Tuna Kiremitçi’yle ilk gençliğimizden tanışırız. Galatasaray Lisesi koridorlardan, Çiçek Pasajı’ndan, okul dergisine yazdığımız müzik yazılarından, okulun o içinden onlarca müzisyen geçmiş meşhur müzik odasından...
Çok yakın iki dost olmasak da o yıllarda, belki ikimizin de ortak düşleri yazı ve müzik üzerine kurulu olduğundan, geçen onca zaman içinde uzak düşmedik, bilakis daha çok konuşur, görüşür olduk.
Benim yazı ve müzik ilişkisini nasıl kurduğum ortada. Tuna ise doksanların başında okulun müzik odasında başlayan Kumdan Kaleler serüvenine, bir süre sonra nokta koydu. O dönemde yazdığı ödüllü şiirleri, sinema-televizyon eğitimini, reklamcılık deneyimini, özel hayatında atlattığı badireleri, yazdığı "bestseller" romanları, şöhret olmasını falan bir yana bırakalım. Artık müzik yapamıyor olmanın, treni kaçırdığına inanmanın yarattığı ukde hep içindeydi Tuna’nın. Bu nedenle 97’den beri yazdığı şarkıları başkalarıyla paylaşmanın onun için ne kadar önemli olduğunu biliyorum.
Geçtiğimiz günlerde çıkan "Kendi Halinde" albümünde başta Metin Özülkü ve Genco Arı olmak üzere önemli müzisyenlerle çalıştı Tuna. Albümün kapağının grafik tasarımından káğıdına, her şey Tuna Kiremitçi’nin duruşuna, ruhuna uygun. Canlı kaydedilmiş albümün sound’u ve şarkılarına baktığımızda ise yetişkin bir kitleyi hedeflediğini söylemek mümkün.
Ancak Tuna’nın şarkılarla meselesini belki de en iyi bilen kişilerden biri olarak, birkaç noktadan söz etmeden geçmeyeceğim.
Öncelikle Kiremitçi’nin şarkı yazarlığı ile ilgili düşündüklerimi vokalistliği için düşünemiyorum maalesef. Onun da "ben çok iddialı bir şarkıcıyım" diye ortalarda dolaştığını sanmıyorum. Öte yandan, vokalistin sesinin sınırları özellikle bazı şarkılardaki duygunun dinleyiciye geçmesini engelleyecek kadar belirleyici olabiliyor. Eda Özülkü’yle düet yaptıkları "Şairin Şarkısı"nda, Özülkü’nün vokali girdiğinde şarkının nasıl başka bir şeye dönüştüğünü görüyorsunuz. Ben albümü dinlerken, örneğin bu şarkıları Zuhal Olcay söyleseymiş nasıl olunmuş diye düşündüm.
Tuna, albümün adını "Kendi Halinde" koyarken "Benim zaten ticari bir iddiam yok, ben bunu kendim için yaptım" mı diyor bilmiyorum. Eğer öyleyse Tuna açısından sonuç son derece başarılı. Her anlamda eli yüzü düzgün ve kaliteli bir iş. Ama Tuna’nın amacının, şarkılarını daha çok insanla paylaşmak olduğu düşünülürse farklı pazarlama yöntemleri geliştirilebilirdi. Örneğin Kiremitçi’nin yayıncısıyla anlaşıp yeni kitap ve albümün lansmanı birlikte yapılabilir, iki ürün birlikte uygun bir fiyatla satılabilirdi. Müzisyenler böyle şeyleri sevmezler ama zaten devir artık albüm devri değil. Önemli olan şarkıları hedef kitlesine nasıl ulaştırabileceğinin yöntemini bulmak. "Dal Rüzgárı Affeder"den sonra üzerine ticari anlamda oynanabilecek şarkı "Mucize", onu da unutmadan söyleyeyim.
Youtube’a erişmezsek...
Bu satırlar yazılırken Youtube’a Türkiye’den erişim hálá kapalıydı. Atatürk’e hakaret içeren görüntüler nedeniyle ve iki ayrı Sulh Ceza Mahkemesi’nin üst üste aldığı kararlarla YouTube’a erişim bir süre önce engellendi. İnternet güvenliği ve hukuku üzerine, sansür üzerine konuşmak değil amacım. Ancak tüm dünyanın rahatlıkla eriştiği bu dev iletişim platformunu sadece Türk halkına yasaklayarak ve konudan haberi bile olmayan insanların ilgisini o çirkin görüntülere çekerek neyin önüne geçilmiş olacak orası da muamma. Açılan her dava sonucu erişimi engelleme kararı almak (bugüne kadar 3 oldu) ve yeni çağın görüntülü iletişim platformu olan bir sitenin nimetlerinden bu ülkenin insanlarını mahrum etmek bir işe yarayacak mı hep birlikte göreceğiz. İngiltere Kraliçesi’nin yayın yaptığı, Berkeley Üniversitesi’nin üzerinden ders verdiği bir platformdan söz ediyoruz.
Söz Youtube’dan açılmışken Pink’in "Dear Mr President" diye bir şarkısı var. Sözleri Bush’u ağır biçimde eleştiriyor. Dream TV’de şarkı sözlerinin Türkçelerini yayınlayan Lirix adlı programdan alıntılanan video henüz Youtube’a girebiliyorken en çok tıklanan videolardan biri olma yolunda hızla ilerliyordu. Siz bu yazıyı okuyorken Youtube’unuz olursa bakarsınız.