Togay Bayatlı

Şölen ayındayız

10 Ağustos 2005
<B>AĞUSTOS </B>ayı tam bir spor şöleni şeklinde geçecek. İlk müjde futbol sezonunun başlangıcı. Her ne kadar takımlarımızın tümü tam hazırlıklı görünmese de, ağustosun sonuna doğru forma girmelerini göreceğiz. Ancak, futbolu çok ağır tempoda oynuyoruz. Topu ayağımızda çok tutuyoruz. Çalım yerine bir ikiyi tercih etmiyoruz. 90 dakikalık oyuna göre kondisyonumuzu ayarlayamıyoruz. Ve de şut atmada isabet yüzdemiz bir felaket. Hakemlerimiz de şu anda formda değil. Biraz çekingenler. Adeta büyük ekiplere prim vermediklerini göstermek için gerçek faul ve penaltılara gözlerini kapıyorlar. Bir de kendilerine el ve kol hareketleriyle, bağırarak itiraz eden futbolculara karşı tepki göstermiyorlar. Acaba bunun nedeni ne olabilir? Bir tahminim var, ama bunu şimdilik söylemeyeceğim.

Futbol seyircimiz ise takımlarını profesyonelce desteklemiyor. Bilinen sözler ve şarkılar. Oysa takımın topu kontrol altına almasıyla destek vermeye başlamalı. Yoksa küfürle, bireysel girişimlerle destek olunmaz. Hele kulüp yönetimi ve başkanına karşı hakaretlerin yeri stat değildir. Demokrasilerde çözüm yolu bulunur. Ama statlarda değil, demokratik ortamlarda bu yapılır.

UNIVERSIADE başlıyor

Evet, ülkemizde ilk kez bu kadar büyük çapta bir organizasyon perşembe günü perdelerini açıyor. Yaklaşık 9000 sporcunun, 14 branşta yarışacağını ifade edersek, UNIVERSIADE’ın ne olduğunu açıkça anlarız.

Tabi, bu oyunların Helsinki’de yapılan Dünya Atletizm Şampiyonası ile çatışması bir şanssızlık. Ancak, atletizm 15 Ağustos Pazartesi günü başlayacak, böylece Dünya Şampiyonası’na katılan yıldızların bir kısmı da İzmir’e gelecektir. UNIVERSIADE, hem ülkemiz ve hem de İzmir için çok önemli bir organizasyondur. Sadece İzmir’den değil, ülkemizin her köşesinden sporseverlerin stat, salon ve yüzme havuzlarını doldurmalarını beklemekteyiz.

Formula 1 de ağustosta

Türkiye ağustos ayında ilk kez Formula 1 ile tanışacak. Formula 1’in ülkemize gelmesinde çok az da olsa katkısı olan bir insan olarak onur duyuyorum. TMOK, Formula 1 için büyük manevi destekde bulundu.

Özellikle İstanbul, Formula 1 sayesinde yabancı meraklılarla dolup taşacak. Biz de Formula 1’in ne olduğunu öğreneceğiz. Ama şu bir gerçek ki, Türkiye uluslararası spor podyumunda önemli bir yer almaya devam edecek, devam etmeli de... Çünkü sporun her türlüsü topluma barış, dostluk ve anlayış getirir. Ayrıca, Formula 1 gibi dev uluslararası organizasyonların gerek maddi katkı ve gerekse tanıtım açısından bize ne kadar faydalı olacağı ortada.

Öncelikle dikkatimizi çeken konu, Formula 1’in gerçekleştirilmesinde devlet, iş adamları, spor yönetimi, medya ve ülkenin insanlarının bir arada çok anlamlı ve ahenkli bir çalışma yapmalarıdır. Sadece bunun mimarlarını değil, ülkemizin insanlarını da bu özverili çalışmaya katkıları nedeniyle kutluyorum. Bu gibi büyük projeler, organizasyonlar ancak bu şekilde başarı ile sonuçlanabilir.

Öyleyse, hep birlikte ağustos ayının getirdiği spor güzelliklerine katılalım.
Yazının Devamını Oku

Değişik bir spor yazısı

26 Temmuz 2005
<B>HERHALDE</B> gündemdeki transfer dedikodularını okumaktan sıkılmış olmalısınız. Her ne kadar bazı spor yazarı arkadaşlarımız bu dünyada da böyle diyorlarsa da hiç de öyle değil. Onlar gerçek olaylar ve yaz boyu devam eden spor organizasyonları ile ilgileniyorlar.

