15 Kasım 2009
Emre Aydın'dan sonra maNga da, MTV Avrupa Müzik Ödülleri'nden, Avrupa'nın En İyi Sanatçısı ödülü ile döndü.
Elbette o sahnede, dünya yıldızlarıyla birlikte ödül alan maNga hepimizin göğsünü kabarttı. Diğer aday şarkıları da dinlemiştim; bana sorarsanız ödülü sonuna kadar hak ettiler.
Bu başarıyı internet ve SMS oylaması sonucu elde edildiğinden küçümsemek ne kadar yanlışsa, abartmak da bir o kadar yanlış. “Avrupa'nın En İyi Sanatçısı” kategorisi, MTV'nin yayında olduğu ülkelerde hareket yaratmak için açtığı bir kategori. Ve evet, tıpkı Eurovision için geçerli olduğu üzere bu oylamada da Avrupa'daki Türklerin verdiği desteğin etkisi yadsınamaz. Peki, tüm bunlar maNga'nın başarısından bir şey eksiltir mi? Kesinlikle hayır.
Benim bu yılki adayım Bedük'tü aslında. Sebebi ise şu: Geçen yıl Emre Aydın vesilesiyle Türkiyeli rock sound'u neye benziyor bir fikir vermiştik o sahnede. Bu yıl Bedük gitseydi mesela, belki maNga kadar büyük bir destek alıp ipi göğüsleyemeyecekti, ama bu ülkede çok iyi dans müziği yapıldığını da göstermiş olacaktık o platformda.
Diyeceğim o ki, birinci olmanın falan fazla önemi yok. Orası Avrupa sahnesi ve bizim sanatçılar için parasını verseler de yapamayacakları tanıtım için bulunmaz mecra.
Eurovision için de düşüncelerim aynı. maNga'nın bu platformda da başarılı olacağına gönülden inanıyorum. Bir rock grubu olarak, melodik yapıları ve sound'ları itibariyle Athena ve Mor ve Ötesi'nden daha fazla ilgi çekebilirler. MTV EMA adaylarından Atiye'yle ilgili görüşlerimse belli; kendisi Eurovision için biçilmiş kaftan. Kulağıma gelenlere göre TRT bu yıl Eurovision meselesini fazla büyütmeden, sessiz sedasız çözmek istiyormuş. Dilerim öyle olmaz. Evet, bir milli mesele değil belki ama dediğim gibi doğru kişiler gittiğinde çok doğru bir tanıtım platformu?
OKAN VE BEYAZ İNTERNET KEŞİFLERİ YAPABİLİR
Yıllardır sıkılmadan izlediğimiz iki şov var. İlki bu sezon Disko/Medya/Muhabbet Kralı olarak 3 gün üst üste izlediğimiz Okan Bayülgen'in programı, diğeri de Beyaz Show.
Yazının Devamını Oku 14 Kasım 2009
Emre Aydın’dan sonra maNga da, MTV Avrupa Müzik Ödülleri’nden, Avrupa’nın En İyi Sanatçısı ödülü ile döndü. Elbette o sahnede, dünya yıldızlarıyla birlikte ödül alan maNga hepimizin göğsünü kabarttı. Diğer aday şarkıları da dinlemiştim; bana sorarsanız ödülü sonuna kadar hak ettiler.
Bu başarıyı internet ve SMS oylaması sonucu elde edildiğinden küçümsemek ne kadar yanlışsa, abartmak da bir o kadar yanlış. “Avrupa’nın En İyi Sanatçısı” kategorisi, MTV’nin yayında olduğu ülkelerde hareket yaratmak için açtığı bir kategori. Ve evet, tıpkı Eurovision için geçerli olduğu üzere bu oylamada da Avrupa’daki Türklerin verdiği desteğin etkisi yadsınamaz. Peki, tüm bunlar maNga’nın başarısından bir şey eksiltir mi? Kesinlikle hayır.
