9 Mayıs 2005
ATATÜRK Havalimanı’nı inşa eden ve işletmekte olan TAV, dün Kahire Havaalanı’nın inşaatına başladı.Dünkü temel atma töreni nedeniyle geldiğimiz Kahire, yılda 25 milyon turist ağırlayan dünyanın önemli merkezlerinden biri.Mısır’ın en büyük gelir kaynağı olan turizmi sabote etmek için son yıllarda patlayan bombalar nedeniyle Kahire tam bir polis kenti olmuş.Neredeyse her metrede beyaz elbiseli bir polisin görev yaptığı Kahire’de turist olmak da ayrıcalıklı hale getirilmiş. Kahire’de lokantalara giriş bile detektör aramasından geçmekle mümkün olsa da bütün sıkıntılara rağmen oteller ve turistik yöreler dolu. ‘KARDEŞ’ İRAN’IN TAVRITAV CEO’su Sani Şener, ‘Böylesine önemli bir merkezde havaalanı inşa etmek bizim için önemli. Artık Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da varız’ diyor. Suudi Bin Ladin Ailesi, Amerikalı, Japon, Fransız ve Yunan firmaları ile çekişerek 342 milyon dolarlık işi alan TAV, İran’dan çıkarılmanın etkisini atlatmış.TAV, Tahran İmam Humeyni Havaalanı’nı işletme ve bir terminal binası inşa etme projesini 8 Mayıs 2004’te devralacaktı.Ancak o gün, törenin birkaç saat öncesinde ‘firma yabancı’ diye direnişe geçen muhafazakárların temsilcisi İran ordusunun kara gücü piste tank yerleştirirken, hava gücü de uçakların inişini engelledi.Muhafazakár direniş, Türk hükümetinin bütün girişimlerine rağmen de kırılamadı.O günden beri TAV’ın bilgisayarlarını, mutfağını ve bagaj taşıma araçlarını kullanmalarına rağmen İran’ın TAV’a işi iadesi pek mümkün değil gibi ve gelecek hafta da her şey bitmiş olacak.Şimdi TAV, yatırdığı 20 milyon doları almanın mücadelesini veriyor. İlginçtir ki milyarlarca dolarlık doğalgaz aldığımız İran, aynı muameleyi 400 milyon dolarlık ihalede Turkcell’e de yapmak üzere.Türk firmaları İran’da yedikleri darbeyi başka ülkelerde gideriyorlar. İran’dan 8 Mayıs 2004’te çıkarılan TAV; bir yıl sonra aynı gün Mısır’a giriyor.Yine de ‘kardeş’ İran’ın tavrının iki ülke ilişkileri açısından daha özenle değerlendirilmesi gerektiği de ortada.ERDOĞAN’IN DESTEĞİSani Şener yaşadıklarını, ‘Dünya markası olmak kolay değil’ diye açıklıyor.Kiev Havaalanı’nın inşaatında da iddialı olduklarını söyleyen Şener, yıllık 100 milyon yolcu kapasiteli Hindistan’da Bombay ve Yeni Delhi, Katar’da Doha, Yemen’de Sanaa, Tunus’ta Enfidia havaalanları ile en önemli hedefleri olan Atatürk Havalimanı’nı 15 yıl daha işletmeye talip tek Türk firması olduklarını anlatırken İran’a yanıt verir gibiydi.Şener, ‘Marka olmak için bazı zorluklara da katlanacaksınız’ diyor. Türk firmalarının kendi başarıları ne kadar önemli olsa da çoğu zaman, hükümetlerin desteği firma başarısının önüne geçiyor. Mısır’daki başarıda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün kişisel girişimlerinin ağırlığı da var. Bu ağırlığın her yabancı ülkede hissedilmesi çok önemli.
button
Yazının Devamını Oku 5 Mayıs 2005
<B>ON </B>yıl önce, faşizmin yenilişinin 50’nci yılı nedeniyle Moskova’da düzenlenen törenlere Türkiye adına Başbakan <B>Tansu Çiller</B> katılmıştı. O geziyi izleyen gazetecilerden biri de bizdik.
Çiller’in kaldığı otel odasında Türk korumaları dinleme cihazı bulmuş, bizim bu konudaki haberimiz geniş yankı yaratmıştı.
