Tolga Akyıldız

Festivalin tadı kaçtı

19 Nisan 2008
Türkiye’nin ilk açık alan müzik festivali H2000’in yapılışı üzerinden tam 8 yıl geçti. O arada irili ufaklı bir sürü festivalimiz oldu. 5 yıl önce ortaya çıkan Rock’n Coke, hem Türkiye’ye gelmelerine vesile olduğu önemli isimler, hem de festival kültürüne yaptığı katkılar itibariyle yüzümüzü ağarttı. Tam bu iş oldu diyorduk ki, 2008 yazına çeyrek kala bir yaprak dökümüne maruz kaldık. Önce Rock’n Coke, arkasından Radar Live Festivali, bu yılki organizasyonlarını iptal ettiklerini açıkladılar. Biz de sektör profesyonelleriyle gelişmelerin perde arkasını konuştuk.

CENGİZHAN YELDAN / PURPLE CONCERTS

Bilet satışları artmadı

Ülkemizin yüz akı bir festivalin bu yıl yapılamıyor oluşu bizi çok üzdü. Rock’n Coke; 5 yılı devirmiş; Avrupa çapında markalaşma yolunda büyük bir adım atmıştı. Eylül ayı gibi ölü bir dönemde bu büyüklükte bir festivalin varlığı sektör açısından çok önemliydi. Radar Live deseniz; 2 yılda önemli yol kat etti. Duruşuyla, tavrıyla gelecek vaat ediyordu. 2006’da Depeche Mode, Roger Waters ve Sting konserlerini yapmış ve söz konusu konserlerin tüm biletlerini satmıştık. 2006’da oluşan tablo tüm organizatörlerin iştahını kabarttı. Ancak 2007’ye geldiğimizde arz yüzde 107 artarken; talep, yani bilet satışındaki artış yüzde 7’de kaldı. Bu yıl sponsor firmaların bu farkı kapatacak desteği vermesi beklenemezdi. Türkiye’de eğlence sektörünün sırtındaki vergi yükünü azaltmak ve dolayısıyla bilet fiyatlarını düşürmek; sponsor firmaların ve müzikseverlerin de festival kültürünü doğru algılaması için; bir araya gelmemiz ve birbirimize destek olmamız şart.

ÖZGÜR SEVİNÇ / UNI ROCK

Kendi ayağımıza ateş ediyoruz

Rock’n Coke 5 yıl önce çok iddialı bir giriş yaptı. Ama bize göre sadece bir yıl iddiasının altını doldurabildi. Bu kimsenin suçu değil; çünkü Türkiye’nin koşulları düşünüldüğünde turlayan grupları Rock’n Coke’a getirerek müşterinin talebini karşılamak hiç kolay değil. Yıllardır herkes "Rock’n Coke neden; U2’yu, Red Hot Chili Peppers’ı ya da Radiohead’i getiremiyor" sorusunu soruyor. Türkiye’deki yabancı müzik dinleyicisinin tipik davranışı; "Acaba millet ne dinliyor", "Şimdi Amy Winehouse moda, ben dinlemezsem ortamdan geri kalırım" şeklinde çünkü. Müzik sevgisini bu şekilde ifade eden bir kitle söz konusu olunca da bir konserin ticari potansiyeli pamuk ipliğine bağlı oluyor. Kendini göstermek isteyen organizatörlerin Türkiye’ye gelmek istemeyen gruplara, rayicinin 3-4 katı teklifler yapıyor oluşu da tuz biber ekiyor hepsinin üstüne. Yıllardır kendi ayağımıza ateş ediyoruz. Bu sonuçları yaşıyor olmamız tesadüf değil.

EBRU BAKKALOĞLU / COCA COLA

2009 için çalışıyoruz

Coca-Cola tarafından Pozitif organizasyonu ile 2003 yılından beri düzenlenen Rock’n Coke; 5 yıl önce yola çıkıldığında, İstanbul’u dünya festivaller atlasına sokmak, yaz aylarında festival kültürünü Türkiye’nin gündemine yerleştirmek ve devamlılığı olan bir festival yaratmayı hedeflemişti. Aradan geçen zaman içinde bu amaca ulaştığımızı düşünüyoruz. Bugüne kadar Rock’n Coke’ta, her yıl çıtayı daha da yükseltmeyi hedefledik. 2008’de de çıta 2007’dekinden daha yukarıda olmalıydı. Ancak bu yıl, Türkiye’ye getirmeyi hedeflediğimiz sanatçıların turne programlarının festival takvimimize uymaması, bazı sanatçıların ise bölgemiz coğrafyasında turnede olmayışları nedeniyle hepimiz için çok zor olan bu kararı almak zorunda kaldık.

TANER ÖNGÜR / BARIŞAROCK

Yaşananlar doğal bir sonuç

Arkalarına büyük sermaye gruplarını alan festivallerin zora düşmesini doğal bir sonuç olarak görüyoruz. Çünkü tüm dünyada sermaye güç kaybediyor. IMF bile çıkmaza düşmüşken büyük şirketlerin sıkıntı çekmesi olağan bir gelişme. Bir yerlerden kısmaları gerektiğinde de ilk iş sponsorluktan vazgeçiyorlar. Bu büyük festivallerin iptal ediliyor olmasına Barışarock ekibi olarak biz de üzülüyoruz. Ancak durum gösteriyor ki para kazanma amaçlı olarak yapılan müzik festivallerinin miadı doluyor. Barışarock’ın farkı, ücretsiz ve bağımsız bir festival oluşu. Kar amacı gütmüyor; kendi kendinin sponsoru ve yine de 5 yıldır ayakta.

BORAY DÜNDAR/H2000’in yaratıcısı

Festival kültürü yaratılamadı


Türkiye’de müzik festivalleri; varlık sebeplerini gruplar üzerine kurduklarından odaklanmaları gereken noktadan uzak kaldılar hep. Bu nedenle; aradan geçen 8 yılda gerçek bir müzik festivalimiz olamadı. Bir festivali festival yapan katılımcılarıdır; orada yaratılan ruhtur. Eğer organizasyon kaç bilet keseceğine, katılımcılar da hangi grupların geleceğine odaklanıyorsa; ortada festival ruhu yok demektir. Bakın; dünyanın başka hiçbir yerinde, bu kadar kısa süre içinde bu kadar çok festival ve organizasyon firması ortaya çıkmamıştır. Yoksa çıtayı her yıl yükseltmek; onu getirmek, bunu getirmek meselesi değil iş. Bilet satışlarına ya da kimin getirileceğine odaklanmak yerine, festival kültürü yaratmak hedeflenmiş olsaydı; bugün bunları konuşuyor olmayacaktık.

