14 Şubat 2005
ENERJİ ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndaki operasyonun bir yönü de AKP bürokrasinin iç çekişmesiyle ilgili görünüyor.Operasyonun üç önemli ismi, Elektrik Üretim A.Ş. (EÜAŞ) Genel Müdür Vekili Önder Fırat ve yardımcısı Servet Üst ile tutuksuz sanık Daire Başkanı Fuat Kutsal’ın MHP kökenli olmaları dikkat çekici. Bu bürokratlar, AKP kurulduktan sonra hızlı bir uyum süreci geçirip, Bakan Hilmi Güler’in derin güvenini kazanan isimler. Milli Görüş’e yatkın arkadaşlarının tüm şikáyetlerine rağmen Güler de onları korumak için her çabayı gösteriyor. Şikáyet geldikçe, Piyade’ye, ‘Personele yumuşak davranıyorsun, biraz tozlarını al’ diye ‘tüyo’ vermeyi bile ihmal etmiyor. Piyade de kendisini şikáyet eden ve önemli bir AKP’linin yakını olan emrindeki bürokratı sert şekilde uyararak ‘tüyoyu’ değerlendiriyor. PİYADE ONAY ALMADAN ADIM ATMAZDIPiyade ile Güler’in ilişkisi AKP’nin kuruluş günlerine dayanıyor. Güler, AKP Ar-Ge’sinde en çok Piyade’den yararlanıyor ve bakan olduktan sonra da onu en önemli görevlere getirmek için çabalıyor. Hakkında raporlar olmasına rağmen Piyade’yi TEDAŞ Genel Müdürü yapmak için Köşk’e iki kez kararname gönderen Güler, bu ısrarı nedeniyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan sitem alıyor ve sitemi Piyade’ye de aktarıyor. Güler, kararnamesi Köşk’ten dönen Piyade’yi bir ay izne çıkarıyor; ama o gün bir sıfatı olmadığı halde Kıbrıs’a yanında götürmeyi göze alıyor.TEDAŞ olmayınca görevlendirme ile Piyade’yi, EÜAŞ’a Genel Müdür Vekili yapıyor, hukuki bulunmuyor ama ona Yönetim Kurulu Başkanlığı da veriyor. Piyade de bu ilgi ve güvenin karşılığını vermek için her şeyi yapıyor. Bakan’ın onayı olmadan tek adım atmadığı bilinen Piyade, işi o kadar ileri götürüyor ki, bir toplantıda Güler’in önünde, bir bakan danışmanının, ‘Daha ne yapacağını söylemeden, ‘Yaparız bakanım’ diye konuşma’ uyarısını alıyor. YANLIŞ GİDEN ŞEYLER Güler, operasyon için düğmeye basmak zorunda kalmış görünüyor. Oysa eski dönemin müfettiş raporlarında, haklarında, ‘Üst düzey görev alamaz’ ibaresi olan her kişiyi, ‘Onlarınki ideolojik rapor’ diyerek önemli makamlara atamak yerine ciddi araştırma yaptırsaydı, bugüne gelmeyebilirdi.Çünkü, o raporlarda bugünlere ışık tutan kanıtlar bulunabilir. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, o raporlar nedeniyle bu isimlere geçit vermediğinden bugün, pek çok önemli kamu kurumunu vekiller yönetiyor. Vekille yönetim ciddi bir sorun ve operasyon da Sezer’i haklı çıkarıyor. Sorun, sadece bununla da sınırlı değil; enerji kurumlarında müfettişlerin yarısı, önceki dönemde görev alan diğer yarısını soruşturmakla meşgul. Bir önemli kurumdaki ‘Teftiş Kurulu Başkanı’ levhalı odada fiili başkan oturur; görevlendirme yapar, rapor hazırlarken başka bir odada oturan hukuki başkan, fiili başkanının kararlarına imza atmakla yetiniyor. Bakanlıkta Milli Görüş ile AKP’nin diğer kanatları çekişiyor. Bakan Güler ise tercihlerini farklı kullanıyor. Örneğin Güler, daha önce Milli Görüş çizgisindeki bir genel müdürü usulsüzlük gerekçesiyle görevden almada, ‘sessiz sedasız’ bir yöntem uygularken, herhalde, ‘Bu yargılık durum değil’ kanaatine varmıştı. Ayrıca; sınavsız, eş, dost, akrabayı kuruma dolduran, iş açığa çıkınca da aldıklarını kapı önüne koyan bazı bürokratlar neden hálá görevde tutuluyor!
