15 Mart 2006
ULUSLARARASI Atletizm Federasyonu’nun Genel Sekreteri Istvan Gyulai’nin geçen pazar günkü ölümü hepimiz için bir şok oldu. Istvan, uzun yıllar IAAF’ın Genel Sekreterliğini başarılı bir şekilde yürüttü. IAAF’ın perde arkasındaki en güçlü adamıydı. IAAF’dan önce Dünya Spor Yazarları Birliği (AIPS)’in Genel Sekreteri idi. Ben de o tarihte Yönetim Kurulu Üyeliği ve Asbaşkanlık yaptım. Çok iyi dosttuk. Dostluğumuz bugüne kadar sıcak ilişkiler ile sürdü. Atlet olarak Macaristan bayrağı altında yarıştı ve sonra Macar Devlet Televizyonu’nun spor bölümü müdürlüğünü yaptı. Oğlunu da bir atlet olarak yetiştirdi.
Türkiye’nin büyük dostuydu
Istvan, Türkiye’yi çok seven ve sık sık ziyaret eden bir dosttu. Süreyya Ayhan’ın aldığı son cezada benim telefonum üzerine cezanın başlangıç tarihini geriye çekerek atletimiz için bu sezon yarışma fırsatı sağladı. Ceza süresinin de kısıtlanması için ricalarımızı kırmadı ve bu konuda çalışacağına söz verdi. Ancak kansere yenildi. Son olarak kasım ayı sonunda Gürcistan’da Tiflis’te birlikte olduk.
Evet, Dünya ve Türkiye büyük bir spor adamını kaybetti. Toprağı bol olsun.
Halil Akkaş 1500 metrede yarışmalı
Moskova’da Dünya Salon Atletizm Şampiyonası’nda izlediğimiz tek Türk atletinin 1500 metredeki başarısı hepimiz için iyi bir örnek oldu. Akkaş, 1500 metre finalinde öylesine yarıştı ve 4. oldu.
Oysa 3000 metre finalinde 8:10.37’lik derece ile 12. sırada yer aldı. 3000 metrede dünyanın en güçlü atletleri var. Bekele Kardeşler, Saif Saaced Shaeen ve Elind Kipchange’yi geçmesi bir hayli güç. Dereceleri ortada. Ne kadar yorgun olduğunu söylesek de dereceler ve sonuçları dikkate almamız gerekiyor. Ben atletizm uzmanı değilim. Ancak atletizmi bilenlerin bu konuyu ele almaları gerektiğine inanıyorum.
Küfür cezayla önlenir
Stadlarımızdaki çirkin tezahürat ve küfür ancak kulüplere verilecek ceza ile önlenebilir. Toplu şekilde yapıldığı için kimi çekip ceza verebileceksiniz. Öyleyse bu olayda hem kulüp ve hem de taraftar ceza alacak. Yani kurunun altındaki yaş olan kulüp de zarar görecek.
Ve de tıpkı FIFA’nın yaptığı gibi küfür eden taraftarın kulübü bundan sonraki içerdeki maçını tam 400 km dışarıda oynayacak ve taraftarları stada alınmayacaktır.
O zaman kulüp kadar taraftar da cezalandırılmış olur. Hem de iki taraflı. Bir yandan kulübü deplasmanda oynayarak avantajını kaybedecek, diğer yandan taraftar bu duruma üzülürken maça da giremeyecek.
Bu işin başka çözüm yolu yok. Küfürün ve şiddetin kökünü kazımamız gerekli. İnsanca çağdaşlığa uyamıyorsak, bunun ceza ile yapılması gerekir.
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2006
TORİNO’da Kış Olimpiyatları başlar başlamaz herkes kaleme sarıldı ve sporcular, yöneticiler ve federasyon ağır bir eleştiri yağmuruna tutuldu. Üzüldüm... Bu eleştiriye değil, bu eleştiriyi yapanlara... Siz biliyor musunuz ki, Türkiye 2002 Salt Lake City Olimpiyatları’na ancak IOC’den bulunan fon ile Yeni Zelanda’da yarışlara iştirak ederek katılma hakkına sahip oldu.