Evet ben size değişik bir spor olayını konu olarak sunacağım. Bildiğiniz gibi ilk antik spor müsabakaları Anadolu ve Pelonopez’de başladı. Ülkemizin tarihi hazineleri içinde Antik Olimpiyat Oyunları’nın yapıldığı stadyumlar da var. Bunlardan en büyüğü ise ‘Aphrodisias’ta.

Her yıl düşünülüyor

Şimdi Olimpiyat Komitesi bu seçkin ve değerli antik eserleri tanıtmak için uluslararası bir program düzenledi. Yaklaşık 38 ülkenin Milli Olimpiyat Komiteleri’nden genç spor ve tarih bilimcileri ülkemize davet edildi. Merkez olarak Aphrodisias’a en yakın Denizli kenti seçildi. Denizli’nin Valisi, Belediye Başkanı, Denizlispor Kulübü Başkanı ve Denizli Pamukkale Üniversitesi Rektörü ve Eğitim Kadrosu bu programın mimarları oldular.

Ağustosun ilk günü tarihi kent Aphrodisias’ta açılış seremonisi yapılacak ülkemizin dünyaya tanıtılmasında çok önemli bir katkı sağlayacak bu programda bir hafta boyunca muhtemel antik kentler gezilecek ve konuşmacılar yabancı konuklar bilgilendirilecek. Geyre Vakfı ve Ulusoy ailesinin katkılarını da ifade etmek istiyorum. Gönül isterdi ki başka kurumlar da böyle anlamlı bir girişime ortak olsun.

TMOK’un Kültür Komisyonu’nun yönetimi altında bu gibi çalışmaların her yıl yapılması düşünülüyor.

Oyunlar kritik aşamada

Üniversite Oyunları’nın başlamasına çok az zaman kaldı. Katılım sayısının rekor seviyeye gelmesi üzerine sporcular köyünde büyük sıkışıklık olması beklenmektedir. Ranza sistemine gidilmesi yanlıştır. Sonunda Universiad Kurulu değil organizasyon komitesi suçlanabilir.

Açılışta iki saat süreceği tahmin edilen sporcular geçiş töreninin bazı ön teknik önlemlerle kısaltılması gereklidir. En önemlisi, oyunların bir an önce başlamasıdır. Bu nedenle de konuk kafilelerin gelişlerinde ve köye yerleşmelerinde çok büyük kolaylıklar gösterilmesi gerekir.

Universiad yöneticileri ile görüşüp elenen sporcuların ülkelerine oyunlar bitmeden gönderilmelerini sağlamak gerekiyor.

Eğer organizasyonda büyük aksaklıklar çıkmazsa bu 2016 Olimpiyat adaylığımıza olumlu katkı sağlar. Bu nedenle organizasyonun tüm sorumlularının dikkatini çekmek istedik.
Yazının Devamını Oku

Çözüm arabulucuda

20 Haziran 2005
<B>FUTBOL </B>maçlarının televizyonda yayınlanmasından doğan gelirin paylaşımından çıkan bunalım, aslında akılcı ve gerçekçi bir değerlendirme ile bir çözüme ulaşabilir. Bu gelirden kısıtlı bir şekilde istifade eden 14 kulübün itirazlarına hak vermemek elde değil. Sponsor, forma gelirleri olmayan, maç hasılatlarını ise küçük kentlerin ekonomik durumu ile düşük olan kulüpler, birinci ligde oynayacak kapasiteli futbolcu bulmakta güçlük çekiyorlar. Anadolu'nun şartları sebebiyle yabancı ve yerli fubol yıldızlarını transfer edemiyorlar. Çözüm alt yapıda. Tabii, ekonomik yatırımlar yapmadan alt yapıyı da kuramazsınız. Ama beldelerin ve devletin olanaklarını her zaman kullanabilme şansına sahipler.