button
Yazının Devamını Oku 10 Şubat 2005
Başbakanlık’ta ders Ömer Dinçer okumak<br><B>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan</B>’ın en güvenilir kişi olarak Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirdiği <B>Prof. Dr. Ömer Dinçer </B>tartışmalı kişiliği kadar ilginç uygulamaları ile de zaman zaman gündeme gelen bir bürokrat. Dinçer’in, Erdoğan’ın bu güvenine layık olmak için, Başbakanlık’ta ve devlet bürokrasisinde bir aksama olmasın diye işi sıkı tuttuğuna, bu amaçla yeni yöntemler geliştirdiğine sık sık tanık oluyoruz.
Kamu Yönetimi Reform Tasarısı, bu dönemdeki en önemli eseri olan Dinçer, şimdilerde ‘performans kriterleri’ üzerinde yoğunlaşmış durumda.
Dinçer, Başbakanlık çalışanlarını bu kriterlere göre ödüllendirecek.
GERİSİNİ KİTAPLARIMDAN OKUYUN
Yeni uygulama için müsteşar yardımcıları, genel müdürler ve daire başkanlarını toplayan Dinçer, amacını ve hedefini net açıkladı:
‘Sizleri ödüllendirmek istiyorum. Bunun için performans kriterlerine bakacağım. Kriterleri de her birim kendisi belirlesin.’
Bazı birimler için iş kolaydı.
Örneğin, Halkla İlişkiler birimi kolaylıkla, ‘Şu personel, şu kadar mektup okudu, şu kadar yanıt verdi’ diyebilirdi.
Ancak, örneğin Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü, yasa üretme seferberliği mi ilan edecek, yoksa ihtiyaca göre mi hareket edecekti veya Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü ödül almak için elinden geldiğince çok genelge mi yayınlayacaktı?
Bu sorular gündeme gelmedi değil; ama Dinçer kararlı davrandı:
‘Konuyu kavrayamadıysanız, biraz internetten araştırın. O da yetmezse benim kitaplarımda bilgi var; oradan yararlanın. Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası’nda aradıklarınızı bulabilirsiniz.’
Dinçer, toplantıdan sonra piyasada 30 YTL’ye satılan bu kitabını bazı bürokratlara göndererek ilk ödüllendirmesini de yaptı.
Müsteşarın asıl ödülleri ne olacak henüz belli değil; ama Başbakanlık’ta herkesin harıl harıl Dinçer okumakta olduğunu da söylemeliyiz.
VEKALET VEKİLDE
Dinçer’in bir uygulaması da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile zıtlaşma içerdiği izlenimi veriyor.
Sık sık yurtdışına çıkan Dinçer, OECD toplantısı için gittiği ve önceki gün döndüğü Ürdün gezisi sırasında olduğu gibi vekaleti, ‘en kıdemlisi o’ gerekçesiyle yardımcıları arasından Mustafa Çetin’e bıraktı.
Cumhurbaşkanı’nın olumsuz tavrı nedeniyle, yardımcılığı asaleten değil geçici görevlendirme ile sürdüren Çetin böylece, ‘vekilin vekili’ oluyor.
Oysa Dinçer’in kendisinin getirdiği, Cumhurbaşkanı’nın onayından geçip asaleten ataması yapılan müsteşar yardımcıları da var.
Ayrıca, kıdem esas alındığında ise Danıştay kararı ile aralık sonunda göreve dönen Özgün Ökmen, en kıdemli yardımcı unvanını kazanmış durumda.
Ancak, yargı kararlarına saygılı olduğunu sık sık dile getiren, yenilik yapmakla övünen Dinçer’in, bu alanda bir yeniliğe hazır olmadığı görülüyor.
Dinçer’in, yargı kararı ile dönen bürokratlara eski görevlerini verip vermeyeceği, onları eski dönemlerde olduğu gibi Başbakanlığın ücra bir odasında 09.00-18.00 mesaisine tabi tutup tutmayacağı soruları da devlete bakışı ile yakından ilgili.