ALİ ŞAHİNBAŞ / RADAR LIVE

Bu işi yapmak imkansızlaştı


Radar ekibi; hayatını müziğe adamış insanlardan oluşuyor. Herkes biliyor ki Radar Live’ı yaparken de birincil amacımız para kazanmak olmadı asla. Ancak bugün geldiğimiz noktada, üzülerek görüyoruz ki bu ülkede bu işi yapmak neredeyse imkánsız hale geldi. Sponsorlara meramınızı anlatmanız çok zor, seyircinin de henüz festival kültürüne sahip olduğu söylenemez. Biz bu sene finansal nedenlerle Radar Live’ı iptal ettik. Ancak bu kararımızın Rock’n Coke’un iptaliyle hiçbir ilgisi yok. Markanın gücü ile yaratılmış, maddi desteği sonsuz olan bir festival ile, sadece müzik amaçlı bağımsız özgür bir festivalin iptal nedeni kesinlikle aynı olamaz. Sponsor markaların tutumu, organizasyon şirketlerinin birbirinin kuyusunu kazması, sanatçı kapma hırsı ile fiyatların katlanması, Türkiye ekonomisinin de çalkantılı bir dönemden geçiyor olması nedenleriyle Radar Live’ı iptal etmenin büyük üzüntüsü ve moral bozukluğu içindeyiz. Öte yandan 2009’la ilgili umudumuzu da kaybetmiş değiliz.

BÜLENT BURGAÇ / MASSTIVAL

Rock’n Coke’un iptali hata


Rock’n Coke Avrupa’daki diğer festivallerden çok farklıdır. Dünyanın en büyük markalarından birinin müzik aracılığı ile gençlerle arasında duygusal bir bağ kurmasını sağlamış bir etkinliktir. Hal böyleyken Rock’n Coke’un 2008 organizasyonunu iptal etmesinin büyük bir stratejik hata olduğunu düşünüyoruz.

Rock’n Coke marka olmak adına inanılmaz çaba gösterdi. Bunu başardı da. Bu anlamda, olağanüstü koşullar oluşmamışken; iptal kararı alması kabul edilemez. Dünyanın en büyük müzik festivallerinden biri olan Glastonbury de geçtiğimiz yıllarda benzer bir karar almıştı ama gerekçesi su rezervlerinin tükenmesiydi. Rock’n Coke’un, mevcut bütçesiyle 2007 çıtasını yükseltmesi hiç de zor değildi, ama yapamadılar. Bu yaz İstanbul’da topu topu 15 konser olacak maalesef. Hem gruplara hem de sponsor adayı firmalara yapılan ciddiyetsiz teklifler işin tadını iyice kaçırdı. Bu olumsuz gelişmeler sonucunda; olan yine sektöre ve tüketiciye olacak ne yazık ki.
Yazının Devamını Oku

Kırkbeşlik kabare

12 Nisan 2008
Geçtiğimiz hafta eski kırkbeşlikler derlemeleri ile tıpkı basımlardan söz ettiğim yazımda, Ossi Müzik etiketiyle çıkan son toplama "Bir Zamanlar 4"ten bahsetmiş ve artık eski kırkbeşlik hitlerin de tükenmeye yüz tuttuğunu söylemiştim. Yazıdan sonra Ossi Müzik Genel Müdürü Hakan Eren aradı. Naim Dilmener’le Hakan Eren’in Radyo D’deki programında bana sitem etmişler. Hakan Eren, "En az 5 tane daha Bir Zamanlar toplaması çıkartırız" dedi şakayla karışık. Sonra da beni Cahide Cabaret’de yapılacak olan "Bir Zamanlar 4" Partisi’ne davet etti.

Partiye gittim ve hemen sahneye yakın bir noktada saf tutup gösterinin başlamasını beklemeye koyuldum. Program, Bir Zamanlar serisinin ilk albümünden bu partinin müsebbibi 4. albüme kadar, yer alan sanatçıların sırayla sahne alacağı şekilde düzenlenmiş. Erol Evgin, Uğur Akdora, Ayşe Mine, Funda, Rezzan Yücel, Coşkun Demir, Sevda Karaca, Nil Burak, Seyyal Taner, Lale Belkıs, Ersan Erdura, Ayla Algan, Meral ve Zuhal, Bilgen Bengü, tam 32 yıl sonra ilk kez sahneye çıkan Selma Devrim ile Romalı Perihan, şarkıları ve sohbetleriyle unutulmaz bir akşam yaşatıyorlar Cahide’yi dolduran müzikseverlere.

Onlar dışında, yine Ossi Müzik etiketiyle "Mecburiyet Caddesi" adlı rock albümünü piyasaya çıkaran Ali Altay ve 20 Nisan’da ilk albümü "Aman"ı yayınlayacak Sadık Karan da birer şarkı söyleyerek tanıtma fırsatı buluyorlar albümlerini.

O gece sahne alan yeni projelerden biri de Zilli Perküsyon Grubu... Engin Gürkey’in perküsyon öğrencileriyken ünleri kendilerini aşan perküsyoncu kızlar, geçtiğimiz aylarda Sezen Aksu’ya bile eşlik etme fırsatı yakaladılar konserlerde. Mayısta Zilli’nin albümü çıkıyor. Albümde kendilerine Aşkın Nur Yengi, Nükhet Duru, Nilüfer, Sibel Tüzün, Asya, Hale Caneroğlu, Deniz Seki, Erol Evgin, Seyyal Taner gibi önemli isimler eşlik ediyor. Merakla bekliyoruz.

Geceye damgasına vuran olaylara gelince... Tabii ki Cahide Varyete Kızları’nın, şovları, şarkı aralarında taşıdıkları pankartlar ve danslarıyla geceye kattıkları renk çok önemli. Daha önceki albüm tanıtım partilerini Babylon’da yapan Bir Zamanlar’la, Cahide’nin ambiyansı çok iyi örtüşmüş. Cahide’de olay eğlenceli bir partiye dönüştü.

