KOALİSYON olmayacağı belliydi. Başbakan Davutoğlu açıklama yaparken doların fırlaması ve borsanın düşmesi önümüzdeki dönemin nasıl sıkıntılı geçeceğinin ön işaretidir.
Ortadoğu özellikle de Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’yi ciddi sıkıntılara soktuğu, terörün tırmandığı, ekonominin sıkıştığı bir dönemde Türkiye’nin bir “büyük koalisyon”a ihtiyacı vardı, fakat olmadı.
Davutoğlu da Kılıçdaroğlu da koalisyon çalışmalarında samimi davrandılar. Fakat AKP tarafında sadece 18 sandalye farkıyla iktidarı kaybetmiş olma duygusu ve erken seçimden güçlü çıkma beklentisi çok güçlü. Cumhurbaşkanı’nın sürekli erken seçim vurguları ve CHP ile koalisyonun AK Parti için “intihar” olacağı imasında bulunması, son kararda etkili oldu tabii.
Görüşmeler gerçekten çok medeni ve içerikli geçmiş, ülkede “büyük uzlaşma” umudu da uyanmıştı. Fakat sonuç hayal kırıklığı oldu.
RESTORASYON VE REFORM
Davutoğlu
KOALİSYON konusunda heyetler arası görüşmeler yapılırken, AKP’li Kalkınma Bakanı Sayın Cevdet Yılmaz son derece önemli şu sözleri söylemişti:
“Erken bir seçimde biz 280 milletvekili ile tek başımıza iktidara gelsek, o zaman yapabileceğimiz reformlardan daha fazlasını ve esaslısını CHP ile kuracağımız bir koalisyonla yaparız. Ben buna inanıyorum.”Bu söz iki bakımdan son derece önemlidir. Evvela sözün sahibi iktidarda daima ağırbaşlı ve rasyonel davranmış bir devlet adamıdır. Bu sözleri de siyasi bir taktik değildi, ciddi bir analizdi. İkincisi ve daha önemlisi, demokratik bir toplumu yönetmek için hem yönetilenlerde hem yönetenlerde olması gereken itidal ve sağduyu ile ilgilidir. Öfkeli, kutuplaşmış, katı ideolojilere kilitlenmiş bir toplumun “yönetilmesi” zordur... Kutuplaşma odağı haline gelen iktidarların da toplumu “yönetebilmesi” zordur.
AKP 2011’DEN İTİBAREN
AK Parti 2011 seçimlerine kadar temkinli hareket etti, toplumsal tansiyonu yükseltmekten sakındı. O dönemde toplumsal olayların da sayısı azdır. 2011 seçimlerinde yüzde 50 gibi tarihimizde pek nadir görülen bir seçim zaferiyle iktidara geldikten sonra AKP lideri Erdoğan’ın üslubu sertleşmeye, davranışları otoriterleşmeye başladı.
2011 seçimlerine giderken, Martin Lipset ve Giovanni Sartori gibi siyaset bilimcilere atıf yaparak şöyle yazmıştım:
KOALİSYON olacak mı, emin değilim. Liderlerin görüşmesi “olumlu” geçtiği söylendiği halde maalesef hâlâ kuşkuluyum.
Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu’nun koalisyon arzusunda samimi olduklarına inanıyorum. Hiçbir AKP’liden ve hiçbir CHP’liden, aksine bir şey de duymadım.
Öyleyse niye koalisyon konusu hâlâ tereddütlü?
Pratikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünkü açıklamasına kadar, CHP-AKP koalisyonunu teşvik eden bir açıklaması olmadığı gibi, erken seçim vurgusu yapan çeşitli beyanları var. Cumhurbaşkanı’nın partisi üzerindeki güçlü nüfuzu bilindiği için, sadece iki liderin görüşmeleri yetmiyor, Cumhurbaşkanı’nın davranışı da zihinlerde tereddüt yaratıyor.
Bundan daha önemlisi program ve ideoloji konularıdır.
RADİKALİZM ENDİŞESİ
SELAHATTİN Demirtaş’ın ruh ve fikir dünyasında gelgitler yaşadığını sanıyorum. Çok defa PKK’yı aklamaya çalışan, ama bazen de eleştiren konuşmalar yapmasının sebebi bu olsa gerek.
Barış Bloku’nun mitinginde de hükümete şöyle seslendi: “Savaşı başlatan, ateşkesi bozan sizsiniz!”PKK masum da hükümet HDP yüzde 13 oy aldı diye mi PKK’ya operasyon yaptı?!
NİYE BÖYLE YAPIYOR?
Terörü tamamen gündemden çıkararak Kürt meselesini demokratik usullerin geçerli olacağı bir sürece koymak gerektiğini düşünen on milyonlarca vatandaştan bir kısmı, seçimlerdeki ılımlı konuşmalarına bakarak Demirtaş’ı bu yolda bir umut gibi gördü.