Trabzon dışında, Beşiktaş, F.Bahçe ve G.Saray'ın sponsor ve forma gelirleri çok iyi durumda. Gişe gelirlerinde F.Bahçe'nin dışında Trabzon da dahil olmak üzere hiç de iç açıcı değil. Devletten yardım aldıkları da bir gerçek. Ancak, bu konuyu açıkça ortaya sermekte fayda var. Bu üç kulüp hemen hemen 12 spor dalında Türk sporunun ayakta kalmasını sağlıyor ve futboldan elde ettikleri gelirlerden bir kısmını burada hizmete ayırıyor. Yaptıkları görev bence, Türk sporuna hizmet. 12 kulübümüzün bu gerçeği kabul etmesi gerekir.

Hakça çözüm getirilmeli

Ayrıca her hafta mutlaka 4 kulübün maçları yayınlanmakta. Tabii, bu da seyircinin maça gelmesini önlüyor. Yayıncı şirket zaten bu dört kulübün dışında yayın yapılmasını kabul etmez. Çünkü, bu kez seyirci adedi düşecek, ve yayın gelirlerini karşılayacak reklam alamayacaktır.

Görüldüğü gibi öfkeyle kalkmak herkes için zararlı olacak. Başta Türk futbolu bilecek, ayırım nedeniyle liglerin de bir heyecanı kalmayacak.

Öyle ise bir orta yola ihtiyaç var. Her iki tarafı da mutlu edecek bir uzlaşma yolu bulunabilir. Bundan kesinlikle eminim. Çünkü, 14 kulübün gelirlerini arttırınca sorun ortadan kalkar. Çözümler zaten bugün futbol gelirlerinin içinde var. Önemli olan futboldan üretilen maç yayını da dahil bütün gelirleri bir araya toplamak ve bunun hakça dağılımını sağlamaktır. Hakça sözünden eşitlik anlamı çıkmamalı. Hakça sözcüğü her kulübün hak ettiği anlamındadır. Devletten alınan aynı ve maddi yardımlar da göz önünde tutulmalıdır. Bazı Anadolu kulüplerinin kamp tesisleri dört büyük kulüpte yok. Hepsinde devletin veya mahalli idarelerin payı var.

Birinci Lig’de oynayan 18 kulübün başkan ve yöneticileri benim dostumdur. Hepsi gönüllü olarak hiçbir menfaat gözetmeksizin, sevgileri nedeniyle bu işi yapmaktadır. Gelin bir araya, Futbol Federasyonu, daha başka bir kişiyi ya da kişileri seçin arabulucular olarak oturun ve konuşun. Önce çözüm olanakları ve sonra hakça bir dağılım yapın.
Yazının Devamını Oku

İlginç bir araştırma

12 Haziran 2005
<B>İNGİLTERE'</B>de <B>Taylor Nelson Sofkus </B>adlı şirket tarafından 10-19 yaş arasındaki çocuk ve gençleri kapsayan, sonuçları bakımından dikkati çeken bir araştırma yapıldı. Bu araştırmaya göre, bu yaş grubunun yüzde 68'i televizyonda futbol izliyor. Atletizmi televizyonda izleyenlerin sayısı yüzde 25, kendilerinin de futbol oynadığını belirtenler ise yüzde 58.

Sonuçlara bakıldığında ColaTurka'nın Beşiktaş'ın forma sponsorluğunu alması doğru bir karar olarak gözüküyor.

Acaba öyle mi?

Önce şunu ifade edelim ki, bu yaş grubunun televizyonda yüzmeyi izleme oranı yüzde 14 de olsa yüzde 45'inin yaptığı tek spor yüzme. Evet, yüzme çocuklar ve gençler arasında en çok sevilen spor. Beşiktaş'ın ise yüzme sporu ile hiç ilgisi yok.

Çocuklar çok önemli

Araştırmalar derinleştikçe, bu yaş grubundaki çocukların kulüplerin sponsorlarını ebeveynlerinden daha iyi tanıdıkları ortaya çıkmaktadır. Çocuklardan marka sıralaması istendiğinde ilk söyledikleri Nike ve onu takiben Adidas ve Vedafon (cep telefonu operatörü) gelmektedir. Ebeveynler ise Vedafon, Adidas ve Nike firmalarını sıralamaktadır.

İngiltere'de Birinci Lige "Premier Lig" adı verildi. Bizde ise benim önerimle Birinci Lig "Süper Lig" olarak federasyonumuzca tanımlandı. Premier Lig'in sponsoru olan Barccay Card, hem çocuklar, hem de yetişkinler tarafından en çok tanınan isim.

