Niye Mahir Ünal’dan?
İki sebepten: Kendisinin çok okuyan bir muhafazakâr entelektüel olduğunu, mesela benim de fikri hocam olan merhum Prof. Erol Güngör’ü çok okuduğunu duyuyorum.
İkincisi, CHP’nin yayınladığı Adalet Kurultayı Sonuç Bildirgesi’ne Ünal tepki gösterdi; iktidarın yargıyı yönlendirdiğini söylemenin dış itibarımıza zarar vereceğini, FETÖ’nün ekmeğine yağ süreceğini söyledi.
Ülkenin dış itibarı ile hukuk arasındaki çok yakın münasebeti gören Sayın Ünal’dan değil de kimden ricada bulunacaktım?
CHP’NİN ETKİSİ Mİ?
Türkiye’nin dış politikada yaşamakta olduğu ağır sorunların bir kısmı iktidarın otoriterleşmesi, yargı bağımsızlığının ihlali gibi eleştirilerden kaynaklanıyor.
Bu bakımdan Sayın Ünal’ın teşhisi doğrudur.
Fakat bu konularda Türkiye’ye dışarıdan yöneltilen eleştirilerin sebebi CHP’nin onları etkilemesi değildir.
Bu sene ikisini de daha bir görkemli kutladık. Ama yine “anlamak” yerine “hamaset” ve hatta “siyaset” ağır bastı.
Mustafa Kemal Paşa’nın, Büyük Taarruz’u Malazgirt Zaferi’ni dikkate alarak 26 Ağustos’ta başlattığı söylendi mesela.
Malazgirt’i kutlarken, Selçuklu devletini kurumlaştıran Vezir Nizamülmülk kimsenin aklına gelmedi. Çünkü Malazgirt’e “anlamak” için bakmaktan ziyade hamaset ve siyasetle bakıldı.
TARİHÇİLİĞİN EVRİMİ
Sorun tarih biliminin evrimiyle ilgilidir. Milli Mücadele liderlerinin zihninde, bizim zihnimizdeki “Malazgirt” kavramı yoktu.
Bırakın klasik Osmanlı tarihçiliğini... 19. yüzyıldaki en büyük tarihçimiz ve devlet adamımız olan Cevdet Paşa’da ve ilk ansiklopedistimiz olan Şemseddin Sami’de bile Alp Arslan’ı okuduğumuzda Anadolu kapılarının Türklere açılması gibi değerlendirmeler göremeyiz.
Ancak tarihi araştırmaları, özellikle Selçuklu tarihi üzerine çalışmalar ve en önemlisi modern anlamdaki “milli tarih” anlayışı geliştikçe, görüldü ki, Malazgirt Zaferi çürümekte olan Bizans’ın Anadolu’daki egemenliğini kırarak Türklerin burayı vatanlaştırmasına yol açmıştır.
ARAŞTIRMA RUHU
Çok iyi planlanıp rasyonel olarak yönetilmeseydi, Venizelos’un deyişiyle “Anadolu platosunda küçük bir devlet” olurduk.
“Büyük zafer” sağlayan üç faktör vardır:
- Vatanseverlik ve kahramanlık ruhu.
- Rasyonel planlama ve rasyonel organizasyon.
-Bolşeviklerin ve İslam dünyasının desteğini alabilen, Fransa ve İtalya’yı İngiltere’den ayırabilen rasyonel diplomasi.
KAHRAMANLIK VE AKIL
Milli ordu İzmir’e doğru yürürken, muhafazakâr Tevhid-i Efkâr gazetesi “Gazi ve Kaahir (kahredici) Başkumandanımızın Son Beyannamesinden” başlığıyla yayınladığı haberde Mustafa Kemal Paşa’yı bir tepeden savaş meydanına ve İzmir ufuklarına bakarken resmetmişti.
“Kudsiyetinin hududu olmayan bir hadise” diyerek nitelemişti.
Gerçekten vatanımızın temellerinin 1071’de atılması da, sekiz buçuk asır sonra 1922’de kurtulması da “26 Ağustos” tarihine tesadüf etmişti.
Aradaki dokuz asır bizi yoğurdu, pişirdi, bugün var etti.
SULTAN ALP ARSLAN
Büyük kumandan ve devlet adamı Sultan Alp Arslan Malazgirt’ten önce Halep’teydi. Bizans İmparatoru Romen Diogen’in İran’a girmek üzere 200 bin kişilik orduyla yürüdüğünü öğrenince Anadolu’ya yöneldi.
Bugün emsalsiz Selçuklu anıt mezarlarını barındıran Ahlat’a geldi.
İki ordu Malazgirt Ovası’nda karşılaştı.
