‘Kötü para’ dediğim bütün popülist akımlarda görülen ölçüsüz hamasettir, kutuplaşmadır, güç tutkusudur, öfkedir, partizanlıktır...
Kovulan ‘iyi para’ ise hukuktur, siyasi ve ekonomik rasyonelliktir, itidaldir, uzlaşma kültürüdür, liyakat ilkesidir.
Kaliteli muhafazakâr kalemlerimizden Mustafa Karaalioğlu, Kemal Öztürk, Mehmet Ocaktan ve ‘yönetim’ profesörü olan eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer gibi isimler de “seviyesizlik, bürokraside kalitesizlik, kah-ı rical” gibi kavramlarla bunu anlatıyorlar.
POPÜLİST KUTUPLAŞMA
Batı’da yükselmekte olan aşırı sağ popülist akımlar sürekli halkın milli duygularına ve ekonomik endişelerine hitap ediyorlar, İslamofobiyi körüklüyorlar.
Göçlerle kozmopolitleşme ve terörle tehdit edilme duyguları ve gelir dağılımının bozulmuş olması bu akımları besliyor.
Sadece aşırı sağ mı?
Jan-Werner Müller’in
Hâkimlere hakaret etmemek kaydıyla ve mahkeme salonunun dışında, yargılamaların lehinde, aleyhinde gösteriler yapılabilir.
15 Temmuz’un ülkeye verdiği korkunç zarar düşünüldüğünde, böyle tepkiler olması tabiidir.
Mesele devlet adamlarının, politikacıların, hukukçuların, kamuoyu önderlerinin nasıl davrandığıdır.
‘İDAM İSTERİZ’
Akıncı Üssü, darbe girişiminin merkez üssü olarak kullanılmıştı; bu konudaki davayla ilgili haberleri TV’den izliyorum. AK Parti Keçiören teşkilatından gelenler idam istiyorlardı. Davaya müdahil olarak orada bulunan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı’ya idam istediklerini anlattılar.
Ellerindeki idam iplerini göstererek “Biz ipi getirdik, bunu takmak size ait” dediler.
Buraya kadar normal.
Ben ümitli bir şekilde hukukçu Hayati Yazıcı’nın tepkisini merak ediyorum. Ümitli diyorum çünkü Yazıcı, tam bir yıl önce 30 Haziran 2016’daki konuşmasında idama karşı çıkmış, getirilse bile geriye yürümeyeceğini söylemişti.
Bardakoğlu Hocamız “Kuran Araştırmaları Merkezi”nde akademik çalışmalar yapıyor.
Görmez’in ayrılması da böyle oldu. Ahmet Davutoğlu’nun dediği gibi Görmez de “onur ve vakar ile görevini bıraktı”, o da “kendisini ilme verecek”.
DİYANET’İN YERİ
Görmez’in eleştirilecek davranışları olabilir fakat referandum kampanyasında Diyanet camiasını kararlı bir davranışla siyasetin dışında tutmuş olması ile İslam anlayışı konusundaki akademik yaklaşımı önemlidir.
Diyanet, devlet kurumu olduğu için her devirde iktidarların siyasi taleplerine maruz kaldı. İktidarlar Diyanet’i genellikle emirlerindeki bir “bürokratik kuruluş” olarak gördü.
Adalet Partili bir bakanın 1965 yılında Diyanet İşleri Başkanı merhum İbrahim Elmalı hakkında “tapu kadastro müdüründen ne farkı var” sözü, veciz bir itiraftı.
Prof. Görmez de dünkü veda konuşmasında Diyanet’in bu yapısal sorununu şu sözlerle ifade etti:
“Bu köklü müessesenin salt bürokratik bir kurum mu, yoksa ilmiyeyi de temsil eden, dini-manevi hayatımızı sevk ve idare eden bir müessese mi olacağına artık kesin şekilde karar verilmelidir.
Bazı okurlarım bunu önyargılı bulabilir.
Halbuki Türkiye’de eğitim sistemleri konusunda uzmanlaşmış bilim adamları, sivil kurumlar, tecrübeli eğitimciler var. Siyasi değil “kalite” kıstasıyla bu kişi ve kuruluşların çağrıldığı bir şûrada tartışılarak müfredat hazırlansaydı kim ne diyebilirdi?
