İktisatçı olmadığım halde bu meseleyi niye böyle önemsiyorum?
Faiz konusunu ‘rasyonel düşünme’ testi olarak gördüğüm için.
Eş dost arasında günlük ihtiyaç, sömürü anlamındaki faiz ayrı ve ahlaken de çirkin bir konu.
Fakat kredi hacmi 1.5 trilyonu bulmuş bir ekonomiden bahsediyoruz. Faize rasyonel yani iktisat biliminin verileriyle mi bakacağız, dünyada gittikçe yaygınlaşan “popülizm”, yani ucuz para isteyen kitlelerin gözüyle mi bakacağız?
Büyük mağduriyetlere yol açan 30 günlük gözaltı süresinin 7+7 güne indirilmesi, gözaltı döneminde avukatla görüşme yasağının kaldırılması ve “OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu”nun kurulması bunun göstergeleridir.
Belli ki hükümet, ağır OHAL uygulamaları yüzenden Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin bir yaptırım kararı almasını bu şekilde önlemek istedi.
Ne olursa olsun, yumuşama olumludur. Fakat OHAL’i yumuşatarak uzatmak, hele de OHAL şartlarında referanduma gitmek çok yanlış olur.
YUMUŞAMA ADIMLARI
OHAL döneminde yasaların tanımladığı “terör eylemi, terör örgütü, terör propagandası, yardım ve yataklık” kavramları yargı tarafından normal hukuka göre “olağanüstü” geniş yorumlandı, adeta gözaltı ve tutuklama furyası yaşandı.
Haber ve yazısından başka fiili olmayan gazeteciler tutuklandı, maaşları belli olduğu halde mallarına el koyuldu.
Hükümet, manevi işkence halinde eşlerin yurtdışına çıkma özgürlüğünün kaldırılması gibi hukuk ötesi, “olağanüstü” uygulamalar yaptı.
Şimdi bir yumuşama ihtiyacı duyuluyor. Gözaltı süresinin 7+7 güne indirilmesi ve avukatla görüşme yasağının kaldırılması güvenlik endişesinin azaldığını gösterir.
Kendisi bunu şöyle tanımladı:
“Bugün sadece yönetim bir partiden diğerine geçmiyor, aynı zamanda iktidarı Washington’dan (alıp) halkın kendisine geri veriyoruz.”
Yani Trump başkan olunca “halk” başkan olmuştu.
Eski başkanlar zamanında, “uzunca bir süredir başkentteki küçük bir grup, yönetimin tüm imkânlarından faydalanırken halkın kendisi bundan kendi payına düşeni alamamış”, politikacılar zenginleşmiş, ama “istihdam azalmış ve fabrikalar kapanmış”tı.
Trump’ın gelmesiyle “tüm bunlar artık değişiyor”du:
“Bugün sizin gününüz, bu sizin kutlamanızdır, ABD sizin ülkenizdir. Artık öncelik ABD olacak...”
ELİTLER VE HALK
Kendisinden önceki bütün başkanları ve dönemleri aşağılayan bu sözler, 21. yüzyılda her yerde güçlenen bir akımın ifadesidir: Popülizm, yani kurulu düzenlere başkaldıran kitlelerin duyguları...
Ankara-Washington ilişkilerinin bizleri memnun edecek yönde düzelmesini yürekten diliyorum.
Bütün dünyada yükselen popülizm Amerika’da iktidara geldi, bütün dünyayı etkileyecektir.
Amerika’da faizin yükseltilmesi doları nasıl güçlendirdi, hepimiz görüyoruz.
Suriye konusunda Türkiye ve Rusya uzlaşıyor ama ikisi de Amerika’yı Astana’ya davet ediyor; çünkü Amerika’sız olmuyor.
Dünyayı böyle etkileyen bir süper gücün başına Amerikan kurumlarına bile meydan okuyan bir popülistin geçmesi elbette fevkalade önemli.
DEMOKRASİNİN YUMUŞAK KARNI
Ünlü iktisatçı Daron Acemoğlu Foreign Policy dergisinde “Trump’a karşı son savunma bizleriz” başlığıyla bir makale yazdı. 20. yüzyılın ikinci yarısında dünyada çok sayıda askeri darbeler görülmüştü. Batılı demokrasilerde böyle bir şey düşünülemezdi.
