16 Eylül 2004
F.Bahçe takımı, kolay kazanacağı bir maçı, <B>Daum’</B>un taktikleriyle zora soktu. Oysa, her zamanki klasik 11’i çıkarsa, rakibin değil, kendi taktiğiyle oynasa, belki de farklı kazanabileceği bir oyun olacaktı. Alex’i ileri uçta oynatmasının bizce bir anlamı yoktu. Alex, bir orta saha oyuncusudur. Ve en başarılı olduğu yer de orta alandır.
F.Bahçe, maç boyunca orta sahadan top çıkaramadı. Çünkü Alex gibi bir starı yeterince kullanmadı. Eğer Alex orta sahada olsaydı, bu iri yapılı ağır Sparta Prag defansını F.Bahçe’nin çabuk adamları kolayca çözerdi.
Hele oyun başından itibaren yapılan uzun pasları anlamak mümkün değil. F.Bahçe’nin klasik futboluna hiç uymayan bir görüntü bu. Uzun top atacaksın, oraya koşup, o topu alıp, gole gideceksin. Bence bu Daum’un taktik anlayışında yeni bir sayfa.
Yine şansıyla
Ama bu sayfanın iyi olduğunu söylemek mümkün değil. Sparta Prag hiç beklediğimiz, duyduğumuz gibi bir futbol ekibi değildi. Defansı ağır ve acemi. Orta sahasının tekniği yok. Hele, en büyük silahları Zelenka’nın sakatlanıp, ilk yarının sonunda çıktıktan sonra F.Bahçe’nin pres ve tempolu oyunla bu takımı dağıtması işten bile değildi.
Ama, Daum ikinci yarıda da aynı tip futbola devam etti. Bir başka yanlışı ise sarı kart gören Servet’i hemen oyundan almamasıydı. Çünkü Servet, bir kart gördükten sonra çok çabuk ikinci kartı görebilecek yapıda bir futbolcu. Bir bomba. Bu bombayı sahada tutmak, Daum gibi deneyimli bir hocaya yakışmadı. Özetle F.Bahçe kazandı. Ama nasıl kazandı? Herhalde şanslı dediğimiz Daum’un şansıyla...
Yazının Devamını Oku 5 Temmuz 2004
<B>KİMSENİN </B>çeyrek finale bile kalacağını düşünmediği Yunanistan, Avrupa Şampiyonası’nda kupayı alarak tarihine altın bir sayfa ekledi. Başından beri söyledik. Yunan takımıyla sadece ve sadece fiziki gücü yüksek olan ekipler mücadele edebilir. Takım halinde toplu savunma ve toplu hücum uygulayan Yunanlılar, formda oldukları zaman kimseye gol fırsatı vermeyeceklerini bir kez daha ispat ettiler.
4-4-2 dizilişiyle sahaya çıkan mavi beyazlılar, oyunun büyük bir bölümünde rakip Portekiz futbolcuları üzerinde baskı kurarak topu kullanmalarını önlediler. Bu arada Figo, Ronaldo, Deco ve Pauleta devamlı topu ezerek adeta Yunanlıların ekmeğine yağ sürdüler.
Portekizliler şoka girdi
Oyunun ilk devresinde iki takımın da etkili bir hareketini göremedik. Sanki şampiyon Yunanlılar her an tek bir fırsatı kolluyor gibiydiler. Ve ikinci yarıda Basinas’ın kornerinde 57. dakikada Charisteas, akıllı bir kafa vuruşuyla kupayı getiren golü attı. Bu golden sonra Yunanlılar daha çok toparlandılar, dikkatli oynamaya başladılar ve savunmada etkili olurken, uzun toplarla Wryzas’ı ve Charisteas’ı gole götürmek istediler.
Saha kenarından Luis Felipe Scolari’nin çırpınmaları ile şoktaki Portekizli futbolcularını kendilerine getiremedi. Brezilyalı hoca, Costinha’nın yerine Rui Costa’yı, Pauleta’nın yerine Nuno Gomes’i oyuna sokarak son bir ümit ışığı yakalamak istedi. Ama kimse Yunanistan’ın ve Otto Rehhagel’in şansını kıramazdı.
