını Oku

Rock’n Coke’un hatası

3 Mayıs 2008
Geçtiğimiz haftalarda Festivalin Tadı Kaçtı başlıklı bir yazı yazmıştım. Önce Coca Cola’nın bu yılki Rock’n Coke’u iptal ettiğini açıklaması, arkasından çok sevdiğimiz Radar Live’ın da bu yılki organizasyonunu gerçekleştiremeyecek olması, artık yaz festivallerine iyiden iyiye alıştığımız şu dönemde şoke olmamıza neden oldu desem yeridir. Bunlar yetmezmiş gibi Efes Pilsen One Love Festivali de son derece zayıf bir line up açıklıyor. Ağırlıklı olarak isimsiz gruplardan oluşan, daha önce Rock’n Coke’da izlediğimiz Gogol Bordello’nun headliner olduğu söylenen One Love da, sanırım iptal kararı almak yerine böyle bir yol çizmiş kendine.

Yine büyük açık alan festivali kapsamında değerlendirilebilecek Masstival; Def Leppard, Whitesnake, Alanis Morissette gibi isimlerle anlaştı ama bakalım gerisi nasıl gelecek, belini doğrultacak sponsor desteğini alabilecek mi?

Turkfest yapılacaktı sonra... Tamamı Türk sanatçı ve gruplardan oluşacak bir line up ile iddiali bir festivaldi. Aldığım habere göre o da finansal nedenlerle iptal edilmiş.

Böyle umutsuz konuşuyoruz ama bu, 2008 yazı boş geçecek anlamına gelmesin. Metallica, Kylie Minogue, Bon Jovi, Jethro Tull, Massive Attack, Lenny Kravitz, Travis gibi büyük konserler olacak bir aksilik olmazsa. Sonra elektronik ortamları sevenler için Global Gathering ve Electronica Festivali gibi geçtiğimiz yıllarda rüştünü ispatlamış büyük organizasyonlar var. Festivali yazlık ortama taşıyan, bol denizli, güneşli Zeytinli Rock Festivali var. Sembolik bir giriş ücreti olan festivale, bu yıl 100 bin kişilik bir katılım bekliyorlar. Barışarock deseniz öyle.

Hepsi tamam da, bu yıl niye böyle oldu? Geçtiğimiz yıl bu zamanlarda 2007 yazı ile ilgili yazdığım yazıda, yukardan aşağı, gelen sanatçı ve grupları saymıştım bir bir. O kadar çok isim geliyordu ki geçen yıl Türkiye’ye, neredeyse bir yorum yapacak yerim kalmamıştı yazıda. Ben de tek bir paragraf yazıp şöyle demiştim özetle: "Bunca sanatçı geliyor Türkiye’ye, çok sevindirici gelişmeler bunlar. Ancak umarım seyircileri ile buluşurlar. Çünkü konser sayısı arttıkça seyirci beklentisi yükseliyor. Gerek maddi sebepler, gerekse konser kültürüne sahip olmayışları sebebiyle de seçicilikleri artıyor. Eğer bu yılki konserler dolmazsa, önümüzdeki yıl sponsorlar da desteği çekecekler ve organizasyon şirketleri konser yapamayacak hale gelecek..."

Kesinlikle; "bakın ben söylemiştim" demeye çalışmıyorum. Aklı selim herkes bu çıkarsamayı yapabilir. Üzüldüğüm nokta haklı çıkmamız. Bizim öngörülerimiz üstüne bir de ekonomik koşullar belirsizlik arz edince sponsorlar daha büyük geri adımlar attılar.

Peki bu gelişmeleri markalar açısından okuyacak olursak? Koskoca Coca Cola’nın büyük emek vererek yarattığı, kendi deyimleriyle Avrupa festivaller atlasına soktuğu, Yourope üyesi yaptığı Rock’n Coke’u bu kadar kolay iptal etmesinin arkasındaki temel neden nedir? Evet bütçeyi kısmışlardır. Evet, festival tarihini daha iyi gruplar almak için eylülden temmuza çekmiş, ancak öte yandan da ağustosta Ramazan kampanyaları olduğu için bir başka baskı altına girmişlerdir. Ama bunların hiçbiri Rock’n Coke gibi bir markanın yıpratılması için geçer sebep olamaz. 3 gün değil de 1 gün yaparsın, ama yaparsın. Hepimiz biliyoruz o "kısılan" bütçelerin kısılmalarına rağmen ne kadar "büyük" olduklarını. Düzenli sponsor desteği olmayan bağımsız festivallerin o bütçelerin yarısıyla nasıl harikalar yarattıklarını...