Bunu da izlemeye çalışacağız.
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2005
<B>GEÇEN </B>hafta sonu yapılan CHP Olağanüstü Kurultayı, öncesinde <B>Deniz Baykal</B> cephesinden estirilen <B>‘değişim’, ‘yeni vitrin’</B> rüzgárlarını boşa çıkaran kurultayların dördüncüsü oldu. Cumartesi günkü Parti Meclisi (PM) toplantısı bunu bir kez daha kanıtladı.
Değişim rüzgárı, Baykal’ın PM toplantısında yanına iki genç üye alarak görüntü vermesiyle sınırlı kaldı.
Baykal, partinin en etkin organı olan Merkez Yönetim Kurulu’nda kayda değer bir değişikliğe gitmediği gibi, 20 üyeden sadece ikisini kadınlar arasından seçerken, birlikte görüntü verdiği gençliği ise unutmayı yeğledi.
Değişime kapalı olduğunu bir kez daha ortaya koyan Baykal’ın, bu tercihi ile karşısındaki cepheyi genişlettiği görünüyor.
YENİ AYRILIKLAR GELİYOR
CHP kulislerine bakıldığında, bu tablonun, yeni hareketliliklere neden olacağını söylemek kehanet olmasa gerek.
Kurultay Baykal’a, sadece ‘Baykalcı’ delegenin katılımına rağmen PM’ye düşük oyla giren isimleri vitrininden uzaklaştırma cesareti vermedi.
Ancak aynı kurultay, kötü performansına karşın Mustafa Sarıgül’ün aldığı 460 oy nedeniyle CHP’de çok kişiyi de hareketlendirdi.
Bu hareketlilik içinde olanlar arasında, kurultayda desteğini Baykal’dan yana koyan CHP’nin önemli isimleri de var.
Yakın süreçte, bu isimlerle Baykal’ın yollarının ayrılacağı görülecektir.
Daha kurultayın ertesi günü harekete geçen, partiden kopmayı düşünenleri bundan vazgeçiren bu isimler, cumartesi günkü PM seçimleri sonrasında, denizin bittiğine bir kez daha karar verdiler.
PM toplantısında Baykal’ın, olağan kurultayın sonbaharda yapılacağı yönündeki sözleri de ayrışmaya tuz biber ekti.
TEŞKİLAT SAVAŞI BAŞLIYOR
Sarıgül’e ve Zülfü Livaneli’ye destek veren muhalefeti de içermesi planlanan bu yeni geniş hareket, işi kurultay öncesi süreci kapsayan bir-iki aylık çalışmaya bırakacak gibi değil.
Başta delege seçimleri olmak üzere, ilçe ve il kongrelerinde kıran kırana bir mücadele başlatılacak.
Harekete en büyük desteğin, doğal olarak yeniden seçilememe kuşkusunu hissetmeye başlayacak olan milletvekillerinden gelmesi sürpriz değil.
Genel başkan adaylığı için Baykal’a imza vermeyerek mesafeli tutum alan 70 milletvekiline yarısı kadar ilave olması kimseyi şaşırtmayacak gibi.
Çünkü bir kez daha yinelemeli ki kurultayın mesajları net oldu.
Kurultay, Baykal’ı düşük bir oyla seçerek onun, hem olağan kurultayda desteğini arayacağı arkadaşlarını geri plana çekme hem de muhaliflerine karşı geniş çaplı tasfiye hareketine girişme cesaretini kırdı.
Oysa bu kurultay muhaliflere ise ayrılmama, mücadele etme cesareti verdi.
Süreç şimdilik böyle yürüyor, yürüyecek gibi de.
Hakkari’den İzmit’e gezmeye başlayan Baykal, alışık olunmayan bu performansını sürdürür, muhalefet de meydanı kendisine bırakmazsa CHP’nin 12 Eylül sonrası en popüler, en hareketli dönemine tanık olabiliriz.