Benim bu yılki adayım Bedük’tü aslında. Sebebi ise şu: Geçen yıl Emre Aydın vesilesiyle Türkiyeli rock sound’u neye benziyor bir fikir vermiştik o sahnede. Bu yıl Bedük gitseydi mesela, belki maNga kadar büyük bir destek alıp ipi göğüsleyemeyecekti, ama bu ülkede çok iyi dans müziği yapıldığını da göstermiş olacaktık o platformda.
Diyeceğim o ki, birinci olmanın falan fazla önemi yok. Orası Avrupa sahnesi ve bizim sanatçılar için parasını verseler de yapamayacakları tanıtım için bulunmaz mecra.
Eurovision için de düşüncelerim aynı. maNga’nın bu platformda da başarılı olacağına gönülden inanıyorum. Bir rock grubu olarak, melodik yapıları ve sound’ları itibariyle Athena ve Mor ve Ötesi’nden daha fazla ilgi çekebilirler. MTV EMA adaylarından Atiye’yle ilgili görüşlerimse belli; kendisi Eurovision için biçilmiş kaftan. Kulağıma gelenlere göre TRT bu yıl Eurovision meselesini fazla büyütmeden, sessiz sedasız çözmek istiyormuş. Dilerim öyle olmaz. Evet, bir milli mesele değil belki ama dediğim gibi doğru kişiler gittiğinde çok doğru bir tanıtım platformu?
OKAN VE BEYAZ İNTERNET KEŞİFLERİ YAPABİLİR
Yıllardır sıkılmadan izlediğimiz iki şov var. İlki bu sezon Disko/Medya/Muhabbet Kralı olarak 3 gün üst üste izlediğimiz Okan Bayülgen’in programı, diğeri de Beyaz Show.
Her ikisi de yıllardır müzikten beslenen programlar. Her ikisi de müziği besleme potansiyeli yüksek programlar. İzlenme payları yüksek ve o saatte ayakta olan müzik tüketicisi, genç bir kitleye ulaşan programlar.
Bazı dönemlerde her iki programın da konuk sıkıntısı nedeniyle neredeyse albüm çıkaran her ismi konuk aldıkları oldu. Ama artık her iki program da çok daha olgun, çok daha seçici. Okan Bayülgen, önceden beri rock müziğe eğilimi olan bir adam. Program orkestrasının genel sound’undan tutun da, son jenerikte Hayko Cepkin’i demirbaş hale getirmesine kadar belli ediyor bu tutumunu.
Beyazıt Öztürk’ün müzikle ilişkisi daha çok sahilde gitar çalan üniversiteli genç kıvamında. Kendi sevdikleriyle sınırlı tercihleri var. Sevmediklerini çağırdığında müzik konuşmuyor. Yavuz Bingöl, Kubat, Bülent Ortaçgil, Fikret Kızılok seviyor. Türkülerle arası iyi. Evinde arkadaşlarıyla fasıl yapıyor.
Bana kalırsa artık her iki program da bir eşiği atladı. Artık müzikten beslenmekle yetinmeyip, müziği besleyecek iddialı işler çıkartmalarının zamanı geldi.
Video paylaşım sitelerinden komik videolar yayınladıkları gibi; MySpace’ten, Youtube’tan, canlı müzik mekânlarından isimsiz ama iyi müzisyenler keşfedip programa konuk etmeleri gerekiyor. Kaç kez tıklandıklarına bakmadan; programdan sonra yüz binlerce tıklanacaklarına güvenerek...
Yazının Devamını Oku 7 Kasım 2009
Müziğin hayatınızdan tamamen çıktığını hayal edin. Müzik radyolarının, televizyonların, albümlerin, konserlerin olmadığını? İstiklal Caddesi’nde ya da Bodrum barlar sokağında yürürken hâkim olan sesin can sıkıcı bir insan uğultusu olduğunu? Barlara eğlenmeye gider miydiniz örneğin müzik olmasa? Sigaradan vazgeçebilirsiniz ama müzikten vazgeçebilir miydiniz? Bitmek bilmeyen trafik sıkışıklığında arabanızda öylece oturup, kafanızın içindeki sesleri dinlemek zorunda kalmak hoşunuza gider miydi?