Fakat seçimlerden sonra üslubu değişti. Barış mitinginde de hiç olmazsa “PKK derhal elini tetikten çekmelidir, yakıp yıkmamalıdır” diyemez miydi? Hayır, sadece hükümeti suçladı.
Dün görüştüğüm AKP’li çevrelere göre, erken seçim görüşü ağır basıyor. Şu gerekçelerle:
- Erken seçim sonuçları AKP için bundan kötü olmaz, en azından bugünküne göre güçlenmiş olarak sandıktan çıkar.
- İçinde hizipler bulunan CHP ile sağlıklı bir koalisyonu yürütmek zor olur.
- Cumhurbaşkanı’nın koalisyon karşıtı söylem ve davranışları etkili oluyor. Bu durum CHP’de de ‘Koalisyonun gayriresmi ortağı Erdoğan mı olacak?’ tedirginliğini yaratıyor.
KOMPLOCU zihniyet son zamanlarda bilhassa iktidar medyasında güçlü bir ideoloji haline geldi; sorunlu olan her şeyin ardında birtakım gizli güçler var. Başta Erdoğan olmak üzere iktidar Türkiye’nin ve İslam’ın düşmanı olan bu gizli güçlere karşı aslanlar gibi savaşıyor...
Böyle bir düşünce kampanyasının kutuplaşmayı körüklediği de bellidir.
Geçenlerde gerçek bir gazeteci olan muhafazakâr Yusuf Ziya Cömert, Haber Türk TV’deki konuşmasında “Komplo manyağı olduk” diyerek komplocu düşünceyi eleştirmişti.
Arkadaşımız Akif Beki de çok beğendiğim dünkü eleştirel yazısında, hicivli bir dille bu gizli güçlerin uzun bir listesini verdi:
“Üst akıl, uluslararası komplo merkezleri, her taşın altından çıkan İsrail ağı, gizli parmaklar, Türkiye’nin büyümesini hazmedemeyen ecnebi devletler ve onların güdümlü medyaları, beşinci kol faaliyeti yürüten yeraltı santralları ve yerüstündeki ajanları, hainler, İngiliz muhipleri, Haçlı ruhu, sömürücü faiz lobisi, kumpasçı paralel çete, tertipçi vesayet odakları” falan...
Hele bir de o esrarengiz ve mistik “üst akıl” yok mu, artık seç beğen al, istediğin komployu keşfedebilirsin...
ERGENEKON VE SONRASI
ANAYASA Mahkemesi’nin dershaneleri kapatan kanunu iptal etmesi, sadece bu kurumlar açısından değil, ‘parlamentonun kanun yapma yetkisinin sınırları, demokratik toplumun gerekleri, eğitim özgürlüğü’ gibi birçok açıdan son derece önemli.
Gerekçeli karar yayınlanınca ele alacağımı yazmıştım, araya sıcak konular girdi.
Toplumda hukuk şuurunun gelişmesi ve hukuk kavramlarının zihinlere yerleşmesi bakımından, böyle önemli kararların sade bir dille kitlelere anlatılması gerektiğine inanıyorum.
ÇOĞUNLUĞUN YETKİSİ
Anayasa Mahkemesi dershaneleri kapatan kanunu iptal ettiğinde, iktidar sözcüleri “Eğitim politikasını belirleme yetkisi iktidara aittir” diyerek eleştirmişlerdi. Bu eleştirinin temelinde Meclis çoğunluğunu mutlak yetkili sayan “çoğunlukçu demokrasi” anlayışı vardır.
SELAHATTİN Demirtaş Financial Times’ta çıkan açıklamasında, Ceylanpınar’da iki polisin şehit edilmesi konusunda “PKK’nın kirli misilleme eylemleri” nitelemesini yapmıştı. HDP hemen bir açıklamayla, Demirtaş’ın öyle demediğini, şöyle dediğini belirtti:
“Ceylanpınar’da uyuyan iki polis katledildi, o da çok provokasyon kokan kirli bir eylemdi. Ve onu da büyük ihtimalle PKK’ye yakın kişilere yaptırdılar. Ve bir anda PKK’ye karşı büyük saldırı dalgası başladı.”PKK’yı eleştirdiği sanılan Demirtaş, PKK’yı aklıyor! “Büyük ihtimalle” bu cinayetin PKK’ya karşı “büyük bir saldırı dalgası başlatmak” için devletçe düzenlenmiş provokasyon olduğunu ima ediyor.
OLAYLARIN DİLİ
Seçimlerde ‘Türkiyeli’ bir dil kullanan, terör eylemleri konusunda öbür HDP’lilere göre bir ölçüde nüanslı konuşan Demirtaş bile, PKK’yı eleştirmiş gibi görünen bir ifadesi hakkında böyle “düzeltme” yapıyorsa, gerisini siz düşünün.
Ceylanpınar’da polisler 22 Temmuz’da şehit edilmişti. Şimdi olayların akışına bakalım: