Şükrü Küçükşahin

Öcalan’a aşırı tavizci Erdoğan

15 Temmuz 2004
<B>AKP’</B>li 10 milletvekili, eski DEP milletvekillerinin cezaevinden salıverilmesi sonrası ortaya çıkan tablodan duydukları rahatsızlığı bir bildiriyle kamuoyuna açıklamışlardı. Milletvekilleri, bu açıklamaları nedeniyle, Recep Tayyip Erdoğan’ın şimşeklerini üzerilerine çekmiş, sert eleştirilerini almışlardı.

Erdoğan, bu milletvekillerini bugüne kadar da affetmedi.

Affetme bir kenara, CHP’den iki milletvekili transfer ederken en çok da onlara, ‘Siz gitseniz bile, yerinize gelenler var’ mesajı veriyordu.

İmzacı milletvekillerinden ikisinin Edirne ve Adana’dan olması, transferlerin de bu illerden yapılması tesadüf mü?

YÜREKTEN DESTEK

Erdoğan’
ın, 10 arkadaşına çıkıştığı o günlerde, onlara hararetle destek verenler de vardı.

İmzacı AKP’liler 16 Haziran’da bir milletvekilinden mektup aldılar.

‘Değerli Milletvekilim’ diye başlayan mektup şöyle devam ediyordu:

‘Eski DEP milletvekilleri hakkında yayınlamış olduğunuz deklarasyonu yürekten destekliyor ve tebrik ediyorum. Bu haysiyetli tutumunuzun diğer milletvekillerine de örnek olması, milli değerlerini dondurmuş görünenlere cesaret vermesine vesile olacağını ümit ediyorum. İlişikte konuyla ilgili vermiş olduğum soru önergelerini de sizinle paylaşıyorum.

Samimi dileklerim ve en derin saygılarımla, selamlarım.’

Milletvekili, mektubuna, arkadaşlarına destek amacıyla verdiği soru önergelerini de eklemişti.

Soruların tamamının muhatabı da Başbakan Erdoğan’dı.

Abdullah Öcalan’ın infaz sisteminden görülmemiş biçimde yararlandığı iddiasındaki sorulardan birinin önyazısı şöyle kaleme alınmıştı:

‘YEMİNİN IŞIĞINDA VE ŞUURUNDA’

‘Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın
Recep Tayyip Erdoğan tarafından Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Meclis kürsüsünde yapmış olduğu yeminin ışığında ve şuurunda, yazılı olarak cevaplandırılması hususunu saygılarımla arz ederim.’

‘Yeminin şuuru’
nun anımsatıldığı sorular da ilginçti:

‘1. Mevcut durumu devlet ciddiyetiyle bağdaştırıyor musunuz?

2. Devlet adamlığı sorumluluğu bu laubaliliğe nasıl müsaade etmektedir?

3. Bu konuda günümüze kadar
uygulamış olduğunuz aşırı tavizkár politikalar hangi sonucu sağlamıştır da siz, aynı çizgide ısrarla devam ediyorsunuz?’

Başbakan’a bu şekilde suçlama yönelten soru sahibini merak mı ediyorsunuz? Kendisi, CHP’den AKP’ye transfer olan Adana Milletvekili Atilla Başoğlu.

Bunun nasıl bir siyaset anlayışı olduğunu sormaya artık gerek bile yok; ama acaba, Erdoğan, Başoğlu ile görüşmesinde bu sorulara yanıt verdi mi?

Ya da Başbakan, AKP’li imzacıları tehdit etmek için transfere giderken, onlara samimi bir destekçi kazandırdığının farkında mı?

Milletvekili transferine kapalı olduğunu açıklayan Başbakan’ın bugün, eskilerin liderlerinin de başvurup hayrını görmediği bu yolu yeniden açarak ne kazandığını bilmek mümkün değil.