Hayatınızı yayın saatlerine göre ayarladığınız televizyon dizileri, bu kadar etkiler miydi sizi müzikleri olmasa? Ya da Issız Adam, Issız Adam olur muydu Ayten Alpman olmadan?
CEP TELEFONU BİLE ÇALMAYACAK
Televizyondaki hangi eğlence programı daha cazip olurdu acaba şarkıları türküleri çıkarınca? Müzik olmadan cep telefonunuzun bile çalmayacağını aklınıza geldi mi hiç?
İnsanların oturup böyle şeylere kafa yormadıklarını biliyorum. “Müzik niye hayatımdan çıksın, hep vardı, hep olacak” diye düşünüyorlar. Çünkü müzik her yerde, evet haklılar ve insan var olduğu sürece de olacak.
Öte yandan iç huzuruyla çirkin seslere kulağımızı tıkayıp doğanın müziğini dinleyemediğimize göre işin endüstri tarafı üzerine de biraz düşünmek gerekiyor. Bugüne kadar yaptığımız korsan tartışmaları o kadar kısırdı ki? Önce köşe başlarında tezgâh açanların bir oyunu sandık, depoları basınca kurtulacağımızı umduk. Sonra internete düşman olduk, fırsat buldukça yasaklıyoruz.
YA ASLINDA HEPİMİZ KORSANSAK
Korsan tezgâhları azaldı belki. Ama sanmayın ki, bunu bizi başardık. Yok oldular, çünkü artık onlara ihtiyaç kalmadı. Herkes kendi evinde korsan artık. Bunu sadece internetten şarkı indirmek olarak düşünmeyin. Hiç mi arkadaşınıza satın aldığınız bir albümü kopyalamadınız? Sizi çok duygulandıran bir şarkıyı e-postanıza ekleyip bir dostunuza yollamadınız mı hiç? Ama mutlaka siz de karşısınızdır korsana, herkes gibi. Herkesin korsan olduğu bir yerde korsanlıktan söz edilebilir mi peki?
Müziğin hayatımızdan çıkması mümkün değil, evet. Ama müzik üretmesi gereken insanların haklarını almamaları sebebiyle bunu yapamayacak hale gelmesi, müzik şirketlerinin ayakta kalmakta zorlanması, konserden para kazanabilen müzisyen sayısının iyice azalmasının sonucunda ne oluyor biliyor musunuz? Müzik yok oluyor. Meydan günü kurtarmak için ucuza üretilmiş ve hiçbir müzikal değeri olmayan işlere kalıyor. Bunun adı başka bir şey midir?
Müzik insanlarının haklarını almaları önemli. Ama iş meslek örgütüne üye olmakla bitmiyor. Banka hesabıma kaç para yatırmışlar diye kontrol etmek yetmiyor. Üye olduğun meslek örgütü ne yapıyor, ne ediyor bileceksin. Bazen çok şaşırıyorum; kimi sosyal ve politik konularda duyarlı olan birçok sanatçı, iş kendi haklarına geldiğinde o kadar vurdumduymaz ki? Bağlı bulundukları meslek örgütlerinin önümüzdeki 5 yıl içinde sektörü büyütmek için ne gibi hedefleri var, haberleri var mı? Yoksa köşelerinde gitar tıngırdatıp beste yapmanın yeterli olduğuna mı inanıyorlar hak ettiklerini almak için.
Yazının Devamını Oku 2 Kasım 2009
Kargo, doksanların ikinci yarısında Özlem Tekin, Şebnem Ferah, Teoman albümleriyle çıkışa geçen Türkçe rock heyecanının devamı niteliğindeydi.
Kargo, doksanların ikinci yarısında Özlem Tekin, Şebnem Ferah, Teoman albümleriyle çıkışa geçen Türkçe rock heyecanının devamı niteliğindeydi.