Ayrıca, ders verdiği okuldan apar topar gelerek geceye katılan Ayla Algan’ın şarkılar arasında yaptığı küçük stand up gösterileri de herkesi gülmekten kırdı geçirdi. Hümeyra ile henüz solist altı çalışırken başlarına gelenlerden tutun da, Ajda Pekkan’ın "Kimler Kimler Geçti"sini söylerken ne sebeple suçlandığına kadar bir dolu anekdot...

O gece sahnede Türk popüler müzik tarihinin çok önemli isimleri vardı. Ve o ünlü solistlerin sahneye çıktıklarında gözlerinde parlayan ışığı yakından görmek belki de en önemlisiydi benim için.

MARC ARYAN İSTANBUL’DA

Eski tüfekler Marc Aryan ismini iyi bilirler. 60’lı yılların başında başlayan müzik kariyerine 200’e yakın şarkı sığdıran Aryan, aile kökenleri itibarıyla Türkiye’yi ve Türkleri çok seven bir müzisyen olmasından mütevellit, Türkiye’de hit olmuş birçok önemli şarkının da arkasındaki imzadır.

Türkiye’de verdiği birçok konserin yanı sıra, Dünya Dönüyor’un (Atlı Karınca) orijinali olan Volage Volage’nin de yaratıcısı olan sanatçının 20 şarkılık best of (en iyiler) çalışması "Marc Aryan Collection", geçtiğimiz aylarda piyasaya çıkmıştı.

Bu en iyiler toplamasının başarısının ardından "Marc Aryan İstanbul’da" adlı ikinci albüm de geçtiğimiz günlerde çıktı. Qu’un Peu D’Amour, La Chanson Du Vieil Aveugle, Si J’Etais Sur gibi sevilen 14 parçanın yanı sıra Aryan’ın Türkçe seslendirdiği 9 şarkı da albümün sürprizi. Dünya Dönüyor, Moda Yolu, Nasıl Evlenirsin Bu Lisanla, Doğum Günün Kutlu Olsun ve diğerleri... Arşive katılmalı.

Bu arada yeri gelmiş, Marc Aryan’dan söz etmişken, Peppino Di Capri’nin en iyilerini içeren "Melancolie/Greatest Hits" adlı toplama da piyasada.
Yazının Devamını Oku

Yetişkin kategorisi

5 Nisan 2008
Eski kırkbeşlikler, tozlu raflardan, antika dolaplardan, büyük arşiv odalarından çıktı. 30 yıl sonra, hem de daha modern kayıt teknolojileri yardımıyla temizlenmiş, makyajlanmış halleriyle yeniden tüketiciyle buluşan bu özel şarkılara gösterilen ilgi de büyük oldu. Dönemin şarkılarını seven koleksiyonerlerin dışında, yetişkin kategori tabir ettiğimiz, dolayısıyla o eski şarkılara iliklenmiş anıları olan orta yaş ve üstü tüketici ve hatta gençler bile bu şarkılarla eğlendiler eğlence mekanlarında. O dönemlerin şarkılarını çalan partiler, geceler moda oldu. O eski kırkbeşliklerden oluşan derlemelerin bu kadar başarılı olması büyük sürpriz değildi aslında. Televizyonlarda defalarca izlediğimiz birçok Türk filmi, aslında o şarkıların uzun metraj klipleriydiler ve bu toplamaların potansiyel bir hedef kitlesi olduğunu defalarca yazma fırsatı buldum bu köşede.

Türk müzik sektörü eski kırkbeşliklere gösterilen ilgi vesilesiyle; dünyada "back catalogue" tabir edilen ve ciddi bir gelir kaynağı olabilecek malzemeyi sonunda keşfetti. İyi ki de keşfetti çünkü hiçbir şeyin satmadığı, albüm konseptinin yerini dijital müzik taşıyıcılara bıraktığı bu günlerde, asıl meselenin yetişkin kategoriye iş yapmak olduğunu fark etmeseler, durumları daha da vahim olabilirdi. Koleksiyonerlik duygusunu besleyen, özel paketler içinde sunulan bu ürünleri almak için can atan bir tüketici vardı. Pazar gezmesi sırasında kredi kartlarını kullanarak satın alıyorlardı CD’lerini. Ama ne yazık ki satın alacak bir şey bulamadılar uzunca bir süre.

Şimdi sektör hálá bu eski şarkıların ekmeğini yiyor. Hukuki engeller, telif sorunları gibi nedenlerle uzun süre yeniden yayınlanamayan eski albümlerin yeni baskıları, birden fazla albümü tek bir kutu içinde pazarlayan koleksiyon albümler, eski kırkbeşlik derlemeleri, Yeşilçam şarkıları hala sektöre can vermeye devam ediyor.

Geçtiğimiz haftalarda "Bir Zamanlar Serisi"nin dördüncüsü piyasaya çıktı. Ajda Pekkan’dan "Ne Varsa Sende Var", Seyyal Taner’den "Gülme Komşuna", Sezen Aksu’dan "Kaybolan Yıllar", Ayla Dikmen’den "Aşk Defteri", Selçuk Ural’dan "Güle Güle Sana", Rüçhan Çamay’dan "Ne Haber" ve diğerleri...

Sonra son dönemde çıkan Odeon Koleksiyon Serisi’nden "Sevdim Seni Bir Kere" adlı toplama var. Daha çok dönemin aşk şarkıları üzerine yoğunlaşmış bir albüm.

Şu anda bulunamayan albümlerin yeni basımları için yapılacak çok şey var daha sektör açısından. Ama şu nostaljik kırkbeşlik modası sanıyorum son demlerini yaşıyor. Hoş bu son iki toplamaya bakıyorum da, ilk kez yayınlanan kırkbeşlikler var hálá listelerinde. Öte yandan tabii, yetmişlerdeki malzeme de artık yavaştan tükenmeye başlıyor. Kısa bir süre sonra yapılan toplamalar birbirinin tekrarı olmaya mahkum olmakla birlikte yetişkin kategoriye dönük yapacak çok iş var daha bu memlekette.