Rock’n Coke; geçtiğimiz 5 yıl içinde öyle bir noktaya gelmiştir ki deprem, darbe, kriz olmadıkça iptal etmeniz hoş karşılanmaz. Bunu hesaba katmaları gerekirdi diye düşünüyorum. Her sene daha büyük gruplar getirmek, yine onların deyimiyle "çıtayı her yıl yükseltmek" gerçekte mümkün değil. Rock’n Coke da bundan sonra böyle büyük bir sorunla tekrar karşılaşmamak için festival kültürüne daha çok yatırım yapmalı. Alternatif sahnelerinde gerçekten alternatif gruplar görmeliyiz. Rock’ın daha sert uçlarını da kucaklayabilmeli. Sadece Avrupa ve Amerika’dan değil, dünyanın 4 bucağından hiç tanımadığımız sıkı rock gruplarını seyredip o sahnede, şaşırmalıyız. Türk gruplar, Rock’n Coke sahnesindeki performansları için aylar öncesinden çalışmaya başlayacak kadar heyecan duymalı. Rock’n Coke’a özel, başka hiçbir yerde göremeyeceğimiz performanslar tasarlanmalı. Zor mu? İnanın, her yıl Radiohead’i, U2’yu, Red Hot Chili Peppers’ı getireceğiz diye tırmalamaktan, sonra da koca Rock’n Coke’u iptal ederek kendini dosta düşmana güldürmekten daha doğru ve kolay bir yöntem.
Yazının Devamını Oku

Anadolu’nun kayıp şarkıları

26 Nisan 2008
Nezih Ünen’le dostluğumuz çok eski yıllara dayanıyor. Nezih, yirmili yaşlarını karşılarken İstanbul’a gelmiş, mühendislik okumuş, lakin içindeki müzik aşkını hiçbir zaman yenememiş bir adam. Aslında kafası stüdyo adamı matematiğinde çalışır. Birçok önemli işin altına imza attı bugüne kadar. Yapımcıdır, bestecidir, aranjördür, yorumcudur, klip yönetmenidir. Belki siz bilmezsiniz ama Özcan Deniz’in, son dönemde kendi kategorisinde kazandığı başarıyı yaratan mimardır aynı zamanda.

Yıllar önce çok meşhur olan, sound olarak döneminin de çok ilerisinde bir parça vardı; Haremde Dans. Nezih Ünen’in henüz tanınmadığı dönemde yaptığı Yasak Elma adlı projenin alamet-i farikası. Yıllarca Süper FM kullandı bu temayı jingle olarak. Sonra yine iyi tanınan Çingene Yüreğim adlı şarkısı var. Siz farkına varmadan birçok projeye bulaşmışlığı, değer katmışlığı var.

Ancak Nezih’in içinde bir heyecan vardı uzun süredir. Yaklaşık 5 yıldır, onun için de çok özel olan ama aslen bu memleketin kültür mirası açısından büyük önem taşıyan bir projeyi hayata geçirebilmek için uğraşıp duruyordu.

Projenin adı, Anadolu’nun Kayıp Şarkıları. Nezih Ünen’in yönetmenliğinde hayata geçen uzun metraj bir belgesel/müzikal. Meselesi; 10 bin yıllık Anadolu kültürünün müzikal yolculuğu. "Bir senaryosu yok. Anadolu yapmış, biz çektik sadece" diyor Ünen. "Dünyanın son büyük uygarlığı Anadolu’nun, yıllar boyu bizi kendine hayran bırakan batı kültürüne söyleyecek bir sözü vardı. Ben buna aracılık ettim" diye de ekliyor.

Çekim sırasında tüm Anadolu’yu gezip 40 bin kilometre kat etmiş Nezih. Tam 133 otantik performans çekmiş kamerasına. Bu performansların 43 tanesini seçip montajını yapmak için tam 4 yıl uğraşmış. Çektiği performansların bazılarını yeniden ve layıkıyla düzenleyebilmek içinse 3 yılını vermiş.

AYAKTA ALKIŞLANDI

Nezih Ünen’in bu önemli filmi, geçtiğimiz günlerde 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında gösterildi. Akabinde ise aynı akşam Babylon İstanbul’da Anadolu’nun Kayıp Şarkıları konsepti altında bir konser oldu. Nezih Ünen Band olarak Alp Ersönmez, Sarp Maden, Mert Önal, Serhat Ersöz, Osman Aktaş, İzzet Kızıl gibi önemli müzisyenlerin yer aldığı konserin de, filmin ilk ve tek gösteriminin yapıldığı Beyoğlu Sineması’nın da ayakta alkışlayan izleyicilerle dolup taştığını özellikle söylemek isterim. Herkes gurur duydu yapılan işle.

Mardin’den Süryani ilahileri, Düzce’den Çerkez oyunları, Tokat’tan semah ve türküler, Rize’den Hemşin ve atma türküleri, Bingöl’den kartal dansı, Bursa’dan kılıç kalkan, Denizli’den zeybek, Kırıkkale’den bozlak, Muğla’dan Roman davul zurnası, Kars’tan áşık atışması, İstanbul’dan sema dönen dervişler, Ermeni ve Rum şarkıları...

Burada saymaya kalksam, bitiremem. O 10 bin yıllık hayranlık uyandıran kültürün, yani Anadolu’nun yok olmaya yüz tutmuş şarkıları, dansları...

Peki, siz bu filmi nasıl seyredeceksiniz? Maalesef biraz beklemeniz gerekiyor. Çünkü sonbaharda vizyona girecek. Yine de bir fikir edinmeniz için şimdiden fragmanı izlemenizi isterim. http://www.youtube.com/watch?v=JCwabQkPbT0
Yazının Devamını Oku