Yazının Devamını Oku 3 Şubat 2005
<B>SALI </B>günkü CHP Grup toplantısı, hafta sonu yapılan kurultayda genel başkanlığa yeniden seçilen <B>Deniz Baykal’</B>ın ve arkadaşlarının ruh halini yansıtması bakımından oldukça kayda değer ipuçları veriyordu. Salonu dolduran CHP’lilerin, bir iki muhalif milletvekili dışında tamamı, Baykalcı olduklarını gösteren tepkiler veriyordu.
Baykal’ın sözünü ettiği tüm komplo teorilerine, medyayı eleştirilerine destek veren böylesi bir grubun birkaç alkışı ise oldukça anlamlıydı.
‘CHP olarak, muhalefet olarak bunu yapacağız’ ve ‘Yarın Hakkári’ye gideceğim’ sözlerine gelen bu alkışları, Baykalcıların da, daha iyi bir muhalefet yapma ve CHP’deki ataletin ortadan kalkması için Genel Başkan’ın Anadolu’ya daha çok gitmesinin özlemi diye okumak gerekiyor.
Çünkü onlar da biliyor ki, Mustafa Sarıgül’ün kurultayda söylediği tek etkin söz, ‘Baykal, kışın Ankara’da yürüyor, yazın Akdeniz’de kulaç atıyor; Güneydoğu’ya gitmiyor, Hacıbektaş’a gitmiyor’ cümlesinde yatıyordu.
BAYKAL’IN ORTADOĞU TÜRKİYESİ
Salı günkü toplantıda bir kez daha görüldü ki Baykal, komplo teorileriyle yatıp komplo teorileriyle kalkmakta.
Türkiye’yi komplo teorilerinin bol olduğu bir Ortadoğu ülkesi kabul eden Baykal, kendini AB’nin parçası gibi gören Türk halkının da Ortadoğu halkları gibi bu teorilere inandığını düşünüyor.
Baykal, kurultay sonrası aldığı olumlu tepkilerin halkın her kesimine yayıldığını; halkta olağanüstü, derin ve büyük bir ilginin, CHP’yi sahiplenmenin ortaya çıktığını belirtirken, ‘Birdenbire, büyük bir şok oldu. Anlatılır gibi değil’ ifadesini kullanıyor.
İsimleri, adresleri Baykal’da olan sağcısı, ülkücüsü bile arayarak CHP Genel Başkanı’na destek verip, ‘CHP artık benim partim’, ‘Hayatımda sola oy vermedim; ama artık öyle değil; Deniz Bey için dua ediyorum’, ‘Bugüne kadar DYP’ye oy verdim; ama artık daha fazlasını kazandın’ diyorlardı.
Baykal, teorilerine inanmış sağdan gelen bu destekten güç alarak, bazı CHP’lileri ise partiden ayıklamaktan söz ediyordu.
Ardından da, ‘CHP yeniden doğacak’ sözünü tekrarlayınca Baykal’ın sağa doğru açılma, yeni bir ‘kızılelma’ ittifakı gerçekleştirme çabası içine girdiğini düşünmek abartı olmuyor.
Ancak ilginçtir ki, Baykal’a alkışı esirgemeyen Baykalcı topluluk, sağdan gelen bu desteklere oldukça ilgisiz kalıyor; sessizliği yeğliyordu.
KOPMA BAYKAL’IN İŞİNE GELECEK
Bu sessizliğe bakarak, ‘ayıklanan solcuların’ yerine sağdakiler konacaksa Baykal’ın işinin kolay olmayacağını söylemek son derece olası.
Yüzde 30’ları kolaylıkla aşması mümkün sol potansiyel yerine sağa yönelen bir Baykal’ın arkasında yakın arkadaşlarının desteğini görmesi şüpheli.
İşte bu süreçte, Sarıgül’e destek verenler bir kenara, Zülfü Livaneli’yi destekleyenlerin kopuş kararı alması Baykal’ı rahatlatabilir.
Gerçi, 21 milletvekilinden oluşan bu grubun toplu hareket etmesi güç gibi.
‘Gittiği partiyi parçalıyor’ imajını yıkamayan Kemal Derviş’in bu isimler arasında yer alması, kopuşu daha da zorlaştırıyor.
Bu grubun Anadolu’ya çıkıp değişim rüzgárı yaratmak yerine kopuşa yönelmesine Baykal’ın da sessiz kalacağı görünüyor.