Bu yılki 60’ıncı yıl törenlerine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan katılıyor.
Pazar günü başlayacak olan gezi öncesi, uyarı olabilir düşüncesiyle, dinleme krizinin sonradan öğrendiğimiz bazı detaylarını ilk kez yazıyoruz.
Çünkü, dünya liderlerinin Moskova’ya akacağı bu günde, liderler arası yoğun temaslar yaşanacağından, gizli servislerin uslu durmasını beklememek, ‘Nasıl olsa Erdoğan’la Putin iyi arkadaş’ diyerek rehavete kapılmamak gerekiyor.
UYARI CLİNTON’IN KORUMALARINDAN
On yıl önce de Türk korumalar Çiller’den birkaç gün önce Moskova’ya gitmiş, Başbakan’ın kalacağı odayı teslim alıp aramadan geçirmişlerdi.
Korumalar, ilk aramanın bittiği akşam, daha önceden tanıdıkları ve aynı törene katılacak olan ABD Başkanı Bill Clinton’ın korumalarıyla bir araya gelip sohbet etmek amacıyla Moskova’nın ünlü kafelerinden birine gittiler.
Sohbette, Clinton’ın korumaları, ‘Dikkat edin; odaları iyi arayın. Artık KGB yok; ama yöntemleri sürüyor. Biz oda sıvalarını bile kazıdık’ dediler.
Mesajı alan Türk korumalar, otele dönünce, Çiller’in odasını bir kez de 10’ar santimlik bölümler halinde aramaya tabi tuttular.
İkisi erkek biri kadın üç koruma, biraz sonra sonuca da ulaştı.
Yatağın başucundaki iki vazonun içindeki kurutulmuş çiçek yığınları arasına ve bir tablonun arkasına gizlenmiş üç dinleme cihazı buldular.
İlginçtir; böcekler bulunduktan kısa süre sonra, odanın kapı çalındı.
Konuklar Rus gizli servisinin iriyarı dört elemanıydı. Tek kelime dahi İngilizce konuşmayan konuklara kapı açılmadı.
Kapıyı açmama ısrarı sürünce konuklar zorlama yapmaya başladı.
MİT: TİPİK KGB BÖCEKLERİ
Türk korumalar çareyi böceklerin fotoğraflarını çekip, fotoğraf makinesini bayan arkadaşlarının çantasına yerleştirmede, böcekleri ise açıkta bırakmakta buldular.
Çünkü, güç kullanımı istedikleri sonucu getirmeyecekti.
Rus ajanlar içeri girince bir süre de sonuçsuz kalan ‘sağırlar diyaloğu’ yaşandı; ancak davetiz konuklar, sehpa üzerinde böcekleri görünce rahatladılar.
Cihazları alır almaz da odayı terk edip gittiler.
Türk korumalar da soluğu, bir MİT görevlisinin yanında aldılar.
Fotoğrafları inceleyen bu MİT görevlisi raporunu verdi:
‘Bulunan üç cihaz da tipik KGB dinleme böcekleridir.’
Durum hemen Ankara’ya bildirildi.
Ankara’nın talimatı ise, ‘Gezi yine yapılacak. Ancak, Başbakan’ın bütün görüşme ve telefon konuşmaları Türk Elçiliği’ne alınacak’ oldu.
Böylece, Çiller’i dinlenme olasılığı bertaraf edildi.
Dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, Türk korumaları başarıları nedeniyle ödüllendirirken, Rusya’ya tepki de diplomatik yollarla iletildi.