LİVANELİ SESLERİ

Zülfü Livaneli denince aklıma barışçılığı, özgürlükçülüğü, demokratlığı, pozitifliği, dürüstlüğü, yazarlığı, bir dolu özelliği geliyor. Ama müzik yazarı olduğum için söylemiyorum, çocuk yaştan beri dinlediğim Livaneli şarkılarının bendeki yeri ayrıdır. Diğer bir deyişle, Livaneli’nin şarkı yazarlığını diğer önemli özelliklerinden daha az önemli göremem. Bilakis, Livaneli dünya ile meselesini şarkılar yoluyla en etkin biçimde anlattığı için belki de en önemli özelliğidir şarkı yazarlığı. Bu vesileyle bu iddiayı doğrulayan, hem Livaneli’yi hem de onu sevenleri gururlandıran iki CD’lik bir albümden söz etmek istiyorum. "Dünya Solistlerinden Livaneli Şarkıları", birçok dünya dilinde önemli solistlerce seslendirilmiş Livaneli şarkılarının bir bölümünü içeriyor. Zubin Mehta gibi şefler tarafından yönetilen, Londra Senfoni, Moskova Senfoni gibi dev orkestralarca icra edilen Livaneli eserlerini bu özel albümde gururla dinlemeniz dileğiyle.

Pentagram 20. yılını DVD’yle kutluyor

Pentagram grubu 1987 ismini verdiği bir DVD ve CD yayınlıyor. Vokalde Murat İlkan, gitarlarda Hakan Utangaç ve Metin Türkcan, bas gitarda Tarkan Gözübüyük ve davulda Cenk Ünnü ile beraber 2000 yılından beri yoluna devam eden grup, kariyerlerine 6 albüm ve sayısız konser sığdırmış durumda. Son olarak 2002’de ’BİR’ albümünü yayınladılar. Başta 4 Şubat 2007’deki, 6000 izleyicisi ile buluştukları Bostancı Gösteri Merkezi konseri olmak üzere, 20. Yıl Konserleri çerçevesinde onlarca konser veren grubun Dream TV desteği ve Trail Blazer albümündeki vokalistleri Ogün Sanlısoy’un da katılımıyla sergiledikleri performansa bu DVD ile şahit olabilirsiniz. Ayrıca DVD’nin içinde 48 sayfa kitapçık ve sürprizler olacak.

Britney eski menajerine sarıldı

Britney Spears son yıllarda maddi manevi hiç olmadığı kadar yıprandı. Katıldığı dizi ve programlarda eksi başarılı günlerine dönüş gerçekleştirecek gibi gözüken Spears şimdi de eski menajeri Larry Rudolph’la tekrar anlaştı. İlişkileri hep inişli çıkışlı giden ikilinin aralarının Rudolph’un Spears’ı devamlı rehabilitasyona yollamak istediğinden açıldığını açıklamışlardı. İkilinin mesleki anlamda tekrar birleşmelerinden emin olamayanlar oldu fakat Rudolph’un Myspace sayfasında Britney Spears’ın ismi görüldüğü gibi Larry Rudolph’un şirketi Reigndeer’den de ilişkiyi kabul eden bir açıklama geldi. Spears’ın yıllar süren önlenemez başarısının Rudolph’a ait olduğu söylenenler arasında. İkili, Spears Kevin Federline ile evlenene kadar birlikte dokuz yıl çalışmışlardı.
Yazının Devamını Oku

Kendimizin katili ve maktulüyüz

29 Mart 2008
"Yaşadığımız hayatlarla yaşamak istediklerimiz arasındaki mesafe en büyük travmamız. Bizi biz yapansa seçimlerimiz. O seçimler vesilesiyle kendimizin katili ve maktulü olabiliyoruz aynı anda" diyor Yüksek Sadakat. Büyük başarı yakalayan ilk albümlerinin ardından ikinci albümleri Katil ve Maktul’de değişen kadrosu ve oturmuş sound’u ile daha farklı bir grup var karşımızda.

Katil ve Maktul albümünde ilk albüme kıyasla daha oturmuş bir sound var. İlk albümdeki müzikal arayışınız bu albümle noktalandı denilebilir mi? İşte, ulaşmak istediğimiz Yüksek Sadakat sound’u buydu, diyor musunuz?

- Bizce hálá akış var. Üçüncü albüm bundan da farklı olacak gibi geliyor bize. Bizim kendi iç dinamiklerimizle ilgili bir sonuç olarak ortaya çıkacak. Bunu hissediyoruz. Bu gelişim, grup olmakla ilgili bir süreç.

İki albümü kıyaslayacak olursanız...

- Bu albümde, eksik olduğunu düşündüğümüz noktaları göz önünde bulundurduk. Birinci albümde bize göre birbirinden bir miktar farklı duran şarkılar vardı. Yüksek Sadakat sound’unu belirginleştirelim istedik. Katil ve Maktul, birinci albümden çok üçüncü albüme benziyor. Ama siz daha onu bilmiyorsunuz.

Bu durumda Yüksek Sadakat, müzikal arayışına devam edecek ve bu arayışın hep olması gerektiğine inanıyor diyebilir miyiz?

- Hayatımızın sonuna kadar hepimiz, sanatçı kimliklerimizle farklı bir şeyler arıyoruz. Her gün bir önceki günden farklı kişiler olarak uyanıyoruz. Çok sevdiğimiz ve vazgeçemeyeceğimiz şeyler var elbet. Mesela niye hálá rock müzikle uğraşıyoruz? Evet, rock yapmaya devam edeceğiz ama hiç kimse 5 yıl sonra müzikal olarak hangi noktada olacağımızı kestiremez.

Grubun bir diğer alamet-i farikası da sözleri. Sözlerde sufizme de göndermeler yapan, barışçı, özgürlükçü bir duruş var. Bu albümle birlikte bu duruşun altını çizmeyi düşünüyor musunuz, yani daha politik bir tavır sergilemeyi?

-
Bu albümde değişen şeylerden biri bu belki. İlk albüm, farklı atmosferleri olan şarkıların bir araya gelmesinden oluşan bir albümdü. O şarkılara baktığımızda da gördük ki, aslında belirli bir mesele etrafında odaklanmaya çalışıyoruz, yaşadığımız hayat ile yaşamak istediğimiz hayat arasındaki farkın, üzerimizde yarattığı travmalar...