Ama AKP’nin hızlı bir Kemalist milletvekiline kavuştuğu kesin.
Yazının Devamını Oku

‘Cenazem TBMM’ye gitmesin’

12 Temmuz 2004
MECLİS Genel Kurul Salonu inşaatıyla ilgili iddialar nedeniyle, bir dönem büyük sıkıntılar yaşayan TBMM eski Başkanı Mustafa Kalemli, ‘Nereden Nereye...’ adlı yeni kitabında ‘Ölürsem TBMM’de tören kesinlikle tercihim değil’ diyecek kadar siyasetten uzaklaşmış bir isim. Bir dönem Turgut Özal’a, daha sonra da Mesut Yılmaz’a ‘Başkanın en yakın adamlarından’ denecek bir mesafede çalışan Kalemli’nin yaklaşık 20 yıllık siyaset uğraşından sonra vardığı sonuçlar bugünün lider ve adamlarının da kulağına küpe olacak cinsten. Çünkü, yaşadıklarının ardından ‘İntihar etmemi isteyen beyanlar bana kadar ulaşıyordu. Sanırım bu telkine açık olduğum bir dönemdi. Silahımı eşim saklamasıydı, belki bu arzuları gerçekleşecekti’ noktasına gelmiş eski ve deneyimle bir siyasetçi ile karşı karşıyayız. KAPTANA DA, PARTİYE DE HER ŞEY OLABİLİYORBu nedenle de Kalemli’nin kitabındaki bazı bölümleri yorumsuz artarıyoruz: ‘Partide okuyan, proje üreten, partiyi aydınlatan kişiler hemen hemen yoktu. Parti içi kavgaların temel nedeni gelecekteki liderlik yarışıydı ve sonun başlangıcını hazırlıyordu. (...) Peki bunları niye söylemedim ki? Söylemedim... Zira göremedim. Görseydim bile, belki sesimi duyuramamaktan korktum. (...) Başımızda Özal vardı; her şeye hákimdi. Yani bizim takım aslandı. Kaptana da bir şey olmaz zihniyeti. Oysa kaptana da, partiye de her şey olabiliyormuş.’ ‘(...) Mesut Bey başta hepimizi dinlerdi. En sonunda sadece bir kişiyi dinler hale gelince, kaçınılmaz sonla karşılaştık.’‘Neden hızla eriyorduk? Genel başkanlar, liderlik iddiasıyla partiyi kuşatmaya alıp dışa kapadılar. İçte de demokratik tartışma ortamını isteyerek yaratmadılar. Tasfiyelere giderek, partiye gönül vermiş, kendilerine kayıtsız şartsız destek olanları dahi uzaklaştırdılar. Büyüme yerine küçülmeyi tercih ettiler. Rant uğruna küçük, dar bir çevreye, sağlıksız ve üretemeyen bir yapıya razı oldular. Ülkenin meselelerine çözüm üretmek yerine, küçük beyliklerini devam ettirmek gibi yoz bir uğraşın içinde kaybolup gittiler.’KAZIK YEDİKTEN SONRA‘Mesut Bey muhalefetteki ilk grup toplantısında, ‘Parti, genel başkan doğrultusunda bir parti olmamalı; katılımcı, demokratik hüviyette olmalı’ dediğinde avuçlarımız patlarcasına alkışladık. Şimdi, duy da inanma, diyorum. Evet; başlardaki o güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler.’‘Muhalefete düştüğümüz seçimi Mesut Bey neredeyse başarı olarak yorumluyordu. ‘ANAP için bundan daha iyi sonuç olamazdı. ANAP kazanmak için kaybetmek zorundaydı, bizim hakkımızdaki iddialar bu şekilde balon gibi söner’di. Alkışladık. Ama düşündüğümüz gibi olmadı, bir daha belimizi doğrultamadık. ‘Olaylara biraz da günlük yaklaştık. Eğer gelecek planlaması yapan, doğru politikalar üreten bir okulumuz, altyapımız olsaydı, belki de başka türlü davranırdık.’ ‘Bakıyorsunuz gayet makul bir siyasetçi yükselince başı dönüveriyor. Etrafı da yalaklar ve salaklarla çevrilmişse artık onu düz yolda tutmanız imkansız. Böyle kişiler ve böyle durumları bu ülke, ne yazık ki yaşadı.’ ‘Siyasette kimse makamı, mevzuat gereği de olsa, bırakmak istemiyor. Bunun için her yolu da deniyor. Ben bunu kazık yedikten sonra öğrendim.’
Yazının Devamını Oku

AKP’yi gıpta ettiren ülke

8 Temmuz 2004
<B>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’</B>ın iki günlük Bulgaristan gezisinin bir sonucu da AKP’lilerin bu ülkeye gıpta ile bakışıydı.<br><br>Haksız da değiller; Türkiye’nin, 40 yılı aşan Avrupa Birliği bekleyişine karşın, 5 yıl önce başvuru yapan Bulgaristan 2 yıl sonra tam üye oluyor. Özellikle ekonomik kriterlerde Türkiye’nin hálá çok gerisinde olan Bulgaristan’a karşı bu farklı tutumu AB’nin çifte standardına bağlayanlar da haksız değil.

Bu kriterlerin yakalanabilmesi için AB fonları Bulgaristan’a akmış durumda.

Gayrisafi Milli Hasılası 20 milyar dolar olan Bulgaristan’da, 46 proje için 850 milyon Euro sağlayan Avrupa Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası en büyük yatırımcı kuruluş olmuş, diğer fonlardan katkı ise milyarı aşmış durumda.

İşin bu boyutunda çifte standardı görmemek mümkün değil; ama demokratik atılım ve insan hakları konusunda Bulgaristan’ın hakkını teslim edenlerin başında AKP’liler geliyor.

KISKANDIRAN UYUM

Devlet Bakanı Beşir Atalay, ‘Bulgaristan bu alanlarda AB’nin hayranlığını kazandı ve bunu hak da etti. AB için ne gerekiyorsa kompleksiz yaptılar’ diyor.

Türkiye’de çok tartışılan iki konudan örnek vermek gerekirse, Türkçe ve Rumence TV yayınları; Türk, Rumen, Yahudi ve Ermeni dillerinde eğitim sağlanmış.

Atılan adımların hızlılığında en büyük pay Cumhurbaşkanı George Parvanov ile Başbakan Simeon Sakskoburgotski ’ye ait.

Üstelik, Cumhurbaşkanı sosyalist partinin eski lideri, başbakan ise eski kral.

Ülkeyi NATO’ya sokan, AB’ye üyelik başvurusu yapan ve hazırlayan sosyalistler, iktidardan düşünce de AB çabalarını aynı hızla sürdürmüşler.

Cumhurbaşkanı ile Başbakan, konu AB olunca nükleer santraller ve özelleştirme dışında tam bir uyum içinde davranmışlar.

Nükleer santrallerin kapatılmakta olduğunu, özelleştirmenin de 2006’da bitirileceğini belirtmeli.

‘ÇAT KAPI’ SİYASETİ

Her iki isim arasındaki uyuma, biraz da kıskanarak desek yerinde olur, işaret eden Devlet Bakanı Beşir Atalay, Cumhurbaşkanı’nın genç ve dinamikliğine değinip, Başbakan’ın asaletinin yüzünden aktığını, samimi ve bilgili olduğunu anlatıyor.

Başbakan Erdoğan da Saks- koburgotski’nin bu yanını çabuk keşfediyor.

Bir önceki akşam, sadece resmi ziyaretlerle yetinmemeyi, başbakanlar olarak çat kapı, akşam yemeklerinde bir araya gelmeyi öneriyor.

Erdoğan’ın hemen harekete geçtiğini de dün, Şişe Cam fabrikasının temel atması nedeniyle Sofya’dan Varna’ya uçarken görüyoruz.

Erdoğan, uçağa yanında Sakskoburgotski ile binince sürpriz oluyor.

İstanbul Milletvekili Egemen Bağış, bu duruma alışık olmamızı önererek, ‘Hani yarın akşam da yemeğe giderlerse şaşırmayın’ diye espri yapıyor.

Bağış, deneyimli biri olarak bu tür ilişkilerin ülkeler arası sorunlarda daha etkili sonuçlar verdiğini belirterek, Türkiye ile İtalya arasındaki pek çok sorunun da bu şekilde çözüldüğünü örnek olarak gösteriyor.

Hani darısı, Erdoğan’la Çankaya Köşkü arasına!
Yazının Devamını Oku

Erdoğan ve tersten okuma

5 Temmuz 2004
Başbakan <B>Recep Tayyip Erodoğan, </B>YÖK Yasası’nda geri adım attıktan sonra, SABAH’tan <B>Yavuz Donat</B>’a, ‘<B>Saflar belli oldu’ </B>demişti. O gün, Erdoğan’ı iyi tanıyan bir siyasi bu sözleri bize, ‘Tersten okuyun. Hedef laik kesim değil, yeterli desteği alamadığı kendi yandaşları’ diye yorumlamıştı.