Tabii hepimizin içi kan ağlıyor. Ama suçlu ne sporcu, ne antrenör ve ne de toplum. Suçlu medya. Bugüne kadar bu spora hiç önem vermeyen ve bu konuda bir tek yazı yazmayan, ekranda konuşmayan arkadaşlarımızda.
İstanbul’da bir buz salonu yok
Koca İstanbul, 14 milyona yaklaşan nüfusu ile dünyanın en büyük metropollerinden biri olmasına rağmen ilaç için bir buz salonu yok. Sadece Ankara’da, o da GSGM’nin kontrolüne girince doğru dürüst çalışmaya başladı ve bir de İzmit’te var.
Peki bunlardan sporcu çıkıyor mu? Zor. Çünkü ağır eğitim şartlarında sporcunun bu sporu saatlerce çalışacak zamanı yok. Okul yönetimlerinden özel ilgi de görmüyorlar. Birçok şampiyon sporcunun devamsızlık nedeniyle Spor Yüksek Okulları’nda sınıfta bırakıldığını biliyor musunuz? Neden bu sporculara özel telafi olanağı sağlanmıyor? Milli Eğitimimiz için spor sadece haftada 1 saat yapılan cimnastik çalışması. Bunun için de okullarda ne saha, ne salon ve ne soyunma odası ile duş var. Medya futbolun esiri olduğu sürece buna imkán yok.
Peki İtalyan nasıl yapıyor?
Futbolda dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olmasına rağmen İtalya, iki Kış Olimpiyatı organize etti. Torino’da buz sporlarının yapıldığı tam 5 salon var. Bunlardan ikisi buz hokeyi, biri oval adı verilen biri sürat pateni, biri artistik buz pateni ve biri kısa mesafe sürat pateni, sonuncusu ise curling için. Yani İtalyanlar sadece futbolun saplantısı içinde değiller, medya her spora önemli yer ayırıyor. Bunun kabaca nedeni ise çağdaş ülkelerde spor kültürünün gelişmiş olmasıdır. Torino’nun nüfusu 1 milyon, İstanbul’un nüfusu 14 milyon. Daha ne söyleyeyim.
Gelelim kayak sporuna
Kayakta İstanbul’a en yakın merkez olan Uludağ’ı çok kısa bir sürede berbat ettik. Sosyetenin eğlence mekánı oldu. Oteller pistlerin içine yapıldı. Oysa dünyada oteller pistlere zarar vermeyecek yerdedir. Dağların eteklerindedir. Dağa teleferikle çıkılır.
Erzurum, Kars gibi bölgelerde yetişen genç kayakçılara daha 20-22 yaşlarında kayak öğretmeni lisansı verilerek kayak sporunun temeline dinamit kondu. Gençler parayı bulunca yarışmayı bıraktılar. Başlarında bilgili bir federasyon, sponsor olmayınca spor aç karnına yapılmaz ki...
Mukavet kayağında ise yazın çalışacak pist yok. Sadece kışın kayıyorlar. Yaşları 18-22 arasında. Okulları var. Bu branşta olimpiyatlarda yarışanların hepsi profesyonel ve ortalama yaşları 28. Şimdi bu gençleri madalya almadı diye eleştirmek insafsızlık değil mi?
Lüks lokanta palavrası
Yazılarına çok değer verdiğim bir arkadaşım da, medyadaki palavralara inanmış ve Spordan Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in lüks bir lokantada sporculara yemek verdiğini yazmış. O yemekte TMOK Başkanı olarak ben de vardım. Tabldot yemek veren, tahta iskemleli, o kasabanın en ucuz lokantası. Sadece pizza ve makarna var. Bu mu lüks lokanta? Yapmayın, etmeyin, araştırmacılık nerede kaldı?