Peki dini öğeler?

-
Din, insanlık tarihinin, kültürünün içerisinde çok önemli bir unsur ve dolayısıyla sanatta da öyle. Bizim gibi varoluşla ilgili felsefi mevzuları kendisine iş edinmiş bir grubun, dini bir motifi ya da dini, bu varoluş içerisinde görmezden gelmesi düşünülemez zaten. Asıl meselemiz, varoluş sürecimizde yaptığımız seçimler. Yaptığımız seçimlerin hem katili hem de maktulü olabiliyoruz çünkü. Hem hayalini kurduğumuz bir ben var, hem de yaşadığımız bir ben. İnsanın hayattaki amacı bunların tekliği. Bunları üst üste oturttuğunuz zaman mesele bitmiş demektir. Seçimlerimiz bizim bu tekliğe ulaşabilme amacımızı ya imkánsız kılıyor ya da gerçekleştiriyor. İmkánsız kılıyorlarsa biz kendi kendimizin katiliyiz ve yaptığımız seçimlerle de yine kendimizin maktulüyüz.

Türkiye’nin politik gündemini, örneğin türban meselesini ya da "biz ve onlar"a doğru giden gelişmeleri nasıl okuyorsunuz?

- Rock yapıyor olmak bir öze işaret eder. Bizce o öz de özgürlük vurgusudur. Mesela türban konusuna özgürlük yaklaşımından bakarsak eğer; 18 yaşını idrak etmiş bir gencin hizmet almaya girdiği bir kurumda nasıl giyineceğinin ona dikte edilmesi bizim hoşumuza gitmez. Fakat Türkiye’de hiçbir şey tek bir cümle ile anlatılacak kadar basit değil. Biz kuyuya atılan taşları çıkarmak için deliler gibi çabalamayı seven bir toplumuz. Bizim türbanlı kızların üniversiteye alınmamalarından hoşlanmadığımızı söylememizin hemen ardından şunu söylememiz gerekir: Bu mesele tamamen AKP’nin samimiyet meselesidir. Samimiyetlerini kanıtlamak gibi bir mecburiyetleri var bu noktada. Aynı kararlılığı ortaöğretimdeki din derslerinin seçmeli olması konusunda da göstermeleri gerekiyor mesela. Her türlü özgürlüğü, tutarlılıkla ve kararlılıkla savunmaları icap ediyor. Çünkü özgürlükler arasında bir hiyerarşi olmamalı. Eğer Türkiye’nin özgürlük meselesini türban konusu ile sınırlarsak bunun adı liberallik değil, "liboş"luk olur.

YENİ BİR ŞEY SÖYLENECEKSE BUNU TÜRKLER YAPACAK

İlk albümde Yüksek Sadakat’i anlatmak için "doğudan bakınca batılı, batıdan bakınca doğulu" tabirini kullanmıştınız. Şimdi ikinci albümü daha doğru anlamak için size nereden bakmalıyız?

- Biz dünyaya müzikal anlamda yeni bir şeyler söyleyebilecek milletin Türkler olduğunu düşünüyoruz. Bunu, o zaman Türk rock’ı noktasından bakarak bu şekilde ifade etmek bizim hayalini kurduğumuz bir misyondu. İlk albümde de "ne yaparsak batıya yakın dururuz, yoksa biz doğulu muyuz" falan diye düşünmemiştik. "Katil ve Maktul" kendini anlatabilen, bütünlüklü bir albüm oldu. Şarkılar ve etrafında geliştikleri tema kendini tarif ediyor dinleyince. Bu nedenle bir süre sonra çok doğru anlaşılıp sevileceğine inanıyoruz.

Albümün en iyi şarkılarından biri olduğunu düşündüğüm "Hiçbir Şey Yerini Tutamaz"da "Seni düşünmek namaz..." diyorsunuz. İşinizi de ibadet eder gibi yapabiliyor musunuz?

- Sanırız öyle. Çünkü işimize de aşkla bağlıyız. Aşk, insanların Tanrı’yla yakınlaşma aracıdır. Bir şarkıyı da, bir insanı da sevmek bunun mikro ölçekte deneyimlenmiş halidir. O yüzden insanın insana duyduğu aşkın bizi insanın Tanrı’ya duyduğu aşka götüren bir yol olduğunu düşünüyoruz. Aşk dünyayı döndüren en önemli güçtür hálá. Ne para, ne pul, ne ideolojiler, ne başka bir şey dünyayı döndürür. Dünyayı aşk döndürür. Aslında bir şeyleri, birilerini severek, olduğumuz şeyle olmak istediğimiz şey arasındaki mesafeyi azaltarak cenneti buralarda da yakalama ihtimalimiz hálá var galiba.

Gruba gelen yeniler Kenan ve Alpay

İlk albümle önemli bir çıkış yaptınız. Derken çok kısa bir süre içinde önce davulcunuz sonra da solistinizle yollarınızı ayırdınız. "Katil ve Maktul" albümünde yeni bir Yüksek Sadakat ve daha batılı bir sound var. Kenan ve Alpay’ın katılımıyla Yüksek Sadakat evrimini tamamladı mı?

Kenan Vural
: Benim için adapte olmak çok kolay oldu. Zaten bu teklifin bana gelmesi de benim bu işi yapabileceğime olan inançlarını gösteriyordu. Grubun eski şarkıları ile aramda bağ kurabilmekle ilgili kaygılarım vardı. Teknik olarak doğru söyleyebilirsin ama önemli olan hissederek söylemek. Ben şuna inanıyorum ki, birlikte iyi bir şey yapıyorsanız bu karşı tarafa mutlaka geçiyor. Zaten birlikte ilk konserimizde yanlış düşünmediğimizi anlamış olduk. Seyirci grubu o kadar çok seviyor ki, orada sizin en önde duruyor olmanız bir şeyi değiştirmiyor. Ben önde olduğum için kendimi herkesten daha önemliymişim gibi hissetmiyorum. Hepimiz Yüksek Sadakat’in parçasıyız. Önemli olan grup.

