AK Parti’nin kuruluş ilkelerinin uzun iktidar sürecinde bozulduğunu söyleyen partililer olmuştu. Şimdi bizzat Başbakan Davutoğlu da söylüyor:
“Kurucu ilkelerinize geri dönün dedi bizim halkımız!”
Bu ilkeler nasıl bozulmuştu? Davutoğlu’nun verdiği örnekler şöyle:
“Bizim kurucu değerlerimizde lüks, şatafat yoktur. Hayat standardını siyasete girerek değiştirmiş olanlar bizde yoktur. Tek bir hırka ile dolaşmaya niyet edenlerin bu davada yeri vardır. Eşini, dostunu, akrabasını oralara dolduranların bizim aramızda yeri olmadı, olmayacak. Sahip olduğu kamu görevinin üzerinden herhangi bir şekilde rant elde edenlere bu kapı kapalı oldu...”
Neden böyle olmuştu? Davutoğlu akademisyen kimliğiyle buna cevap veriyor:
“Her siyasi harekette güçten kaynaklanan hatalar olabilir.”
Satır başlarıyla görelim.
KÜRT SORUNU
Bu sorunu kavramanın anahtarı KCK örgütlenmesidir. 11 Temmuz 2015’te terörü başlatma kararı alan KCK olduğu gibi, “çözüm süreci” döneminde bölgede “demokratik özerklik” denilen “alan hâkimiyeti”nin altyapı örgütlenmesini yapan da KCK’dır. Nedir KCK?
“Kürdistan Topluluklar Birliği”nin Kürtçe baş harfleri... Sadece Türkiye’de değil, Irak, Suriye ve İran’da da PKK hareketini örgütlemek ve yönetmek için kurulmuş bir Pankürdizm taşkilatıdır. Pankürdizm ideolojisi, adından da bellidir. Eşbaşkanları Kandil’deki Cemil Bayık ve Bese Hozat’tır. Türkiye’de PKK, Suriye’de PYD, İran’da PJAK gibi yapılar KCK’ya bağlıdır. Suriye’de konjonktür yükselince Türkiye’de 11 Temmuz’da terörü başlattılar!
KCK, Stalin’in ”halk demokrasisi” ile Kaddafi’nin “cemahiriye” (cumhurlar, topluluklar) modelinin karması totaliter bir yapıdır. “Öz savunma” adıyla askeri örgütlenmesi, yargı ve yasama yapıları vardır, tam bir paralel devlettir. Çözüm süreci döneminde bölgede yerleştiler. Bugün “demokratik özerklik” adıyla KCK’ya “coğrafya” kazandırmaya çalışıyorlar.
Bir ilçede tatilini geçiren Çiçek, yanına gelen bir vatandaşla ayaküstü sohbet ediyor, Çiçek “Ne iş yaparsın” diye sorduğunda vatandaş şu cevabı veriyor:
“... Efendinin hizmetkârıyım!”
Bir tarikat şeyhinin adını veriyor, “iş” olarak onun “hizmetkârı” olduğunu söylüyor!
Cemil Çiçek, din anlayışında “akıl, içi boş bir kelime haline gelince”, ya IŞİD’lerin ortaya çıktığını veya tasavvufun da yanlış anlaşılmasıyla böyle cemaat ve tarikatların taban bulduğunu söyledi. 10. yüzyılda Türkistanlı İmam Mâturidi’nin aklı vurgulayan Kelam (teoloji) sisteminin unutulmasının bu tür sonuçlar doğurduğunu belirterek Diyanet’i de eleştirdi:
“İslam itikadında ve düşüncesinde aklın yerinin ne olduğunu en iyi anlatmış olan İmam Mâturidi niye unutuldu? Diyanet niye Mâturidi haftası düzenlemez? Niye bir Mâturidi Enstitüsü kurmamıştır? Aklın önemini vurgulayan kaynaklar unutulunca, Diyanet yetkilileri de ‘akıl’ dediğinde bu içi boş bir kelime olarak kalıyor.”Çiçek, Diyanet’in Alevi klasiklerini yayınlamasından övgüyle bahsetti. Başta Mâturidi olmak üzere Kelam sahasında dindar kitlenin güveneceği bu tür klasiklerin de yayınlanmasını istedi.
‘PASİF TOPLUM’
Geçen hafta YÖK Başkanı Sayın Prof. Yekta Saraç aradı; konuştuk. Araya koalisyon meseleleri girdi, bugün yazıyorum.