Alın terleri ile, haklarıyla ve dünya futboluna yeni bir oyun tarzı göstererek... Komşuyu kutlarız.
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2004
<B>FUTBOL </B>Federasyonu Genel Kurulu’nda yeniden kaos devri başladı. Buna neden olanların, futbolun içinden gelen kulüp yöneticileri olması ise, insanı düşündürüyor. Türk futbolu özerk federasyon kurulmasıyla devrim niteliği taşıyan başarılar elde etti. Ancak, bazı kişilerin anlaşılmaz ihtirasları nedeniyle uzun süre bir kongre kaosu yaşandı. Haluk Ulusoy’un federasyon başkanlığı sırasında uzun bir süre devam eden uyum, 2002 Dünya Fubol Şampiyonası’nda Türkiye’ye üçüncülük gibi büyük bir başarı getirdi. Şimdi anlaşılıyor ki, koltuk kavgası yeniden başlayacak.
Dinamitlediler
Genel kurulun dünkü toplantısını önleyenler, futbolumuzun altına dinamit fitilini yerleştirdiler. Üstelik, federasyonu mahkemelik yaparak kendi özerkliklerini tehlikeye soktular. Niçin genel kurulu önlüyorsunuz? Üstelik bunu yapan Abdülkadir Aksoy, bir kulübün delegesi. Yani Futbol Federasyonu’nun eski başkanları gibi kendilerini temsil etmiyor. Kulübünün yönetim kurulu kararıyla delege seçilmiş. Böyle bir mahkemeye başvuruda bulunması için kendi yönetim kurulunun ona yetki veren kararı olmalıydı. Hakimin davanın açılması için bu şartı araması gerekirdi diye düşünüyoruz. Aksoy, kulübün delegesidir. Öyleyse yetki belgesi olmalıdır.
Taktik hatası
Bütün bunları bir yana bırakalım. Eğer söylendiği gibi Haluk Ulusoy, başkan seçildiğinde yeni kanuna göre iki dönem başkanlık yaptığı için bir kez daha seçilemeyecekse, neden genel kurulu iptal ettiriyorsunuz? Ulusoy’a oy verecekleri daha güçlü olarak şartlandırdınız. Yaptığınız taktik hatası ile tüm kulüpleri, yayın hakkının ihalesi çıkmadığı için maddi güçlüklere ittiniz. Sizin tuzunuz kuru olabilir. Ama diğer kulüpler şimdi size karşı daha şartlı cephe alacaklar. Üstelik, Haluk Ulusoy 8 yıl başkanlık yapmadı. İstifalarla boşalan koltuğa iki yıl sonra oturdu. Uluslararası hukuk, değişen kanunun eski durumunu göze almaz. Şimdi dünyadaki uygulamayı siz mi değiştireceksiniz? Böyle bir şey olsa dahi Haluk Ulusoy, FIFA’ya başvurur ve hakkını alır.
Lütfen bu tip belden aşağılara vurmaları bırakalım. Verirsiniz genel kurula ve onun kararına saygı duyarsınız. Yapacağınız tek şey demokrasi kurallarını işletmektir. Yazık olur elinizden alınacak özerkliğe, daha doğrusu Türk futboluna.
Yazının Devamını Oku 13 Nisan 2004
<B>ÖNCE Sinan Erdem,</B> şimdi de <B>Sakıp Ağam,</B> o musubet hastalığın kurbanı oldular. Ve bizi öksüz bıraktılar. Ne acı ki Sakıp Ağam’ı mekanı olan cennete gönderirken bu satırları yazmak zorunda kalıyorum.