1993'te ilk albümü “Sil Baştan”ı yayınlayan grubun o zamanki solisti Deniz Aytekin'di. O ilk albüm pek fark edilmedi. Ardından 96'da Koray Candemir, Serkan Çeliköz ve Burak Karataş katıldı gruba ve yeni kadroyla yaptıkları ilk albüm “Yarına Ne Kaldı”, grubun günümüze kadar uzanan kariyerinin ateşleyicisi oldu. 2000'lerin başına kadar 3 albüm daha yaparak yerlerini sağlamlaştırdılar. Daha sonra bir süreliğine ara verme kararı aldılar. O arada grubun solisti Koray Candemir'in solo projesi gündeme geldi; grubun best of albümü yayınlandı. Artık bir araya gelmezler diye düşünürken sürpriz bir şekilde 2003'te yeniden Kargo olarak devam etme kararı aldılar. Ama yeni Kargo'da bir eksik vardı; Mehmet Şenol Şişli… Grubun sevilen birçok şarkısının söz yazarı ve basçısı nam-ı diğer MŞŞ... Serkan ve Koray'la düştüğü fikir ayrılıkları nedeniyle gruptan ayrılmak durumunda kaldı. Hatta o dönem çok kızarak kendine ait sözlere sahip şarkıların konserlerde çalınmasını engellemeye kadar götürdü işi MŞŞ.
MŞŞ'SİZ KARGO OLUR MU
MŞŞ'siz kadrosuyla iki albüm daha yapan grubun (ki sonuncusu “Yıldızların Altında” cover bir albümdür) bir süredir sesi çıkmıyordu. Derken geçen yıl Serkan Çeliköz ve Koray Candemir gruptan ayrıldıklarını ve müzik çalışmalarına Seattle'da devam edeceklerini açıklayarak Amerika'ya uçtular. Kargo ise daha önce anlaşmazlık nedeniyle gruptan ayrılan MŞŞ'yi göreve çağırarak solist arayışına girişti. Ben yeni bir solistle Kargo'nun var olabileceğine inanmayanlardandım. Kargo ve Koray Candemir, sevenlerinin zihninde özdeşleşmişti çünkü. Yeni bir soliste direnç göstereceklerine inanıyordum. Öyle gazete ilanı ile, seçmeler yaparak falan bu işin üstesinden gelmek zordu. Keşke Kargo defterini kapatıp yeni bir proje yapsalar diye geçirdim içimden.
Ancak belki de en küçük olasılık gerçekleşti. Hem Kargo defteri kapanmadı hem de yepyeni bir projeye imza atmaya hazırlanıyorlar. Nasıl mı?
KARGO YENİDEN DOĞUYOR
Bir süre önce Kargo harıl harıl yeni solist ararken tek bir şarkıyı kaydetmek için Mirkelam'la stüdyoya girdiler. Ancak ortaya çıkardıkları iş o kadar mutlu etti ki hepsini, adeta kendilerini tutamadılar ve neredeyse Kargo'nun tüm yeni şarkılarını Mirkelam'ın solistliğinde kaydettiler. Kendiliğinden gelişen bu durum kısa sürede projeye dönüştü. Şimdi sırf bu proje için Türkiye'ye gelen ünlü prodüktör Mark Opitz'le birlikte asıl kayıtlara başlayacaklar.
Yazının Devamını Oku 31 Ekim 2009
Avrupa’da Türk rock grupları için turneler düzenleyen bir şirket var. Düğün salonlarından bozma mekanlardaki organizasyonlara değil ciddi konserlere imza atıyorlar. Manga’dan sonra sıra Yüksek Sadakat’te.
Eskiden beri alışığız, Türk nüfus yoğunluğu olan Avrupa kentlerinde bizimkilerin konser vermesine. Adı turnedir ama, aslında çok ciddiye alınacak bir
şey değildir. Zaten kapasiteleri ziyadesiyle düşük olan, hatta daha da ileri gidelim, düğün salonundan bozma mekanlarda yapılan kimi uyduruk organizasyonları konser sanırız çoğu zaman. O organizasyonlar bir araya gelince de
adı turne olur.
