Yeni sistem, vatandaşların ‘seçme hakkı’ konusunda ne tür düzenlemeler getiriyor?
Bu soruyu yadırgadınız mı?
Elbette Türkiye’de 1950’den beri düzgün seçimler yapılıyor, “seçme hakkı”nı serbestçe kullanıyoruz.
Öyle, fakat “seçme hakkı” bundan mı ibaret?
BAŞKAN YARDIMCISI?
Başkanlık sistemlerinin genelinde halk “başkan”ı ve “başkan yardımcısı”nı seçer.
Amerika, Brezilya, Arjantin...
Asya’ya gittikçe sadece
“Dün güzel bir gündü. Merkez Bankası’nın müdahalesi değil, asıl bağımsız olduğunun söylenmesi bile piyasayı rahatlattı...”
Kahveci, dünkü Karar’daki yazısında “kurumsal bağımsızlık” kavramının önemini vurguluyordu.
TÜSİAD kongresinde sürekli “hukuk, özgürlük, liyakat, çoğulculuk, adalet” gibi kavramlara vurgu yapılmasından da övgüyle bahsediyordu.
Gerçekten bir ülkede hukuka güven sarsılırsa, güç kolayca hukuku eğip bükebilirse o ülkede ekonomi sıkıntıya girer.
Teröre cüret veren bir güvensizlik ve gerilim zemini de oluşur.
MERKEZ BANKASI
Merkez Bankası (MB) örneğiyle “kamu kurumları”nın önemini anlatmak istiyorum.
Bir zamanlar Merkez Bankası’nın
Bugünkü yüksek tansiyonla referanduma gidilmesini terör örgütlerinin istismar edebileceği uyarısında bulundu.
Haklı fakat bunları baştan görmek gerekmez miydi? Terörle mücadele Temmuz 2015’ten beri devam ediyor.
Son aylarda Türkiye hem çok yönlü terör saldırılarıyla hem ekonomide ağırlaşan göstergelerle çok sıkıntılı bir süreçten geçiyor.
Bu sıkıntılar yetmiyormuş gibi bir de fevkalade elektrikli bir mesele olan sistem değişikliğini bu sıkışık gündemin içine sokmaktan sakınmak gerekmez miydi?
Aynı şekilde “İçime sinmiyor ama liderimin istediği gibi oy vereceğim” diye açıklama yaptıran, dahası görmediği metne imza attıran nasıl bir siyasi kültürdür?
Araştırarak ve hür iradeyle karar vermek yerine, göze girme ve “sürüden ayrılmama” kültürü ile demokrasinin “denetim” işlevi yapılabilir mi?
Partilerde toplumsal darboğazları aşacak yeni fikirler gelişebilir mi? Hatalar, yanlışlar önlenebilir mi? En önemlisi siyaset sınıfının kalitesi yükselebilir mi?
ÖZAL ZAMANINDA
Askerlerin yaptığı 1982 Anayasası’nda anayasa değişiklikleri oylamasında “gizli oy” hükmü yoktu. Merhum Turgut Özal zamanında Mayıs 1987’de yapılan anayasa değişiklikleri sırasında “gizli oy” hükmü getirildi.
Dönemin Adalet Bakanı Oltan Sungurlu 14 Mayıs günü yaptığı konuşmada, Meclis başkanı ve cumhurbaşkanı nasıl Meclis’te gizli oylamayla seçiliyorsa, anayasa değişikliği oylamalarının da “gizli” yapılmasını savundu. Açık oylamalarda “milletvekili iradesinin etki altında kalabileceği”ne dikkat çekti.
O zaman da “Milletten gizli oylama olmaz” gibi demagojik itirazlar olmuştu.
Sonunda Anayasa’nın 175. maddesine
“Bizim yaptığımız Atatürk anayasalarına dönmektir. Cumhurbaşkanı’na siyasi sorumluluk getirdik, yanlış mı yaptık?”
Bozdağ denetim ve dengenin nasıl sağlanacağından da bahsetmedi.
Halbuki başkanlık veya parlamenter, bir sistemin iyi işlemesinin de demokratik olmasının da önşartı denetim ve denge mekanizmalarıdır.