Sakıp Ağa’nın patronluk ve yöneticilikteki başarılarını kimsenin tartışamayacağı biliniyor. İşte Sabancı Holding ortada. Bir iki kez Tarsus Amerikan Koleji’nin bahçesinde oğullarını ziyareti sırasında elini öptüğü Hacı Ömer Sabancı’dan aldığı bayrağı bugünlere başarı ve onur içinde getirdi. Hacı Ömer Sabancı öldüğünde bütün kardeşlerine babalık yaptı. Bu güçlü aileyi hakça yönetti. Öz evladı gibi sevdiği en küçük kardeşi Özdemir Sabancı’nın öldürülmesi onun için büyük bir yıkım olmasına rağmen, ayakta kaldı. Sonra kardeşi Hacı Sabancı’nın vefatı ağamı sarstı. Ama Sakıp Ağa yoluna ve ülkesine hizmete devam etme gücü buldu.
O önce insandı...
Sıcak yaklaşımı ve Anadolu’nun bağrından gelen Türkçe’siyle mutluluk ve huzur verdi tüm Türkiye’ye. Üzüntüsünü hiç göstermedi. Tok ve doğru sözleriyle politikacılara ışık tuttu. Zamanında hiç korkmadan bütün iş adamlarına parmak ısırttıracak şekilde sert demeçleriyle hükümetleri, başbakanları uyardı. Türkiye, onun insanlığına ve cesaretine hayrandı. İşte bu nedenle herkes tarafından sevildi.
Büyük hizmeti oldu
Sakıp Ağa’nın Türk sporuna ve sporcularına büyük hizmetleri oldu. Olimpiyatlarda başarı gösteren sporculara hiç reklam yapmadan yüzlerce altın verdi. Beden ve zihinsel engelli sporcular için kızı ile birlikte ülke çapında oyunlar düzenledi. Tam 3 saat birlikte önceki yıl engelli sporcularının gösterilerini izlerken, onun gözünden damlayan yaşlara ben şahit oldum. Kızı Dilek Sabancı ise onun desteğiyle engelli sporcuların sağlığa kavuşması konusunda büyük girişimlerde bulundu. Sakıp Ağa’nın engelli çocuklar için kurduğu merkezde bir çok ana babanın hayır dualarını aldı.
Futbola değil, tüm amatör sporlara yardım etti. Hiçbir övgü ve reklam sağlamayacak şekilde bu görevi yapan Sakıp Ağam bana göre tam bir olimpikti.
Şimdi hiç kimse alınmasın. Şöyle etrafa bakıyorum Sakıp Ağa gibi Türk sporuna böyle hizmet veren bir işadamı ve sanayici göremiyorum. Anadolu’nun bağrından çıkıp gelen ağamın ne vizyonu ve ne de insanlığı bir başkasında yok. Sakıp Ağa’ya elbette ağıt yakacağız. Ama önce onun vizyonundan ve insanlığından ders almasını bilelim.
Sabancı ailesi ve özellikle Şevket ağabeyi, Erol kardeşim, çocukları ve yeğenleriyle bu dev kurumu başarılı bir şekilde yöneteceklerdir. Ve inanıyorum ki Sakıp Ağam’ın vizyonunu insanlığını, sanata, kültüre ve spora olan katkılarını unutmayacaklardır. Sen rahat uyu sevgili ağam...
Yazının Devamını Oku 16 Mart 2004
<B>YÜZDE</B> yüz vergi indirimi sağlayan Sponsorluk Yasası, federasyonlarımız ve kulüplerimiz için büyük bir kaynak yaratacak. Böylece Türk sporu adına geleceğe çok daha olumlu bakacağız. Başta Spordan Sorumlu Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Ali Şahin, Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan, Bakanlar Kurulu, Parlamento ve GSGM olmak üzere herkese şükran borcumuzu iletiriz. Artık her federasyon ve kulübün pazarlama ve sponsor bulma konusunda lisan bilen, eğitimli bir profesyonel eleman bulması gerekiyor. Bu iş masa başında oturmakla yapılmaz. Üstelik federasyon başkanlarına da bu konuda kurs verilmeli, Olimpiyat Komitesi'nde bir seminer düzenlenmeli, ve bu konu Sayın GSGM Müdürü Mehmet Atalay'a önerilmelidir.
