DAİŞ’in kendince gayrimeşru saydığı hayat tarzlarına saldırarak Türkiye’nin fay hatlarını dinamitlemek istediğini herkes görüyor.
Katliamın ardından “kin ve düşmanlığa” kışkırtan tweet’ler, hatta “Oh olsun!” diyebilen tweet’ler sökün etti. Başbakan Yıldırım’ın uyarıları üzerine bu tür tweet’ler hakkında Ankara Savcılığı soruşturma açtı.
Fakat şimdi bir kaygı var; yargı acaba muhafazakâr kesimin hassas olduğu konularda gösterdiği titizlik ve gayreti bu soruşturmada da gösterecek mi?
‘ORTADOĞU DEVLETİ’
Öncelikle “devlet” ve “hukuk” kavramları üzerinde durmak lazım. Bu kavramlarda doğru bir anlayışa varılmadan ne yargı “tarafsız” hale gelebilir ne de devlet ayırımsız “kapsayıcı” davranabilir.
Tunuslu hukukçu Ali Mezghani’nin Ortadoğu’daki devlet tipini anlatan şu tespiti çok önemlidir:
“Bu devlet aynı zamanda hem otoriterdir hem de devlet olmanın gerektiridği işlevleri tam olarak yerine getiremeyen
Evli ve iki çocuklu bir kimse onlarca masum insanın üzerine nasıl yedi şarjör kurşun boşaltır?! Katliam yaparak barbarca öldürdüğü insanların anne ve babalarını, eşlerini, çocuklarını nasıl düşünmez?!
Kendi eşinin ve çocuklarının hayatlarını kararttığını bile düşünmemiş.
Görüyor musunuz, öfke ve aşırılık insanı nasıl canavar yapıyor?
DAİŞ Şii camileriyle çeşitli evliya türbelerini de bombalıyor.
Aklınca çeşitli eğlence merkezlerinde ortaya çıkan hayat tarzlarını, farklı mezhepleri ve evliya inanışlarını “küfür” sayıyor, “cihat” yaptığını sanıyor.
Bu konuları aydınlığa kavuşturmak herkesten önce samimi dindarların görevidir.
DİYANET NE DİYOR?
Diyanet’in “DAİŞ’in Temel Felsefesi ve Dini Referansları” adlı 40 sayfalık raporunu muhakkak okumak lazım.
Bu raporda belirtilen perspektife ve bilgilere sahip olmayan bir kimse, terörden din olarak İslam’ın sorumlu olduğunu sanabilir; İslamofobi böyle gelişmektedir.
Veya madalyonun öbür yüzünde, DAİŞ’in Reina katliamını tasvip etmese bile hayatını kaybedenlerin yaşantısına bakarak “oh olsun” anlamında tweet’ler atabilir. Böyle çok tweet atıldığı için Başbakan Binali Yıldırım, “örgütlerin amacına katkı sağlayacak paylaşımlardan” kaçınılmasını istedi.
Dün de Başbakanlık bildirisinde aynı vurgu yapıldı.
39 masum insan sırf yılbaşı eğlencesi yaptıkları için hunharca katledildi.
Hepsine Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarının acısını paylaşıyorum.
Bütün terör eylemleri elbette kınanır, elbette protesto edilir, Reina’da sergilenen terörün özelliği “hayat tarzı katliamı” olmasıdır!
Eğlenen masum insanlar yaşam biçimlerinden dolayı katledildiler.
Terör eylemleri için sürekli söylenen genel protesto ifadeleri, birlik ve beraberlik çağrıları “hayat tarzı” faktörünü gözden kaçırmamalıdır.
Çünkü hayat tarzları ya da yaşam biçimleri üzerinden öfke devam ettirilirse böyle barbarların çıkması sırf polisiye tedbirlerle maalesef önlenemez.
DİN VE ÖFKE
Zihin açıcı bir tesadüf, Cumartesi günü Karar gazetesinde ilahiyatçı Prof. Mustafa Öztürk’ün bir yazısını okumuştum. Prof. Öztürk
İnsanoğlu karanlıktan, belirsizlikten, meçhulden korkan; ışıkta ve aydınlıkta güven, mutluluk hisseden bir yaratılışa sahip.
Her çağda ve bütün dinlerde “nur” (ışık) kutsanmıştır.
Hıristiyanlığın dini ritüeli 25 Aralık’ta kutladıkları ‘Christmas’tır. Yılbaşı öyle değildir. Dileyen kutlar, dilemeyen kutlamaz.
Ben 2017 yılının ülkemize ve dünyaya iyilikler getirmesini diliyorum elbette. Fakat endişelerim var.
TEK İYİ HABER
2017 yılına girerken tek iyi haber Suriye’de ateşkesin sağlanmasıdır. Bu defa Türkiye, Rusya ve İran’la birlikte Esad rejimi ve “terörist olmayan” muhalifler anlaştığı için herkes daha bir umutlu.
İnşallah 6 milyon insanın göçmenlik trajedisi sona erer, Suriyeliler evlerine döner. Suriye’de istikrar sağlanırsa terör de büyük bir ivme kaybeder.
En büyük zararı Türkiye gördü, barış gelirse en fazla rahatlayacak olan Türkiye’dir.
Elbette iş ve ekmek; fakat bir o kadar önemli olan “huzur” ve “geleceğe güven” ihtiyacı had safhada.
15 Temmuz’daki barbar darbe teşebbüsü bu sene içinde oldu.
Terör mü? “Çözüm süreci”nin sona erip terörün başlaması Temmuz 2015’tir.
Moralimizi yüksek tutmaya çalışmak, hele de teröre karşı kenetlenmek hem insani hem milli bir görevdir.
Bu şuuru diri tutmak için vatani ve milli duygulara seslenmek de doğru.
Fakat sorunlar daha önceki yıllarda baş gösterdi.
Uzun vadede Türkiye’nin gücünü belirleyecek en önemli unsurlardan biri ekonomidir; bunu hiç unutmamak lazım.
BİR YIL ÖNCEYDİ
Bazen kavga etmiyorlar mı? Milletvekillerinin hepsi uzmanlık bilgilerine sahip mi? Yüksek tahsilli olmayanlar bile yok mu?
Dahası Prof. Burhan Kuzu, Meclis’te parmakların nasıl kalktığını Ahmet Hakan’a şöyle anlatmadı mı?
“Milletvekilleri ne yapıyor? Grup başkan vekillerine bakıyor. Sürü psikolojisi. Grup başkan vekili parmağını kaldırıyorsa kaldırıyor, indiriyorsa indiriyor.” (4.2.2015)
Kuzu böyle dese de ben muhterem milletvekillerimiz için “sürü psikolojisi” kavramını kullanmam ama hür iradeleriyle hareket ettiklerini göstermenin onların görevi olduğunu söylemekten de kendimi alamam.
Al Monitor sitesinde yazısı çıkan Rus Vladimir Avatkov, bir akademisyen fakat aynı zamanda Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Kamu Diplomasisi Merkezi’nin başkanı.
Rus Büyükelçi Karlov’un öldürülmesiyle çıkabilecek büyük krizi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yerinde ve zamanında tepki vererek” önlediğini, hatta ilişkilerin geliştiğini yazıyor.
Fakat dikkate almamız gereken şüpheleri de ileri sürüyor.
RUS GÖZLÜĞÜYLE
Avatkov’a göre Türkiye Batı’yı seçmiş bir ülke fakat bundan uzaklaşıyor, buna karşılık da ABD ve Avrupa’nın Türkiye’den desteğini çekmeye başlaması Türkiye’nin “ulusal güvenliğini zayıflatıyor”.
Avatkov “Türkiye’nin bölgesel güç olmakla yetinmeyip dünya güçleri arasına girme arzusu” taşıdığını, fakat Türkiye’nin kaynaklarının bunun için yeterli olmadığını da ileri sürüyor.
Avatkov şu sonuca varıyor:
“Türkiye dünyadaki yerini yeniden tanımlamaya çalışırken bölgesel gelişmeler ve Türkiye’nin dengesiz dış politikası ciddi riskler üretiyor. Bu yeniden tanımlama çabası Moskova dahil birçok başkentte endişeyle karşılanıyor.”