Sistem konuşmak, bu ilkeleri konuşmaktır.
‘PARTİ DEVLETİ’
Fakat iktidar sözcüleri hangi makama hangi yetkileri verdiklerini, bu yetkilerin nasıl dengelenip denetleneceğini anlatmıyor.
Ortada makul olarak “anlatılabilir” bir taslak olmayınca, böyle tarih referanslarıyla veya “iki kaptan gemi batırır” gibi içeriksiz benzetmelerle konuşuyorlar.
Bozdağ’ın
“Efendim, bu başkanlık sistemi kimin sistemi? Hiç kimsenin sistemi değil. 600 yıllık Türkiye’nin, Türk milletinin yönetim geleneğinin bir sonucudur.”
Fakat Osmanlı tarihinin bütün aşamalarında, bugünkü başbakanlığın bir bakıma karşılığı olan veziriazam ve sadrazam vardı. Padişahlardan güçlü sadrazamlar az değildi üstelik.
Reformist Sultan II. Mahmud modern kabine sistemini başlatmıştı, bu parlamentarizmin habercisiydi. Meşrutiyet’te ve Cumhuriyet’te gelişerek modern şeklini aldı.
Halbuki başkanlık sisteminde başbakan ve kabine yoktur.
TARİHİN ÖNEMİ
Hangi sistem olursa olsun çağımızda konuşulması gereken temel prensipler kuvvetler ayrılığı, denetim ve denge ilkeleridir.
Peki, tarihin önemi yok mu? Elbette var: Tarihe husumet veya hamasetle değil “gelişimin yönü”nü araştırma gözüyle bakmak her konuda zihin açıcıdır.
İşte, Osmanlı tarihinin gelişimi “
İzmir’de PKK’nın düzenlediği büyük katliamı önlemek için şehit düşen trafik polisi Fethi Sekin’i ve mübaşir Musa Can’ı dün ebediyete uğurladık. Allah rahmet eylesin.
Fethi Sekin’in kahramanlığına bakın: Teröristler bomba yüklü araçla adliye otoparkına girerek orada aracı patlatacaklar, patlamayla birlikte roketatarın ucuna takılan tanksavarla ve el bombalarıyla da adliyeye saldıracaklardı.
Korkunç bir facia olurdu...
HAYATIYLA ÖNLEDİ
Kahraman polis Fethi Sekin onları durdurdu, çatışmaya girdi, teröristlerden birini öldürdü, kendisi şehit düşerek büyük bir faciayı önledi.
Korkuyla ya da doğal bir refleksle pasif kalabilirdi. Hayır, üstün bir “vazife ahlakı”yla davrandı; kurşunu bitene kadar teröristlerle çarpıştı...
Toplumlar bu kahramanları unutmamalı.
Vatanseverlik, sorumluluk, fedakârlık, vazife ahlakı gibi yüksek değerler böyle örnekleri yücelterek, rol modelleri halinde benimseyerek gelişir.
“Baştan beri Suriye politikasının büyük yanlışlarla dolu olduğuna inananlardanım. Tabii ki Esad rejiminin, zalimlerin yanında yer alacak değiliz. Şimdi bunları tamir ediyoruz, düzeltiyoruz.”
Yanlış politika diplomatik alanda kalmadı, melun PKK ve DAİŞ terörü tırmandı.
Başbakan Yardımcısı Sayın Kurtulmuş “Türkiye’nin bugün başına gelen birçok şeyin Suriye’deki durum ve Suriye politikasının bir sonucu” olduğunu söylemişti. (18 Ağustos)
Suriye ve terör konularını çok yazdım, bugün konuya başka bir açıdan bakacağım.
ELEŞTİRİLER YAPILMIŞTI
Evet, Türkiye diktatör Esad’ın yanında yer alamazdı ama “değerli yalnızlığa” sürüklenecek kadar dozu kaçırmamak gerekirdi.
Muhalefet Suriye politikasını yüksek sesle eleştirmişti.
İktidar bu eleştiriler karşısında muhalefeti Esadcılık ve mezhepçilikle suçlamak ve meydanlarda yuhalatmak yerine...