Bugüne kadar sporu sadece futbol olarak değerlendiren ve sporda sponsorluk konusuna soğuk bakan şirket yöneticilerinin de, artık dünyanın diğer ülkelerindeki meslektaşları gibi bu olaya sıcak bakmaları gerekmektedir. Ve bu ülkenin sorumluluğunu taşımaları gerekir. Şirketler, yüzde yüz ile yüzde elli arasında vergilerde düşüş sağlayan bu kanun ile sponsor olmak, tüketiciye karşı ülkenin sporunda da sorumluluk taşıdıklarını ispat etmelidirler. Ticaret odaları ve TÜSİAD, bu açıdan liderliğe soyunup üyelerini bilgilendirmelidir.
Olimpiyat Stadı
Olimpiyat Stadı'nın son zamanlarda, bir kesim spor yazarı tarafından anlaşılmaz bir şekilde kötülenmesini kabul etmek mümkün değil. Stadın gerçek sorumluluğu, İstanbul Hazırlık ve Düzenleme Kurulu'na ait olduğu için TMOK Başkanı olarak rahat konuşuyorum.
Bu stat, UEFA tarafından Avrupa'daki yirmi, 5 yıldızlı stadyum arasında yer aldı. UEFA, 2005 Şampiyonlar Ligi finalini Olimpiyat Stadı'na verdi.
Galatasaray, ilk yarıda bu statta, bir önceki sezon ile kıyaslanmayacak başarılı sonuçlar aldı. Seyirciler, çağdaş ve insani gereksinimlerini karşıladıkları bir ortamda maç izlediler. Evet ulaşım kötü. Ama 80 bin kişi ile 20 bin kişilik statlar arasında ulaşım konusunda elbette farklılık olacak. Seyircinin alışmadığı bir ortam var ama bunun en çok 6 ay içinde düzeltileceği de sorumlularca ifade edildi.
Zemin için yapılan
yaygara çok kasıtlı
Stadın zeminindeki bozukluk son kar yağışları ile birlikte ocak ve şubat aylarında ortaya çıktı. Sezon sonunda bu zemin yeniden yapılacak.
Peki zeminin düzeltileceğine rağmen, G.Saray'ın maçlarını burada oynamaması için yine basında yaygara çıkartanlara ne demeli? Mantık bunu kabul etmiyor. Gazetecilik etiği ile çok ters düşen ve kişisel menfaatler için bu yaygarayı yapanları ayıplıyorum. Ali Sami Yen'e yakın oturup sırf keyifleri için uzaktaki Olimpiyat Stadı'nı kötülemek ne meslek kariyerine ne de kendilerine yakışmıyor.
Üzülmemek elde değil. Spor yazarlığı toplum sorumluğu isteyen bir meslektir. Bunu kimsenin kişisel çıkarları için kullanmaya hakkı yoktur. Olimpiyat Stadı'nın çimi haziran ayında yeniden yapılacak, stadın yolları ağustos başına kadar açılacak. Öyle ise daha neyi eleştiriyorsunuz?
Ortada bir bağnazlık var. Ve Galatasaray elindeki altın yumurtlayan tavuğu göz göre göre bunlar yüzünden kaçıracak.
Yazının Devamını Oku 3 Mart 2004
<B>TÜRKİYE</B>, kış sporlarının en üst düzeyde yapılabileceği zengin ve elverişli dağlarla dolu. Üstelik kar dokusu da dünyanın en ünlü kayak merkezleri ile yarışabilecek kapasitede. Erciyes Dağı'nda Avrupa'nın en uzun slalom pistinin bulunduğu ifade ediliyor. Ama bütün bu muhteşem görüntü şimdi işgal altında. Evet, beyaz dağlarımızda sözde turizm adı altında yanlış bir yapılanma var. Pistler, oteller ile işgal edilmiş durumda. Kış sporlarının ve kayak merkezlerinin nasıl yapılacağını bilmeyen mahalli yönetimler ile Turizm Bakanlığı el ele vererek ülkemizdeki kış sporu olanaklarını resmen katlettiler.