Çünkü, her kopuş CHP’nin, Baykal’ın eline daha çok geçtiğinin kanıtı oldu.
Yazının Devamını Oku 31 Ocak 2005
CHP’nin 13’üncü Olağanüstü Kurultayı’nda ortaya çıkan tablonun vahametini anımsatmaya bile gerek yok.Kurultay’ın bu yanını bir kenara bırakıp, delegenin verdiği mesajları değerlendirmekte yarar var. Bu Kurultay’a katılan delege, 23 Ekim 2003 günü yapılan olağan, 23 Temmuz 2004’teki olağanüstü kurultaylara da katılan delege. CHP kulislerinde, ‘Hepsini tek tek Baykal belirledi’ denilen bu delegede üç kurultaydır tek değişiklik yok; ama tercihte büyük oynama var. Baykal, aynı delege ile yapılan bu üç kurultayda sırasıyla, 973, 781 ve önceki gün de sadece 674 oy alabildi. Geçen 1.5 yılda tam 199 delegenin desteğini yitirmiş olan Baykal için, oransal bakılırsa, ‘İlk kez bu kadar düşük oyla seçildi’ demek de mümkün. SARIGÜL, BAYKAL’A ŞANS OLDUBir başka ilginç rakam da Baykal, kendisini aday gösteren 664 delegeye sadece 10 ilave yapabilirken, 364 imzayla aday gösterilen Sarıgül, bu rakamı 94 artırmıştır. Buna rağmen Sarıgül, Türk siyasetinde, belki de en kötü performansı gösteren genel başkan adayı olarak tarihe geçmiştir, dense yeridir. CHP delegesi, kavgacı, sağduyudan uzak görüntü sergileyen bir aday ve Baykal konuşurken ayağa kalkıp el kol hareketleriyle itirazlarda bulunan bir aday eşiyle ilk kez karşılaşsa da, Baykal’a yönelmemiştir.Baykal’ın delegenin verdiği mesajı dikkatle okuması gerekiyor. Tam bir umutsuz tablo ile karşı karşıya bırakıldığı gözlenen delegenin; ‘Eğer karşında Sarıgül değil de daha sağduyulu bir aday olsaydı, hiç şansın yoktu’ demek istemediğini iddia etmek mümkün mü? Veya gösterdiği performansa karşın Sarıgül’ün aldığı oyun önemli olmadığını söylemek hakkaniyet içerir mi? Baykal kabul etmese de, CHP delegesi partisinde ciddi bir değişim istemekte, Baykal’ın bu Kurultay’da da ileri sürdüğü gibi yüzde 19’luk oyu başarı olarak görmemektedir. Bunu anlamak için de rastgele üç delege ile konuşmak bile yeterli. İSTENİNCE MUHALEFETİN ÁLÁSIDelege, İstanbul İl Örgütü içinde çözülmesi gereken bir Sarıgül sorununun Baykal tarafından partinin en talihsiz kurultayının sorunu haline getirilmesinden de memnun değil. Baykalcı delege bile, ‘Bunca kavga bunun için mi?’ sorusunu yöneltmekte. Çünkü delegenin, Baykal ve arkadaşlarından asıl beklentisi, banka hesaplarına dahi ulaşarak Sarıgül’e karşı gösterdikleri başarılı muhalefetin daha da iyisinin AKP’ye yapılmasıdır. Baykal ise Kurultay’da, AKP’ye muhalefetin adını bile anmamıştır. Ancak bunun böyle gitmeyeceğini de görmüş olması gerek. Yoksa yeni bir kurultayda, kendisinin ‘Fikriyatı, zihniyeti, ahlaki yapısı pırıl pırıl, genç, hesap vermekten aciz olmayan’ diye tarif ettiği biriyle yarışırsa önceki günkü sonuca bile ulaşması zor görünüyor. Bu nedenle Baykal, bir şeyler yapacağı izlenimi veriyor; ama önceki krizlerden sonra da aynı görüntü verildiğinden bekleyip görmek şart. Sarıgül ve bazı milletvekillerinin CHP’den ihracı kesin gibi olsa da güç yitiren Baykal’ın sayıyı kabarık tutması pek olası değil. Öte yandan, eski kopuşların akıbeti göz önünde tutulduğunda CHP’den yığınsal bir kopmayı çok sürpriz görmekte de fayda var.
button
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2005
<B>CHP </B>delegeleri hafta sonu, 13’üncü kez, olağanüstü bir kurultay için buluşuyorlar. Yeni bir derin hesaplaşmanın yaşanacağı kurultaya rüşvet iddiaları ve komplo teorileri damgasını vuracak gibi.