Geçen yıl Almanya Mannheim’da 15 önemli grubun hep birlikte katılacağı bir Türk Rock Festivali düzenlendiğini duyunca, açık söyleyeyim çok ciddiye almamıştım. Almadım çünkü, oradaki organizatörlerin bazılarının heves edip, sonra evdeki hesap çarşıya uymayınca işi nasıl baştan savdıklarını iyi biliyorum. Hele 15 grup olunca söz konusu; hiç aklım kesmemişti. Ancak hem katılan gruplardan hem de organizasyona davetli gazeteci dostlardan hikayeleri dinleyince, gitmediğime çok üzüldüm. Konserler neredeyse sorunsuz ve son derece kalabalık geçmiş.
YÜKSEK SADAKAT TURNEDE
Tabii merak ettim, bu işin üstesinden böyle güzel gelen kim diye. Araştırınca anladım ki birçok sanatçının hem Türkiye içinde hem de yurtdışında konserlerini planlayan, hem de azımsanmayacak kadar güzel işler yapan bir firma… Adı, Gişe Organizasyon. Yani bilet satışından para kazanmak, adlarından da anlaşıldığı gibi ilk hedefleri. Belki de bu iş yapış biçimi nedeniyle birçok rock grubunun sıkıntısını giderecekler diye umuyorum.
Özellikle son 5 yıldır Türk rock gruplarına konserler yapıyorlar. Önce Manga’nın turnesini gerçekleştirdiler. Şimdi önümüzde Yüksek Sadakat’in turnesi var. Yüksek Sadakat, 6-14 Kasım tarihleri arasında, Almanya, Hollanda, Belçika ve İsviçre’yi kapsayan 7 konserle Avrupa’daki hayranlarıyla buluşacak. 2010 itibariyle de Emre Aydın ve Seksendört turneleri söz konusu.
Yazının Devamını Oku 24 Ekim 2009
İstanbul’un en ilgi çekici yeme içme ve eğlence semtlerinden biri haline gelen Asmalımescit’te bir sokak öteye ulaşmak için durmaya yakın bir süratle ilerleyen ama hiç sıkılmayan kalabalığın arasındayım. Sağlı sollu masaların arasından Şehbender Sokak’a ulaşmaya çalışıyorum. Ne ara bu hale geldi burası? On yıl önce de böyle miydi?
Şimdi bırakın yeme içme meraklıları için cazibe merkezi haline gelmesini, ciddi anlamda bir eğlence merkezi artık Asmalımescit. On yıl önce, on yıl sonra? Nasıl başladı bu hikâye?
Sanıyorum 1999’dan önce ancak İstanbul’un birkaç köklü meyhanesi için o kadar yolu yürürdük Taksim’den. Galatasaray’dan sonra kalabalık seyrelmeye başlardı. Odakule’den sonra neredeyse ıssızlaşırdı İstiklal Caddesi.
BABYLON SAHNESİNDEN GEÇENLER
Şimdi kalabalıkları yararak bir konser izlemek üzere yolunu tuttuğum Babylon’un, bu semtin çehresini değiştirdiğini, “Burada konser mekânı mı olur” diyenleri mahcup eden Şehbender Sokak’tan dalga dalga çevreye yayılan bir aura’sı olduğunu inkâr etmek mümkün değil.
Geçen on yıl içinde kalitesinden hiç ödün vermeden İstanbul’un en özel performans mekânı olarak kalmış olması bile bu özelliğinin yanında hiç kalıyor.
Babylon’cuların onuncu yıl şerefine çıkarttıkları “On” adlı kitabı okurken kendi hayatımın son on yılı da gözlerimin önünden geçti. Orada izlediğim konserlere iliklenmiş bir sürü müzik dolu anı? Şimdi “Üşenmeyip Babylon sahnesinden geçmiş müzisyenleri saymaya kalksam” diyemiyorum çünkü kitapta bu liste büyüteçle okunacak kadar küçük puntolarla yazıldığında bile yedi sayfa işgal etmiş.
“On”, Babylon’un kapısından geçmemiş müzikseverleri dahi etkileyecek kadar özenli, çarpıcı ve şık bir yapıt. Performans mekânı olarak dünya çapında bir marka olduğuna inandığım Babylon için büyük bir gurur vesilesi.