Yazının Devamını Oku 2 Mayıs 2005
MALİYE Bakanı Kemal Unakıtan, AKP iktidarının en renkli, çıkışları hem sempatik hem de şaşırtıcı bulunan, AKP’de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dahil herkesin ‘ağabey’ gördüğü bir isim.Maliye Bakanı olmanın yanı sıra, Başbakan’ın bir gün telefonla, ‘Kemal Abi, özelleştirmeyi de sana bağladım’ demesi üzerine Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) da sorumluluğu içine giren Unakıtan, geniş yetkileri nedeniyle sık sık milletvekilleriyle karşı karşıya geliyor. Ancak Unakıtan’ın, ister muhalefetten, ister parti içinden gelsin, kendisine yönelik tüm eleştirileri özgün üslubuyla bertaraf ettiği de açık. Unakıtan, Başbakan Erdoğan’ın, AKP milletvekilleriyle salı yemeği buluşmalarının sonuncularından birinde, gıyabında yapılan eleştiriyi de aynı şekilde karşılamayı başarıyor. ‘HALT’ EDEN BÜROKRATBursa Milletvekili Sedat Kızılcık’ın eleştirisi, hemşerisi İsmail Destan’ın, Unakıtan tarafından ÖİB Başkan Yardımcılığı’ndan alınmasıyla ilgiliydi. Destan, Unakıtan’dan önce ÖİB’nin bağlı olduğu Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener tarafından göreve getirilmiş bir bürokrattı. Kızılcık’ın Erdoğan’a şikáyet ettiği konu şöyle özetlenebilir: 1997’de Filyos Ateş Tuğla’yı ÖİB’den alan şirketin, yüzde 25’lik peşinat dışında, sekiz yıl boyunca hiçbir ödemede bulunmadığı ortaya çıkıyor.ÖİB’nin takip biriminin bağlı bulunduğu Destan, 16.5 milyon dolarlık borcun ödenmesini istiyor. Bütün aksi kulislere rağmen, sonuçta borcun tahsilatı gerçekleşiyor. Tahsilatın ardından Destan, kendisini Unakıtan’ın karşısında buluyor. Unakıtan, önce Destan’ı, ‘Hızımıza ayak uyduramıyorsun’ diye uyarıyor. Ardından sözü tahsilata getirerek, özetle, ‘Halt etmişsin’ diyor. Destan duydukları karşısında şaşırıyor; ama asıl şaşkınlığı görevinden de alındığı söylenince geçiriyor. İLK SIRA BAŞBAKAN’INKızılcıklı, bu olayı anlatıp sözlerini bitirdiği sırada, ilginç bir tesadüf olsa gerek yemek salonuna Bakanı Unakıtan giriş yapıyor. Başbakan Erdoğan, ‘Bak tam senden söz ediyorduk’ deyip, Kızılcıklı’nın gündeme getirdiği konuyu anımsatıyor.Ardından gülerek, ‘Hadi, buyur cevap ver bakalım’ diyor. Unakıtan, ‘Dürüstlüğüne bir şey demem de bizim hızımıza ayak uyduramadığını söylemeliyim’ diye konuşuyor.Ancak Unakıtan, kendine özgü ilginç yeni cümlelerden birini daha kuruyor: ‘Sayın Başbakanım, eğer ortada yapılacak bir kahramanlık durumu varsa, bunu önce siz yaparsınız, sonra da biz yaparız.’Unakıtan’ın bu sözlerinin bazı milletvekilleri tarafından, ‘Biz varken bürokratlara da ne oluyor?’ diye algılandığını ve kısa sürede AKP kulislerine yayıldığını belirtmeli. Bu hızlı yayılmanın, vergi barışından yararlandığı, oğlunun mısır unu ithalatı yaptığı, 2B arazisi olduğu, Albaraka Türk yöneticisi olarak adının naylon fatura düzenlenmesine karıştığı iddia ve haberlerine bağlı olduğu izlenimi ediniyoruz. Bu çerçevede, Unakıtan’ın, AKP içinde en azından bazı kesimler için ‘Ağabey’ imajını yitirmekte olduğunu da söyleyebiliriz.
button
Yazının Devamını Oku 28 Nisan 2005
<B>CEMAL Kaya</B>’nın Beyaz Enerji davasında hakkında fezleke düzenlendiği için istifa etmesi siyasette yeni bir aşamadır. Dokunulmazlıklar sınırlanmadığı sürece, benzer olaylarda milletvekilleri yoğun istifa baskısı altında kalacaklardır.
CHP Genel Saymanı Mahmut Yıldız bunun ilk örneğidir.
İstifa şahsi bir karar; ama adları yolsuzluk dosyalarında geçen siyasilerle ilgili parti yönetimlerinin yapması gereken işlemler olduğu da ortada.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın önünde de şimdi böyle bir görev duruyor.
Baykal’ın, Beyaz Enerji’de adım atmayan, Kaya’nın istifasında da rolü bulunmayan AKP’ye örnek olup olmayacağını göreceğiz.