Bu iki konu CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın elini güçlendiriyor görünüyor.
Baykal’ın ABD’nin kendisini devirmek istediği yönündeki komplo teorisinin kendisini destekleyen CHP’lilerin yanı sıra, CHP dışındaki pek çok kesimden de kabul gördüğünü söylemek mümkün.
Ulusalcı anlayışları bu kesimi, kişisel olarak da örgütsel düzeyde de Baykal’a yaklaştırıyor.
ABD’NİN HEDEFİ
Bu konuda iki örnek vermek gerekirse birincisi, ulusalcılık dendiğinde akla ilk gelen isimlerden biri olan, Bülent Ecevit hükümetinin son Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel.
Son DSP Kongresi’nde genel başkanlık yarışını kaybeden Gürel, geçtiğimiz günlerde Baykal’ı arayarak, kendisine moral vererek güçlü durmasını istiyor.
İkinci örnek ise sendikacılardan.
Pek çok sendikacı Baykal’a destek bildiriyor. Bunlar arasında çok etkili bir isim, ABD’nin Baykal’ı devirmek istediğine oldukça emin.
Çünkü hükümetinin önemli bir bakanı kendisine, ‘ABD, 1 Mart tezkeresinin reddini unutmuş değil. Bunun faturası önce Baykal’a, sonra da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’e kesilecek’ demişti.
Sendikacıdan teyit ettiğimiz bu sözler delegeler arasında da yayılmış durumda.
Baykal da bunu bildiğinden delegenin karşısına çıktığında, CHP’nin neden iktidar olmadığını veya nasıl olacağını değil; komplo teorilerini dile getiriyor.
Kurultayda da farklı olmayacak, ilaveten rüşvet iddiası ve CHP içine yerleştirilen ‘Sarıgül tahrip kalıbı’ olacak.
SARIGÜL BAŞARILI
Baykal’ın tahrip kalıbı söyleminin pek tuttuğunu söylemek mümkün görünmüyor; çünkü Baykal’a destek verecek pek çok kişi bile, ‘Eğer Sarıgül bir tahrip kalıbı ise onu partiye yerleştiren Baykal değil mi?’ sorusunu yöneltiyor.
Ayrıca Baykal’ın bu söyleminin giderek kendisi için erozyona neden olduğunu; Sarıgül’ü ise güçlendirdiğini söylemek bile mümkün.
İki ayda Baykal’ı olağanüstü kurultay toplamaya zorlayan Sarıgül’ün kurultaya hitabında kendisiyle ilgili iddialara açıklık getirmesi halinde azımsanmayacak bir oy potansiyeli yakalaması sürpriz görülmüyor.
Bu sürpriz sonuç, Baykal’a, zorlu rakibini kurultay sonrası, her ne pahasına olursa olsun partiden atma girişiminde istediği rahatlığı veremeyebilir de.
Ayrıca önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, kazansa bile pazartesiden itibaren CHP Genel Başkanlığı Baykal için eski rahatlığında olmayacak.
Kendisine, ‘Türkiye’de 20 milyon yoksul olduğunu söylüyorsun. Peki böyle bir ülkede nasıl oluyor da sol iktidar olmuyor?’ sorusu daha sık yöneltilecek.
Yazının Devamını Oku 24 Ocak 2005
<B>PERŞEMBE </B>günkü yazımızda bu hafta sonu yapılacak olan CHP Olağanüstü Kurultayı’nın ardından, parti yönetiminde yeni yapılanma olasılığından söz etmiştik. CHP Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Selvi’nin gazetecilere, ‘30 Ocak’tan itibaren CHP yepyeni bir başlangıç yapacak’ demesi de bunu teyit ediyor.