Rock’n roll’un magazinle imtihanı
Magazinciler ve sanatçılar arasında git gide çirkinleşen ilişkiyi tartışıyoruz bir süredir. Müzisyenlere odaklı olduğumdan belki aklıma Teoman’ın vukuatları geliyor. Şimdiki Timuçin Esen’le ayyuka çıkan bir tartışma. Bir süre sonra unutulur, ta ki yeni bir olaya kadar. Ben “Tüm dünyada sanatçıların özel hayatı merak edilir”, “Sanatçı halka mal olmuş kişidir, özel hayatı da olmaz” ya da “Bunun adı magazin terörüdür” tarafından bakmıyorum konuya. Ancak bir gerçek var ki bu olaylar paparazzi kardeşlerimizin sosyetik mekânları bırakıp rock’n roll mekânları keşfetmesiyle başladı.
Eskiden o sosyetik mekanlara gidip de kameralara sinirlenenler için orada kamera olduğunu bile bile gidiyorlarsa müstahaktır deyip geçiyorduk. Şimdilerde ise kış aylarında canlı müzik mekânları ile dolu İstiklal Caddesi’ne odaklandı magazin muhabirleri.
BIRAKIN YÜRÜSÜNLER
İki enteresan nokta var. Birincisi o mekânların kapısına kadar gelemiyor özel arabalar; valet parking falan da yok. İkincisi emin olun oraya giden hiç kimse dilerim çıkışta kameralara yakalanırım diye geçirmiyor içinden. Durum şu ki, çaresiz, bir süre yürümek zorundalar. Ve her ne oluyorsa o arada oluyor. Hiçbir haber değeri olmayan bir durumdan ekmek çıkarmaya çalışan magazin muhabirleri, kiminin küfür etmesine, kiminin duran kamyona çarpmasına, kiminin yere kapaklanmasına, kiminin yumruk atmasına, kiminin de hayatı boyunca unutmayacağı kadar utanç verici bir şekilde gözaltına alınmasına çanak tutuyorlar.
Ama asıl mesele hiçbiri değil. O mekânlarda eğlenmeyi, müzik dinlemeyi tercih eden müzisyenler, sanatçılar aslında “rock’n roll” yaşamayı tercih ediyorlar. Yani valet parking de, özel şoför de, koruma da istemiyorlar. Tek istedikleri iyi müzik dinleyip, iki arkadaşla sohbet ve birkaç biradan sonra yalpalayarak bile olsa evlerine ya da taksiye kadar rahatça yürüyebilmek. Diğer insanlar gibi? Ama siz buna izin vermiyorsunuz. Ve inanın siz gerçekten bir “haber” yakaladığınızda, Teoman’ın ya da Timuçin Esen’in, kameranızın objektifini eliyle kapatmasından farklı değil yaptığınız hareket.
Yazının Devamını Oku 17 Ekim 2009
Engin Gürkey Nabız / Balkanist
Engin Gürkey, renkleri olan bir müzisyen. Balkanist’i dinleyince tam olarak anlayacaksınız ne demek istediğimi. Önemli müzisyenlerin içinde olduğu, Engin Gürkey’in Balkan coğrafyasındaki kökleriyle barışma niyetiyle yaptığı güzel bir albüm. Özellikle Ceza’nın kardeşi Ayben’in Romano Hiphop’ına dikkat.
Buğra Uğur’la Otuz Yıl / Gece Düşleri
Bir saygı albümü. Buğra Uğur’un uzun müzik yolculuğunda kendisini yalnız bırakmayan dostlarının desteğiyle ortaya çıkmış bir çalışma. Aynı zamanda bir Eurovision markası olan Buğra Uğur; Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Zerrin Özer, Füsun Önal, Nilüfer, Kayahan gibi önemli isimlerle çalıştı.