Erdoğan’ın önceki gün, imam hatip lisesi mezunlarının velilerine, ‘Tasarının karşısına dikilenlere gereken cevabı vermediler’ diye sitem etmesi galiba bu yorumun haklılığını ortaya koyuyor.

‘Tersten okuma’, Erdoğan’ın söyleminde önemli bir yer tutuyor.

Oysa, velilere ‘Tepkisiz kaldınız’ eleştirisini getiren Erdoğan, Leyla Zana ve arkadaşlarına tepki veren 10 AKP milletvekiline de grupta ağır eleştiriler yöneltmiş, ‘Size efsane diyen kurumları tersten okuyun’ uyarısını yapmıştı.

ÖZAL ÖZÜR DİLEMİŞTİ

Milli Görüş’ün ‘lidere biat’ anlayışıyla yetişip yoğrulmuş olan Erdoğan, belli ki AKP üzerindeki hakimiyetini de yine ‘biat’ esasına dayandırıyor.

Bu üslup, aynı anlayışla yetişmiş olan Milli Görüş kökenli AKP’liler üzerinde etki yapıyor.

Ancak, Milli Görüş’ten gelmeyen AKP’lileri ise gerdiği görülüyor.

Bu milletvekillerinden biri, ‘Başbakanımızı Yunanlıların övmesini de mi tersten okuyalım?’ diyerek rahatsızlığını gizlemiyor.

Başbakan’ın grupta kendi milletvekillerine karşı takındığı sert üslubu hayretle karşılayanlardan biri de tecrübeli siyasetçi Mehmet Keçeciler.

Keçeciler önce, Bülent Arınç da dahil biz Necmettin Erbakan’a karşı Korkut Özal’ı desteklediğimizde, gençlik kolları başkanı olarak Erdoğan da bizimle birlikte hareket etmişti’ anımsatmasında bulunuyor.

Dostane bir üslup içinde milletvekillerine karşı sert üslubun doğru olmadığını belirten Keçeciler, Özal’dan ilginç bir örnek veriyor.

ANAP’ın bir grup toplantısında Özal, kürsüde zamlarla ilgili ağır eleştiri yapan Aydın Milletvekili Nabi Sabunca’ya ‘Sen halkı düşünüyorsun, ben zamcıbaşıyım, değil mi?’ diye laf atıyor.

Ama Özal kürsüye çıkınca söze, ‘Bu kadar kızmamalıydım; özür dilerim’ diye başlıyor.

Keçeciler, ‘Sizi ben seçtirdim’ yaklaşımını da doğru bulmuyor, Özal da herkesi seçtirmişti; ama bunu hiçbir zaman ima dahi etmezdi’ diyor.

‘İKİ FARKLI AKP GÖRÜNTÜSÜ’

Erdoğan,
Meclis’in ekim ayında yeni bir sürece gireceğini biliyor.

Böyle bir süreçte, bir yandan kızdığı milletvekillerini, diğer yandan TBMM Başkanı Bülent Arınç faktörünü dikkate almak durumunda.

Arınç, Meclis Başkanlığı’nı bir kez daha arzuluyor.

Moğolistan Cumhurbaşkanı’nı karşılamaya Çankaya Köşkü’ne giden Arınç’ın, konuk ABD Başkanı Bush olunca Köşk’e gitmemesi ve ‘Davetiye geç geldi’ diyerek soluğu Manisa’da alması Erdoğan’ı çok da mutlu etmemiş gibi.

Çünkü Erdoğan, bu davranışın Amerikalılar karşısında ‘iki ayrı AKP görüntüsü’ yarattığını fark edebilecek siyasi donanıma sahip.

Başbakan, Arınç’ı dışlasa bir türlü, dışlamasa başka türlü.

Ya partide büyük çatlak yaratabileceği endişesiyle yine yola Arınç’la devam edecek; Arınç’ın bazı çıkışlarını sineye çekmeye devam edecek.