Futbol Federasyonu Başkanı Levent Bıçakcı da "ligimize marka adı verelim" şeklinde açıklama yaparken sanırım bunu düşünmekteydi.

Aynı yaş grubundaki çocuklar TV izleniminde forma üzerinde markaların sadece yüzde 11'ini hatırlıyorlar. Ebeveynlerin ise yüzde 14'ü forma markalarının ne olduğunu biliyor.

Ülkemizde futbol çok konuşuluyor. Şirketler, kulüplerin formalarına büyük paralar ödüyor. Acaba bu kararları vermeden önce araştırma yapmaları gerekmiyor mu?

Olimpiyatların önemi

Dünyada en fazla sponsor reklamı Olimpiyat Oyunları'nda alınmaktadır. Bunu FIFA takip etmektedir.

Ülke sponsorluğunda ise gene Olimpiyat Komiteleri önde gelmektedir. Çünkü, IOC'nin ülke temsilcisi olarak görevi, Fair play'i ve marka ciddiyetini temsil etmektir.

Sponsor ve reklamcı için spor çok önemli bir araçtır. Ancak, sporla yapılan reklamlarda doğru mesajların doğru mecralarda verilmesi gerekir.
Yazının Devamını Oku

Yanlış taktik

5 Haziran 2005
<B>MİLLİ </B>Takımımız, Yunanistan'ın savunma yapıp zaman geçireceğini bile bile, ilk 25 dakika içinde çok ağır ve gamsızdı. Topu yere indirmeden ve verkaç yapmadan oynayınca ilk 45 dakikayı kaybettik. Üstelik formsuz olan bazı futbolcuların ısrarla oyunda tutulması ve zaman zaman 7-8 adamla orta sahada pres yapan, savunmayı dikkatle kuran Yunanlıların bu taktiklerine karşı önlem alınamaması, doğrusu beklediğimiz bir olay değildi.

İkinci yarıda Tuncay'ın oyuna girmesiyle takım hareketlendi. Ardından Necati'nin Gökdeniz'in yerine oyuna alınması sonrasında tempomuzun artması ve çok çabuk paslarla rakip sahaya inmemiz, formsuz Yunanlıları bunalttı. Ancak, gol ümidimiz Fatih Tekke, eline geçen fırsatları kullanamayınca, maalesef büyük bir avantajı kaybettik.

Yenmemiz gerekiyordu

Bu arada Yunanlıların direkten dönen topu da doğrusu bizim şansımızdı. Yazık oldu diyebiliriz. Neden yazık oldu... Çünkü bu takımın bu Yunanistan'ı yenmesi gerekiyordu. Televizyonlarda bu maçı izleyen yabancılar da sanırım bizimle aynı kanıda olacaklar. Ama ilk 45 dakikayı heba etmemiz, yerinde topları kullanamamız, zamanında adam değişikliği yapmamamız, hatta hatta 5 dakika kramp dolayısıyla 10 kişi oynamamıza rağmen, adam değiştirmememiz bizim için iyi puan olmadı.

Hakeme gelince... Markus Merk, hiçte tahmin etmediğim kadar kötüydü. İyi niyetli değildi. Yunan takımının, özellikle de kaleci Nikopolidis'in zaman geçirmek için yaptığı hareketlere sırtını dönmesi, kasıtlı davrandığının işaretiydi. Merk, artık hakemliği bırakmalı. Hakem yöneticisi mi olur, yoksa dişçiliğine devam mı eder, onu bilemem ama, şu yeşil sahalarda takımların gelecekleriyle artık oynamamalı. Onun adına üzüldüm.

