En “tarafsız” olması gereken yargıya güven bile Sayın Bülent Arınç’ın dediği gibi “yüzde 20’nin altına” inmiştir!
Sadece yargı değil...
BANK ASYA OLAYI
Kurumlara güven sorununun tipik göstergesi, Bank Asya’nın BDDK kararıyla TMSF’ye devredilmesidir.
Normal, hukuki, tarafsız, teknik bir işlem denilebilir mi?
Bizde ise sistem değiştirmeyi sadece bir parti istiyor; hatta anketlere göre iktidar partisi seçmenlerinin bir bölümü istemiyor.
Dahası; sistem tartışması “müzakere” üslubuyla ve uzlaşma arayışıyla yapılmıyor. Dayatma üslubuyla yapılıyor.
En önemlisi, zaten aşırı kutuplaşmış olan toplumda sistem değişikliği uzlaşma diliyle değil, çatışma ve suçlama diliyle öneriliyor; kutuplaşma daha da keskinleşiyor.
Halbuki sistem değiştirmenin rasyoneli, ülkede uzlaşma ve kamu organlarında etkinliği artırmak olmalıdır.
SİSTEM ÇÖKÜNCE
Türk Ceza Kanunu’nda resmi nikâh yapılmadan imam nikâhı yaptıranlara ve resmi nikâh belgesini görmeden imam nikâhı kıyanlara “iki aydan altı aya kadar hapis cezası” verileceği hükmü vardı. (mad. 230/5 ve 6)
AYM bunu özgürlüklere aykırı bularak iptal etti.
İKİ BAKIŞ AÇISI
AYM’nin bu kararına iki açıdan bakılabilir:
*AYM’nin benimsediği anlaşılan liberal açıdan, isteyen kişi nikâhlı veya nikâhsız yaşar. İsteyen kişi sadece resmi nikâh olmasa da imam nikâhı yaptırabilir... Özgürlük alanına giren bu konuda “İki aydan altı aya kadar hapis cezası” ölçüsüz bir yaptırım olarak da görülebilir.
Keşke AYM aynı “
En çok dikkatimi çeken, dış politika konusunda “Cumhurbaşkanı” imajının kamuoyunda güçlenmiş olmasıdır.
“Dış politikanın yürütülmesinde hangisi aktiftir?” sorusuna “Cumhurbaşkanı” diye cevap verenlerin oranı 2013 yılında yüzde 7.7 idi. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı döneminde 2015 Nisan’ında yapılan araştırmasında bu oran yüzde 41.5’e çıkmış!
Dış politikada hükümet kurumunu
“aktif” görenlerin oranı her iki dönemde de yüzde 25’tir.
Diğerleri “Dışişleri Bakanlığı”nı tekil olarak veya Cumhurbaşkanı ya da hükümetle birlikte “aktif” görenlerdir.
Demek ki, kamuoyunda “güçlü adam” algısı, kurumları aşan bir faktördür.
ÜLKENİN KİMLİĞİ
Japonya’da Liberal Demokrat Parti 52 yıl üst üste iktidarda kalmış, ülkede bu sıkıntılar ve bu kutuplaşma yaşanmamıştı.
AKP camiasındaki sıkıntının temel sebebi “kibir, rant, nepotizm, dalkavukluk” gibi olumsuzlukların göze batacak derecede artmış olmasıdır. Partiyi ihlasla desteklemeye devam edenler de tedirgin bu gidişten.
Halbuki AK Parti’nin kuruluş belgelerine ve liderlerinin o zamanki konuşmalarına bakıldığında farklı dikkatlerle yola çıkıldığı görülür. Etik değerler, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı gibi kavramlar çok kuvvetli ifadelerle vurgulanmıştı.
NEREDEN NEREYE?
