Paylaş
“Dün güzel bir gündü. Merkez Bankası’nın müdahalesi değil, asıl bağımsız olduğunun söylenmesi bile piyasayı rahatlattı...”
Kahveci, dünkü Karar’daki yazısında “kurumsal bağımsızlık” kavramının önemini vurguluyordu.
TÜSİAD kongresinde sürekli “hukuk, özgürlük, liyakat, çoğulculuk, adalet” gibi kavramlara vurgu yapılmasından da övgüyle bahsediyordu.
Gerçekten bir ülkede hukuka güven sarsılırsa, güç kolayca hukuku eğip bükebilirse o ülkede ekonomi sıkıntıya girer.
Teröre cüret veren bir güvensizlik ve gerilim zemini de oluşur.
MERKEZ BANKASI
Merkez Bankası (MB) örneğiyle “kamu kurumları”nın önemini anlatmak istiyorum.
Bir zamanlar Merkez Bankası’nın “vatan hainliği” derecesinde siyasi suçlamalara maruz kaldığını biliyoruz.
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı da iktidar medyasının hedefi olmuştu:
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın başkanı “faiz lobisinin kaos planı” içinde gösteriliyordu!
Kamu görevlisine nasıl bir baskıdır bu!
Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’in Merkez Bankası’nı savunan mütevazı açıklamaları çok etkili olmamıştı.
HALKA HESAP VERMEK
Öyle suçlamalar yapılırken dolar 2.68 liraydı. Bu hafta 3.90’ı gördü.
Bu defa Cumhurbaşkanı Erdoğan Merkez Bankası’nın “imkân ve kabiliyetini” vurguladı.
Mehmet Şimşek ve Nihat Zeybekci “Merkez Bankası’nın eli kolu bağlı değildir” diyerek bankanın bağımsızlığını vurguladı.
MB’nin güçlü ve güvenilir olması lazımdı.
Elbette MB ve kamu kurumları “halka hesap vermezler”.
Fakat zaten oy hesabıyla değil, “hukuki ve rasyonel” prensiplerle çalışsınlar, kamuoyu araştırmalarıyla değil, teknik verilerle karar alsınlar diye vardır bu kurumlar.
Gelişmiş ülke olmak için siyasi kültürde “kamu kurumları” kavramının güçlü bir şekilde yerleşmiş olması, anayasal sistemin de bunu sağlaması gerekir bu çağda.
YENİ SİSTEMDE
Eski zamanlarda kurumlar kral veya padişahın şahsi emirlerine göre hareket ederlerdi. Modern zamanlarda ise kamu kurumlarının “hukuki rasyonel” görev kurallarıyla hareket etmesi temel bir anayasal prensiptir.
Konu, sistem tartışmaları bakımından da çok önemlidir.
Cumhurbaşkanı bakanlıkların teşkilat yapılarını ve kamu kurumlarını kararnameyle istediği gibi düzenleyecekse, kamu kurumlarının “hukuki rasyonel” işleyişi bundan nasıl etkilenir?
HSYK’nın yarısını cumhurbaşkanı, öbür yarısını partisi atayacaksa, politikacı adalet bakanı HSYK’nın başkanı, müsteşarı da doğal üyesi olacaksa, adalet kurumlarına güven artar mı, azalır mı?
Bunları sormak kimsenin aklına gelmedi maalesef!
21. YÜZYILDAYIZ
Fransızlar yargı “daha güvenilir olsun” diye 2008 reformuyla cumhurbaşkanı, adalet bakanı ve müsteşarını HSYK’dan çıkardı.
HSYK gibi kurullarda yargı içinden gelen üyelerin büyük çoğunluğa sahip olması bir evrensel prensiptir.
Biz ne yapıyoruz?... Tersini.
Unutmayalım, Komünist Çin’in Amerikan hukuk fakültelerine öğrenci gönderdiği bir çağdayız.
“Kamu yönetimi”nin bağımsız bilim dalı haline geldiği bir çağdayız.
Politikacı elbette oy almaya çalışacak. Kamu kurumlarının ise “hukuki rasyonel” kurallarla çalışması, “teknik verilerle” kararlar alması bir zorunluluktur. Aksi takdirde hukuka ve kurumlara güven kalmaz.
Hukuk tarihimizin büyük isimlerinden Cevdet Paşa, yüz elli yıl önce “devlet-i muntazama” (düzgün işleyen devlet) kavramıyla bu özlemi ifade etmişti.
21. yüzyıldayız; çok gecikmedik mi?
Paylaş