NUMARASI TESPİT EDİLMEYEN BAŞKAN
Baykal’ı izleyeceğiz; ama mahkeme kararıyla yapılan telefon dinleme tutanakları Beyaz Enerji’de AKP’nin hálá atması gereken adımlar olduğunu gösteriyor.
Nedenini de tutanakların, ‘BOTAŞ-MÜFETTİŞ KONUSU’ bölümünde aramak gerek.
Tutanaklara göre, 22 Eylül 2004 günü saat 11.13’te, AKP Genel Sekreteri İdris Naim Şahin’in gayri resmi danışmanı olarak bilinen Muhlis Aktaş, davanın bir numaralı sanığı İbrahim Selçuk’u arıyor.
Aktaş, ‘Başkanımın işi var, başka bir çalışma yapacak. Enerji Bakanlığı’ndaki konu neydi? Cevdet Malkoç neydi, neyi konuşacaktı başkanım; söyleyeyim. Ağrı mı, tamam. Buraya mı gelmek istiyorsun? Başkanımla konuşayım, ararım’ diyor.
Selçuk’un yanıtı, ‘Abi o Teftiş Kurulu Başkanı. Orada iki tane müfettiş var. Firmanın ismini biliyorsun. Onunla, Ağrı hattıyla ilgili. Müfettişler biraz keskin. İnce bir üslupla bu işi kapatsınlar, ortada bir şey yok. Eskiden yapılan bir iş. Benim onunla derdim hem onu konuşmak hem de TEPO ile ilgili bakana gitmekti. Müsaitse, bakana gidelim, diyorsa gidelim.’
Ertesi gün saat 16.54’te, tutanak ifadesiyle ‘numarası tespit edilmeyen, ancak Selçuk’un ‘Başkan’ diye hitap ettiği bir şahıs’ Selçuk’u arıyor:
Başkan: İyi günler. Ağrı meselesi şeyin, FERNAS’ın mı? Tamam.
Selçuk: He he FERNAS’ın başkanım. Tamam Başkanım.
Başkan’ın Malkoç ile görüşüp görüşmediği açık değil; ancak Selçuk aynı akşam FERNAS’ın sahibi Muzaffer Nasıroğlu’nu arayarak, ‘O adamı çağırdı, o Malkoç mu ne b..sa. Onunla tamam konuştuk, tamamdır. Bilgin olsun’ diyor.
YA TELEFON YA GÖRÜŞME
Konuyla ilgili görüşmeler burada bitmiyor, 5 Ekim 2004 günü saat 12.02’de, Muhlis Aktaş, Selçuk’u yeniden arıyor ve ikili şu görüşmeyi yapıyor:
Selçuk: Şu Cevdet Malkoç işini halletmemiz lazım. Konuşmuş da daha bir şey yok ortada. Tekrar görüşmesi lazım ya da çağırması lazım yanına. Ya da diyecek ki, İbrahim Selçuk sana geliyor; otur bu işi çöz.
Aktaş: Onunla konuşulmuş, diyor başkan. Tekrar mı görüşmesi lazım. Sen neredesin? Arabayı getireyim mi abi, sana lazım olur. Ben iyi anladım. Ya telefon edecek ya seni gönderecek, konuyu çöz diye. Ya da yanına çağıracak konuşacak. Anladım da onun şimdi bir yerde toplantısı var.
Başkan’ın kim olduğu dava sürerken ortaya çıkacaktır; ancak savcının İdris Naim Şahin’in adını Malkoç’a baskı yaptığı gerekçesiyle iddianamede iki kez geçirmesinin bu telefon konuşmalarından kaynaklandığı şüphesi de yok değil.
AKP’ye görev de işte burada, başkanın kimliği konusunda düşüyor.
Yazının Devamını Oku 25 Nisan 2005
<B>DÜN </B>yemin ederek görevine başlayan <B>Papa 16.</B> <B>Benedikt’</B>in, Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki görüşleri kuşku ve tartışma nedeni oldu. Yeni Papa’nın Türkiye ile ilgili görüşlerine Avrupa’dan ilk önemli tepki, vatandaşı Alman Cumhurbaşkanı Horst Köhler’den geldi.
Köhler, ‘Türkiye ile ilgili kararı Papa değil, AB verecek’ dedi.