Torino Olimpiyatları’ndaki kış sporu branşlarından 9’unun spor tesisi Türkiye’de yok. Esas sorun burada. Önce gerçekleri araştırıp doğru bilgilere ulaşalım ve sonra görüşümüzü ve eleştirimizi yapalım. Bu ülkede bırakın Olimpiyatları, Türkiye Şampiyonaları bile doğru dürüst yapılmıyor.
Toprağın bol olsun Matti
24 yıl Dünya Spor Yazarları Yönetimi’nde en büyük dostum, yardımcım, hocam ve Genel Sekreteri Finli spor yazarı Matti Salmenkyla’yı kaybettik. Karıncayı bile incitmeyecek bir kalbi ve özellikle atletizm ve kış sporları üzerine müthiş bir deneyimi olan bir yazardı. Yıllarca olimpiyatlarda medya mensuplarının akreditasyonunu IOC adına yaptı.
Türkiye’yi ve Türkleri çok severdi ve akredite olan arkadaşlarımıza her zaman bilet verirdi. Bir can dostumu kaybettik, toprağı bol olsun.
Yazının Devamını Oku 1 Şubat 2006
TÜRKİYE’de son 2 yıl içinde gelişen doping olaylarının başlıca nedeni, sporcuların kısa zaman içinde Avrupa, dünya veya olimpiyat şampiyonu olarak köşe dönme olgusundan kaynaklanmaktadır. Ayrıca antrenörlere aylık maaş ödenmediği için sporcusu madalya kazandığı taktirde ödül verilmesi, doping olaylarının çoğalmasında rol oynamaktadır. Sporcular yanlış bilgilendirilmekte, yönlendirilmekte ve genç yaşta bu öldürücü belanın içine girmektedir.
Doping nasıl önlenir?
Doping konusunda başlıca görev federasyonlarındır. Her federasyon sporcularını eğitmek zorundadır. Her federasyonun doktoru, sporcuları ve antrenörleri dopingin zararları ve kullanılması yasak ilaçlar hakkında bilgilendirmelidir.
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün uyguladığı uluslararası müsabakalar öncesi doping kontrolü mecburiyeti, bu konuda olumlu bir harekettir. Ayrıca antrenörlerin ve doktorların da sporcuları doping yaptığında aynı cezayı alması gerekir. Suç sadece sporcuda değil, sporcuyu kontrol etmeyen, uyarmayan, onu bu gibi zararlı girişimlerden uzak tutarak önerilerde bulunmayan antrenörler ile gerekli dikkati göstermeyen doktorlarda da vardır.
Antrenörleri maaşa bağlamalı ve sporcusunun başarısına paralel ödüllendirilmemelidir. Federasyon başkanları ise sadece etiket için bu göreve gelmemelidir. Federasyon başkanı gönüllü olarak çalışıyorsa da zaman yoksa kimse onu bu işi yapmaya zorlamıyor. Eğer doping olayları bir spor branşında artıyorsa, bunda mutlaka federasyon başkanı ve yöneticilerde de kusur vardır. Demek ki sporcuları ile yakından ilgilenilmemektedir.
İtalya’da hapis cezası var
İtalya’da bir ara özellikle bisiklet sporunda dopingin çok yoğun olması nedeniyle bir kanun çıkartıldı. Doping yapan sporcuya mahkeme kararı ile hapis cezası verilmeye başlandı. Bu kanun hala geçerli. Bu nedenle İtalya’da bu ay içinde başlayacak Torino Kış Olimpiyatları’nda Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) zor durumda kaldı. Çünkü IOC kurallarına göre mahkeme kararı ile hapis cezası yok. İtalya Spor Bakanı ve Avrupa Olimpiyat Komiteleri Başkanı ve Torino Kış Olimpiyatları Oyunları Organizasyon Komitesi’nin hükümet komiseri olan Mario Pescante, bu konuda ilgi çekici bir çalışma yaptı. Sonunda İtalya Parlamentosu, olimpiyatlar süresince doping olaylarında İtalya kanunlarının geçerli olmadığını kabul etti.