Ya da Arınç’ı kenara çekmeye ikna edecek; ancak bu kez de mevcut rahatsız milletvekillerine Arınç ve arkadaşlarını ekleyecek.
Yazının Devamını Oku

Sağa idman vermekten bıkan CHP’liler

1 Temmuz 2004
<B>CHP,</B> sonucu belli yeni bir olağanüstü kurultaya daha gidiyor. <br><br>Bir önceki yazımızda, CHP Genel Başkanı <B>Deniz Baykal’</B>ın kurultayı toplama nedenlerini ve muhalefete mesajlarını aktarmıştık. Baykal’a göre, muhalefetin yanlışı parti bilinciyle hareket etmemek.

Muhalif 30 milletvekilinin bakışını ise sözcüleri konumundaki Ahmet Güryüz Ketenci ile konuştuk.

Baykal’ın söylediklerinin aksine CHP’ye sahip çıktıklarını söyleyen Ketenci, bu nedenle böylesi bir harekete kalkıştıklarını; yoksa CHP programı ve ideolojisi ile sorunları olmadığını aktardı.

Geniş halk yığınlarının özlem ve istemlerine yanıt vermek bir yana ters düşen politikalar izleyen bir parti olmaya başladıklarını savunan Ketenci, devleti öne çıkaran, insanı ise önemsemeyen siyasal çizgiden yakındı.

‘BAYKAL’LI POSTER İSTEMİYORLAR’

Ketenci’
nin muhalefet adına eleştirileri art arda geliyor:

‘Her koşul ve durumda soyut laiklik tartışması öne çıkıyor.

Halkın çok kültürlü yapısını görmezlikten gelen etnik kimlik söylemi, CHP’yi sağ çizgiye çekiyor, sol değerlerimizi geride bırakıyor.

Sosyal demokrasi ezilen, horlanan, sömürülenlerin ideolojisidir; izlenen çizgi bu anlamıyla Kemalist çizgiye de ters düşüyor.’

Yüzde 18.3’ü başarı gören bir liderle karşı karşıya olduklarını anlatan Ketenci, belediye başkan adaylarının liderli poster istemediği bir seçimi ilk kez yaşadıklarını, bunu acıyla izlediklerini söylüyor.

‘Yani Baykal, sadece seçim kaybetmiyor, kaybettiriyor da’ diye göndermede bulunan Ketenci, ‘Halkımızla Baykal arasındaki çelişki aşılmaz çelişkidir’ iddiasını dillendiriyor.

Kurultay taleplerinin değil, seçim öncesinde aday kavgasına tutuşan Baykal’ın arkadaşlarının partiye zarar verdiğini öne süren Ketenci’nin şu sözleri de dikkat çekici:

‘Doğu, Güneydoğu ve İç Anadolu’da hiç yokuz; Karadeniz’de bir iki yerde, batıda ise kıyı şeridinde kaldık ve zenginler partisi olduk.

Çağdaşlaşmanın önderi CHP, bu önderliği kaybetmiş, kitlelere umut vermez olmuş; sürekli yenilen, sağa idman veren pehlivan haline gelmiş.

Artık yenilen pehlivan olmak, sağa idman vermek istemiyoruz.’

YOLLARI AYRILACAK VEKİLLER VAR

Ketenci’
nin dile getirdikleri haklı bulunacak konular; ancak bu haklılığın Kurultay’da muhalefete merhem olması söz konusu değil.

Bu da Baykal için rahat bir Kurultay olacak; ama sonrasında kendisini önemli kararlar bekliyor.

Bazı delege ve milletvekilleri için disiplin yolu açılıyor.

Baykal’ın muhalif 30 milletvekiline toplu ihraç yolu açmasını beklemek gerçekçi değil; ama bazı milletvekilleri ile yollar ayrılacak gibi.

Buna, ‘tehdit var’ diye istifa edenler de eklenebilir.

Hangi gerekçeyle olursa olsun, CHP’yle yolları ayrılacaklardan sonra da Baykal’ın huzur bulmasını beklemek gerçekçi görülmemeli.

Çünkü Baykal, bugün organize olmayan, lidersiz bir muhalefetle karşı karşıya kalırken, en geç olağan kongrede daha dişli rakiplerle yarışacak.

Bu yarışı engelleyecek bir kaçış ise henüz görünürde yok.
Yazının Devamını Oku

‘AKP ha 367 ha 347; fark etmez’

28 Haziran 2004
<B>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan</B> geçen salı günü, kapalı bölüm için AKP grup toplantı salonuna girdiğinde, hemen yönetim kürsüsüne yöneldi. Duruma alışık olan Grup Başkanvekili Eyüp Fatsa, koltuğunu terk etti.

Erdoğan, kapalı toplantıların tümünü bizzat kendisi yönetiyor.

Bunun bugüne kadar hiçbir parti lideri tarafından gerçekleştirilmemiş bir uygulama olduğunu anımsatarak, salı gününe geri dönüyoruz.

Erdoğan, kürsüden gördüğü manzaradan memnun değildi.

Bu nedenle ilk sözleri, ‘Bu ne rezalet kardeşim? Çok önemli bir toplantı yapıyoruz, burası boş. Grup başkanvekilleri; çabuk çıkın; cep telefonlarına mesaj geçin, kulistekileri getirin’ olunca, beş grup başkanvekili de soluğu dışarıda aldı, gerekeni yaptı.

YAYINLANACAKSA BİZ YAYINLARIZ

AKP’nin ilk grup toplantısında, ‘Benim milletvekillerim parmak kaldırıp indirenlerden olmayacak’ diyen Erdoğan’ın ilk mesajı geneldi:

‘Komisyonlarda, Genel Kurul’da benim gönderdiğim tasarılar önergelerle değiştirilmek isteniyor. Kardeşim, biz incelemiyor muyuz; ne demek önergelerle benim kanunlarımı değiştirmek? Ben böyle şey istemiyorum.’

Erdoğan,
daha sonra eski DEP milletvekilleri ile ilgili bildiri yayınlayan 10 milletvekiline yönelik ‘fırça’ya geçti:

‘Benim partimde bildiri mildiri olmaz kardeşim. Önce bana, gruba gelirsiniz. Eğer böyle bir bildiri yayınlanacaksa birlikte yayınlarız. Demokrasinin de bir disiplini var. Kimsenin bildiri yayınlama hakkı yok.’

Tonu yüksek ve hükmeden bir üslupla konuşmasını sürdüren Erdoğan, daha önce de birkaç kez söylediği şu sözleri yeniledi:

‘Bu partiyi rastgele kurmadık. Kimseyi zorla almadık. Aksine, herkes bize gelmek için zorladı. 3 Kasım öncesine dönün. Araya adam soktunuz, bana çeşitli referanslarla geldiniz. Parti içi disipline uymak zorundasınız. Birçok adım atıyoruz. Bu adımları bazı marjinal kurumlar anlamıyor. Oysa sizin bu marjinal kurumların tepkisini tersten okumanız lazım.’

DEP’LİLERLE BEN DE GÖRÜŞÜRÜM

Başbakan, bu sözlerinin ardından, Amasya’ya gideceğini söyleyerek, kürsüden inmek için harekete geçti.

Bu sırada bildirici 10 milletvekilinden Vahit Erdem söz istedi; Erdoğan izin verince kürsüye çıkıp kendilerini savundu.

Erdem, bazı milletvekillerinden alkış alınca Erdoğan bu kez daha yüksek bir ses tonu ve önceki sözlerini biraz daha ağırlaştırarak yeniden konuştu:

‘Efendim; ben milletekiliyim her şeyi söylerim... Öyleyse bağımsız geleceksin. Ancak bağımsızlık bu hakkı size verir.’

Bildiride Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün de hedef alındığını anımsatarak sözlerini, ‘Bakın tutuklu, mahkum, dışarı çıkan, hepsi benim vatandaşım. Ben de görüşürüm bunlarla’ diyerek net bir tutum sergiledi.

Bununla da yetinmedi, bir destek de, Diyarbakır’da Kürtçe selamlama yaptığı için eleştiri alan Başbakan Yardımcısı Adüllatif Şener’e verdi:

‘Mesela Addüllatif Şener’in ziyareti nedeniyle tepkiler oldu. Ne demek kardeşim; o zaman sorunu sen yaratıyorsun demektir.’

Erdoğan
’ın bu sözlerine parti yönetiminin, ‘Ha 367 olmuşuz, ha 347; ne fark eder’ anlayışını ekleyelim.

Bakalım önümüzdeki günler AKP’de nelere gebe; hele bir ekim gelsin.
Yazının Devamını Oku

Baykal’dan sosyalistler ile muhaliflere mesajlar

24 Haziran 2004
<B>CHP </B>Genel Başkanı <B>Deniz Baykal’</B>ın önünde iki gündem maddesi var. Yarın başlayacağı için şu anda özel ağırlık verdiği konu Sosyalist Enternasyonal’in, ‘Barış ve İnsan Hakları’ konulu komisyon toplantısı.

