HAYRETTİN Karaman hocamız bir süredir “İslami demokrasi”yi savunuyor.
Böyle bir kavram, sırf başındaki “İslami” ekinden dolayı dindar insanlara cazip gelebilir. Halbuki bir rejimin, bir uygulamanın, bir hareketin başına “İslami” eki konulunca otomatikman iyi sonuç verir diye bir kural yoktur. Pakistanlı âlim Fazlur Rahman’ın söylediği gibi, “İslami” denilince haşa Allah gelip yönetmez, yine insanlar yönetir; beceri ve zaaflarıyla.
Nitekim çağımızda “İslami” denilen rejim ve hareketlerin sorunları bir tarafa... Peygamber Efendimizin manevi mertebeleri yüksek arkadaşları Cemel ve Sıffin savaşlarında karşı karşıya gelmiş, 70 bin Müslüman yine Müslümanlar tarafından öldürülmüştü. İmanları mı eksikti? Asla...
Tarihin o çağlarında bütün toplumlarda böyle şeyler oluyordu. Kurumlar ve hukuk gelişmemişti.
KARAMAN’A GÖRE BAŞKAN
Sayın Hayrettin Karaman kitaplarında, yazılarında ve dünkü Yeni Şafak’ta çıkan
Yazıda şair Arif Nihat Asya’dan alıntılar yapan, Anadolu’ya kamu hizmeti götürmek için çırpınan idealist bir genç mühendistir Demirel. Adnan Menderes’in “Su İşleri Genel Müdürü”dür.
Yazının başlığı “Kamu Hİzmeti”dir. Şair Arif Nihat’tan aldığı şiirlerin bir bölümü şöyle:
Dağları, taşları, akar sularıyla Şu tanıdık toprakta Bir büyük dünya parçası Fâtihini aramakta
Yoksul ve ıssız Anadolu toprağını suyla, elektrikle, yolla, okulla yeniden fethetmenin idealizmi. Demirel yazısında şöyle diyor:
“Türk toprağı ve insanı şevk ve ilham kaynağıdır.
MISIR’ın yüzde 52 halkoyuyla seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, askeri darbeyle devrildiği gibi, emir kulu mahkeme tarafından bir idam, bir de müebbet hapse mahkûm edildi!
Nisan 2014’te idama mahkûm edilen Mursi yanlılarının sayısı 683’e çıkmıştı; mahkeme değil, mezbaha!
Gözler Batı’nın ne tepki göstereceğinde. Darbeye ve önceki idam kararlarına yeterli tepki vermeyen Batı bu defa esaslı bir tepki mi gösterecek?! Her şeye rağmen idamları infaz etmek gibi korkunç bir utancı Mısır’ın taşıyamayacağını düşünüyorum.
Batı’yı haklı olarak eleştirirken, bütün Müslümanlar, özellikle de fıkıh hocaları kendine şu iki soruyu sormalıdır:
-Niye Batı’dan beklenen tepki, İslam dünyasından beklenmiyor?
-İslam dünyasında kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı gibi kurumlaşmış bir kültür var mı?
OTORİTER KÜLTÜR
İkisi de bir adada tek başlarına hayat süren Endülüslü Hay Bin Yakzan ile Avrupalı Robinson Crusoe’yu mukayeseli olarak anlatıyor.
Dinleri ve çağları farklı, serüvenleri benzer de olsa duygu ve düşüncelerinde dikkat çekici farklar var.
Şehir Üniversitesi’ndeki konferansta, belki de yeryüzünde okumadığı klasik roman kalmamış olan iktisatçı Mustafa Özel de ikinci konuşmacı olarak katkıda bulunuyor.
Malum, Robinson Crusoe, 18. yüzyılda yaşayan Daniel Defoe’nun hayali kahramanı. Macera ve bireysel girişimciliğiyle o zamanki “kapitalizmin ruhu”nun bir örneği.
Hay Bin Yakzan ise 12. yüzyılda Endülüs’te yaşayan İslam filozofu İbni Tufeyl’in hayali kahramanı. Hay, tek başına bir adada dünyaya geliyor, parayla, kapitalizmle ilgisi yok tabii. Onun işi düşünmek.
İKİ AYRI İNSAN
Hürriyet Pazar’daki açıklamalarını tabii okudum. Ortaya çıkan, olgun devlet adamı Abdullah Gül portresidir.
Gül’ün bu vasfı zaten biliniyor ama kitapta kamuoyuna ilk defa yansıyacak önemli olaylar da anlatılmış.
Siyasette güçlü olunan dönemlerde siyasi olgunluk göstermek zordur! “Güç zehirlenmesi” denilen maraz, demokratik kültürü ve kurumları oturmamış toplumlarda öteden beri maalesef yaygındır.
Bu seçimlerde sandıktan herkesin kendini “güçlü” sayabileceği bir sonuç çıktı. Diğer bir deyişle kimsenin kendini “tek güç” sayamayacağı bir sonuç...
Sağlıklı bir koalisyon kurulabilmesi, siyasilerin olgunluğuna bağlı.
OYLAR DEĞİŞİR Mİ?
KOALİSYON kurulmasındaki zorluk, uzlaşma kültürümüzün zayıflığından kaynaklanıyor.
Önce, herhangi bir koalisyon kurulamazsa erken seçimin kaçınılmaz olacağını görmek gerekir.
45 gün içinde iki defa hükümet kurma denemesi başarısızlığa uğrarsa, Cumhurbaşkanı erken seçim kararı alabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu eğilimde olduğu anlaşılıyor. Baykal’ın açıkladığına göre, Cumhurbaşkanı hükümet kurdurma konusunda ilk iki deneme başarısız olursa üçüncü bir denemeye girmeyecek. Bu, seçim kararı alacak demektir.
İPSOS’a göre, erken seçime gidilirse, istikrarsızlık korkusundan, AKP’nin oyları yüzde 45’e çıkabilecektir. Siyaset tarzını bildiğimiz Erdoğan’ın böyle bir seçeneği, hem partisini güçlendirmek hem başkanlık sistemini yeniden gündeme getirmek için, zihninin bir kenarında tuttuğunu söyleyebiliriz.
DAVUTOĞLU’NUN TERCİHİ
BAŞBAKAN Davutoğlu’nun TRT’de yaptığı açıklamalar son derece önemli. Politikacı sözlerini ayıklarsak, bir profesörün sistem ve Türkiye’nin sosyolojik bütünlüğü hakkında söyledikleri önemlidir.
Zaten Davutoğlu’nun miting meydanlarında Tayyip Erdoğan’a benzeyen fazla polemikçi, fazla hamasi, hatta Erdoğan kadar olmasa da basını hedef alan sözlerini hayretle dinlemiştim. TRT’deki konuşmasında kendisi de “Mitinglerde, kitlesel zeminde hissi öne çıkardım” diyor. Seçimlerden sonra TRT’deki açıklamaları ise soğukkanlı ve rasyoneldir.
PARLAMENTER SİSTEM
Evvela, halkın başkanlık sistemini “uygun görmediğini” belirten Prof. Davutoğlu’nun sisteme ilişkin sözleri:
“Sistem değişmediğine göre artık taşların yerine oturması lazım. Taşların yerine oturması için bu bir fırsat, hepimiz için bir fırsat. Taşları yerine oturtalım. Taşları yerine oturttuktan sonra herkes kendi görevini var olan anayasal sistem içinde yetki ve sorumlulukları da almış bir şekilde üzerine düşeni yaparsa koalisyon görüşmelerinde rahat bir rol almış oluruz.”Sayın Başbakan, belli ki “herkesin” ve tabii Cumhurbaşkanı’nın da “görevini var olan anayasal sistem içinde yetki ve sorumlulukları” çerçevesinde hareket etmesini istiyor. O zaman sistemin rahat işleyeceğini, bir koalisyonun kurulmasıyla “hem milletin rahat edeceğini hem de bir uzlaşı kültürü doğacağını” söylüyor.
İKTİDAR partisi neden seçimlerde ciddi bir oy kaybına uğramış, biliyor musunuz? Türkiye’nin düşmanları komplo yapmışlar, “milli irade”yi yanıltmışlar da ondan!
İç ve dış “şer odakları” AKP’nin “kutlu yürüyüşüne” karşı tuzak kurmuş. İsrail ve Yahudi lobileri, bütün “dış güçler”i seferber etmiş falan...
Tipik bir zihni cinnet tablosu! Bülent Arınç’ın deyişiyle “kan damlayan kalemler” böyle manşetler atarak, yazıp çizerek göze girmeye çalışıyorlar. Bunlar Türkiye’deki bağımsız medyaya da düşmandır, zihinlerde farklı pencereler açılmasından korkuyorlar. Kara çalarak kapatmak istiyorlar.
Tam bir “Söyletmen, vurun!” zihniyeti!
YAHUDİ LOBİSİ
2002-2010 arasında “