Mesela Fransa’da Marien Le Pen iktidara gelseydi gibi... Fakat Polonya ve Macaristan komünizmden 1980’lerde çıkmış ülkelerdir, demokratik kurumları tabii ki Fransa kadar güçlü değil. Fransa’da Anayasa Konseyi, Sarkozy’e baş eğdirmiştir... Amerikan yargısı ve kuvvetler ayrılığı kurumları Trump’ı nasıl “dengeliyor ve denetliyor”, görüyoruz.
Lakin iki popülist lider, Macaristan’da Victor Orban, Polonya’da Jaroslaw Kaczinsky anayasa mahkemelerini dize getirmek üzereler.
BAĞIMLI YARGI ÖZLEMİ
Jaroslaw Kaczinsky’nin Hukuk ve Adalet Partisi 2001 yılında kuruldu ve iktidara geldi. 2015’te Anayasa Mahkemesi sorunu patlak verdi.
Polonya Meclisi’nde çoğunluk olan Hukuk ve Adalet Partisi, “bir gece yarısı” AYM’ye beş üye seçiverdi. AYM ise bunlardan ikisinin gerekli şartlara sahip olmadığına karar verdi. Kıyamet koptu...
Parti AYM’yi ele geçirmek istiyordu, buna AYM engel olmuştu.
Kaczinsky “Polonya’da kötü olan her şeyin kalesi AYM’dir” diyordu.
Nihayet Anayasa Mahkemesi’ni siyasi kontrol altına alan anayasa değişikliğini parlamentodan geçirdi; yaygın protestolar üzerine Cumhurbaşkanı Duda dün bunu veto etti. Parlamenter sistemde cumhurbaşkanının denetleyici ve dengeleyici rolüne bir örnektir Duda’nın bu tavrı; aynı partiden olduğu halde.
İngiltere’nin İsrail projesinde bile Kudüs ve Mescid-i Aksa Müslümanlarındı. İngiltere 1922 yılında Aksa’da restorasyon yaptırmış ve bunu ünlü Türk Mimarı Kemalettin Bey yönetmişti.
Mescid-i Aksa 1967 savaşındaki Arap yenilgisinden beri İsrail’in işgali altında.
İsrail’in Aksa Camisi’ne Müslümanların girişlerini ve ibadetlerini kısıtlama girişimleri elbette büyük tepkiler çekiyor. Geçen cuma ancak 50 yaşından büyük Müslümanların namaza girmesine izin verdiler! Koydukları metal dedektörler büyük tepki çekti. Şimdi metal dedektörleri kaldırıp el dedektörlerini kullanacaklarmış.
İKİ ZEHİRLİ OLAY
İslam dünyasını öfke ile zehirleyen iki olay, Filistin ve Afganistan işgalleri oldu. Arap milletçisi ve ardından İslamcı bütün radikal hareketlerin kökeninde bu iki olayın tetiklediği öfkeler vardır.
Gazze’de hâlâ facialar yaşanıyor.
Böyle bir birikim olur da Mescid-i Aksa’ya müdahale tepki doğurmaz mı?
Dünya’da hangi mabede böyle bir uygulama yapılıyor?
Necmettin öğretmen 23 yaşındaydı, bu yaz nişanlanacaktı. Kim bilir ne mutlu hayalleri vardı. Şanlıurfa’dan memleketi Gümüşhane’ye dönerken Tunceli-Pülümür arasında PKK’lı teröristlerce yolu kesildi, şehit edildi.
Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın.
Şehidin hatırasına sahip çıkan, teröre karşı dik duran Tunceli CHP Milletvekili Gürsel Erol’u kutluyorum. Terörü protesto etmek için dün yürüyüş yapan Tunceli halkını da kutluyorum.
PKK’NIN EYLEMLERİ
Bu satırlar yazılırken Tunceli yürüyüşü başlamamıştı. Düşündüm ki, PKK’lı teröristler öğretmen, öğrenci, doktor, hemşire, işçi katlettiğinde Diyarbakır’da da HDP bir yürüyüş yapsaydı...
Bugüne kadar olmadı çünkü ideolojik ve siyasi bağları var. Sadece bazen “kabul edilemez” gibi açıklamalar yaptılar.
Fakat artık zamanı gelmedi mi? Yaşananları gözden geçirerek HDP’nin yeni bir politika geliştirmesi gerekmiyor mu?
“Çözüm süreci”
Kadir Has Üniversitesi her yıl “Türk Dış Politikası Kamuoyu Araştırması” yapıyor. Rektör Prof. Mustafa Aydın bu yılki araştırma hakkında dün bir grup gazeteciye bilgi verdi.
“Yalnızlık” psikolojisi bu araştırmada da ortaya çıkıyor.
“Türkiye dış politikada hangi ülke ya da ülkelerle birlikte hareket etmeli” sorusuna yüzde 59 oranında “Azerbaycan” cevabı veriliyor. Doğru, ben de aynı cevabı verirdim. Fakat başka?..