Zafer Dilek- Oyun Havaları
Yetmişlerin Zafer-Banu-Hülya grubunu hatırlar mısınız bilmem. Ama o grubun Zafer’inin o yıllarda yayınladığı pek bilinmeyen bir plağı gün yüzüne çıkarttığı için Ossi Müzik’e teşekkürü borç bilirim. Zafer Dilek’in gözünden oyun havaları?
Serap Yağız&Suların Uğultusu / Güneş Şarkıları
İşin içinde Moğollor’ın Taner Öngür’ü var. Albümün kapağına küçücük “fikir ve macera Taner Öngür” yazmış Taner Bey. Güneş teması üzerine yapılmış şarkılar. En az Taner Öngür kadar mütevazı ve ilgi çekici bir albüm.
Yıldız Usmanaova- Dünya
Özellikle Türk popüler müziğinin 3 önemli erkek vokaliyle yaptığı düetler itibariyle dikkat çekiyor Yıldız Usmanova. Yaşar, Fatih Erkoç ve Levent Yüksel bu projenin mihenk taşı olmuş. Müzikal prodüktör, Sezen Aksu’nun son gözdesi Mustafa Ceceli. Prodüksiyonun bir müzik yazarı ve televizyoncu olan Şafak Karaman’ın şirketinin elinden çıkmış olması daha da enteresan kılıyor projeyi.
Çeşitli Sanatçılar- Alaturka İstanbul 2
Avni Anıl, İsmail Hakkı Nebioğlu, Selahattin Altınbaş, Ferit Sıdal gibi önemli müzisyenlerin besteleri, geçen yıl ilki piyasaya çıkan Alaturka İstanbul Serisi’nin başarısı üstüne bu ikinci albümde görücüye çıkıyor. “Bu Akşam Bütün Meyhanelerini Dolaştım İstanbul’un”, “Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim”, “Hatırla Ey Peri”, “Ömrümüzün Son Demi” öne çıkanlar?
Sonsuz- Orijinal Film Müzikleri
Filmi çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Ama sinema yazarı olmadığım için ciddiye almayın. ENC adlı şirket özellikle film, dizi ve belgesel müziklerini albüme dönüştürmek için yola çıkmış? Şevval Sam’ın sözlerini yazdığı ve Leman Sam’ın söylediği şarkı filmle aynı adı taşıyor.
Ara Dinkjian- Peace On Earth
Ermeni asıllı Amerikalı sanatçı Ara Dinkjian’ı; toprağı bol olsun Onno Tunç’un kardeşi Arto Tunç Boyacıyan’la yaptığı Night Ark projesiyle tanıdım. Zamanında Sezen Aksu, Ahmet Kaya albümlerine değer katan udi Dinkjian’ın 2007 Kudüs Uluslararası Ud Festivali vesilesiyle kaydedilmiş albümü. Kulağınızın pası silinecek.
Yazının Devamını Oku 10 Ekim 2009
“Playing For Change” (Değişim İçin Çal) adlı bir oluşum... Bir süre önce, tüm müzisyenlerin yaratıcılığı kışkırtıp, dünyaya barış getirmeleri gerektiği hayalini kurarak kendini tanımlamış bir hareket. Müziğin sınırları kaldıracağına, insanlar arasındaki mesafeyi kısaltacağına inanıyorlar.
Mobil bir stüdyoları var ve dünyayı dolaşıyorlar. Coğrafi, politik, dini, ideolojik hiçbir önyargı taşımadan, dünyanın tüm müzisyenlerine ulaşmaya, inandıkları değerleri müzik yoluyla anlatmaya çalışıyorlar. Yaptıkları konserler vesilesiyle elde ettikleri gelirleri aktardıkları fon da yine aynı amaçlar uğruna kullanılıyor.
Oturduğunuz yerden “çok klişe” bulmanız da mümkün tabii. Ama bu hareket, kısa sürede büyük yol kat etti. Internet ortamında yaptıkları projeler, çektikleri videolar binlerce kere tıklanıyor. Sosyal ağlarda bir o kadar paylaşılıyor.