Şu gerçek ki, CHP’de, delege de, taban da böyle bir beklenti içinde.
Ancak, CHP’nin bütün kurultayları acımasız bir hesaplaşma içinde gerçekleştiğinden, öncesinde bu beklenti yaratılır, kurultay salonuna girildiğinde ise ön sırada üç yan yana boş koltuk görülür.
Deniz Baykal salona girince ortadaki koltuk sahibini bulur; sağdakini Genel Sekreter Önder Sav, soldakini de Genel Başkan Yardımcısı Eşref Erdem doldurur.
Kurultay sonrası da bu tablo değişmez; bu üç isimle özdeşleşme sürer.
MİNİBÜS HÁLÁ ORTADA YOK
Bu kurultayda da CHP yine acımasız bir hesaplaşmaya tanık oluyor; Genel Başkan dahil, partiye zarar verip vermediği düşünülmeden herkes elindeki tüm yıkıcı silahları kullanıyor; yeter ki o silah kendilerinin güvenliğini sağlasın.
Hafta sonu kurultayının güvenliği sağlayacak ana silahı ‘rüşvet’ olacak.
Bu güvenlik sağlansa da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Eskiden neler yapıldı; kısa bir anımsatmada bulunalım:
‘TBMM dört partiden oluşacak ve iktidar kendiliğinden bize gelecek’inancıyla az çalışarak 3 Kasım’da tarihi bir fırsatı kaçıran CHP, 4 Kasım’dan itibaren bir buçuk yıl sonraki yerel seçimlere hazırlanmayı konuşmaya başladı; ama Sav ile Erdem arasındaki kavga nedeniyle aday tespitleri bile son saniyeye bırakıldı.
Alınan sonucu herkes yenilgi olarak görürken, CHP yönetimi bir yandan zafer havası çalıyor, diğer yandan yeni bir dönemden söz etmeye başlıyordu.
Eşref Erdem, tam donanımlı bir minibüsün alınacağını, Baykal’ın belediye belediye, sokak sokak dolaşacağını açıklıyordu. (Biz de minibüsün ilk seferini merakla bekleyeceğimizi yazmıştık.)
O minibüs hálá ortalıkta yok ve kurultay dönemleri hariç, AKP ile CHP kıyaslandığında görülecektir ki liderlerin gezi performansında; belediye, il başkanları ve milletvekilleriyle değerlendirmeler yapmada, komisyon çalışmalarında AKP açık ara önde.
BAYKAL’I ZORLAYACAKLAR
Şimdi değişim beklentisi çok ciddi; çünkü talep sahipleri Baykal’ın da arkadaşları.
Ve değişimin sadece yönetimle sınırlı olması da yeterli görülmüyor.
Arkadaşları da Deniz Baykal’ın, tek başına çalışma, tek başına karar alma eğiliminden vazgeçmesini, daha çok yurt gezilerine çıkmasını istiyor.
Daha ileri gideceklerini de söylemek mümkün.
Baykal’ın hafta sonları pek partiye uğramaması, TBMM grup yönetimi ile sıkı bir çalışma içine girmemesi, A Takımı diye partiye aldıkları da dahil olmak üzere uzman milletvekillerinin görüşlerine başvurmaması masaya konulacak ilk konular.
CHP’deki genel kanı, Baykal’ın bu değişimi yapmak zorunda kalacağı yönünde.
Çünkü, aksi takdirde Baykal, bu kurultaydan yara bere ile kurtulabilir; ama olağan kurultayın çok uzakta olmadığını da anımsamak gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 20 Ocak 2005
<B>YAKLAŞAN </B>CHP Kurultayı’nda, muhalefetin birleşememesi nedeniyle <B>‘Gitsin’</B> sinerjisinin yarattığı büyük dalgaya rağmen <B>Deniz Baykal</B>’ın, delegeden bir kez daha onay alması güçlü olasılık. Bu olasılığı gören Baykal’ın, şimdi hedefini, kendisinin büyüttüğü; ancak iyi yönetemediği görülen son krizden aldığı yara berenin sayısını azaltmaya yönelttiği bilgileri geliyor.