Bundan sonra ne olur, bilemeyiz. Ukrayna'yı kendi evinde yenebilir miyiz? O çok kuşkulu bir durum. Ama gene de ümidimizi kaybetmeyip, o maçı kazanmaya inanmamızı diliyorum.
Yazının Devamını Oku

Nerede kaldı fair play

28 Mayıs 2005
<B>ÇOK </B>kritik bir lig dönemi yaşadık.<B> "Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu" </B>misali, kulüp yöneticileri fair play olgusunun dışında çok yanlış ve haksız demeçler verdiler. Özellikle Futbol Federasyonu ve hakemler üzerinde baskı kurmak için yapılan girişimler, aslında Türk futbolunun sonunu getirecek nitelikte idi. Bu yanlış ve ucuz konuşmaların medyada çok geniş bir şekilde yer alması ile büyük bunalım yaşandı. Hiçbir kulübün bir diğerini itham etmeye hakkı yok. Çünkü, hatalar her takım için yapıldı. Bunda Futbol Federasyonu'nda veya hakemlerde suç aramak ucuz bir yaklaşımdan ileri gidemez. Ve sonunda atılan ok, dönüp dolaşıp sahibini yaralar.

Bu ülkede çağdaş spor ve kulüp yöneticilerine gerek var. Sporda başarıyı bu gibi yanlış yollardan ararsanız, spora ihanet etmiş olursunuz. Hepimizin konuşmalarımızda ve demeçlerimizde çok dikkatli olmamız ve spora saygı göstermemiz gerekir. Fair play tüm spor yöneticilerinin uyması gereken bir olgudur. Birbirimize saygılı olmamız şarttır. Kulüplerin bu şekilde ağız dalaşına girdiği bir başka ülke yoktur. Lütfen ne kendimizi, ne sporumuzu ve ne de ülkemizi dünyaya rezil etmeyelim. Kulüpler Birliği bu konuda gereken işlemlerde bulunmalıdır.

Değişik ve çok keyifli bir turnuva

EĞER normal spor müsabakalarının dışında değişik ve de çok keyifli bir turnuva izlemek istiyorsanız lütfen bu hafta sonu Ataköy 4. Kısım'da Ahmet Cömert Spor Salonu'nu ziyaret edin. 17 Ağustos depreminde yaşamını yitiren Türk dostu Dr.Trawinski adına Bedensel Engelliler Spor Federasyonu ve TESYEV tarafından düzenlenen Uluslararası Sandalye Basketbol Şampiyonası'ndan müthiş heyecan ve zevk alacaksınız. Çok değişik bir basketbol müsabakası izleyeceksiniz. Tekerlekli sandalye basketbolunun ayrı tekniği ve taktiği var. Sporcular ayrı ayrı engelli handikaplarına göre yer almakta. Müthiş bir sürat, teknik ve beceri isteyen bir branş. Türkiye bu konuda bir hayli başarılı. Ancak, Türk halkının, Türk sporseverlerinin desteğine ihtiyaçları var.

Bu müsabakalara büyük kulüplerimizin yöneticileri de gitmeli. Beşiktaş'ın takımı var, G.Saray ilgileniyor, ayrıca F.Bahçe, Denizli ve Ankara kulüpleri... Futbol nedeni ile devletçe desteklenen kulüplerimizin engelli vatandaşlarımızın yaşamına da katkıda bulunmaları sosyal olduğu kadar milli bir görevdir.
Yazının Devamını Oku

Tarihi bir maç

26 Mayıs 2005
<B>ATATÜRK </B>Olimpiyat Stadı’nda bugüne kadar tarihinde görülmemiş bir skorla Şampiyonlar Ligi final maçı oynandı. Ve sonunda Liverpool penaltı atışlarıyla kupayı alıp, götürdü. Aslında maçın ilk 45 dakikasına baktığımızda 3-0’lık skorla 1. devreyi önde bitiren Milan’ın maçı kazanmış olduğuna kesinlikle stattaki tüm seyirci inanmıştı. Çünkü Liverpool görülmemiş şekilde ürkek ve kendi sahasına kapanan bir oyun oynayarak, adeta Milan’a ‘Gel benim kaleme gol at’ dedi. Tabii Milan da bu fırsatı kaçırmadı. Önce Maldini’nin 1. dakika dolmadan attığı ilk golden sonra Crespo’nun 2 golü Liverpool seyircisini susturdu. Milan oyun boyunca arzulu ve istekli oynayarak, hücumda çoğalarak, defanstan adam kaçırarak ilk yarı skorunu hakeden bir futbol oynadı.