Köhler’in, açıklamaları Türkiye’nin de paylaştığı görüşler.
Ancak hem önemli bir din bilgini, hem de Türkiye-AB ilişkilerinde Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’den sonra ikinci sorumlu isim olarak Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın değerlendirmeleri ayrı bir anlam taşıyor olsa gerek.
KATI GÖRÜŞLERİ TARTIŞILIYOR
Papa 16. Benedikt’in hemen hemen tüm eserlerini okumuş olan Aydın, yeni Papa’yı çok iyi yetişmiş, birikimli biri olarak niteliyor.
Aydın, 16. Benedikt’in görüşlerinin, daha önce Vatikan’da doktrinden sorumlu iki numaralı isim olduğu için bütün dünyada bilindiğine işaret ediyor.
Papa’nın, başta kadının dini görevler alması, rahiplerin evlenmesi gibi konular olmak üzere katı denebilecek pek çok görüşü bulunduğunu anlatan Aydın, Papa etrafındaki tartışmaların en çok da bu katı görüşlerinden kaynaklandığını söylüyor.
Aydın, tartışmayı Katolik Kilisesi’nin geleceği açısından önemli buluyor.
‘Çünkü, Katolikliğin Avrupa’da çekilme süreci bu katı görüşle de bağlantılı görülüyor’ diyor.
Papa’nın Türkiye konusundaki olumlu olmayan görüşlerini ise, ‘Dar bir Avrupa’dan yana olma, konuya kültürcü boyuttan bakmayla’ açıklayan Aydın, Avrupa’da Türkiye’ye yer bulamadığını söyleyen Papa’nın, Türkiye-Batı ilişkisinde ‘zıtlık’ terimi kullandığını aktarıyor.
Aydın, ‘Bu terim tarihsel, kültürel ve bilimsel olarak savunulamaz’ diyor.
Bu görüşünü, Papa 2. Jean Paul’ün cenaze töreni de dahil Avrupa’da gittiği her yerde anlattığını ve destek bulduğunu sözlerine ekleyen Aydın, ‘Çünkü, AB değerler birliğidir, coğrafi birlik değildir’ diyor.
BİR ŞANS VERMELİ
Batı kurumları içinde uzun yıllardır yer alan Türkiye’nin, Avrupa ile ilişkisinin, ‘zıtlık’la değerlendirilemeyeceğini kaydeden Aydın, Papa’ya, ‘İyi yetişmiş düşünce, bilim, din adamları yanlışları üzerinde ısrar etmez’ diye sesleniyor.
Aydın, Türkiye görüşleri nedeniyle de çok eleştiri aldığını anımsattığı Papa’nın bu eleştiriler üzerinde düşündüğü kanısını taşıyor.
Papa’nın söylediklerini unutmamak gerektiğini; ancak yeni şeyler söyleme olasılığının da göz önünde bulundurulmasını isteyen Aydın devam ediyor:
‘Ben iyimserim. Yeni Papa, diğer kültürlere açık olmak durumunda. Şimdiki konumu daha uzlaşmacı, diyaloğa daha yatkın olmayı gerektiriyor. Bence kendisine bu şans tanınmalı. Bekleyeceğiz; yanlış ifadesi olursa da eleştiriye devam edeceğiz.’
Aydın, Papa’nın olumsuz görüşlerini koruması halinde de iyimser.
Din konusunun Kopenhag Kriterleri içinde yer almadığını; Türkiye’nin, zor süreci 17 Aralık zirvesinde AB müktesebatına girerek aştığını belirten Aydın, ‘Görüşleri AB’yi etkilemez; ama kamuoylarına etki yapabilir’ diyor.
Fransa’daki Avrupa Anayasası oylaması düşünüldüğünde ise kamuoylarının Türkiye açısından önemi ortaya çıkıyor.
Yazının Devamını Oku 21 Nisan 2005
<B>BEYAZ </B>Enerji operasyonu nedeniyle hakkında fezleke düzenlenen AKP Ağrı Milletvekili <B>Cemal Kaya</B>’nın, Başbakan <B>Recep Tayyip Erdoğan</B>’ın talebi üzerine istifa ettiği belirtildi. Başbakan’ın böyle bir talebinin olmadığını; ancak istifayı durdurma niyeti de bulunmadığını aktarmalı.
Geçen hafta uzun bir görüşme yaptığımız; ancak isteği üzerine yazamadığımız görüşmede Kaya, istifa yönündeki kararını bize söylemişti.
Biz de pazartesi günkü yazımızda, kendisinin karar arifesinde olduğunu, AKP’nin işlem yapmasına bile gerek kalmayabileceğini yazmakla yetindik.
Dolayısıyla Kaya’nın milletvekilliğinden istifası bizce bilinmez değildi.
Dahası bu karar, AKP yönetimi için de bilinmez değildi.
‘İHRAÇ ET’ DERDİM
Cemal Kaya, dünkü uzun görüşmemizde de Başbakan’dan ‘İstifa et’ talebi gelmediğini açıklarken, ‘Başbakan’ın bana, ‘İstifa et’ demeye hakkı var mı? ‘Beni ihraç mı ediyorsun; et’ derdim, hiç önemli değil’ dedi.
Kaya, 15 gün önce verdiği bu kararını bir hafta sonra AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’a, pazartesi günü de AKP Grup Başkanvekili Eyüp Fatsa’ya bildirdiğini, Fatsa’dan duruma Başbakan’a iletmesini istediğini söyledi.
‘Keşke kararımı verdiğim gün istifa etseydim’ diyen Kaya devam ediyor:
‘Çünkü, bugün çok mutlu bir insanım. Çocuklarıma vakit ayırıyorum. Artık Sakarya Caddesi’ne gidip biramı içebileceğim. Bu mutlulukları 15 gün önceden yaşamaya başlayabilirdim.’
Kaya, TBMM’de istifanın oylanacağı oturumda son kez konuşacak, can-ı gönülden kabul oyu isteyecek; sonuçtan da emin görünüyor.
‘Bilinsin ki kabul edilmezse de Meclis’e bir daha gitmeyeceğim; bitti’ diyor.
Dokunulmazlıklar sınırlandırılmadan, işadamı milletvekillerinin şirketlerini kayyuma devretme şartı getirilmeden siyasete dönmeyeceğini de açıklayan Kaya, ‘Mahkeme karşısına, sanık milletvekili sıfatıyla çıkmaktansa vatandaş olarak gitmeyi daha onurlu buluyorum. Suç işlemiş bile olsan vatandaş Cemal olarak gider aklanırsan daha hoş olur’ diyor.
SİYASİ KARARLAR DA GEREK
Siyasete kötü malzeme olmamak için istifa yoluna gittiğini sözlerine eklerken, ‘Dokunulmazlık olmasaydı, ben de istifa etmez, gider aklanıp gelirdim. Ama konu Meclis’e gelseydi dokunulmazlığım kaldırılmazdı’ diyen Kaya, istifasının siyasilere yol açacağı kanısında.
Kaya, ‘Çünkü, yaptığım sadece kendim için değil, her siyasi için. Hakkında açıklamalarda bulunduğum CHP Muhasibi Mahmut Yıldız için de dokunulmazlığın sınırlı olduğu sistem daha onurlu olurdu’ görüşünü savunuyor.
Son operasyon nedeniyle, eleştiri dozlu ifadelerle sık sık bu köşede gündeme getirdiğimiz Cemal Kaya, siyasetçi olmasaydı gündemimize de girmeyecekti.
Bu nedenle istifa kararı siyaset için önemli, örnek bir adım.
Elbette, Kaya’nın kararında hukuki nedenler de etkili; ama hukuki gerekçe olmasa da bazen siyaseten verilmesi gereken kararlar vardır.
Oysa ‘ak siyaset’ iddiasındaki AKP’nin, enerji operasyonuyla ilgili refleksinin yavaş kaldığı, ‘Yargısız infaz yapmayız’ denilerek siyasi kararlılığı geri planda tuttuğu görülüyor.
Tabii AKP, bunun ilerideki siyasi sonuçlarını da mutlaka hesaba katmıştır!