Geçtiğimiz günlerde Popstar Alaturka yayını sırasında yapımcı ve sunucu Osmantan Erkır’ın; “Elime bir klip geçti sizlerle paylaşmak istiyorum. Kırk beş genç bir araya gelmiş ve harika bir iş çıkartmış” diyerek ve gözleri dolarak sunduğu bir başka proje daha var. Onun adı da “Doğa İçin Çal”.
Acaba ortada bir taklit mi var diye düşünmeyin hemen. Aslında organik bir bağı olmasa da bu proje “Değişim İçin Çal”ın ruhen devamı.
Bizim projeyi yaratan beyin takımının oralardan esinlendiği kesin, evet. Ancak o projenin amaçlarına uygun olarak Türkiyeli bir ruh yaratmış olmaları da ayrı bir güç katıyor “Doğa İçin Çal”a.
İşin başında o projeye entegre olmaya çalıştıklarını ancak hak ettikleri ilgiyi görmediklerini de biliyorum. Mecburen hayal ettikleri iş için başka bir çıkış noktası buldular; doğa.
Tıpkı “Değişim İçin Çal”da olduğu gibi bir dolu genç müzisyen bir arada bir şarkı söylüyor. Hem de bir türkü, bir Karadeniz türküsü; “Divane Aşık Gibi”.
Rock’çısı, popçusu, operacısı, türkücüsü, gitarcısı, davulcusu bir arada. Kırkbeş iyi müzisyen tek bir şarkıyı hakça bölüşerek ve tüm dünyaya hakça bölüştürmek maksadıyla söylüyor.
Sizin ismini bilmediğiniz birçok iyi müzisyen olduğu gibi, başta projenin yaratıcısı Fırat Çavaş olmak üzere; Can Şengün, Ozan Tügen, Serdar Öztop, Bilge Kösebalaban, Aslı gibi rock piyasasından tanıdığınız bir sürü de isim var işin içinde.
O kadar güzel bir sonuç çıkmış ki ortaya, bir kere izlemek, dinlemek de yetmiyor ve gerçekten gözlerinizi öyle bir dolduruyor ki...
Internet üzerinden ya da denk gelirseniz bir TV programında yakalayıp mutlaka izleyin derim. Ve müzisyeni, sponsoru, müzikseveri; elinizden geldiği ölçüde destek olun bu projeye, çünkü gerisi gelecek.
Bu arada, önceleri burun kıvıran “Değişim İçin Çal” ekibi de bizimkilerin ortaya çıkardığı işi görünce methiyeler düzmeye başlamış, laf aramızda.
HOŞGELDİN DENİZ
Deniz Seki’nin çıkış yaptığı yılları dün gibi hatırlıyorum. Aradan uzun zaman geçti, onca güzel şarkı yazdı, onca güzel şarkı söyledi. Özel hayatında iniş çıkışları oldu. Magazin malzemesi de oldu doğal olarak, kötü şarkılar yazdığı da...
Hem bu kadar güzel bir kadın, hem bu kadar iyi bir yorumcu hem de üstüne şarkı yazabiliyor olacaksın, gerçekten az bulunur. Ama Deniz o malzemeyi, bir iş kadını gibi yönetebildi mi geçen onca yılda, bence hayır.
Öte yandan bu durumu yadırgıyor değilim. Böyle bir ülkenin müzik piyasasının göbeğinde, bu özelliklere sahip bir kadın olacaksın, bu yeteneklerini de, duygularını hiçe sayarak iş kadını gibi yöneteceksin. O zaman da o samimiyetsizlik belli oluyor işte.
Belki daha çok para kazanıyorsun, belki el pençe divan duruyorlar önünde ama sen o aynı sen olmuyorsun.
Ama ne yazık ki sadece duygularınla hareket ettiğinde de büyük hatalar yapabiliyorsun. Deniz Seki’nin başına kötü şeyler geldi. Onun duygusallığında birinin bu olaylardan çıkardığı dersin sonuçlarının bundan sonra yapacağı ve söyleyeceği şarkılarda içimizi titreteceğine eminim. Hoşgeldin Deniz!
Yazının Devamını Oku