G-8, Birleşmiş Milletler, NATO gibi kurumlar Irak ve Ortadoğu konusundaki politikalarını belirlediği halde, Enternasyonal bugüne kadar ortaya net bir politika koyamadı.

İstanbul’daki NATO Zirvesi’ni fırsat bilen Enternasyonal, bu toplantı öncesinde Türkiye’de buluşarak görüş belirleme kararı aldı.

Toplantının açış konuşmasını yapacak olan Baykal, sosyalistlerin önüne dünyanın şiddet-terör, demokrasi ve İslam haritalarını serip bu üç harita arasındaki ilişkiyi anlatacak.

ANAHTAR TÜRKİYE

İslam coğrafyasının bazı yerlerinde şiddetin görüldüğünü, ama çok büyük coğrafyasında şiddetin görülmediğine dikkat çekecek olan Baykal, ‘Yani İslam’la şiddet arasında bir ilişki yok’ diyecek.

Buna karşın, ‘Demokrasi ile şiddet arasında ters bağlantı var; demokrasi varsa şiddet yok, demokrasi yoksa şiddet var’ tezini koyacak.

İslam coğrafyasının ezici çoğunluğunun demokrasi dışı olduğunu söylemeye de gerek yok.

Baykal, işte bu noktada da, ‘Tek istisna Türkiye’ diyecek ve bunun nedenini de İslam’ın Türkiye’de bir inanç olarak yaşanmasına bağlayacak.

Sözlerini, ‘İşin anahtarı burada; Türkiye’nin yaptığını diğerlerinde de sağlarsak sorunu giderme yoluna gireriz’ diye sürdürecek.

İslam ile siyasetin iç içe olmadığı durumlarda, diğer koşullar, örneğin ekonominin iyi veya kötü olması, demokrasi olabiliyor; aksi durumda (Körfez ülkeleri örneği), demokrasi olamıyor.

Bu tezden hareketle de Baykal, ‘Türkiye bunu 80 yılda başardı. Şimdi siz çıkıp bir günde Irak’ta, bu bir din devleti de olsa, demokrasi kurarız derseniz yanılırsınız’ uyarısında bulunacak.

Baykal’ın sosyalistlere, ‘Tamam, teröre karşı askeri mücadele şart, ama kaynakları da kurutulmalı. İşe de önce İsrail-Filistin sorununu çözerek başlamalı’ mesajını vereceğini söylemeye de gerek yok.

Baykal’ın son mesajı ise şu olacak: ‘ABD, Irak’a müdahale için 200 milyar dolar harcadı. Bu para bölgenin yoksulluğunu yenmek için harcansaydı her şey çok daha farklı olurdu. Üstelik Irak bugün daha istikrarsız olacak.’

KURULTAY SONRASI YENİ SAYFA

Dün görüştüğümüz Baykal’ın sonraki hafta sonu yapılacak olağanüstü kurultaya yönelik değerlendirmelerinde ise ‘CHP’de sorun parti içi demokrasi değil, partili olma bilinci’ anlayışı öne çıkıyor.

Baykal, 28 Mart sonrası tüm yetkili kurullarda uzun değerlendirmeler yapılmasına rağmen muhaliflerin partiyi yıpratacak şekilde açıklamalarda bulunup imza toplaması üzerine kurultay kararı aldığını söyledi.

Aile içi sorunların konuşulacağı kurultayda ‘Biz nasıl kavga ediyoruz’ görüntüsü verilmemesi için kapalı toplantı kararı alındığını da anlatan Baykal, ‘Partiyi korumak önce benim görevim’ uyarısını yaptı.

Kimseyle yollarını ayırmak gibi bir niyeti olmadığını da vurgulayan Baykal, ancak kurultayın iradesini göstermesinden sonra muhaliflerin alacağı tutuma bakacağının işaretlerini de veriyor.

Yani, bir yandan kurultay sonrası yeni sayfa açma işareti veriyor, diğer yandan, ‘Sonrasında da dışarda konuşacaksanız gerekeni yaparız’ diyor.