AK Parti’nin uzun iktidar yıllarında bu olumsuzluklarla yıpranmış olması, yaşadığı sıkıntının temel sebebidir. Bu sadece dışarıdan yapılan bir gözlem değil. Partinin çekirdek kurucuları da söylüyor bunu. 28 Şubat döneminde adaleti aramak için adliye salonlarında ter döken, eski Gümrük Bakanı Hayati Yazıcı, dalkavukluk örneklerine şu tweet’le tepki gösterdi:
Biliyorsunuz, iktidar 18 Haziran 2014’te bütün arama, tutuklama, tutukluluğa itiraz gibi sorgu işlemlerinde yetkili olmak üzere “sulh ceza hâkimlikleri” kurdu. Buna göre, bir sulh ceza hâkiminin kararına itiraz, artık “daha güvenceli bir üst merci” olan asliye ceza mahkemesine değil, sıradaki öbür sulh ceza hâkimine yapılacaktı. O günden beri bütün sorgu işlemleri, tutuklamalar ve itirazlar hep bu sulh ceza hâkimlerinin yetkisinde.
Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeyi anayasaya uygun buldu! (Karar: 2015/12)
ELEŞTİREN HUKUKÇULAR
Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Sami Selçuk, bu sulh ceza hâkimliklerini “Yassıada Mahkemesi’ne” benzeterek eleştirdi. Prof. Kemal Gözler, sulh ceza hâkimliklerinin hukuktaki en önemli ilkelerden biri olan “tabii hâkim” prensibine aykırı olduğunu anlatan akademik bir makale yayınladı.
Hocamız Prof. Ergun Özbudun bu düzenlemenin birçok yönden Anayasa’ya aykırı olduğunu belirtti.
Bir Hz. Ali Efendimizi “kâfir” diyerek şehit eden Müslümanlar var, tarihte bunlara “Hariciler” (isyan edenler) denildi. Dar kafalı, saldırgan adamlardı.
Bir de şehit düşerken, “Bana bu saldırıyı yapanlara karşı kin ve intikam duygusuna kapılmayın, kanunun dışına çıkmayan” diyen Hz. Ali’nin Müslümanlığı var. Benzer şekilde, günümüzde siyasi bağnazlık ve öfke çatışmayı körüklüyor. Hikmetli ve olgun davranışları gölgeliyor.
PEYGAMBER SÖZÜ
CNN Türk’te yaptığım programda, MHP’li Meral Akşener, dindar insanların en çok sakınması gereken “büyük günahlar”dan birini ‘Kadına iftira atmaktır’ diye anlattı. Buna rağmen, beklenen tepkiyi siyasi tarafgirliğin gölgelediğini söyledi.
Programda ben de 20. yüzyılın en büyük İslam âlimlerinden Elmalılı Hamdi Yazır’ın “Fıkıh Istılahları” kitabından Peygamber Efendimizin bir hadisini okudum, istedim ki bütün Türkiye duysun. Şöyle:
“Allah nezdinde insanların en fenası, kötü ve çirkin sözler söyleyenlerdir.”Hz. Peygamber’in “İslam huy güzelliğidir” diyen bir hadisi de vardır.
IŞİD ya da DEAŞ denilen hareket niye böylesine gaddar, niye böylesine barbar? Sadece IŞİD değil, Afganistan’daki Taliban ve Nijerya’daki Boko Haram da böyle.
Farklı mezheplerdeki Müslümanları “kâfir” sayıp camilerini, türbelerini tahrip etmek... Kadınları recmetmek, başka dinden, mesela Ezidi kadınlarını “cariye” diye seks kölesi yapmak, antik medeniyetlerden kalan heykelleri, eserleri put diye tahrip etmek!
Taliban da Molla Ömer’in talimatıyla 2 bin yıllık Buda heykellerini top atışlarıyla tahrip etmişti.
NEDEN BÖYLE?
Bu içler acısı tablo elbette en çok Müslümanları düşündürmeli. Başbakan Davutoğlu “İslamiyet ile IŞİD birlikte anılamaz. Bugün İslam medeniyeti diye bir olgudan bahsediliyorsa bunun arka planındaki başarı askeri değil, âlim zihninin öne çıkmasıdır” diyor.
Çok genel bir ifade olmakla birlikte doğrudur. Sorun da Müslüman toplumlarda çağımızda niye “âlim zihni”nin değil de “askeri”, yani militan zihninin güçlü olduğudur. “Âlim zihni” deyince, yüksek ilahiyat ve felsefe tahsilini kastediyor olmalı. Fakat tarihte hiçbir toplumda böyle “yüksek kültür” yaygın olmadı. Bunun yanında “halk bilgeliği” diyebileceğimiz bir İslam kültürü var olmuş, insanları erdem içinde yaşatabilmişti. Kaynağı da tasavvuftu.