Çünkü, kendisini destekleyen arkadaşlarından Baykal’a, ‘Artık bu yönetimi değiştir’ baskısı, ilk kez bu kadar güçlü bir şekilde yapılıyor.
Hedefteki ilk iki ismin de Genel Sekreter Önder Sav ile Genel Başkan Yardımcısı Eşref Erdem olduğunu belirtmeye gerek dahi yok.
SAV’IN BİLGİSİ DAHİLİNDE
Baykal’ın yönetimde olmayan arkadaşları, ‘Her şeyin altında o var’ inancı ve şu gerekçelerle Sav’ı hedef haline getirmiş durumdalar:
Yüksek Disiplin Kurulu (YDK) üyesi Cafer Dursun’un, Cumhuriyet’ten Miyase İlknur’a ‘Sarıgül’ü çıkaranlar arasında Sav da var’ demesi, Sarıgül’ün miting düzenleme kararını açıkladıktan sonra, CHP Genel Sekreterliği tarafından uyarılmaması kuşkular doğuruyor.
Bu arada Sav’ın, bir milletvekilinin, ‘Tüzüğün 70’inci maddesine göre belediye başkanı miting yapamaz, uyarın’ demesini es geçerken, Sarıgül’ün de ‘Tüzük açık, ipini çekiyorsun’ sözleriyle kendisini uyaran iki milletvekiline, ‘Yaptığım ve yapacağım bütün eylemlerle ilgili Genel Sekreter’e bilgi verir öyle yaparım’ yanıtı vermesi dikkat çekici bulunuyor.
Sarıgül’ün, YDK’da, ‘Yaptıklarım tüzüğe aykırı olsaydı, tek bir uyarı dahi almaz mıydım?’ şeklindeki savunması da iddialara tuz biber ekiyor.
Türkiye’nin en iyi hukukçuları arasında yer alan Sav’ın hazırladığı dosyalarla CHP’den ihraç edilen 3 milletvekili ve eski Genel Sekreter Ertuğrul Günay’ın yargı kararıyla partiye dönmeleri, Sarıgül’ün ihraç talebinin ise YDK’dan geçmemesi de manidar bulunuyor.
CHP’DE DE TSUNAMİ OLUR
Sav’la ilgili tespitlerde, Sarıgül’ün Mersin mitingine katıldığı için disipline sevk edilen İstanbul Milletvekili Hasan Aydın’ın, Baykal’ın önünde, Parti Meclisi toplantısında anlattıkları da öne çıkıyor.
Aydın, daha sonra TBMM Grup toplantısında da yinelediği konuşmasında, ‘Önder Bey, bizi toplayıp, ‘Baykal ve ekibi gitmediği sürece bu partide başarılı olamayız’ diyen siz değil miydiniz ki, şimdi bizi disipline havale ediyorsunuz? Daha önce de tüzük değişikliğine karşı çıkmaya birlikte karar vermedik mi?’ diye çıkışıyor.
Sav’ın bu soruları yanıtsız bırakması Baykal’ın dikkatini çekiyor; ancak o, diğer arkadaşlarını da hayrete düşüren bir sessizliği tercih ediyor.
İşte şimdi Baykal’ın bu sessizliğini bozacak girişimler sürüyor.
Girişimler zaman zaman Sav’la kavga eden, yerel seçimlerde küsüp az çalışan, Baykal’ın gönülsüzlüğü bir kenara CHP’nin atalet içine girmesinin ana sebebi görülen Eşref Erdem’in tasfiyesini de içerdiğini belirtmeli.
CHP’liler, AKP il başkanlarının, belediye başkanlarının, milletvekillerinin düzenli aralıklarla toplanıp eğitimden geçirilirken, CHP’nin Genel Başkanı’nın az, Genel Sekreter’in ise hiç gezmemesine; bu iki ismin TBMM Grup toplantılarının basına kapalı bölümüne ilgi göstermemesine içerliyorlar ve bu tablonun değişmesini istiyorlar.
Tablonun kurultay sonrası da değişmemesi halinde ne mi olur?
Yanıtı Baykal’ın da çok güvendiğine emin olduğumuz bir arkadaşı veriyor:
‘Bizde de deniz var; bir tsunami de CHP’de olur.’
Yazının Devamını Oku