Alpay Şalt: Yüksek Sadakat, kişiler değil şarkılar üzerine bir grup. Önceleri bir davulcu olarak "kendimden ne kadar katmalıyım" diye düşünüyordum. Bunun dengesini kurmaya çalıştım. Daha sonra kendimi özgür bırakmamı istediler ve bunun grubu daha da ateşlediğini gördük. Ben Yüksek Sadakat’te grup ruhunu hissediyorum. Sanki bu kadroyla uzun yıllardır çalıyormuşuz gibi bir his.

Eski solist Cemil Demirbakan’ın ilk albüm bu kadar başarılı olmuşken gruptan ayrılmasının temel nedeni neydi?

Kutlu Özmakinacı
: Cemil kendi solo albümünü yapmak istiyordu. Ve bunu Yüksek Sadakat albümüyle birlikte yürütmek istiyordu. Hiçbir şeyin Yüksek Sadakat’in önüne geçmesine izin veremezdik.
Yazının Devamını Oku

Daha kaç gruba yazık olacak

22 Mart 2008
Sözüm meclisten dışarı ama müzik şirketleri "Aman da rock patladı, treni kaçırmayalım" diye öyle bir bodoslama daldılar ki mevzunun içine bir dönem, iyilik mi yaptılar, kötülük mü belli değil. Albüm çıkıyor, ittire kaktıra bir klip, koşullara göre biraz tanıtım desteği, bütçeler suyunu çektiğinde de saldım çayıra Mevla’m kayıra...

Plansız, programsız, el yordamıyla iş yaptılar. Sonra da "tutmadı bu iş, olmadı" deyip hop, yeni bir gruba yelken açtılar. Onlar, belki iş bilmezlikleri yüzünden para kaybettiler, hatta bazıları o kadar para gömdüler ki iş yapamaz hale geldiler. Ancak madalyonun diğer yüzü daha da içler acısıydı. Birçok genç, yetenekli müzisyen ya da grup, belki bir daha müzik yapamayacak noktaya geldi. Kimileri küstü, kimileri iş değiştirdi. İnternet paylaşımıydı, şuydu buydu derken de bu noktalara geldik. Bir anlamda tıkandık.

Israrcı ve cesur olan gruplar alternatif yollar denediler tabii. Kimileri başarılı oldu, kimilerinin elinden doğru insanlar tuttu. Ancak en büyük isimler dáhil, sadece inandığı müziği yaparak hayatını idame edebilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçer desek, yalan söylemiş oluruz. Bir çırpıda bir dolu örnek sayarım, ama yakın geçmişten tek bir örnek vermeyi yeğliyorum, o da Pinhani.

Pinhani’nin "İnandığın Masallar" adlı albümü hem kalitesi, duruşu hem de taşıdığı ticari potansiyel itibariyle uzun zamandır dinlediğim en doğru işlerden biriydi. Çok uzun zaman hiç kimseler fark etmedi. Belki grup bile "piyasa kötü, ne de olsa ilk albüm, normaldir" deyip kabullenmişti gerçeği. Sonra ne oldu? Yüksek izlenirlik oranları yakalayan bir gençlik dizisi, "Kavak Yelleri"nin müzikleri olarak dinledik Pinhani şarkılarını. Sonucu biliyorsunuz; başta "Hele Bir Gel" olmak üzere neredeyse tüm şarkıları dillerde marş oldu. Konser üstüne konser verdiler, satışları arttı. Önümüzdeki yaz ise büyük markaların sponsorluğunda yapacağı konserlerin anlaşmalarını şimdiden imzaladı grup.

Pinhani çok güzel bir örnek, çünkü bu gibi işlerin taşıdığı potansiyeli göremeyen, doğru konumlayıp arkasında duramayan, kendi yetersizlikleri neticesinde işler iyi gitmeyince çayıra salan zihniyet, bugün müzik sektörümüzün en büyük açmazı. Pinhani’yi birileri fark etmeseydi, o dizinin müzikleri Pinhani şarkıları olmasaydı, hepsinden geçtim, Kavak Yelleri dizisi tutmasaydı, iyimser bir tahminle Pinhani kara kara düşünüyor olacaktı, ikinci albümü nasıl çıkartacağız diye.

ASFALT DÜNYA’YA DİKKAT

Dediğim gibi Pinhani tek örnek değil. Ama şansının da yardımıyla kazandığı başarı, tam bir ders niteliğinde. Şimdilerde tıpkı onlar için bir zamanlar geçerli olduğu üzere bana vicdan azabı çektiren bir grup daha var; "Asfalt Dünya".

Yaklaşık 8 ay önce çıkan "Ormanlar Kralı" albümü, sound’u, şarkıları, görsel anlayışı, klipleri, şarkı sözleri, hiç uzatmayayım her şeyiyle bende büyük bir hayranlık uyandırdı. Önce "Beni Severmiş O"ya, ardından da "Zaman"a klip çektiler. Grup yüzünü göstermiyor duruş itibariyle. Klipler ödül alacak güçte kısa filmler tadında, ama "o sebepledir" demeyin hemen. Şarkı sözleri, o sözlerin şarkıların melodik yapısıyla oturuşu, vokalin cilvesi, hatta web siteleri bile inanılmaz bir bütünlük arz ediyor ve çok kaliteli. Kaliteli ama snob ya da "zorlama entelektüel" değil. Kaliteli ama ticari aynı zamanda. Ve bu çocuklar 8 aydır tek bir konser veremiyor. Böyle bir iş çıkarmışlar ortaya, ama esameleri okunmuyor neredeyse.

Geçtiğimiz haftalarda grup, Powertürk Ödülleri’ne iki kategoride aday gösterilince sevinmiştim. Ama kimin umurunda? Tanımıyor ki kimse...

Bu tip büyük olma iddiası olan ödüllerin, web üzerinden oylanmasının rahatsız edici yönü de bu olsa gerek. Sektör hiçbir unsuruyla kaliteli işleri onaylayıp, yönlendiremiyor tüketiciyi. MÜ-YAP gibi büyük bir meslek örgütü bile alınan bandrol sayısına göre ödül veriyor. Büyük bir müzik televizyonu, web üzerinden sağlıksız biçimde adayları oylatıp, "halk seçti" diyor ve çıkıyor işin içinden.