Yazının Devamını Oku 18 Nisan 2005
ENERJİ Bakanlığı bünyesinde yapılan yolsuzluk soruşturmasını yakından izleyen bir gazeteci olarak, Savcı Şemsettin Özcan’ın hazırladığı iddianamedeki, başta AKP Genel Sekreteri İdris Naim Şahin’le ilgili ifadeler olmak üzere bazı konular bize hiç şaşırtıcı gelmedi.Şahin’in soruşturmadaki konumunu biliyor; ancak bunun iddianameye nasıl yansıyacağını merak ediyorduk. Anlaşılıyor ki savcı, Şahin’le ilgili vurgusunu, daha çok Şahin’in davanın bir numaralı sanığı, tutuklu müteahhit İbrahim Selçuk’la ilişkisine yapıyor.Şahin’in, yüz yüze veya telefonla defalarca Selçuk’la görüştüğü biliniyor. Bu durumda AKP’nin, hukuken olmasa da siyaseten Şahin’den hesap sorması gereği ortaya çıkmıyor mu? KAYA, KARAR ARİFESİNDE Bugüne kadar ne Şahin, ne de diğer AKP’li siyasiler, müteahhit Selçuk’la ilişkileri konusunda tek satır özeleştiri yapmış değiller. Bazıları için, ‘Yanlış bilgilendirme yaptılar’ demek bile mümkün. Oysa, Selçuk’un yaşam tarzı, üslubu, ilişkileri, harcama performansı böylesine önemli siyasetçiler için düşündürücü olması gerekirdi. Çünkü, partileri de siyaseti de bu tür ilişkiler yıpratmaktadır. Yazılarımızda sık sık, hakkında fezleke düzenlenen tek siyasi olan Ağrı Milletvekili Cemal Kaya’yı gündeme getirdik. Kaya’nın bir özeleştiri sürecine girdiğini ise belirtmeliyiz. Bu olaydaki ilişkilerini, hayatının hatası olarak gören Kaya, bu nedenle kendisiyle ilgili karar arifesinde ve belki de AKP’nin Kaya ile ilgili işlem yapmasına gerek kalmayacak. Kaya gibi diğer AKP’lilerin de hiç değilse özeleştiri sürecine girmesi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çabaları ile olabilir. Ancak, Erdoğan bu işi Teşkilat Başkanı Hayati Yazıcı’ya bırakmış durumda. Yazıcı ise konuya ‘Yargısız infaz yapmayız’ diye yaklaşıyor.Bu yaklaşım doğru; ama hukuki infaz olunca siyasi infaza zaten gerek kalmaz.Bir de böylesi önemli sorumluluk üstlenmiş olan Yazıcı’nın Selçuk’la ilişkisi olup olmadığını da merak ettik; ancak kendisine ulaşıp soramadık. Tanıyorsa, belki de Selçuk’u ciddiye alınacak biri olarak görmediği için siyasi infaza da gerek duymuyordur. ŞİFRE MAHKEMEYE KALDIİddianameye dönülecek olursa, savcılığın, bir şifreyi çözemeyip telefon konuşmalarına atıf yapmakla yetinmesi dikkat çekiyor. Bu konuşmalarda Selçuk, bir ihaleye yüksek teklif vermesini istediği bir işadamına, ‘Kardeşim sen Baba’yı (İhale sorumlusu Enerji Üretim A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı, tutuklu sanık Servet Üst kastediliyor) ara. Baba’ya de ki, ‘ayakkabı numarası otuz’. Allah Allah; bazen çok cahil konuşuyorsun. ‘ayakkabı numarası otuz’ de kardeşim’ diyor. Savcılık, başlangıçta, ayakkabı numarası için, ‘rüşvet iması’ kanısındaydı; ancak görünüyor ki atıf yoluyla bu konudaki karar mahkemeye bırakılmış.İddianamede, Karum iş merkezindeki bir kuyumcudan alınan inci bir gerdanlığın hangi bürokrata hediye edildiğinin izleri de görünmüyor. Demek ki, gerdanlığın Başbakanlık’taki önemli bir bürokratın akrabası olan bir enerji bürokratına verildiğine ilişkin iddialar doğru değilmiş...