Sayın Saraç’ın verdiği bilgiye göre, hukuk fakültelerinde kalite o kadar düşmüştü ki, ÖSYS’de 366 bininci sırada yer alan bir öğrenci bile hukuk fakültelerinden birine girmişti!
Böyle bir öğrenci iyi hukukçu olabilir mi?!
Hukuk fakültelerine girebilmek için YÖK asgari puan tespit etti, 150 bininci sıranın altında olanlar hukuk fakültelerine giremiyorlar artık.
Tıp fakültelerine gelince... ÖSYS’de 101 bininci sıradaki öğrenci bir tıp fakültesine girebiliyordu. Artık 40 bininci sıranın altında bir öğrenci tıp fakültelerine giremiyor.
Böylece tıp ve hukuk fakültelerinde öğrenci kalitesi yükselecek.
HUKUKÇU OLMAK!
İslam düşüncesinin insanlığa ve medeniyete ne büyük katkılar yapabileceğini görmek için de bilimde, estetikte, tasavvufta, hoşgörüde tarihteki “İslam medeniyeti”ne bakmak yeterlidir.
Bugün İslamcılara düşen birinci sorumluluk bu çelişki üzerine kafa yormak olmalıdır; siyasi militanlık değil.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez’in İl Müftüleri toplantısında yaptığı son derece önemli konuşmasını okurken bunları düşündüm.
DİN VE FELSEFE
Sayın Mehmet Görmez’in uzun konuşmasında bazı bölümlerin altını çizdim. Mesela tarihteki parlak İslam medeniyetinden bahsederken sözü 9. yüzyıldaki “Beytül Hikme” adlı hikmet-felsefe okuluna getirerek diyor ki:
Bugün birçok ciddi sorunu bulunan Türkiye’de öncelikle sorun, bir hükümet kurmak için gereken uzlaşmayı sağlamak ve bu hükümetin uyumlu çalışabilmesi için gereken siyasi iklimi hazırlamaktır.
Terörün sona erdirilmesinden, ekonominin yönetilmesine kadar her şey buna bağlı.
Türkiye böyle bir acil önceliğe sahipken “sistem tartışmasına” yeniden başlamak, partiler arasındaki ihtilafları derinleştirmekten, uzlaşmazlığı arttırmaktan başka neye yarayabilirdi?
SİSTEM KAVGASI
Başbakan Davutoğlu, seçimlerden sonra TRT’de şöyle konuşmuştu:
Şöyle diyor Cumhurbaşkanı:
“(Halk tarafından seçildiği için) Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı elbette Anayasa’da yetkileri çerçevesinde, ama doğrudan millete karşı sorumlu olarak görevini yürütmek durumundadır... Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun hukuki çerçevenin yeni bir anayasayla kesinleştirilmesidir.”
Evvela buradaki “fiili gücü olan cumhurbaşkanı” kavramı hukuken son derece sorunludur. Hukuk “fiili güç” kavramını kabul etmez. Halk tarafından seçilmek de cumhurbaşkanına “fiili güç” vermez.
SİYASİ GÜÇ VE YETKİ
SİYASİ tarihimizi sert kavgalarla zehirleyen kültürel hastalıklarımızdan biri “derin görüş ayrılıkları” üzerine kavgalar etmek, fakat bunları çözmek için uzlaşmayı becerememektir.
Başbakan Davutoğlu da niye koalisyon kurulamadığını anlatırken, eğitim ve dış politikada CHP ile “derin görüş ayrılıkları” olduğunu söyledi.
Almanya’da Hıristiyan Demokratlarla Sosyal Demokratlar arasında yahut İngiltere’de İşçi Partisi ile Muhafazakâr Parti arasında böyle “derin görüş ayrılıkları” var mı?!
Siyasi çatışmalar çıktığında müzakereler yoluyla uzlaşmaya varılmasını “tavizcilik” diye aşağılayan bu ataerkil kültür, sorunlarımızın çözümünü hep zorlaştırdı.
UZLAŞMAZLIK SORUNU
İşin günlük siyaset yanı elbette var. Başbakan’ın bu açıklamasına Kılıçdaroğlu “Anlaşmazlığa düştüğümüz tek başlık olmadı, müzakere bile edilmedi” diye cevap verdi. Erken seçimden büyük bir beklentisi olmayan CHP, koalisyon kurmak amacıyla masaya oturduğu için bütün süreç boyunca yapıcı davrandı. CHP’nin klasik tabanının dışına açılması bakımından da bir mesajdı bu davranış.