Asfalt Dünya, uzun zamandır dinlediğim en iyi gruplardan biri. Albümün çıkışından onca zaman sonra ilk konserlerini 10 Nisan’da İstanbul Ghetto’da verecekler. Önümüz yaz, ben misyonumu yerine getireyim ve hem sektör profesyonellerini hem de sponsorları yaz konserleri öncesi uyarayım istedim.
Yazının Devamını Oku

Davul'un dediği...

14 Mart 2008
Yok kafa karıştırmaya çalışmıyorum. DRUM, yani "Dialogue, Respect, Understanding through Music" cümlesinin, niyeti itibariyle "Davul" kelimesine tekabül eden ama aslen başka bir şey söylemeye çalışan bir uzantısı.

Hadi çevirelim: Müzik yoluyla diyalog, saygı ve anlayışın tahsis edilmesi.

Bu projelerden çok var, diyorsunuz belki içinizden. Ben de başlangıçta öyle düşünmüştüm. Ama kazın ayağı öyle değilmiş.

Geçen seneki tanışma toplantısında Sertab Erener sahne aldı. Genelde böyledir ya bizim memlekette: "Bir projemiz var, Sertab’ı çıkartalım tanıtsın" derler, o çok iş bilen patronlar...

Bende önyargı devam ediyor, bıyık altından gülüyorum. "Sertab’ı değil feriştahını çıkartsanız, önce bu memleket topraklarında ayağınızın yere basması lazım..."

Sertab, "Dünya DRUM Elçisi." Ve hatta Demir Demirkan’la "I Remember Now" adlı bir tema şarkısı yapmışlar projenin bayrağı olma niyetiyle.

Galiba hálá önyargılıyım, engelleyemiyorum. Ne yapmak istiyorlar, tam anlamış değilim.

Derken Beyoğlu Tünel ve Bağdat Caddesi’nde "DRUM Ritim Halkaları" oluşturmaya yelteniyorlar. "DRUM Ritim Halkaları" dediğimiz de el ele yapılmış bir çemberin ortasında amaç transferi... Öyle umuyorlar. Ama vatandaşın tepkisi de fena değil. Anlatıyorlar mı dertlerine ne?

Bu da içi boş halkla ilişkiler projelerinden biri mi dersiniz? Sabri Tuluğ Tırpan’lı ve Sertab Erener’li Mevlana Simyacı Senfonik Şiiri’ni izleyince iyice emin oldum. Zamanla anlaşılıyor işin içinde samimiyet varsa.

DRUM son derece ciddi bir proje. Stratejik konumlaması ve profesyonelliği itibarıyla de önyargılarımı bertaraf etmeyi başarmıştır, itiraf etmek isterim.

Önümüzdeki aylarda sıkça adını duyacaksınız. Hem yaz aylarına damga vurma potansiyeli taşıyan konser fikirleriyle, hem de futbol gibi popüler bir alana bile bulaşmayı göze alan kararlı duruşlarıyla... Yine kafanız mı karıştı? O zaman bekleyin. Ben açıklamayacağım. Ama DRUM derlerse işin müsebbibine, o zaman bu satırlarımı anımsamanız ihtimalinden güç alıyorum. Bir noktayı unuttum, UNICEF de işin içinde. Şaka değil; galiba siz keşfedin istiyorum: www.drumforworld.com

EUROVISION VE ÖTESİ

15 Şubat tarihi itibariyle Mor ve Ötesi’nin Eurovision şarkısını dinledik. Eurovision’da bizi temsil edecekler. Şarkının adı Deli’ymiş. "Size yakıştı mı yahu, Eurovision’a katılmak" demeye çalışan ve şekil itibarıyla grubu karalamaktan hazzeden bir sürü demece denk geldim. Bu hal bana, "Katılmayı kabul etmiyoruz, biz Mor ve Ötesi’yiz" deselerdi eğer, aynı kişiler tarafından nasıl eleştirirlerdi acaba, diye düşündürdü. Mor tarafında değilim; ötesini hiç bilemem. Ama Deli’nin Mor ve Ötesi’ni kitlesel yapan şarkılarının bir benzeri olduğunu biliyorum.

Elemanların elinden geleni yaptığına, görevi layıkıyla yerine getirmeye çalıştıklarına da inanıyorum. Deli derken ne demek istediklerinin de bir şekilde bilincindeyim. Hadi gelin delirmeyelim. Mor ve Ötesi bu ülkenin yetiştirdiği bir değerdir. Bir mucize olmuştur ve bu durum anlaşılmıştır TRT tarafından.

Bu arada şarkının ruh halini belirleyen Tarkan Gözübüyük gibi mütevazı bir ustanın yaptığı şarkı, koreograf Beyhan Murphy ve masallarıyla ünlü yönetmen Ezel Akay’ın gözüyle klip oldu, pek yakında bu televizyonlarda.
Yazının Devamını Oku

Rock Sınıfı

8 Mart 2008
Rock Sınıfı’nı duydunuz mu? Hayır, bir film adı değil. Konservatuvarın haşarı çocuklarının okuduğu sınıfın takma adı da değil. Rock Sınıfı; müziğin içine biraz matematik, biraz sosyal bilgiler, biraz coğrafya, biraz da tarih ekleyerek oluşturulmuş, kelimeler, kavramlar, oyunlar ve ritimler etrafında şekillenen bir proje. Projenin ilk aşamasında bir müzik CD’si ve animasyon videolar oluşturuldu. Gerisi de gelecek.

İlk etapta kimler var bu sınıfta? Aylin Aslım, Nejat Yavaşoğulları, Özge Fışkın, Cahit Berkay, Replikas, Tolga Futacı, Can Karadoğan, Cenk Yüksel ve Tuğçe Özkara, prodüktör koltuğunda ise Pieter Snapper ve Reuben De Lautour.

Projeye destek veren isimlerin başında gelen İbrahim Betil, "Rock Sınıfı çocukların ilgi alanlarına odaklanan yepyeni ve farklı bir yaklaşım. Eğlence ile aklın gücünü başarıyla bir araya getiren kaliteli bir proje" diyor. Çocuk psikiyatristi ve müzisyen Cevdet Tosyalı ise "Özellikle çocuklar için çok önemli bir proje. Rock Sınıfı sayesinde çocukların kafasında öğrenmek yepyeni bir boyut kazanacak" diyerek projeye hem müzisyen hem de bilim adamı gözüyle destek veriyor.