button
Yazının Devamını Oku 14 Nisan 2005
TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarmasını ‘casus belli’ (savaş nedeni) kabul eden kararın kaldırılmasıyla ilgili açıklaması, devletin zirvesinde bir uyum ve koordinasyon sorunu bulunduğunu gösteriyor.Arınç’ın, bu açıklamadan önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’le ön mutabakat arama yoluna gitmediği de anlaşılıyor. Aynı üçlü arasında 1 Mart tezkeresi konusunda da uyum yaşanmamıştı. Oysa zirvede, uyum ve mutabakatın en fazla AKP’nin bu üç güçlü ismi; Arınç, Erdoğan ve Gül arasında olmasını beklenmek en doğalı. AKP’nin bu üç ismi arasındaki tablo böyleyken, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile AKP kadroları arasında iyi bir uyum beklemek olası mı? ÖN MUTABAKAT YOKSA KRİZ VAR İktidar olduğundan beri AKP ile Sezer arasında güçlü bir uyum görülmedi. Her iki tarafın da başından itibaren birbirine mesafeli davrandığı açık. En büyük sorunlar da bakan ve bürokrat atamalarında yaşanıyor. Sezer’in sorunu aşma formülü, ‘ön mutabakat aranması’ oluyor. Ama ön mutabakat sağlanmadığı için bugün, Sezer, Erdoğan’a defalarca sitem ettiği halde önemli yüzlerce makamda ‘vekil bürokratlar’ oturuyor. Şimdi anlaşılıyor ki, Atilla Koç’un Kültür ve Turizm Bakanı olmasıyla sonuçlanan kabine revizyonu da böyle bir krizin izlerini taşıyor. Köşk’te 21 Şubat günü yaşanan bu krizin nasıl aşıldığını daha önce de yazmıştık; ama diğer ayrıntılara baktığımızda zirvede ciddi sıkıntılar yaşandığı ortaya çıkıyor. O görüşmede, Sezer önceden bildiği için, Erdoğan daha geliş nedenini açıklamadan kabine değişikliği konusunu açıyor. Sezer, Devlet Bakanı Beşir Atalay’ın bir başka bakanlığa kaydırılmasına karşı olduğunu söyleyince Erdoğan, şaşkınlık geçiriyor, ‘Ben de kendisinin Milli Eğitim Bakanlığı’na atanması için size kararname getirdim’ diyor. Sezer, ‘Bunu kabul etmediğimi Sayın Gül’e daha önce söylemiştim. Sayın Gül, benim bu görüşümü size aktarmadı mı?’ diye soruyor. Erdoğan, ‘Hayır’ demekle birlikte aksine bir izlenim aldığını da ima ediyor ve şaşkınlık sırası Sezer’e geçiyor. Sezer, ‘Siz Abdullah Bey’le konuşursunuz; ama görüşüm değişmedi. Ayrıca bu konularda ‘lütfen ön mutabakat sağlayalım’ demiştim. Oysa bu kararnamede ön mutabakat aramadınız’ diyerek kararnameyi imzalamayacağını belirtiyor.SEZER’DEN BAKAN ÖNERİSİErdoğan, kararını değiştirecek bazı şeyler söylese de Sezer ikna olmuyor; hatta bir karşı çıkışla, ‘Madem Milli Eğitim Bakanı’nı değiştireceksiniz, partinizdeki ... Bey’i neden düşünmüyorsunuz?’ önerisi getiriyor. Erdoğan, Sezer’in önerisini, ‘O arkadaşımız daha önceki görevinde başarılı olamamıştı’ diyerek benimsemiyor.Bir süre dışarıda çalışmak için Sezer’den izin isteyen Erdoğan, çıkar çıkmaz Gül’ü Köşk’e çağırarak değerlendirmede bulunuyor. Başbakan’ın, Sezer’in söylediklerini Gül’e aktarmamış olması düşünülemez. O zaman, ortada bir koordinasyon sorunu bulunduğunu söylemek gerek. Hangi olasılık düşünülürse düşünülsün, devletin tepesinde bir uyum ve koordinasyon sorunu yaşandığına; bunun giderilmesinde en büyük sorumluluğun da lider olarak Erdoğan’a düştüğüne şüphe yok. Bunun için de Turgut Özal’ın, askeri bir darbe ardından Köşk’e çıkan Kenan Evren’i, Evren’in en yakın arkadaşının Genelkurmay Başkanı olmasının yolunu kesen kararnameyi imzalatma aşamasına nasıl getirdiğini incelemek yeterli.
button
Yazının Devamını Oku