Evet, doping sadece ülkemizde değil bütün dünyada var. Yapılan anketlerde sporcular hep köşeyi dönüp zengin olmak için doping kullandıklarını açıklamaktalar.
Ayrıca doping bir etik ve Fair-Play konusudur. Doping yapan sporcu aslında bence yapmayan sporcuların hakkını çalmaktadır. Bir nevi hırsızlık, ahlaksızlık ve sahtekarlık olarak kabul edilmektedir.
Yazının Devamını Oku 29 Aralık 2005
Biz sadece bir federasyon başkanı değil, düştüğümüz bu bataklıktan kurtaracak deneyimli, kişilikli, otoriter ve dünya futbolunu yönetenler arasında saygın bir yeri olan bir lider arıyoruz. Bu lider de tartışmasız Şenes Erzik’tir. TÜRKİYE liglerine verilen ara sırasında şimdi bütün dikkatler Futbol Federasyonu seçimlerine çevrildi. Şu sıralar, başkan adayları spekülasyonu başladı. Yanlış veya doğru, ortada birçok kişinin adı dolanıyor.
İsviçre maçlarının ardından çıkan olaylar nedeni ile Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu istifa etti. FIFA’dan ceza bekleniyor. Hakemlere bence haksız ve insafsızca, hiçbir veriye dayanmayan karalamalar başladı. Kulüp Başkanları kendilerine yakışmayacak şekilde birbirlerine ağır ithamlarda bulunuyorlar.
Milli Takımımız en kolay yapacağı işi başaramadı ve Türkiye bu nedenle Dünya Kupası’na katılamadı. Havaalanı içinde ve dışındaki olaylar, maç bitimi Şükrü Saracoğlu’nda futbolcular arasında çıkan çirkin kavgalar, Şifo Mehmet’in istifası Futbol Federasyonu’nun bir anda prestijini sıfıra düşürdü.
Biz şimdi sadece bir federasyon başkanı değil, düştüğümüz bu bataklıktan kurtaracak deneyimli, kişilikli, otoriter ve dünya futbolunu yönetenler arasında saygın bir yeri olan bir lider arıyoruz. Bu lider de tartışmasız Şenes Erzik’tir. Türkiye’de hiç kimse "Ben bu işi Şenes Erzik’ten iyi yaparım" diyemez. Bu bir geçiş süresidir. Yeniden yapılanmadır.
Adayları anlayışla karşılıyorum. Ancak bugünkü işimiz bir konsensüs yapıp Şenes Erzik üzerinde birleşmektir. Erzik sadece üç yıl bu görevi yapıp, Futbol Federasyonu’nun prestijini ve yeniden yapılanmasını sağladıktan sonra çekilmelidir.
Erzik için bir özveri
Aslında Futbol Federasyonu Başkanlığı Şenes Erzik için bir özveridir. UEFA Birinci Asbaşkanlığına gelmiş, FIFA’da yıllarca Yönetim Kurulu Üyeliği yapan bir insanın kendini bu kadar sıkıntıya sokması özveridir. Kimse bu ağır ve çapraşık sorumluluğu almaz. Ancak, yıllardır Türk futboluna destek vermiş Şenes Erzik’in bu görevden kaçacağına inanmıyorum. Gelin başta Sayın Bakanımız Mehmet Ali Şahin olmak üzere bu anlayışta birleşelim ve üç yıllık süre için yeniden yapılanma ve saygınlığımızı sağlamak üzere kuralım.
Bundan başka mantıklı çözüm bulmak imkánsız.
Adaylara saygılıyım ama...
Futbol Federasyonu Başkanlığı’na aday olanların tümüne karşı saygılıyım. Onların başarılı olmayacağını söylemiyorum. Sadece Türk futbolunu layık olduğu yere, her yönüyle yeniden getirecek bir ustaya ihtiyacımız var. Üç yıl öyle uzun bir zaman değil. Ve üç yıl sonra seçimi kazanırsanız kucağınızda her şeyi ile dört dörtlük bir federasyon bulursunuz. Önce adaylar bu konuda birleşmeli ve Şenes Erzik’in önünü açmalı. Sayın Şahin de Erzik ile görüşüp bu konuyu sonuçlandırmalı. İnanıyorum ki, Şenes Erzik böyle anlamlı bir yaklaşıma hayır demeyecektir.