Projenin yaratıcıları, "eğitim, öğretim, ders, müfredat" gibi kavramları kullanmaktan imtina ediyor olsalar da, "Rock Sınıfı"nın temel amacı, rock müziğin ve animasyonların cazibesini kullanarak, çocuklar için müfredat konularını daha sevimli hale getirmek.

Öte yandan proje olarak çok beğenmiş olmama karşın, bu denli ilginç ve güzel bir çabanın iletişiminin etkin biçimde yapılamadığını da söylemek isterim. Hem ünlü müzisyenlerin katılımını artırmak hem de ebeveynlerin dikkatini çekmek için çok daha kapsamlı bir tanıtım yapılabilirdi diye düşünüyorum. Ayrıntılı bilgi için www.rocksinifi.com adresini ziyaret edebilirsiniz. Tabii D&R’a gidip CD’yi satın almak da mümkün. Özellikle Aylin Aslım’ın söylediği "Maddele" adlı şarkıya bayıldım.
Yazının Devamını Oku

Şarkılarla geçti aramızdan

1 Mart 2008
Her ölüm erken ölümdür ama Kazım Koyuncu’nun aramızdan ayrılışı gerçekten erken oldu. Bazı insanları sevmek için çokça neden gerekmez, aramazsınız. O insanları sevmek için yakından tanımanız, içini dışını bilmeniz, dertleşmeniz ya da birlikte eğlenmeniz de zaruri değildir. Sadece seversiniz. Varlıkları, duruşları, adam gibi adamlıkları yeterlidir. Şarkılarını saymıyorum bile...

Ümit Kıvanç demiş ki: "Hiç tanışmadığım halde, onu kaybettiğimizde bir arkadaşımı kaybetmişçesine üzüldüm. Üzüntümün çokluğundan söz etmiyorum; bir arkadaşımızı kaybettiğimizde hissettiğimiz şey, başka üzüntülerle karıştırılmayacak kadar farklıdır... Kazım, şarkılarla aramızdan geçti. Ne yazık ki hakikat bu. Geçip gitmesin istiyorum."

Böyle demiş ve geçip gitmesini engelleyecek ne yapabilirim diye düşünüp "Şarkılarla Geçtim Aranızdan- Kazım İçin Bir Film" adlı belgeseli hazırlamaya karar vermiş. "Kazım Koyuncu, tam da bu memleketin ihtiyaç duyduğu insanlardandı. Memleket bunu ne kadar fark etti, bilemiyoruz. Ama ben öyle düşündüm. Kazım’ı ’Zuğaşi Berepe’ zamanından beri izliyor, günün birinde yeni ve önemli bir müzikal açılım getireceğine inanıyordum" diyor Kıvanç.

Ama Kıvanç’ın bu filmi yapmaya karar vermesinin ardındaki asıl neden; Kazım’ın; bu memleketin kolay kolay yetiştiremediği insan tipinin harika bir örneği olması. 3 DVD’den oluşan ve 3,5 saat süren belgeselin her saniyesi için harcadığı emeğin sebebinin de, sonucunun da Kazım Koyuncu’nun böyle bir insan oluşu olduğunu söylüyor. Siz de, bu belgesel filmi izlediğinizde Ümit Kıvanç’ın asıl söylemek istediği cümlenin bu olduğunu hemen anlıyorsunuz.

Belgesel dediysek; gözünüzün önüne şöyle bir şey gelmesin; gidenin ardından, insanların "şöyle iyi bir insandı, böyle güzel şarkılar yazardı" dedikleri belgesellerden değil. Bu filmde sadece Kazım Koyuncu konuşuyor, farklı dönemlerinde grup arkadaşlarıyla birlikte çalıp söylüyor. Diğer bir deyişle; Kazım’ın bu dünyadaki kısa müzik serüvenine eşlik eden; çarpıcı ve duygusal anlatımıyla da bir dakika bile kopmanıza izin vermeyen bir film.

Ümit Kıvanç’a tamamen katılıyorum; Kazım Koyuncu bu memleketin müziğine de çok ihtiyaç duyduğu bir adamdı ve yine evet, bu adamlar kolay yetişmiyor. Bırakın, elimizde olmayan nedenlerle onları kaybedişimizi; sanıyorum yaşarken de pek anlayamıyoruz onları. Kazım gibi; kendi müziğini yaratırken hem kendi köklerinden yola çıkabilen hem de bunu rock aracılığıyla haykırabilen iyi müzisyenler ne yazık ki kolay yetişmiyor. Öyle magazin etiketi değil bu işler; Laz Rock falan değil. Basbayağı Türkiyeli rock.

Bugüne kadar Kazım’ın şarkılarıyla tanışmayanlar için müthiş bir deneyim olacak "Şarkılarla Geçtim Aranızdan-Kazım İçin Bir Film". Kazım Koyuncu’yu özleyenler içinse bambaşka bir anlam ifade edecek kuşkusuz. Ümit Kıvanç’a ve Kalan Müzik’e içten teşekkürler.

32 YIL 32 ŞARKI

Avrupa Yakası’nın Şahika’sının sık sık söylediği bir şarkı var, "Olmaz Olmaz Deme". Ülkü Aker’in sözleri ve Selmi Andak’ın bestesiyle döneminin en büyük hitlerinden. Seslendiren Nil Burak...

Yetmişlerin ikinci yarısında başlayan kariyeri; çok iyi bir yorumcu olmasının avantajıyla kısa sürede zirveye çıkan Nil Burak; şimdi müzik hayatının 32. Yılı’nı kutluyor. Hem de en iyi 32 Nil Burak şarkısını içeren iki CD’lik bir koleksiyon albümle. "En İyileriyle Nil Burak" ve "Bir Numaramsın" albümlerinden oluşan özel kutuda Nil Burak’ın en sevilen şarkılarının yanı sıra; hiç duyulmamış şarkıları ve kimi eski şarkılarının günümüz koşullarında yeniden seslendirilip düzenlenmiş versiyonları da yer alıyor.
Yazının Devamını Oku