Eğlence için gelen Rus turistler bile artık panayır haline getirilen dağlarımızda kayak yapmak istemiyorlar.
Sorumlu arıyoruz
Bugüne kadar yapılanlar, vicdanımız sızlayarak ifade edelim ki, Türk sporuna vurulan büyük bir darbedir. İçimiz yanıyor. Ancak suçluyu değil bundan sonra sorumluyu arıyoruz, araştırıyoruz. En akılcı çözümü bulmak gerekiyor. Bu nedenle başta Spordan Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Ali Şahin olmak üzere spor teşkilatımızın dağlarımıza sahip çıkmasını istiyoruz. Turizm Bakanlığı'mızın bugüne kadar mahalli idareciler ile birlikte yürüttüğü hatalı programa son verilmesi için yeni düzenlemelerin getirilmesini istiyoruz. Kayak merkezleri kurmaya elverişli dağlarımızda önce sporun sesini duymak istiyoruz.
Daha yeni ortaya çıkan Isparta'daki Dalamaz Dağı'ndaki yapılanmalara olur diyen belediye başkanından hesap soralım diyoruz. Yazıktır, kayak merkezlerimizden elbette turizm şirketleri istifade edecek ama çağdaş bir master planı ve gerçekçi projeler ile. Yoksa kimsenin dağlara sahip çıkma hakkı yoktur.
Sarıkamış'ı kurtaralım
Doğu'da Kars Havaalanı'na yakın bir tek Sarıkamış kaldı. Akıllı bir belediye başkanı var. Önce kayak merkezi yapmaya çalışıyor. Ona destek olalım. Gelecekte büyük spor organizasyonlarının yapılabileceği şu andaki tek yerimiz. Uludağ'daki yağmalamayı anlatmaya dilim varmıyor. Kayak hocalarına da görev düşüyor. Onların da sorumluluk taşımaları, dağlarımızda gecekondu biçimi işgalcilere karşı çıkmaları gerekir.
Başta söylediğim gibi henüz çok geç kalınmış değil. Yeter ki gerçek sorumlular bu olaya en çabuk şekilde sahip çıksın.
Tek arzumuz bu!
Yazının Devamını Oku 27 Aralık 2003
<B>GEÇTİĞİMİZ </B>salı günü Ankara'da spor adına muhteşem bir gün yaşandı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da katıldığı Spor Ödülleri Töreni'nde başarı kazanan sporculara ciddi rakamlar içinde paralar verildi. Hele engelli yüzücü Caner Ekinci ile Başbakanımızın kucaklaşması doğrusu hepimizin gözlerini yaşarttı.
Birileri sağda solda avare gibi gezerken, sorumlu gençlik ise müthiş irade ile kendini okul eğitiminin yanı sıra spora vererek ülkemizi mutlu edecek başarılar kazanıyor. Atina Olimpiyatları'na 9 ay gibi kısa bir sürenin kaldığı dikkate alınırsa bu başarıların gelecek için bize umut verdiğini söyleyebilirim.
Gelelim diğer konumuza... Yazının başlığında da ifade ettiğimiz gibi, çağdaşlık sözle olmaz. Törenden çıkarken engelli sporunda çok önemli çabalar veren engelli bir dostum, tekerlekli sandalyesi ile merdivende kaldı. Ve de hayır sahibi insanların güçleri ile merdivenden başarıyla indirildi.
Bu alanda gene engelliler ile ilgili çalışmalar yapan bir dost, sinirli bir üslupla bana şikayette bulundu. Olayda haklıydı ama neden sinirliydi diye düşürken bunda en önemli faktörün çaresizlik olduğunu anladım.