184 BİN GÖRÜŞ!
Milli Eğitim diyebilir ki internete koyduk, 184 bin eleştiri ve öneri aldık, inceleyip değerlendirdik...
Sorun tam da budur zaten: Tartışma ve müzakere olmadan, görüşlerinizi söyleyin, doğrusuna biz karar veririz!
Siyaseten otoriter, akademik açıdan çok dar bir anlayış.
Çünkü bir teoriye karşı farklısı ileri sürüldüğü zaman tartışma ve müzakere yapılmazsa kâğıt üzerinde kalır...
Onun için
Osmanlı’da da Cumhuriyet’te de basının hür olduğu dönemler kısa aralıklardır.
AİHM gazetecinin tutuklanmasını “özgürlüğün caydırılması” olarak tanımlar, bizde ise pek çok gazeteci tutuklu.
Öncelikle, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dünkü sözlerine bakalım:
“Gazetecilerin her zaman tutuksuz yargılanmasının doğru olduğunu söylemişimdir. Şimdi de gazetecilerin tutuksuz yargılanmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.”
Bir gazeteci ve hukukçu olarak Sayın Gül’ü bu açıklamasından dolayı kutluyorum.
TEMELDEKİ SORUN
İktidar diyor ki, Türkiye’de gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklanan kimse yoktur; bunlar “terör örgütü” ve “casusluk” gibi suçlardan tutuklanmıştır...
Temeldeki sorun şudur: Mahkemeler bu kavramları siyasi iktidarın söylemine göre mi tanımlıyor, yerleşik içtihatlar ve evrensel hukuktaki tanımlara göre mi?!
Evvela şunu tespit edelim: İslamda “dini nikâh” diye bir şey yoktur. İslamda nikâh, iki şahitle yapılan özel ve sivil bir sözleşmedir.
Nikâh işleminin din adamı tarafından veya dini bir mekânda yapılması da şart değildir.
Hıristiyanlıktaki “kilise nikâhı”nın aksine, İslamda nikâh töreninin camide yapılması gibi bir şart da yoktur.
Kamu otoritesi, nikâhın hukuki geçerlilik şartlarını toplumsal ihtiyaçlara göre düzenleyebilir.
Bunları Hayrettin Karaman Hoca, “Mukayeseli İslam Hukuku” adlı eserinde yazıyor. (Cilt 1, s. 292-294)
Şu halde nikâhı müftünün kıyması fıkıh bakımından da bir gereklilik değildir.
TARİHİN EVRİMİ
Tarihte nikâh işlemini kayda geçirip hukuken meşru kılacak kamu kurumları yoktu. Mahallenin, köyün büyüğü olarak nikâh işlemlerini imamlar yapardı.
İçinde bulunduğumuz konjonktürde Türkiye için en acil sorun, terörle mücadelesini demokrasi dünyasına anlatabilmektir.
PKK’nın “özgürlük savaşı yapan silahlı örgüt” olarak görülmesiyle, “demokrasi düşmanı totaliter silahlı örgüt” olarak görülmesi çok farklı davranışlara yol açar.
Türkiye’yi otoriterleşen bir ülke, PKK’yı ise silahlı özgürlük savaşçısı olarak görenler, PKK’nın silahlı eylemlerini kınasalar bile bu harekete siyasi destek verebilir; ki genel tablo böyledir maalesef.
‘KOMÜNAL’ İDEOLOJİ
Cehalet, Lozan’la ilgili bilgisizlik...
Husumet?... Yunan kazansaydı diyebilecek kadar kör bir kin.
Etraflı araştırmalardan elde edilmiş objektif bilgiler söz konusu olmayınca bir yığın uydurmalar, çarpıtmalar tezgâhlanıyor.
Lozan’ın gizli maddeleri varmış, 2023’te geçerliliği bitiyormuş gibi...
Ege adalarını ve Musul’u alabilirmişiz de almamışız gibi... Amerika Lozan’ı onaylamamış imiş, niye imiş gibi...
Hele de “Lozan’da 2.5. milyon kilometrekareden 780 bin kilometrekareye düşdük” sözü akla ziyandır.
İSTİKLAL-İ TAM
Bu konuları defalarca yazdığım için bugün başka bir açıdan bakacağım: İstiklal!