İngilizce adı ile bir "care taker" olarak bu görevi başarı ile götürecektir. Demokrasilerde çoğulcu seçim her zaman çözüm değildir.
Yazının Devamını Oku 23 Aralık 2005
Crespo’ya haftada 225 bin, Lampard’a 216 bin YTL gibi rekor ücretler veren Rus işadamının kulübü, Ada’da tozu dumana kattı. Arsenal, Manchester United gibi kulüpler bile Chelsea ile rekabet edemez duruma düştüler.
RUS milyarder iş adamı Roman Abramovich’in, Chelsea’yi satın alması ile İngiliz futbol kulüpleri müthiş ekonomik bir bunalım içine girdi. Ve bu bunalım nedeniyle Arsenal, Manchester United gibi kulüpler bile Chelsea ile rekabet edemez duruma düştüler. Şu anda Chelsea takımı futbolcuları İngiltere’de en yüksek ücreti almaktadır. Şöyle ‘haftalık’ maaşlara isterseniz bir bakalım.
En yüksek ücreti alan Hernan Crespo’nun yıllık maaşı 4.512.000 Pound veya 10.828.800 YTL’dir. İngiltere Birinci Ligi’nde ortalama haftalık ücretin 15.000 Pound (36.000 YTL) olduğunu dikkate alırsak, Chelsea ile arada ne kadar büyük fark bulunduğunu görürüz. Diğer kulüpler de yıldız futbolcularını ellerinde tutabilmek için daha yüksek maaş vermek zorunda kalıyorlar. Hatta Manchester United, kaptanı Keane’ye 100.000 Pound’luk haftalık ödeme yapmaktan vazgeçtiği için Keane takımından ayrılıp 50.000 Pound haftalık ücretle İskoçya’ya transfer oldu.
Paralarla ne yapıyorlar?
Bu genç ve milyoner futbolculardan bazıları çok ilginç yatırımlar yaparken, bazıları da büyük yanlışlıklarla para kaybediyor. Bazı bankerler sadece futbolcuların yatırım portföyünü düzenliyor, İngiliz Profesyonel Futbolcular Birliği de bir şirket kurarak futbolculara yatırım danışmanlığı görevini üstlendi. Mesela, Manchester’ın genç yıldızı Wayne Rooney 4.5 milyon Pound’a şato gibi bir konak satın aldı. Ünlü futbol yıldızı David Beckham, İskandinav ülkelerinde orman arazisine yatırım yaptı. Manchester City’li Robbie Fowler satmak için 100 adet ev yaptırdı. Gary Neville, Dubai’de Palm Island’dan ev aldı. Liverpool’un Avustralyalı kanat oyuncusu Harry Kewell, İngiltere’de Chesire’deki evine kendi ülkesinden komple banyo malzemeleri getirtti.
Bir grup Birinci Lig takımlarının futbolcuları da 30 milyon Pound’luk bir sermaye oluşturup Karayipler’de villa yapmayı tasarlayan hayali bir firmaya para kaptırdılar. Bazıları film endüstrisine para yatırdılar. Ama değişik filmlere yatırma yerine yanlışlıkla aynı filmi finanse ettiler.
Ferrari tutkunları
Futbolcular akıllı ve akılsız yatırımlar yaparken Ferrari otomobili tutkunsundan da vazgeçemiyorlar. Bu tutkunun en şiddetlisi ise Manchester United’lı Paul Scholes’de. Onun iki Ferrarisi var. Aston Martin, Bentley, Mercedes gibi lüks otomobiller de futbolcuların gözdesi arasında.