Utanç verici bir durum
Düşünün bu ülkede 8 milyon engelli insan yaşıyor. Ama hangi devlet ve özel kurumumuz, alışveriş merkezlerimiz, bankamız, okulumuz, belediyemiz, tüm kamu kuruluşlarımız, şehir otobüslerimiz, diğer ulaşım araçlarımız bu insanların yaşamlarını kolaylaştırmak için bir şey yapıyor. Bu ayıp ve utanç verici bir durum. Diyelim ki, bu insanlar avukat, öğretmen, iş adamı, sanatçı, gazeteci veya başka bir meslek sahibi olabilirler. İşlerine nasıl gidecekler, iş yerine nasıl girecekler, iş yerinde tuvalet ve yemek ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklar?
Türkiye'de başta yöneticiler olmak üzere kimse bunu düşünmüyor, hissetmiyor ve insanlar, sorumlu kişiler bir şey yapmayı akıllarının ucuna getirmiyorlar. Çağdaşlıkta, Avrupa Birliği'ne dem vuranların, vicdanları ile muhasebe yapmaları gerekmiyor mu?
Atina ilk adımı atıyor
Olimpiyat Köyü engellilere göre düzenleniyor! Atina Yaz Oyunları'nın ardından Paralimpik Oyunları yapılıyor. Sporcular aynı köyde kalıyorlar. Bu nedenle Olimpiyat Köyü'nde bütün binalar engelli sporcuların tekerlekli sandalyeleri ile girebilecekleri şekilde yapıldı. Oyunlar sırasında spor tesisleri bu şekilde değiştirildi.
Görüyorum da, sporun dışında çok az insan ülkemizde engelli kardeşlerimize el uzatmakta, onların kişilik arayışlarında yardımcı olmakta.
Bu durumda elbette hem engelliler, hem de onlarla birlikte olan aileleri, yakınları ve onlara yardım eden insanlar sinirli olabilirler. Hak ararken duyarsızlıklara karşı isyan edebilirler. O gün ben engelliler ve engellilerle ilgilenenlerin tepkilerini normal karşılamayı öğrendim. Ve bu ülkede gösterilen duyarsızlıklara karşı aynı tepkiyi göstermeye başladım.
Yazının Devamını Oku 20 Kasım 2003
Milli Takımımız'ın büyük başarılar içinde süren bir devri kapandı. Radikal değişiklikler yapma zamanı geldi. Daha başından itibaren çıkan 11'imizde büyük hatalar vardı. Ortasahada 3 tane pasör futbolcunun oynaması yanlıştı. Gökdeniz, çok daha önceden Tugay'ın yerine girmeli, Tümer ise Tuncay ile değiştirilmeliydi. Ayrıca sağda aksayan Ümit için de bir çözüm bulunması gerekirdi.
İleride Nihat'ın pek birşey yaptığını görmedik. Geçen sezonun İspanya'da harikalar yaratan futbolcusu bu mevsimde çok yazık ki sonbahar yaprakları gibi dökülen bir formsuzluk içindeydi. Evet, takımımız formda bir ekip değil, şöhretlerden kurulu bir 11'di. Buna takım bile diyemeyeceğim.
Şenol Güneş, yanlış bir 11 seçtiğini görmesine rağmen bir değişiklik yapmadı. Oysa özellikle birinci golden sonra takımı daha rahat oynayacak bir düzenle ikinci yarıya çıkartmalıydı.
Baş belamız frikikler
Tıpkı Ümit Milli maçında olduğu gibi, dün de başbelamız firikikler oldu. Çapraz ceza atışlarında yeterli önlemi alamıyoruz. Daha doğrusu duracağımız yeri bilemiyoruz. Çok şanssız bir olay. Her iki maçta da önce eleştireceğimiz kişi, takımın teknik sorumlusu olmalı. Yoksa ne Futbol Federasyonunun, ne başkanının, ne bu ülkede futbola meraklı milyonlarca insanın bu konuda suçu yok. Profesyonelce futbol oynaması gereken futbolcularımız bu öğeyi unuturlarsa, başımıza gelecek hep bu. Hatta biraz da fazla şımardık galiba.
Yazının Devamını Oku