Fakat Batılı demokrasiler sandıktan çıkan otoriter, popülist
NTV’deki sözleri şöyle:
“Merkez Bankası’nın hiçbir konuda eli kolu bağlı değildir. Merkez Bankası’nın adımları kurdaki oynaklığı önemli ölçüde giderdi. Merkez Bankası faiz aracını kullanabilir, bu da masadadır.”
Cumhurbaşkanı bütün ekonomik şartlarda ve yıllardan beri daima faizin indirilmesini savunduğu halde başdanışmanı faizin yükseltilebileceğini söylüyor. Yükselen dövize karşı faizi biraz artırarak TL’yi güçlendirmek yani.
Ertem’in sözlerini çok önemli buluyorum.
Bu da nereden çıktı demeyin. Öteden beri birçok kavgamızın temelinde bu kavramlara verdiğimiz farklı anlamlar var.
Bugünlerde gündemde bulunan anayasa ve sistem konuları da bu kavramlara verdiğimiz anlama göre çok farklıdır.
Benim bugün bu konuyu yazmamın sebebi, Kadir Has Üniversitesi’nin yaptığı “Türkiye Sosyal Siyasal Eğilimler Araştırması”nda bu kavramların yer almasıdır.
“Türkiye’nin şu anki durumunu en iyi hangi kavram ifade eder?” diye sorulduğunda toplumumuzun yarısı “Avrupalı” bir halimizin olduğunu söylüyor, öbür yarısı “Ortadoğulu” diyor.
Sosyalist, sosyal demokrat gibi muhalif kesimler Türkiye’nin şu anki durumunu “Ortadoğulu” ve “geri kalmış” görüyor.
Fakat “dindar” ve “muhafazakâr” kesimlerde “Avrupalı” ve “modern” kavramları ağır basıyor. İlginç değil mi?
AVRUPALI MODERN DEMOKRAT
Kendisini
Samanlığın içinde iğneyi bulup çıkardılar.
Yılbaşı gecesi Reina’da gözünü kırpmadan 39 insanı katletmiş, müthiş bir soğukkanlılıkla çıkıp kayıplara karışmıştı.
Canlı ele geçirilmiş olması çok önemli: Evvela yapanın yanına kâr kalmadığı görülecek, bir hücrede bütün ömrü boyunca cezasını çekecektir. Bu, hem adalet duygusu bakımından gereklidir hem polisin böyle bir başarıyı sergilemesi başka eylemler için caydırıcı olabilir.
Katilin ifadesinde vereceği bilgiler, Orta Asya’dan Türkiye’ye uzanan cihadist terör organizasyonu ve Türkiye’deki gizli hücreler hakkında aydınlatıcı olacaktır.
Onun için çok kolay ve çok keskin kutuplaşıyoruz.
İşte “müfredat” konusunu pedagoji diliyle değil, ideoloji diliyle konuşuyoruz! Yeni müfredat önerisi de böyle.
Çokuluslu imparatorluk devam edebilirmiş gibi muhafazakârlar Cumhuriyet’in “uluslaşma” projesini eleştirir.
Uluslaşma doğru bir hedefti, yanlış olan otoriter uygulamalardı.
TEMEL KAVRAMLAR
Halbuki uluslaşma Abdülhamid’in de özlemiydi. “Çokuluslu” olan imparatorluğu bir arada tutmanın zorluklarını görüyordu. “Ülkeler fetheden ecdadımızın bu kadar farklı kavimleri bir kanuna ve ortak bir duyguya bağlamayı” ihmal ettiklerini söylüyordu.
Bunu Meclis’in yapmasını bekliyordu.
Tanzimat’ta hukuk birliği davası, Meşrutiyet’te Mebusan Meclisi ve Cumhuriyet’te Türkiye Büyük Millet Meclisi hep aynı amacın kurumlarıdır: Ortak bir meşruiyet ve siyasal katılma yoluyla bütünleşmiş bir millet olma davası...