Çünkü, ‘Bugün CHP’yi savunmak, Türkiye’yi savunmaktır’ inancında.
Yazının Devamını Oku

Zirve, BOP’a katılımda mutabık

21 Haziran 2004
MİLLİ Güvenlik Kurulu (MGK) perşembe günü, İstanbul’da yapılacak NATO zirvesiyle bağlantılı olarak Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) ele alacak. Projeye hükümetin bakışı hem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, hem de Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından birçok kez ortaya kondu. Perşembe günkü MGK’nın önemi, BOP’la ilgili çalışmalarını tamamlamış olan askerin görüşünü ortaya koyacak olmasında yatıyor., MGK toplantısına yansıyacağı tahmin edilen ‘Büyük Ortadoğu Girişimi’ başlıklı Genelkurmay çalışması, bu konuda önemli ipuçları veriyor. ‘Genel Hususlar’ın başlangıç bölümünü oluşturduğu çalışmada, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Bahreyn gibi bazı seçilmiş ülkelerin bakışı değerlendiriliyor. DIŞINDA KALAMAYIZÇalışmanın ikinci bölümünde, İstanbul zirvesinde ABD’nin, ‘İstanbul İşbirliği Girişimi’ adlı projeyi başlatma niyetine destek veriliyor. Girişime, terörle mücadele; kitle imha silahlarının yayılması; insan, uyuşturucu ve silah kaçakçılığının önlenmesi; ortak tehditlerle mücadele edilebilmesi için önem atfediliyor. Avrupa’nın, ‘Bizim Akdeniz Diyaloğu var ya’ itirazı, girişimin onu derinleştirme ve genişletme amacında olduğu saptaması ile karşılanıyor. Ancak bu girişime NATO zirvesinde start verilmesi için ittifak arasında henüz mutabakat sağlanmış görünmüyor. Bu durumu dün görüştüğümüz Abdullah Gül de teyit ediyor. Çalışmanın ‘Türkiye’nin Pozisyonu’ bölümü önemli ve ‘Jeopolitik konum itibarıyla Türkiye’nin BOP dışında kalması mümkün değildir’ diye başlıyor. ‘Milli menfaatlerimiz, BOP’un başarılı olması halinde bölgeye getireceği barış ve refahla kaçınılmaz biçimde iç içe geçmiş durumdadır’ değerlendirmesi de BOP’a ana bakışı özetliyor. Türkiye’nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak BOP kuşağındaki birçok ülkeye örnek teşkil edebileceği vurgusu yapılarak da ‘Ilımlı İslam’ tezlerine kapıların kapalı olduğu mesajı veriliyor. BOP’ta yer alması halinde Türkiye’nin, bölgede istikrar ve barışın sağlanmasını kolaylaştıracağı aktarılırken, BOP’un rahatsızlık yaratmasının ise Türkiye’yi zorlayacağı uyarısı yapılıyor. ‘ANCAK TÜRKİYE OLUR’ Projeyi destekleyen Genelkurmay, eksiklikleri de ortaya seriyor. Bu çerçevede, girişimin, dengeli ve başlangıçtan itibaren açık bir hedefe dönük olması; şeffaf, kapsamlı bir işbirliğinin gerçekleştirilmesi; bölge ülkeleri arasında ayrımcılık yapılmaması; katılımın, isteyen her ülkeye açık tutulması; her ülkenin kendi iç dinamiklerinin dikkate alınması; Arap-İsrail sorununa çözüm bulunması önerileri sıralanıyor. Çalışmaya bakıldığında asker BOP’ta rol üstlenilmesini istiyor. Anlaşılan zirvede mutabakat oluşacak, Türkiye BOP’ta aktif rol alacak.Türkiye rolü alınca da hem Batı hem de Arap dünyasına dönüp, ‘Her ikinizin dilinden de çok iyi anlıyorum’ diyecek, aktif tutum takınacak. İslam Konferansı Örgütü toplantısındaki başarıyı somut kanıt gösterecek. Gül’ün dün bize söylediği şu sözleri de, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde Ortadoğu’da alacağı aktif tutumu gösteriyor: ‘Türkiye’nin her iki tarafta da gücü, saygınlığı var; yıldızı parlıyor. Ancak böyle bir ülke dünya barışına, medeniyetler harmonizasyonuna katkı sağlayabilir, bu misyonu yüklenebilir.’
Yazının Devamını Oku