Sadece Türk tarihçiler değil, Runciman ve Claude Cahen gibi uzman Batılı tarihçiler de belirtir. Bizans ordusunda, o çağın imparatorluk orduları gibi, her kavimden toplanmış askerler vardı. Türkçe konuşan ve Şaman inancına mensup Uz (Oğuz) ve Peçenek süvarileri de bulunuyordu.
Fakat partinin lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan Trabzon gezisindeki konuşmalarıyla bu sorunları net olarak belirtti. “Metal yorgunluğu” dedi. Defalarca “tevazu” ve “kibirden sakınma” vurgusu yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın parti teşkilatına “Bu hırsızı nereden buldunuz dedirtmemek lazım” diye seslenmesi vurgularının en önemlisidir ve sorunların ulaştığı boyutları yansıtmaktadır.
Aslında bu uyarılar, gerçekte yaşanmakta olan sorunlara göre hafif ifadelerdir. Nitekim teşkilatlarda geniş çaplı değişiklik yapılacak olması problemin boyutlarını yansıtıyor.
Tamam da temel sorun teşkilatlar mı?
OLUMSUZ DEĞİŞİM
Partinin başlangıçtaki tevazu ruhunu yansıtan yumuşak ve reformist dilinin yerini zamanla güç dili ve güç uygulamaları aldı. Temeldeki sorun budur.
AK Parti’nin eski bakanlarından Nihat Ergün iki yıl önce çıkan “Adım Adım Siyaset” kitabında “Partiler bir süre sonra parti olmaktan çıkıyor, siyasi cemaate veya siyasi şirkete dönüşüyorlar” diye yazmış, partisinin “fabrika ayarlarına dönmesi gerektiğini” belirtmişti.
Başbakan Davutoğlu da konuşmalarında
İktidardan parti propagandası içermeyen, kültürel bir soruna sakin bir dille işaret eden konuşma duymayı özlemişim.
Öncelikle şunu kendimize sormalıyız: Meramımızı anlattıktan sonra, dilin düzgün ve zengin olup olmamasının ne önemi var?!
PISA sınavlarının önemi yok diyebiliyorsak, Türkçenin düzgün ya da bozuk, zengin ya da kısır olmasının da önemi yok diyebiliriz!
Toplumumuzda yüksek edebi zevkler, yüksek sanat zevki, dilimizde ifade zenginliği, incelik ve ahenk olmasın diyebilir miyiz?
PISA SINAVLARI
PISA sınavlarında öğrencilerin matematik ve fen yetenekleri ölçülüyor. Fakat öğrencilerin kendi dillerinde yazılmış metinleri okuduklarında ne kadar anladıkları da ölçülüyor.
Aynı metni Türkçe okuyan bir Türk öğrencinin “anlama” puanı 428’dir; OECD ortalamasının altında, 51. sıradayız.
Aynı metni Çince okuyan bir Çinli öğrencinin
Dürüst bir analiz için şu iki alana bakmak lazım:
- 16 yıl iktidarda kalmasını ve bugün de her şeye rağmen en güçlü parti olmasını sağlayan faktörler.
- Metal yorgunluğu gibi kavramlarla çok yumuşatılarak ifade edilen ciddi sorunlar.
İDEOLOJİ VE EKONOMİ
AK Parti’nin gücü uzun “şehirleşme” sürecinde geniş muhafazakâr kesimlerin özlemlerini temsil etmesinden geliyor.
- Değerler alanında sürekli dini referanslarla siyaset yapılıyor, 1930’lardaki baskılar sürekli hatırlatılıyor.
- İktisadi alanda okul, hastane, yol, ulaştırma gibi kamu hizmetleri gerçekten geliştirildi. Büyük projelerden ilçe belediyelerine kadar geniş bir ekonomik sektör söz konusudur.
Nitekim İhale Kanunu’nda on altı yılda 120’ye yakın değişiklik yapılarak
Şunu baştan ifade edeyim: Bende demokrasi kültürünün ve bilincinin gelişmesinde üç faktör etkili oldu: Hayat tecrübesi, özgürlük kavramı üzerine yaptığım okumalar ve totaliter modeller hakkında yaptığım araştırmalar.
Bu açıdan Kuzey Kore iyi bir “kitap”tır.
İKİ KORE
Eski Doğu ve Batı Almanya gibi, bugün de Kuzey ve Güney Kore totalitarizmle demokrasinin, kumanda ekonomisiyle piyasa ekonomisinin tipik örnekleridir.
Güney Kore’nin bariz özelliği teknoloji ve demokrasi; bu sayede kişi başına gelir 30 bin dolar!
Yılda 1 milyona yaklaşan bilimsel yayınla dünya sıralamasında 12. sıradadır.
Kuzey Kore ise kapalı toplum; hiçbir istatistikte yok veya en aşağılarda.
Dünyaya gösterdiği tek şey, füzeleri!