Paylaş
Tüzük 11 üyenin talebini yeterli buluyor; ama imza verenlerin sayısı yarıyı geçip 35’e ulaştığı için toplantı gerçekleşecek gibi.
Toplantının olup olmayacağı ayrı bir konu; ama ben daha önemlisinin, imzacıların niyet ve kimliklerine bakmak olduğunu düşünüyorum.
O niyet ve kimliği tahlil etmek için de bir hafta geriye gidelim.
Yani, grup başkanvekili sıfatıyla tek başına bütün grubu temsil yetkisi olan Muharrem İnce’nin, arkasına 17 milletvekili alarak Öcalan’la görüşme süreci konusunda yaptığı basın toplantısına...
Çünkü basın toplantısı ile PM’de yaşanan birbirini tetikleyerek CHP’deki bir gerçeği artık hiçbir şekilde saklanamaz hale getirmiştir.
KILIÇDAROĞLU KİME YAKINLAŞIYOR
Rastlantı bu ya, İnce’nin arkasında duran tüm isimler CHP’de ‘Ulusalcı’ olarak nitelenen kanadı temsil ediyorlardı, basın metni de bu anlayışı ortaya koyuyordu.
Kendilerini ‘Yenilikçi’ olarak niteleyen milletvekilleri bundan rahatsızlık duydu.
Çünkü, bu toplantıya çağrılmamışlardı ve onlara göre grup yönetiminin bu dışlayıcı tavrı hem ilk değildi hem de açıklama CHP görüşleriyle çelişiyordu.
Ayrıca, Baykal da “Kayseri’den başlayarak ülkeyi gezeceğim” demişti.
Bu anlayışla, bir süredir toplu hareket etme konusunda emareler gösteren Yenilikçiler, iki atağı birden gerçekleştirdi.
İlki, TBMM’de Toplumsal Sorunları Araştırma Komisyonu kurulması amacıyla verdikleri, Grup Başkanlığında neredeyse bir aydır bilinçli olarak bekletildiğine inandıkları 30 imzalı önergenin işleme konması için Kılıçdaroğlu nezdinde girişim yapıp sonucu aldılar.
İkincisi, İnce’nin basın toplantısındaki sözlerinin kafa karışıklığı yarattığı düşüncesiyle özel PM toplantısı istemek oldu.
Bu iki eylemin mesajı ise şöyle okunabilir:
“Ulusalcı kanat, organize bir yapıya ulaştığı için sayıca azlığına rağmen çok ses çıkıyor, bizim de sesimizi aynı yolla çıkarmamız artık kaçınılmaz”.
Aslında bu mesajın altında Kılıçdaroğlu’nun, son dönemde ulusalcılara daha yakın durduğu yönündeki bir kaygının varlığını da hissediyor gibiyim.
ŞEMSİYE OLURSA
Bu tabloyu kim haklı, kim haksız diye aktarmıyorum; sadece, başka küçük grupların varlığını da bilerek, CHP’de iki ana grup bulunduğu gerçeğinin bütün netliği ile artık ortada olduğuna dikkat çekiyorum.
Unutmamalı ki CHP’nin 89 yıllık tarihine baktığımızda tek bir parti görmemiz mümkün değil; Atatürk, İnönü, Ecevit, Baykal dönemleri hep farklı parti gibi.
Yani CHP, kimine göre sürekli yenilenebilen, kimine göre de doğurgan bir parti.
Ancak CHP çok partili dönemde, adları ulusalcı veya yenilikçi, sağ veya sol kanat olsun farklı fraksiyonları şemsiyesi altında barındırabildiği sürece ciddi varlık göstermiş; tek sesli dönemlerde ise kan kaybı yaşamış.
Aslında Kılıçdaroğlu’nun da milletvekili ve PM listeleri yaparken bu kaygı ile hareket ettiğini ve çoklu bir yapıyı yönetebileceğine mutlaka inanmış olduğunu ileri sürmek de çok olası.
Ancak sergilediği yönetim tarzını, şimdiye kadar başarılı sayan da var, orkestra şefliğini iyi yapamadığı için armoniden çok kakofoniden söz eden de var.
(Devam edeceğim)
Paylaş