Sonuçta, İngiltere Ligi’nde en karlı grup futbolcular. Kulüpler her geçen yıl biraz daha ekonomik sıkıntıya giriyorlar. Artık yabancı ülkelerin milyonerlerinin İngiliz Kulüpleri satın almaya başlamaları ile yabancı ülkelerden gelen Başkanlar bir süre sonra İngiliz futbolunu yönetecek gibi. Durum bunu gösteriyor.
HAFTALIK ÜCRETLER
Hernan Crespo 94.000 Pound (225.600 YTL)
Frank Lampard 90.000 Pound (216.000 YTL)
John Terry 80.000 Pound (192.000 YTL)
Damien Duff 70.000 Pound (168.000 YTL)
Didier Drogba 65.000 Pound (156.000 YTL)
Shaun Wright-Phillips 60.000 Pound (144.000 YTL)
Michael Essien 60.000 Pound (144.000 YTL)
Ricardo Carvalho 50.000 Pound (120.000 YTL)
Petr Cech 50.000 Pound (120.000 YTL)
Joe Cole 50.000 Pound (120.000 YTL)
Eidur Gudjohnsen 50.000 Pound (120.000 YTL)
Claude Makelele 50.000 Pound (120.000 YTL)
Arjen Robben 40.000 Pound (96.000 YTL)
Asier del Horno 40.000 Pound (96.000 YTL)
William Gallas 35.000 Pound (84.000 YTL)
Yazının Devamını Oku 17 Aralık 2005
ULUSLARARASI Olimpiyat Komitesi’nin sponsoru olan Samsung firmasının yaptığı bir organizasyon sonucu, olimpiyat komiteleri başkanları ile birlikte Torino 2006 Kış Oyunları Olimpiyat Meşalesi’ni Roma sokaklarında gezdirdik. Gerçekten hem benim, hem de diğer başkanlar için çok heyecanlı ve ilgi çekici bir etkinlik oldu bu.
Ancak meşale bu sefer bir hayli ağır. Tam 2,8 kilogram. Yani insanın kol gücü nefes gücünden bir hayli fazla olacak. Ama sıkışınca yanınızda koşan görevliler hemen yardımcı oluyor. Bu nedenle kimse meşale taşımaktan çekinmesin.
Futbol nereye gidiyor?
Futbolda Dünya Kupası’na katılamama ve İsviçre maçı öncesi ve sonrası çıkan olaylar bir hayli sıkıntı yarattı. Bence hepimizin soğukkanlı ve tarafsız bir şekilde bir değerlendirme yapması ve dedikodulardan uzak, sağlıklı bir karar vermesi gerekir. Futbol Federasyonu’nu değiştirmek veya bazı tavsiyelerde bulunmak isteyen kişilerin önce yeteneklerine, kimliklerine ve kapasitelerine bakmak gerekir. Aynı durum Futbol Federasyonu üyeleri ve tüm komisyon üyeleri içinde geçerlidir.
Seçim olacaksa adayların kimliği, eğitimi, lisan bilgisi ve en önemlisi bu konuda deneyimleri ortaya konulmalıdır. Kurullar içinde aynı şartlar geçerlidir. Başkanlar çok iyi derecede İngilizce veya Fransızca bilmeli ve yüksek tahsil şartı uygulanmalıdır.
Genel kurul kulis, hizip ve grupların hegemonyası ile seçime gitmemesi, önce kimi seçeceğini ve kimi kimle mukayese edeceğini bilmelidir. Kişisel menfaatler ve şahısların bir şey olma merakı değil, Türk Futbol Federasyonu’nun başarılı olması hedefi ana amaç gibi nitelendirilmelidir. Bağımsızlık ve demokrasi, kişilere kendi oy hakkını hiçbir yan etki altında kalmadan vicdanının sesini dinleyerek kullanması anlamını taşır. Bu da o kurumun bağımsız olduğunun simgesidir. Eğer gene hiziplerin ittirmesi ile bir takım menfaatler talep etme gibi olaylar olacaksa, gerçekten adaylık niteliğine sahip ve taviz vermeyecek insanlar ortaya çıkmaz. O zamanda seçilenler Türk Futbol Federasyonu’nu yönetecek insanlar değil, bu federasyonun sırtından bir şeyler elde etmek isteyenler olacaktır. Hiçbir grubun, kurumun ve kişinin Futbol Federasyonu üzerinde ipoteği veya hukuksal bir hakkı yoktur.
Ulusoy’un ikinci kitabı
Sevgili Saffet Ulusoy ağabeyimizden sonra Yılmaz Ulusoy’un da ‘Yılmayan bir adamın öyküsü’ adlı ikinci kitabını aldım. Mehmet Soysal’ın kalemiyle önce yaşamının, sonra meslek hayatının, yıllarca geçen çalışmanın ve ailenin öyküsünü adeta canlı bir şekilde işlemiş. Türkiye’nin en genç kulüp başkanı olan Yılmaz Ulusoy, Türk sporu konusunda da derin bir deneyim ve bilgi sahibidir. Dileriz Ulusoy’ları örnek alanlar çoğalır.
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2005
TÜRK Milli Takımı’nın İsviçre ile oynadığı iki milli maçta çıkan olaylar sonunda müthiş bir bunalım yaşanmakta Türk kamuoyunda. Şimdi bu görüntü çerçevesi içine diğer spor branşları da çekildi. Kısaca ortalık toz duman. Böyle havaları seven bazı yazarlarımız ile onlara karşı çıkmayı kendine meslek edinenler arasında da çatışmalar başladı. Hayret ettiğim nokta, bazı yazarlarımızın İsviçre takımının gelişinde havaalanında yapılan olayları normal karşılaması ve soyunma odasının kapısının kırılmasını es geçmeleridir. Hatayı hatayla kapatamazsınız. Türkiye’nin prestijine büyük bir çizik atılmıştır. Diğer yanda ise kendini ‘körler ve sağırlar’ programının sahibi sanan kişinin medyayı zanlı olan kişilere bir müzevir gibi şikayet etmesi, basın ve meslek ahlakına sığacak bir yaklaşım değildir.
Amacımız herkesi sükunete çağırmaktır. Olaylar oldu, geri dönüş yok. Futbol Federasyonu ve kurumları "Önce şu sorunu çözelim, kendimizi FIFA’da müdafaa edelim, sonra aile içinde ne gerekiyorsa yaparız" diyorlar. Bunu da bir çözüm şekli olarak kabul edebiliriz. Ama olaya sadece FIFA’nın verdiği cezalar ile bakmak yanlış olur. Önerim önce sonucu bekleyelim sonra sakin sakin, birbirimize çamur atmadan, medyayı kamuoyu önünde küçültmeden bir sentezde birleşelim. Birilerinin hemen federasyon başkanlığı adaylığına soyunmasını doğru bulmuyorum. Demokrasilerde her zaman çözüm bulunur.
Türk sporu da yara aldı
Futbol konuşulurken şimdi eleştiri Türk sporunun tümüne sıçradı. Şunu üzülerek belirtmeliyim ki, federasyon başkanlarında deneyim, eğitim, yönetim kabiliyeti, buna verebileceği zaman ve lisan şartı aranmalıdır. Eğer kişide bu yoksa federasyon başkanı olamaz. Bunu biliniz.
İkinci konumuz ise seçimler. Seçimler demokratik bir şekilde hiçbir gücün etkisi olmadan yapılmalıdır. Üçüncüsü ise diğer bütün dünya ülkelerinde olduğu gibi devlet sporu yönetmemeli, destek vermeli ve demokratik, bağımsız bir yönetim tarzına bir an önce gelinmelidir. Son şartımız ise hazırlanan yeni kanun tasarısının hiç olmazsa Olimpiyat Komitesi’nin görüşü alınarak meclise sunulmasıdır. Bunları istediğimiz için bize kızanlar ve küsenlerin, önce 1908 yılından itibaren Türk sporuna hizmet eden bir kuruma saygı göstermemelerinin bizi üzdüğünü bilmeleri gerekir.
Gelelim Daum ve F.Bahçe'ye
Milli hüzün bitmeden bu ülke bir de F.Bahçe bozgunu yaşadı. Milan karşısında ve maç sonunda Daum’un sporcularını ağır bir şekilde eleştirmesini hayretle izledik. Her zaman olduğu gibi başarı Daum’un, başarısızlık ise futbolcuların. Dört tane kontraatak golü var. Peki bu golün ilkini gördüğünde bir şeyler yapmak aklına gelmedi mi, Servet’i neden aslanın ağzına attın? Bir teknik adam sahadaki oyuna müdahale etmeyecekse kulübede neden durur? Evet, çok sıkıntılı, üzücü bir kasım ayı yaşadık. 100. yılını kutlayan güzide kulübümüz Galatasaray ve taraftarlarına ve gelecek yıl 100. yılını kutlayacak, Milan’a karşı örnek bir konukseverlik gösteren Fenerbahçe Kulübü’nden ve taraftarlarından beklediğimiz tek şey dostluk, centilmenlik ve Fair-Play. Lütfen bizi başka türlü görenler ve bu nedenle aleyhimize yayında bulunmak için buraya gelenlere bu fırsatı vermeyelim.
Yazının Devamını Oku 21 Ekim 2005
YILLARDIR hakem tayininde UEFA’nın çifte standardı devam etmektedir. Ve yıllardır bu uygulamada zarar gören ülkeler, her nedense UEFA’yı bu konuda uyarmıyorlar. UEFA, Avrupa’nın doğusundaki ülkelere batının en ucundaki hakemi göndermekte. Oysa batıdaki ülkelere ise komşularından hakem tayin etmekle haksız bir çifte standart uygulamaktadır. Çarpıcı örnek ise Fenerbahçe-Schalke maçının Lüksemburglu hakemi Alain Hamer. Lüksemburglu hakem, ikinci kez bir Alman takımına karşı yönettiği maçta ikinci kez Fenerbahçe için haksız kararlar verdi.
Olacak iş değil
Schalkeli futbolcular önceden verilen taktiğe göre, her ikili mücadelede kendilerini yere atarak, dramatik hareketlerle, bağırarak sakat numaralarıyla hakemlerin Fenerbahçeli futbolculara faul vermelerini ve kart göstermelerini sağladılar. Bu durum, Schalke Kulübü ile hakem Hamer’in arasında önceden bir ilişkinin olduğu kuşkusunu bizde yarattı. Hele hakemin Volkan’a Sand’ın yaptığı açık faulü görmeyip Fenerbahçe aleyhine ceza saha çizgisinden faul vermesi, olacak iş değil. Peki orta hakem görmedi, yan hakem ne yaptı?
Bugün Fenerbahçe’nin başına gelen, yarın Galatasaray’a, Beşiktaş’a ve hatta Milli Takımımıza uygulanabilir. Birilerinin bu konuda bir şeyler söylemesi gerekir. Tabii önce Futbol Federasyonu.
Volkan bunu hep yapıyor
Fenerbahçe kalecisi Volkan’ın kendine aşırı güvenmesi nedeniyle yaptığı çok hata var. Almanya ile evimizde oynadığımız ümit maçında yediği son dakika golünden başlayarak çok örnek verebiliriz. Arnavutluk maçında topu elinden düşürmesi gibi. Kaleci topu iki elle sıkı sıkıya tutar. Çevresinde ve arkasında rakip oyuncu var mı, kontrol eder. Sonra dikkatle ve çabuk topu çıkarır.
Volkan futbolcu değil, kaleci olduğunu bilmeli. Topu ayakla değil, önce elle tutması gerektiğini öğrenmeli. Ceza sahası içinde topu elle tutma yetkisine sahip tek kişi kalecidir. Ayrıca da Süpermen olmadığını anlamalı. Şovmenlikten vazgeçmeli. İşte o zaman büyük kaleci olur. Yoksa oyunun sonunu etkileyecek böyle bir iki hata daha yaparsa kaybolur gider.
Yazının Devamını Oku