Ya ikinci yarı

Evet, evet... Ya ikinci yarı... Müthiş bir Liverpool seyrettik. 13 dakikada atılan 3 gol. Bütün hatlarıyla İngilizler, adeta Milan kalesini abluka altına aldılar. Sağdan, soldan, ortadan dalga dalga İtalyan takımının üstüne gittiler. Önce kaptan Gerrard golü attı. Biz kendi kendimize ‘Hadi canım, Milan bu maçı alır’ diyorduk. Liverpool 2 dakika sonra ikinci golü atınca stattaki ve televizyon başındaki seyirciler herhalde yerlerinde biraz kıpırdadılar. Ve sonra 61’de Nihat’ın eski takım arkadaşı Alonso’nun golü skoru eşitledi. İnanılacak bir olay değil. Liverpool ikinci yarıda uyandı, gücünü kullandı ve skoru 3-3’e getirdi. Tabii burada Milan’ın lig yorgunluğunu açık seçik hissediyorduk. Hatta İtalya Başbakanı Berlusconi bile Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan ile görüşürken ‘Bizim takım yorgun. Bu maçı kazanamaz’ şeklinde endişelerini belirtiyordu.

Ne mutlu bize

Berlusconi
’nin aklına gelen, penaltı atışlarında başına geldi. İtalyanlar inanılmaz şekilde kötü penaltı attılar. İngilizler ise gene inanılmaz şekilde iyi penaltı attılar. Sonucu işte bu penaltılar tayin etti. Ve Milan böyle bir finali kaybederken, Liverpool da yıllar sonra yeniden Şampiyonlar Ligi Kupası ile buluştu. Biz de ülke olarak onurumuzla, gururumuzla ve çalışmalarımızla muhteşem bir finali dünyada 2 milyardan fazla insanın üstünde futbol meraklısına izlettik. Ne mutlu bize.
Yazının Devamını Oku

Adam gibi adamdı

22 Mayıs 2005
<B>BU </B>sözler değerli ağabeyim <B>Kahraman Bapçum'</B>a aitti. Ama onun izniyle dün toprağa verdiğimiz <B>Yılmaz Yücetürk </B>için bu doğru tarifi yapacağım. Yılmaz, gerçekten benim çocukluk arkadaşımdı. F.Bahçe Genç Takımı'nda onu (Suarez) adıyla taçlandırmışlardı.

Uzun yıllar Ankaragücü ve PTT'de orta sahada top oynadı. Müthiş bir virtiözdü. Çalımları ve top tekniği ile tüm seyircilere parmak ısıttırırdı.

Yılmaz, futbolculuğunu bitirdikten sonra Almanya'ya gitti. Önce Giessen Spor Yüksek Okulu'nda daha sonra Köln Yüksek Üniversitesi'nde doktora yaptı. Türkiye'ye büyük umutlarla döndü. Sabah akşam birlikte olduk. Planlarını, projelerini anlattı bana. Sultanahmet'teki eski olimpiyat evinde günlerce konuştuk. Futbol Fedarasyonu'na aldık. Ancak o Türk futbolunda devrim istiyordu. Türk sporunun belirlenmiş kalıplaın dışına çıkmasına, atılım yapmasına, gençliğin Atatürk'ün yolunda sporcu olarak eğitilmesini istiyordu.

Hayata küstü

Cumhuriyet Gazetesi'nde dün yeniden yayınlanan 14 Şubat 2004 tarihli yazısında ikimizin arasındaki diyaloğu şöyle anlatıyordu:

"Olimpiyat Komitesi Başkanı Togay Bayatlı... Yılmaz, benim çocukluk arkadaşım. Mükemmel futbol oynardı. Çok bilgilidir. Öğrenimini Almanya'da yaptı... Dürüsttür... Ama biraz delidir. Bu sözleri Başbakan Yardımıcısı M. Ali Şahin ve yanındakilerine anlatıyordu. Ben ona teşekkür ediyorum. Biraz delidir dediği için"

Tabi ki Yılmaz deli değildi. Yılmaz bir devrimciydi. Bilgi birikimi, heyecanı ve sevgisiyle Türk sporuna hizmet etmek istiyordu. Yaşamının tek nedeni buydu. Gittiği Afrika'nın en ucra köşesinde Elitre'de futbol öğretti. Düşündüklerini yapamamanın üzüntüsü nedeniyle yaşama küstü.

Ah benim biraz deli kardeşim. Olan sana oldu. Bu adam gibi adamı tüm statlarda, Birinci Lig maçlarında anacağız.
Yazının Devamını Oku