YALNIZLIK ALGISI
Yüzde 37 oranında “Türk Cumhuriyetleri”, yüzde 22 oranında “İslam ülkeleri” deniyor. Bu kavramların duygusal olduğu, böyle siyasi blokların bulunmadığı ve olsa bile yeterli olmayacağı açıktır.
Katar krizi de gösterdi bunu.
Yalnızlık algısı şu bulguda da netleşiyor: “Birlikte hareket edebiliriz” diye görülen hiçbir ülke yüzde 7’yi geçmiyor.
2013 yılında AB ülkeleri yüzde 10 oranında
Eski İstanbul Müftüsü ve İlahiyatçı Prof. Mustafa Çağrıcı Hocamızın dünkü yazısından bahsediyorum. Şöyle diyordu:
“İslam toplumlarını perişan eden ana sorun ‘Hocamız, efendimiz, şeyhimiz, liderimiz, mezhebimiz, ulemamız, büyüklerimiz ne söylediyse doğrusu odur’ anlayışının zihinlerimiz üzerine karabasan gibi çökmesi, aklımızı fikrimizi tıkamasıdır.” (Karar, 19 Temmuz)
Niye Aziz Sancar Hocamız dışında Nobel bilim ödüllerimiz yok? Niye siyasi hayatımızda her devirde lider sultası var?
Çağrıcı Hocamızın yazdığı düşünme biçimimiz yüzünden.
1600’LÜ YILLAR
1600’lerden itibaren geri kalma sürecine girmemizin de sebebi aynıdır; gizli güçler, hainler falan değildir.
Bu çok önemli; zira hamaset bu gerçeği görmemizi, üzerinde düşünmemizi engelliyor.
Koçi Bey 1631 yılında Sultan IV. Murad’a verdiği ıslahat projesinde
Ahmet Hakan’ın köşesinde okudum.
Aynı kişi “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen adamdır.
15 Temmuz gibi her kesimin yer aldığı bir demokrasi direnişini böyle ideolojik şablonlara sokmak, 15 Temmuz’un anlamını çığırından çıkarmaktır, tahrif etmektir, ideolojik bir simge durumuna indirmektir.
Hele de Milli Mücadele’yi aşağılaması, “Keşke Yunan galip gelseydi” diyebilmesi!
İŞTE YUNAN İŞGALİ
Aşağıdaki harita, Sakarya Savaşı devam ederken İstanbul’da çıkan Tevhid-i Efkâr gazetesinin 31 Ağustos 1921 günlü nüshasında yayınlanmıştı:
Haritada Latin harfleriyle ANKARA yazısını ben koydum; yeri belli olsun diye.
Nihayet diyorum çünkü çok gecikti.
OHAL Komisyonu 23 Ocak günü yayımlanan 685 sayılı KHK ile kurulmuştu. Aynı gün yayımlanan diğer KHK’larla 30 günlük gözaltı süresi 7+7 güne indirilmiş, 5 günlük avukatla görüşme yasağı kaldırılmıştı.
Böylece Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin Türkiye hakkında karar alması önlenmişti.
Keşke “Avrupa için değil, kendi vatandaşlarımız için” daha erken bir tarihte böyle bir komisyon kurulsaydı, değil mi?
OHAL ORTAMI
15 Temmuz gibi vahşi bir darbe girişimine karşı sert tedbirler ve kamuda çok geniş tasfiyeler yapılırken, “kurunun yanında yaşın da yanması” bir bakıma kaçınılmazdı.
Fakat adaletin gereği, bunun bir an önce telafisidir.
İşten atılma korkusunun üniversitelerde fevkalade ağır bir atmosfer yarattığını da belirtmek lazım.
Darbe olmaz diye gaflete dalmadan daima uyanık olmak gerektiğini söyleyenler de vardı.
Öncelikle, ‘klasik’ diyebileceğimiz evvelki darbe ve müdahalelerle 15 Temmuz arasındaki fark önemlidir: ‘Klasik’ darbe ve müdahaleler ordu içinden ve 1970’ten itibaren de hiyerarşik tarzda gerçekleşmişti.
Siyasi gerilimler ve terör buna zemin hazırlıyordu.
Ama otuz beş yıllık PKK terörü darbe gerekçesi olmadı, zira teröre karşı mücadelenin de demokrasi içinde olması gerektiği görülüyor.
DEMOKRASİ NÖBETİ
15 Temmuz ise ordunun kendi yapısıyla ve siyasi ortamla ilgisiz, tamamen ‘dışsal’ bir faktörün eseridir: FETÖ’nün ordu içindeki örgütlenmesi...
Klasik darbe tipleri devri evet kapanmıştı; 15 Temmuz farklı bir darbe teşebbüsüydü.
15 Temmuz’a karşı sivil direniş ve yıldönümünde de milyonların